-
Tüm icat ettiğimiz,
-
kilisedeki semboller,
-
törenler,
-
hepsi düşünce tarafından oluşturuldu.
-
Düşünce bu şeyleri
icat etti,
-
kurtarıcıyı icat etti,
-
Hindistan'daki tapınakları
ve tapınakların içindekileri icat etti.
-
Düşünce, bütün bu kutsal denilen
şeyleri icat etmiştir.
-
Bunu inkar edemezsiniz.
-
O halde düşünce kendi içinde
kutsal değildir.
-
Dolayısıyla düşünce Tanrıyı
yarattıyorsa o Tanrı kutsal değildir.
-
Öyleyse kutsal olan nedir?
-
Bu ancak şöyle...
-
anlaşılabilir veya olabilir:
-
korkudan,
-
acıdan,
-
tamamem özgürleşilirse,
-
ve de sevgi hissi var ise
-
kendine özgü zekası ile
şefkat ile beraber.
-
Ve sonunda zihin
tamamen sakinleştiğinde
-
o kutsal olan şey gerçekleşebilir.
-
Bir yaz günü öğleden sonra
geç saatlerdeydi.
-
Sahilin yakınlarında,
bir grup çocuk oynuyordu.
-
Çocuklardan biri,
bakımsız ve aşırı zayıf olsa da
-
diğerlerinden ayrılıyordu.
-
Özel bir ışık saçtığı
söylenebilirdi.
-
Saf ve parlak bir atmosfer
onu çevreliyordu sanki.
-
Bu özelliklerinden dolayı
bu çocuk diğerlerinden ayırılyordu
-
ve yaklaşan 'Dünya Öğretmeni' için
bir araç olarak seçildi.
-
Bu keşif tek başına
bir durum değildi...
-
çünkü insanlığın yeni bir çağa
girdiğine inanılıyordu,
-
beraberinde yeni bir Mesih'in
geleceği bir çağa.
-
19. yüzyılın başlarında
-
bilim, insanlığın kurtarıcısı olarak
dinin yerini almaya başlamıştı.
-
Monolitik kilise
bölündükçe,
-
bilim ile din arasında
denge sağlayan
-
yeni kurumlar ortaya çıktı.
-
Bu yeni kurumlardan biri olan
Teosofi Derneği,
-
tüm dünyaya hızlı bir şekilde
yayılmaktaydı.
-
Dernek, Rusya doğumlu
Helena Petrovna Blavatsky
-
ve Amerikalı Henry Steel Olcott
tarafından kuruldu.
-
Amaçları ise,
-
eski doğu dinlerinin ardındaki
gerçeği aramak,
-
doğanın açıklanamayan
kanunlarını araştırmak
-
ve evrensel kardeşliği
güçlendirmekti.
-
Bu fikirler o denli ilgi görmüştü
ki 1881 yılı itibarı ile
-
100.000'i aşkın coşkun üyesiyle,
-
bu topluluk dünya çapında
bir kuruma dönüştü.
-
Helena Blavatsky metafizik ilminin
derin bir öğrencisiydi...
-
ve psişik güçleri olduğuna
-
inanan insanlar tarafından
takip edilen biri oldu.
-
Bazılarınca şarlatan
diye dalga geçilse de
-
aslında o ciddi
bir yazardı...
-
ve 1888 yılında
en iyi eseri olan
-
2 devasa ciltlik
"Gizli Öğreti"yi yayınladı.
-
Genç gazeteci Annie Besant,
kitabı incelemesi için
-
Londradaki Review of Reviews
tarafından görevlendirildi.
-
Kitabın sayfalarını çevirdikçe
okuduklarından hayrete düştü.
-
Ona, kopuk haldeki
gerçeğin parçaları...
-
yüce bir bütünlük içinde
artık görünür oldu.
-
Hayatının karmaşaları,
çıkmazları ve problemleri
-
sanki yok olmuştu.
-
Birkaç hafta içinde
-
Annie Besant hayatını
Teozofiye adamaya karar verdi.
-
Bu ani karar
tezcanlı
-
Bayan Besant için
olağandışı bir şey değildi.
-
Konuşmacı, eğitimci,
feminist olarak
-
Viktorya devri İngilteresinde
çok tanınan bir insandı.
-
Ayrıca işçi hareketinin
oluşmasında da öncülük yapmıştı.
-
Kibritçi kızların çalıştığı
Bryant and Mays
-
fabrikasındaki grevi
düzenlemişti.
-
Kendisinin sosyal adalet
duygusu,
-
onu Sidney Webb,
George Bernard Shaw
-
ve Ramsey Mcdonald gibi
isimlerle beraber
-
Fabian sosyalisti yapmıştı.
-
Blavatsky'nin ölümünden sonra,
-
Annie Besant topluluğun başına geçti.
-
Ve Teozofi düşüncesinin
en etkili ismi oldu.
-
Blavatsky'nin
hantal felsefesini alıp,
-
popüler bir harekete dönüştüren
o oldu.
-
Dünyadaki çoğu dinler, kriz zamanlarında
insanlığa yardım edecek
-
bir kahramandan,
kurtarıcıdan söz eder.
-
"Gizli Öğreti" kitabında
Blavatsky,
-
böyle bir öğretmenin
gerçeği nasıl tanımlayacağını
-
yeni bir medeniyetin koşullarına
göre tasvir etmişti.
-
Yıllar boyunca, bu konu
Besant'ın aklını meşgul ediyordu.
-
1900'lerde, büyük bir ruhani liderin
yeniden ortaya çıkmasının
-
zamanının geldiğine
iyice ikna olmaya başladı.
-
Hatta, Hindistan, Amerika ve Avrupa'da
gelecek dünya öğretmeni
-
üstüne konuşmalar yapıyordu.
-
Topluluk içinde
beklentiler artmaya
-
ve binlerce insan Besant'ı
dinlemek için toplanmaya başlamıştı.
-
Charles Webster Leadbeater
-
topluluğun etkili isimlerinden
bir başkasıydı.
-
O ve Besant birlikte
çok yakın çalıştılar.
-
Tıpkı yıllar önce,
Olcott ve Blavatsky'nin
-
yaptığı gibi
birbirlerini tamamlıyorlardı.
-
1909 yılıydı.
-
C. W. Leadbeater Hindistan'a taşındı...
-
Ve şimdi Adyar'da,
Madras yakınındaki,
-
Teozofik Derneği'nin
genel merkezinde yaşıyordu.
-
Her gün,
arkadaşlarıyla beraber
-
Bengal Körfezinin
sahilinde gezinirdi.
-
İşte orada, o genç
Jiddu Krishnamurti keşfedildi.
-
Çocuğun zayıf,
bakımsız görünümüne rağmen,
-
Leadbeater, çocukta öylesine
göze çarpan bir nitelik gördü ki
-
uzun süredir beklenen kehaneti
gerçekleştirecek
-
kişinin bu Brahman
çocuk olduğunu ilan etti.
-
Krishnamurti'nin...
-
dünya öğretmeni olması için
yetiştirilmeye başlandı.
-
Çocuğun annesi Sanjeevamma,
birkaç yıl önce ölmüştü
-
ve 14 yaşındaki çocuk
babası ve üç erkek
-
kardeşiyle beraber
Topluluğun binasının
-
hemen dışındaki yerde
yaşamaya başlamıştı.
-
Hayalperest çocuk
sıtmaya yakalandı
-
ve bu hastalık onu sık sık
okuldan mahrum etti.
-
Alçakgönüllüydü...
-
ve başkalarının tavsiyelerine
kendini kolayca kaptırıyordu.
-
Sanki başka bir dünyada
yaşıyor gibiydi.
-
Genellikle etrafındaki
olaylara ilgisizdi.
-
Tuhaf bir boşluk vardı.
-
Krishnamurti ve küçük kardeşi
Nityananda
-
birbirlerine özellikle yakındı.
-
Büyük şeyler için yetiştirilme
fırsatından ona bahsedildiğinde,
-
Nitya yanında olmazsa
bunu kabul etmeyeceğini söyledi.
-
27 Kasım 1909 yılında
-
Annie Besant
Hindistan'a döndü...
-
ve ilk kez kardeşlerle
tanıştı.
-
Aralarında şefkatli bir bağ
oluşmuştu,
-
ve utangaç Krishnamurti'ye
-
bir anne, öğretmen ve arkadaş olmuştu.
-
Annie Besant için çocuğun
geleceğine rehberlik etme
-
sorumluluğu
kutsal bir ilişkiye dönüşmüştü.
-
Ve sonunda Krishnamurti'yi
-
dünyaya tanıtma zamanının
geldiğine karar verildi.
-
Bu amaçla, Doğu Yıldızı Örgütü
oluşturuldu.
-
Başında ismen Krishnamurti'nin
olduğu bu örgüt,
-
Annie Besant'ın rehberliğinde
-
dünya öğretmenini
ve söylemlerini
-
kabul ettirme umuduyla üyeleri
hazırlamaya başladı.
-
Aynı yıl, Benareste yapılan
Teozofi Kongresinde
-
yaklaşık 400 yeni üye
Yıldız Örgütüne katıldı.
-
Üyeler Mesihin
gelişiyle ilgili
-
konuşurken, ufukta muhteşem
bir gelecek resmediliyordu.
-
Yeni üyeler, duygu seliyle
çocuğun ayaklarına kapandılar.
-
Besant, Krishnamurti'nin
dünya öğretmenliği için
-
gerçekten bir aracı olduğunu
resmen açıkladı.
-
1911'in sonlarında
her şey düzenlenmiş
-
ve çocuğun kaderi
neredeyse planlanmıştı.
-
Çocukların babası Narianiah,
hemen ikna olmadı.
-
Bu tanrılaştırma, onu Hindistan'da
kolayca alay konusu yapabilirdi.
-
Bu yüzden Besant'ı onların
vasiliğinden men etmekle tehdit etti.
-
Besant hemen müdahale etti.
-
İngiliz eğitiminin avantajlarını
açıkladı ve çocuklarının
-
Oxford
mezunu olmasının
-
özel avantajlarını
vurguladı.
-
19 Ocak 1912 de Narianiah,
Krishnamurti ve Nitya'nın
-
İngiltere'ye götürülmesine izin veren
belgeyi imzaladı.
-
Bu ayrılığın 10 yıl süreceğinden
-
ve uzun bir dava konusu
-
olacağından habersizdi.
-
İngiltereye varış haberleri
çabucak yayıldı.
-
Charing Cross İstasyonunda
-
büyük bir kalabalık
gelen grubu karşılamak için hazırdı.
-
Bir İngiliz Teozofist,
Krishnamurti'yi şöyle tanımlıyordu:
-
''Neredeyse omuzlarına kadar gelen
uzun, siyah saçlarıyla
-
ve boş bakan, inanılmaz
siyah gözleriyle, tuhaf bir endam''
-
Avrupa'ya ilk kez
gittiğimde,
-
zengin, iyi eğitimli
ve toplumda sosyal gücü olan
-
insanların arasında yaşadım.
-
İnsanların yüzlerini izleyerek
sokaklarda gezindim.
-
Tiyatrolara gittim.
-
İnsanların mutsuzluklarını unutmak için
kendilerini nasıl eğlendirdiklerini gördüm
-
Politik, sosyal ve dini güce sahip
insanlar gördüm.
-
Genç insanların
eğlencelerini izledim.
-
Fakirlerin yaşadığı yerlere gidip
-
onlara hizmet etmeyi isteyen
insanlar gördüm.
-
Yardım etmek istiyorlardı
-
ama kendilerinin
yardıma ihtiyacı vardı.
-
Eğer sen de o hastalığa
tutulmuşsan,
-
başkalarını nasıl iyileştirebilirsin ki?
-
Her şeyi sorguladım...
-
Çünkü olayları kendim
keşfetmek istiyordum.
-
Annie Besant, Londra'daki
Queen's Hall'da
-
üç heyecan verici
konferans verdi.
-
Hareket, güç topluyordu.
-
Besant Hindistan'a döndüğünde,
-
bir sürü öğretmen eşliğinde
çocuğun eğitimi başladı.
-
Genç adamın
etrafı sürekli
-
öğretmenler ve dikkatli müritler
tarafından sarılmıştı.
-
Hiç yalnız kalamıyor,
normal bir yaşamı arzuluyordu.
-
Hoşnutsuzluğu gittikçe artıyor
-
ve hazırlandığı role olan
tüm ilgisini kaybediyordu.
-
1914 yazında,
İngiltere Büyük Savaş'a girdi.
-
İletişim olanakları çöktü
ve çocuğun inzivası yoğunlaştı.
-
Krishnamurti gittikçe
daha çok rahatsız olmaya başladı.
-
Annie Besant
sık sık ona yazıyor,
-
mutluluğun sadece önündeki
işte saklı olduğunu hatırlatıyordu.
-
Besant'a karşı derin bir sevgi
ve sadakat hissetmesine rağmen,
-
içsel olarak
sessiz bir devrim gelişiyordu.
-
Her şeye karşı uzun süredir
bir başkaldırı içerisindeyim:
-
Başkalarının otoritesine karşı,
başkalarının yönlendirmesine karşı,
-
başkalarının bilgilerine karşı.
-
Kendi başıma bulana kadar
hiçbir şeyi
-
gerçek olarak
kabul etmedim.
-
Diğerlerinin fikirlerine
asla karşı çıkmadım.
-
Fakat onların otoritelerini
-
ya da hayat görüşlerini
kabul etmedim.
-
O başkaldırma halinde
olana kadar,
-
her şeyden,
her dogma ve her inançtan
-
hoşnutsuz olana kadar,
-
gerçeği bulamayacaktım.
-
Kardeşler üniversite sınavlarını
geçmek için çok sıkı çalıştı.
-
Nitya fazla zorluk çekmedi,
-
fakat Krishnamurti yavaş ve
ilgisiz bir öğenciydi.
-
Ne Oxford'e ne de Cambridge'ye
kabul edilmeyeceği
-
kesin olarak anlaşılınca
herkes hayal kırıklığına uğradı.
-
1918 yılında savaşın bitmesi
-
Teozofistlerin daha aktif
çalışmasına yol açtı.
-
Hindistan'da, Annie Besant
politik hareketler
-
ve eğitimle ilgili sorunlarla
oldukça meşguldu.
-
Gandhi ve diğerleriyle beraber,
Hindistan'ın bağımsızlığı için
-
uğraş verenlerin başında geliyordu.
-
Fakat söylevlerinde,
-
dünya öğretmeninin ve insanlık
için mesajının önemini
-
vurgulamaya devam ediyordu.
-
Krishnamurti yavaş olgunlaşıyordu
-
ve anavatanından 10 yıl
uzak kaldıktan sonra,
-
sonunda çalışmalarına Adyar'da
başlamansına karar verildi.
-
Aralık ayının sonlarına doğru
kardeşler Bombay'a vardılar.
-
Besant için uzun süredir
beklenen gün gelmişti...
-
çocuk olarak geride bıraktığı
iki kardeşin,
-
yetişkin olarak
dönmeleriyle beraber.
-
Hindistan'a geldiğimde,
oradaki insanların da
-
aynı şekilde
kendilerini kandırdıklarını,
-
eski geleneklerini
devam ettirdiklerini,
-
kadınlara zalimce
davrandıklarını gördüm.
-
Aynı zamanda da kendilerini
çok dindar olarak görüyorlardı
-
ve yüzlerini
küllerle boyuyorlardı.
-
Hindistan, dünyanın en kutsal
kitaplarına sahip olabilir,
-
en iyi filozoflara
sahip olabilir,
-
geçmişte muhteşem tapınaklar
inşa etmiş olabilir
-
ama bunların hiçbiri bana
istediğim şeyi vermedi.
-
Yıldız Örgütünün
başkanı olarak
-
utangaç genç adam
kendini işine verdi.
-
Star yayınları için sayısız
kitap ve makale yazdı.
-
Yapılması gereken konuşmalar,
gidilmesi gereken toplantılar vardı.
-
Hindistan, İngiltere
Avustralya, Avrupa'da
-
konuşmalar yapan
kardeşlerin programı çok ağırdı.
-
Bu seyahatler Nitya'ya
ağır geldi.
-
Hastalandı ve kendisine
tüberküloz teşhisi kondu.
-
Veremliler için uygun
ikliminden dolayı
-
ve iyileşme için ideal
bir yer olduğundan,
-
Kaliforniya, Nitya için
dinlenme yeri olarak seçildi.
-
1922 yazında,
-
Ojai Vadisindeki
küçük bir kır evinin kiralanması,
-
genç adamları ilk kez
Amerika'ya getirmiş oldu.
-
Bayan Besant'a yazdığı mektupta
-
Nitya, yeni çevrelerini
şöyle anlatıyordu:
-
''Şeftali bahçeleri ve
portakal ağaçlarının
-
olduğu uzun, dar vadide
evimiz yeralıyor.
-
Parlayan sıcak güneş her gün
bize Adyar'ı hatırlatıyor.
-
Kızılderililer, vadimize Ojai,
ya da yuva diyorlar.
-
Ve yüzyıllardır, burayı
sığınak olarak kullanmıs olmalılar.''
-
Bir süre için Nitya
iyileşiyor gibiydi.
-
Fakat belki de en önemlisi,
kardeşlerin yalnız olmalarıydı.
-
Mahremiyet, çocukluklarından beri
onlardan esirgenen bir lüks olmuştu.
-
Ama şimdi vadinin
bu sessizliği içinde
-
Krishnamurti, kendiyle baş başa kalmak
için bir fırsat yakalamıştı.
-
Tepelerde tek başına gezindi,
-
portakal bahçeleri ve
fundalıklar arasında tırmandı.
-
Günler geçtikçe, tuhaf bir
huzursuzluk ona hakim oldu.
-
Hastalandı ve yoğun bir acıyla beraber
boğucu ateşten mustarip oldu.
-
Bu tuhaf durum
yoğunlaştıkça,
-
bilincini kaybettiği
zamanlar bile oluyordu.
-
Huzursuz ve yüksek ateşli olmasına rağmen
tek başına gezmekte ısrar ettiyse de
-
kır evinin yakınındaki
-
genç biber ağacının altında
dinlenmek zorunda kaldı.
-
Ve işte orada,
gecenin hareketsizliğinde,
-
o insan aklını aşan,
hayatını temellerinden sarsan
-
olay gerçekleşti.
-
Ağaçların arasından geçen
rüzgarı hissedebiliyordum,
-
ve çimenin üstündeki
o küçük karıncayı,
-
kuşları hissedebiliyordum,
-
ve de tozu.
-
Ve her bir ses benim bir parçamdı.
-
Her şeyin içindeydim.
-
Ya da daha doğrusu her şey
-
benim içimdeydi.
-
Yaşadığım şey karşısında,
-
inanılmaz derecede mutluydum.
-
Hiçbir şey bir daha
aynı olamazdı.
-
Hayat pınarının saf ve
temiz suyundan içmiştim.
-
Ve susuzluğum dinmişti.
-
Bir daha asla
susamış olamam.
-
Asla mutlak
karanlıkta kalamam.
-
Bütün acı ve kederi iyileştiren
-
o şefkate dokundum.
-
Kendim için değil,
-
dünya için.
-
Yeni kavrayışını anlatmak için
-
Krishnamurti, dünya çapında
bir konuşma turuna başladı.
-
Değişim çok açıktı.
-
Her yerde,
tüm insanlar arasında,
-
gizli kalmış bir şeyin
arayışı vardı.
-
Büyük bir bilgi,
-
ulu bir görüş,
-
ulu bir anlayış verecek olan
-
bir idrak arayışı.
-
Bu insanların 'gerçek' dediği şeydi.
-
Onlar gerçeğin
uzak diyarlarda,
-
hayattan,
-
mutluluktan,
-
acıdan uzakta bir yerlerde
saklı olduğunu sanıyorlar.
-
Fakat gerçek,
hayatın ta kendisidir.
-
Yaşamın kavranması ile
ancak
-
gerçeğin anlaşılması
mümkün olur.
-
Bir seyahat sırasında
ani bir kanama,
-
Nitya'nın sağlığı için
tekrar endişeye yol açtı
-
Zayıftı, ateşi yüksekti
ve acı çekerek öksürüyordu.
-
Kardeşlerin tekrar,
Ojai Vadisinin
-
kuru iklimine
dönmesine karar verildi.
-
Kaliforniya'ya varınca
Nitya iyileşir gibi oldu.
-
Krishnamurti, Besant tarafından
Teozofistlerin
-
50. yıldönümü için,
-
Hindistan'a çağrıldığında,
-
istemeyerek de olsa kabul etti.
-
İki kardeşin arasındaki bağ
hiç olmadığı kadar güçleniyordu.
-
Yapılacak işler için
Nitya'nın önemi
-
sorgulanamayacak
derecede fazlaydı
-
ve bu yüzden yaşaması
çok önemliydi.
-
Krishnamurti yoldayken, Nitya'nın grip
olduğunu yazan bir telgraf ulaştı.
-
Daha sonraki telgraf şöyle diyordu:
"Grip oldukça ciddi, benim için dua et."
-
13 Kasımda
-
gemi Suez Kanalına girerken
-
Nitya'nın ölümünü haber veren
telgraf ulaştı.
-
Bu haber Krishnamurti'yi
tamamen alt üst etti.
-
Dahası,
tüm yaşam felsefesi,
-
geleceğe dair
tam olan inancı,
-
ve Nitya'nın bunlardaki
hayati önemi,
-
o anda hepsi paramparça
olmuş gibiydi.
-
Eski bir hayal...
-
ölmüştü...
-
ve yenisi doğmak üzereydi.
-
Yeni bir görüş ortaya çıkıyordu.
-
Ve yeni bir bilinç
baş gösteriyordu.
-
Artık hiç olmadığı kadar kesin
bir şekilde biliyorum ki
-
yaşamda
gerçek güzellik var.
-
Gerçek mutluluk...
-
herhangi bir fiziksel olay
sebebiyle bozulamayan
-
Olup biten olaylar
-
karşısında gücünü yitirmeyen,
büyük bir kuvvet.
-
Ve sonsuz,
-
bozulmayan,
-
ele geçirilemeyen
-
müthiş bir sevgi.
-
Krishnamurti Madras'a vardığında,
-
çehresi sessiz ve parlaktı.
-
1925'deki Jubile Kongresinde
-
Teozofi Topluluğunun
50. yıldönümü kutlanıyordu.
-
4 gün süren toplantılara
binlerce kişi katıldı
-
ve dünyanın
farklı yerlerinden
-
gazeteler de bu gelişmeleri
heyecanla bildirdiler.
-
Kongrenin ardından
Yıldız Kongresi yapıldı.
-
Bu zamana kadar Doğu Yıldızı Örgütü
45.000 üyeye ulaşmıştı.
-
Adyar'ın devasa hint inciri
ağacının (banyan) dalları altında
-
Krishnamurti, dünya öğretmeni
üstüne konuşuyordu.
-
Alacakaranlıkta, ifadesi
güçlü ve sertti,
-
sanki ruhun derinliğine bakar gibi
gözleri yarı kısıktı.
-
O konuştukça, dinleyiciler arasına
derin bir sessizlik yayıldı.
-
Bazıları etrafını bir ışığın
çevrelediğini düşündü.
-
Ve birçoğu, bizzat Mesihin
-
huzurunda olduklarına
inanıyorlardı.
-
Genç adam, derin bir bölünmenin
de odağı olmaya başlamıştı
-
Binlerce insan onu dünya öğretmeni
olarak kabul ederken,
-
diğerleri, ona gösterilen ilgi
ve hayranlıktan rahatsız oluyordu.
-
Birkaç yıl önce
Hollanda'da,
-
Baron Phillip van Pallandt,
ailesinden miras kalan
-
Eerde Şatosunu,
Yıldızı Örgütü'ne vermişti.
-
Bu 18. yüzyıldan kalma şatoyu,
2000 hektarlık ağaçlık alan çevreliyordu.
-
Şato, küçük grupların
-
yıllık buluşmaları için
toplanma yerine dönüştürülmüştü.
-
Krishnamurti'deki
değişim,
-
bir hafta sonra 1926 yılındaki
Ommen Yıldız kampında,
-
daha da belirginleşecekti.
-
Eerde Şatosu yakınlarındaki
-
Ommen Kampı, her ülkeden
2 binin üzerinde insanı çekmeyi başardı.
-
Toplantılar ve yemekler için
devasa çadırlar vardı.
-
Söylevler veriliyordu.
-
Ve her akşam...
-
Krishnamurti açık havadaki ateşin
etrafında, kalabalığa sesleniyordu:
-
Mutlu olmak için,
dinlere ihtiyacımız var mı?
-
Sevmek için,
-
tapınaklar mı yapmamız gerekiyor?
-
Gerçek, ne tapınakların
karanlık mabetlerinde,
-
ne de örgütlenmiş toplumların iyi
aydınlatılmış konaklarında bulunabilir.
-
Ne kitaplarda,
ne de törenlerde bulunabilir.
-
Rüzgarın gürlediği, dalgaların
birbiriyle çarpıştığı
-
denize doğru bir gidin.
-
Tüm bu güzelliği toplayıp,
hapsetmek mi istiyorsunuz
-
dar bir tapınağa?
-
Zihninizin ya da
kalbinizin
-
bir şeye ya da
birine bağlanmasına
-
asla izin vermeyin.
-
Eğer izin verirseniz,
-
başka bir din,
-
başka bir tapınak
kurmuş olacaksınız.
-
Küçük tanrılar yaratıp
-
bunlara türbelerde tapınmamalısınız.
-
Güneşe sahipken
-
bir mum ışığında ibadet
etmeyi kim ister ki?
-
Krishnamurti'nin hakkikat üstüne
olan görüşünü
-
sadece Teozofinin usul
ve yapısıyla değil
-
örgütlü tüm dinlerinki
ile de bağdaştırmak
-
gittikçe güçleşiyordu.
-
Ruhsal otoriteyi
reddedişi....
-
topluluğa ve onun daimi üyelerine
karşı bir tehditti.
-
Topluluk çökme aşamasına gelirken,
-
ortada çok açık bir düşmanlık vardı.
-
Sınırlar çizilmişti: Bazıları açıkça
onun yanında yer alırken,
-
diğerleri topluluğun değerli inançlarına
sıkı sıkıya bağlıydılar.
-
1911' dan beri
Krishnamurti'ye yakın olan
-
Lady Emily Lutyens
-
birçok kişinin hissettiği
bu şaşkınlığı şöyle paylaşıyordu:
-
''Ne kadar tuhaf'' diyordu,
-
''17 yıl boyunca dünya öğretmeninin
gelmesini bekledik...
-
ve şimdi o konuştuğunda
ya üzülüyoruz ya da sinirleniyoruz.
-
Kendi işimizi kendimizin
halletmesini sağlıyor.
-
Bu ondan bekleyeceğimiz
en son şeydi.''
-
1928 yılının mayısında,
Güney Kaliforniya'nın her daim yeşil olan
-
meşe ağaçlarının altında,
ilk Ojai Yıldız Kampı yapıldı.
-
Fakat her yeni konuşma
ve buluşma ile
-
ayrılıklar daha çok
günyüzüne çıktı.
-
Kötüye giden sağlığı yüzünden
Annie Besant,
-
resmi randevularını iptal etmek
zorunda kaldı.
-
Fakat Krishnamurti'nin
söyledikleriyle
-
Teozofiyi bağdaştırmaya
yine de devam etti.
-
Eski Hindu yazıtlarından
alıntılar yapıyordu:
-
'Bütün yollar aynı ruhsal
amaca çıkar.'
-
Fakat çabalarına rağmen,
ayrılıklar arttı.
-
Kibar basmakalıp
sözlere yer yoktu.
-
Varolan dinlerin birleştiriciliği
söz konusu değildi.
-
'Törenler ve örgütlü dinler
birer engel,
-
gerçeğe karşı dikkat dağıtan
birer unsur' diyordu.
-
Hiçbir yöntem sunmadı.
-
Takip edilecek adımlar,
-
ruhsal gelişmeyi garantileyecek
bir sistem yoktu.
-
Gerçeğe dair algısı
kesindi.
-
Hollanda'da
3 Ağustos 1929'da,
-
Ommen Toplantısı sırasında
-
Besant ve 3000'in üzerinde
Yıldız üyesinin huzurunda
-
Krishnamurti
Yıldız Örgütü'nü dağıttı.
-
Böylece kendisi için söylenen
tüm iddialardan özgürleşmiş oldu.
-
Bana göre,
-
gerçeğin yolu yoktur.
-
ve ona herhangi bir yol,
-
bir din,
-
bir tarikat,
-
ya da başka bir şey
aracılığı ile ulaşamazsınız.
-
Bu benim bakış açım.
-
Ve ben buna, kesinlikle
-
ve kayıtsız şartsız bağlıyım.
-
Gerçek,
-
sınırsız,
-
koşulsuzdur
-
ve gerçeğe
herhangi bir yolla ona ulaşılamaz.
-
O düzenlenemez.
-
Ya da herhangi bir kurum
oluşturulamaz:
-
belirli bir yolu takip için
sizi zorlayarak veya yöneterek
-
Eğer bu amaçla bir
kurum oluşturulursa,
-
bu bir kösteğe,
-
bir zayıflığa, bir esarete
dönüşür
-
ve bireyi felç eder
-
ve onu koşulsuz,
-
mutlak gerçeği
keşfetmekten alıkoyar.
-
Başka kurumlar oluşturabilir,
ve başka birini bekleyebilirsiniz.
-
Ben bununla ilgilenmiyorum.
-
İlgilendiğim tek şey
-
insanı
-
tamamen
-
ve koşulsuz olarak
-
özgür kılmaktır.
-
Bütün dinler
-
her zaman, sadece bizim
yolumuz,
-
bizim kurtarıcımız,
-
bizim sistemimiz,
-
bizim inancımız,
-
bizim törenlerimiz var
deyip durdu...
-
ve sadece bunlarla
kurtuluşu bulacağınız söylendi.
-
Bu,
-
bütün dinlerin
-
değişmez şarkısı oldu.
-
Yıllar, yıllar önce
-
şöyle bir şey demiştim,
-
öylesine,
-
doğruydu ki,
-
doğru ki,
-
hakikate giden bir yol yoktur.
-
Hakikat onlara göre
sabit bir nokta.
-
Ve eğer sabit bir noktaysa
ona giden
-
birçok yol bulabilirsiniz.
-
Ama ya sabit bir şey değil de
hareket eden, canlı bir şeyse
-
-hareketlilik anlamında-
dünyada...
-
zaman ait olmayan
-ki o başka bir konu-
-
o zaman doğal olarak
ona giden bir yol olmayacaktır.
-
Ama görüyorsunuz,
-
biz böylesine
tehlikeli bir görüş
-
istemiyoruz.
-
Biz her şeyi sabit istiyoruz.
-
Her şeyin bir sonu olsun istiyoruz.
-
Bir soruyla
devam etmek istiyorum.
-
İnsanın kendi içinde
-
derin ve radikal
-
bir değişim geçirmesi gerekliliği
-
ne anlama geliyor?
-
Soruyoruz, temel
-
psikolojik bir devrime
-
yol açmak
mümkün müdür?
-
Derin, sonu olmayan
-
geri dönülemez bir değişim,
-
dönüşüm.
-
Eğer sınırlı,
-
kontrollü,
-
sığ
-
yaşıyorsanız,
-
tüm insanlığın
-
bir parçası olduğunuz
-
gerçeğini anlamak
çok ama çok zordur.
-
İçinizde
-
tüm insanlık var.
-
Siz,
-
bir insan olarak,
-
dünyanın bir parçasısınız.
-
Siz dünyasınız.
-
Bu bir fikir değil.
-
Sebep-sonuç analizi şeklinde
ve birinin
-
'evet bu çok doğru' dediği
entellektüel bir olgu olarak değil.
-
Tersine, bir gerçek olarak,
-
siz, bir insan olarak,
tüm insanlığı temsil ediyorsunuz.
-
Acı çekiyorsunuz.
-
Sıkıntılısınız.
-
Emin değilsiniz,
kafanız karışık,
-
şikayetçisiniz,
-
korku dolusunuz,
-
incinmişsiniz,
siz herşeysiniz.
-
Ve her bir insanda bunlar var.
-
Yani sizin bilinciniz
-
tüm insanlığın bilincidir.
-
Şimdi, acıya son vermek
-
mümkün mü?
-
Eğer tüm insanlığın
temsilcisi olan
-
bir kişide acı
son bulursa,
-
bu bitiş tüm insanlığın
bilincini etkiler.
-
Söylediğim şeyleri öylece
kabul etmeyin.
-
Keşfedin,
sınayın !
-
Bu, gözlem yapmak için özgür
olmanız anlamına geliyor.
-
Herhangi bir istek, bir özlem,
-
bir baskı olmaksızın gözlem yapmak
-bilirsiniz işte.
-
Hoş bir çiçeği
gözlemlemek gibi.
-
Tüm dünyada insanların şu basit
gerçeği neden göremediklerini
-
merak ediyorum:
-
Eğer milletler olarak
bölünmüşseniz,
-
dünyaya barış
getiremezsiniz.
-
Dünyada
-
bir düzen istiyoruz.
-
Politik, dini,
-
ekonomik, sosyal bir düzen.
-
Birbirimizle olan ilişkilerimizde
bir düzen istiyoruz.
-
Biraz barış istiyoruz.
-
Biraz anlayış istiyoruz.
-
Ve...
-
Eğer içsel psikolojik
durumunuz düzgün ise,
-
bir çatışma yoksa,
-
bir çelişki yoksa,
-
bilinçteki
bu durumunuz sessizse,
-
sağlamsa,
-
net ise,
-
o zaman dünyaya bir
düzen getirebilirsiniz.
-
Ama şimdi bizim
yapmaya çalıştığımız şey
-
kanuni,
-
milliyetçi
-
ve benzeri şekillerde
-
dünyada bir düzen oluşturmak.
-
Dışarıda bir düzen,
-
dünyada.
-
Fakat bunun tamamen
düzensizlik yarattığı
-
birçok defa
kanıtlanmıştır.
-
Bu yüzden diyoruz ki
-
yani konuşmacı olarak
-
diyorum ki:
-
İçsel bir düzen olmadan,
-
yani içsel
-
bilinç düzeni,
-
karmakarışıksa,
-
çelişkiliyse,
-
içsel, psikolojik
düzen olmadan
-
dışsal bir düzene de
sahip olamazsınız.
-
Ve kriz işte orada!
-
Biz sanıyoruz ki kriz
-
ulusal
-
ekonomik, sosyal, vb.
-
Kriz orada, dışarda değil.
-
Kriz aslında içerde.
-
Ve biz bununla yüzleşmeye isteksiziz.
-
Bu bizim...
-
eğitimimiz, yaşam tarzımız,
geleneğimiz, vb:
-
bir başkası size
birşey verebilir.
-
İsa size kurtuluşa ulaştırabilir.
-
Bir guru sizi kurtarabilir.
-
Ya da eşiniz size yardım edebilir.
-
Bu bizim takılıp kaldığımız,
-
bozulmuş, eski
bir gelenek olabilir.
-
Bu tamamen
yanlış bir yaklaşım olabilir.
-
Siz bir anlayışa sahipsiniz
-
ve ben bunu anlamıyorum
-
Ve siz koşullandırılmışsınız,
-
pardon ama,
-
bunları bana
verebileceğiniz fikriyle
-
siz koşullandırılmışsınız.
-
Doğru mu?
-
Sonuçta bu
hiç de gerçek olmayabilir.
-
Psikolojik ve içsel olarak
birilerine bağımlı mısınız?
-
Diyorsunuz ki, lütfen bana
kibirimden kurtulmam için yardım edin.
-
Ya da ilişkinizde
-
kendinizdeki küstahlığı görürsünüz.
-
Yok oldu.
-
Birbirimizle olan ilişkiyi
-
ve kendimi gözlemliyorum.
-
Ve o gözlem esnasında
ilişkimizde kibirli
-
olduğumu keşfediyorum.
-
Yani kibirli olduğumu senin bana
söylemene bağımlı değilim.
-
Zaten bunun farkındayım.
-
Bu çok fazla önemli.
-
Hiç kimse bana yoğunluğu,
-
güzellik hissini
veremez.
-
Ben (bunu) alıyorum.
-
Sonra...
-
Ben tek başımayım,
takip ediyor musunuz?
-
İzole olmak anlamında değil.
-
Bunu keşfetmek için uğraşmalıyım.
-
Ve bu uğraşın ta kendisi ile
"yoğunluğu" elde ederim.
-
İçinde yetiştiğim,
-
başkasına bağımlı olma
anlamına gelen
-
gelenekten kurtulduğumda,
-
ve kurtulduğumda,
bunun üstünde çalışmam gerek,
-
yoksa tükenir giderim,
her iki durumda da.
-
Eğer
-
Eğer ondan kurtulursam
-
enerji ve yoğunluk hissini
-
zaten elde etmiş olurum.
-
Böylelikle hiç kimseye
bağımlılığım kalmaz.
-
İlişkiler üzerinden
-
kendimi gözlemleyebilir miyim?
-
Temel olarak,
-
bütün tepkilerle,
-
bütün nüanslarıyla,
-
bütün inceliklerle,
-
kendimi bir ilişkide
-
bilebilir miyim?
-
Şimdi, bir kişinin
bir başkasıyla ilişkisi
-
hafızaya dayalıdır.
-
Doğru mu?
-
Bunu kabul ediyor musunuz?
-
Ben sizinle ilgili çeşitli imgeler,
görüntüler ve çıkarımlarda bulundum
-
siz de benimle ilgili olarak
aynısını yaptınız.
-
Size dair eş, koca, kız,
erkek, arkadaş vb.
-
farklı imgelerim var.
-
Yani sürekli bir imge yaratma var.
-
Doğru mu?
-
Bu basit, bu normal,
böyle devam ediyor.
-
Biri evlendiğinde ya da bir kız
veya erkekle yaşamaya başladığında
-
her olay, her söz,
her hareket bir imge yaratır.
-
Yanlış mı?
-
Bu konuda mutabık mıyız?
-
Bana katılmayın, lütfen.
-
Sizi bir şeye
ikna etmeye çalışmıyorum.
-
Aslında bunu siz
kendiniz için görebilirsiniz.
-
Bir "kelime" kayıtlıdır.
-
Eğer kelime hoş ise gururunuzu okşar.
Bu güzel.
-
Hoş değilse,
hemen ondan kaçarsınız.
-
Ve bu bir imge yaratır.
-
Memnuniyet bir imge yaratır.
-
Kaçış, geri çekilme
bir imge yaratır.
-
Yani, aslında bizim
birbirimizle ilişkilerimiz...
-
çeşitli
-
imgelerin , görüntülerin
hassas şekillerine
-
ve çıkarımlara dayalıdır.
-
O zaman sende ve de
karşındaki insanda
-
böyle bir imge varsa,
-
orada bölünme vardır.
-
Ve işte bütün çatışma burada başlar.
-
Doğru mu?
-
İki imgenin arasında
bölünme varsa
-
orada çatışma olmalıdır, değil mi?
-
Yahudi, Arap
Hint, Müslüman
-
Hristiyan, Komünist
-
Hepsi aynı olgu.
-
Bu temel bir kanundur:
-
İnsanlar arasında bir bölünme varsa
çatışma olmalıdır.
-
Tüm bu imge yaratma,
-
gelenekler, hepsi
-
tek bir çatışma olmadan
-
bitebilir mi?
-
Sorumu anlıyor musunuz?
-
İlgileniyor musunuz bununla?
-
Ne kadar ödersiniz bunun için?
-
Yapabileceğinizin hepsi bu.
-
Bir şeye para ödemekle
onu alabileceğinizi sanıyorsunuz.
-
Şimdi bu
-
imge yaratma
-
mekanizması,
-
-sadece imge yaratma değil, gelenekler
ve her şeyin kesin olmasını istemek-
-
tüm bu yapı,
-
sona erebilir mi?
-
Doğru mu?
-
Bu soruyu kendinize soruyor musunuz?
-
Size orada ne yapmanız gerektiğini
söyleyen kim?
-
Şuna bakın,
-
çocukken, aileniz size ne yapıp
ne yapmayacağınızı söyler.
-
Aynı mantık hayat boyunca
işlemeye devam eder.
-
Okulda ne yapacağınız
söylenir,
-
yüksekokulda ne yapacağınız
söylenir,
-
üniversitede.
-
Bütün hayat boyunca...
-
birileri size şunu söylüyor:
-
bu doğru, bu yanlış,
bu yapılmalı,
-
bu yapılmamalı.
-
Bu ne anlama geliyor?
-
Bir
-
kendini sorgulama yok.
-
"Ben aslında insanoğlunun bir parçasıyım"
diye bir deyim yok.
-
Ki öylesiniz!
-
Çünkü dünyadaki
tüm insanlar
-
büyük acılardan,
-
büyük zorluklardan,
büyük kaygılardan geçiyor.
-
Kafaları karışık, emin değiller,
-
güvensizler,
-
aynı sizin gibi,
dünyanın geri kalanı gibi.
-
Biz bunu kabul etmiyoruz.
-
Biz, kendi acımızı
-
diğerlerinin acısından
tamamen ayrı olarak düşünüyoruz.
-
Ve...
-
şöyle bir mantığa
-
sahibiz:
-
Ne yapacağımı söyleyen
birileri olmalı.
-
Papadan başlayarak
fakir semtteki papaza.
-
Gerçekten
şu soru sorulmalı:
-
İnanılmaz bir bilgi birikimine
sahip olmalarına rağmen,
-
neden hiç kimse değişmek istemiyor?
Neden?
-
Alışkanlık ve kalıpların içinde
-
kendilerini güvende hissettikleri için mi?
-
Senin kalıbın, benim kalıbım,
-
Hristiyan kalıbı,
Hint kalıbı, Budist kalıbı.
-
Hepsi birer kalıp,
düşünce şekilleri.
-
Yani,
-
bu kalıpların hepsi
tehlikeli olabilir,
-
çünkü insanları bölüyorlar.
-
Ve din de insanları bölmüştür.
-
Törenleri,
-
fikirleri,
inançları, kurtarıcıları.
-
Şimdi, bunların
hepsinden kurtulmak
-
zeka ister,
-
araştırma ve çalışma ister.
-
Kimse bunu yapmaya istekli değil.
-
Çocukluk çağından beri
-
bize kıyaslama öğretildi.
-
"Kardeşin gibi
akıllı olmalısın," diyoruz
-
Ya da okulda başkasından
daha iyi notlar alsan iyi edersin.
-
Yani sürekli kıyaslanıyorsunuz.
-
Ve kıyaslamayı öğreniyorsunuz.
-
Öyle değil mi?
-
Ben diyorum ki,
-
kendinizi kimseyle kıyaslamayın!
-
Tamam mı?
-
Bunu duydunuz mu?
-
Tamam mı?
-
Şimdi,
-
neden kıyaslarsınız?
-
Kimin daha iyi olduğunu bulmak için.
-
Sizin daha iyi olup olmadığınızı
anlamak için.
-
Yani sen kendini
onunla kıyaslıyorsun.
-
O senden çok daha zeki,
-
çok daha parlak, daha akıllı,
-
ve kendini onunla kıyaslararak
-
sen sönük olursun.
-
Ama kıyaslamazsan,
sönük olur musun?
-
Hayır. Şey...
-
Dinle dinle,
çok dikkatli dinle.
-
Okullardaki sınavlarda,
hayat boyu kıyaslama yapılıyor.
-
Öğretmenine kıyaslamamasını söyle.
-
Seninle öğretmenin
arasındaki ilişki,
-
o senden daha çok
şey biliyor, değil mi?
-
Akademik olarak.
-
Akademik olarak!
-
Vay canına!
-
Akademik olarak sen ondan
daha çok biliyorsun.
-
Şimdi, o sana
biyoloji öğretiyor
-
ve...
-
sana not veriyor,
-
değil mi?
-
... kademe kademe bu sınavı
geçmene yardımcı oluyor.
-
Peki, o size sınav fikri olmadan
bir şey öğretebilir mi?
-
Siz kendinizi nasıl
test edersiniz, efendim?
-
- Neyde?
- Sınav olmadan.
-
Kendinizi sınav olmadan
nasıl test edersiniz?
-
Yani diyorsunuz ki
sınav size
-
nasıl öğrendiğinizi söyleyecek.
-
- Belki de, efendim.
- Dinle, çok acelecisin.
-
Keşfet.
-
Hepiniz sınavlara
o kadar alışkınsınız ki.
-
Bu sizin geleneğiniz.
-
Alışkanlığınız.
-
Ve bunu
sorguladığınız zaman,
-
"Evet, şimdi ne yapacağım" deyip
strese giriyorsunuz,
-
korkuyorsunuz.
-
Ben öğrenciyken,
İngiltere'de okuyorken,
-
tek bir sınavı bile geçmedim.
-
Tamam?
-
Bütün sınavlara girdim
ama yapamadım.
-
Hiçbir şey yazmadan
salonda öylece oturdum.
-
Bütün bunlarla ilgileniyor musunuz?
-
Hayatı ne olarak görüyorsunuz?
-
Hayatınız, nedir sizin hayatınız?
-
Günlük yaşadığınız
o hayat nedir?
-
Bağımlılık, acı,
-
sinir, öfke, keder...
-
Bunların hepsini biliyorsunuz, değil mi?
Bu sizin günlük yaşamınız.
-
Tapınağa gitmek
-
ve çanla bir çeşit
sesler çıkarmak,
-
puja (bir çeşit ayin) yapmak,
-
yoga yapmak.
-
Bu söylediğimiz, bizim hayatımız.
-
Peki, dindar bir yaşamla
neyi kastediyorsunuz?
-
Siz söyleyin.
-
Din sizin için ne ifade ediyor?
-
Bir kelime.
-
Din kelimesi
-
tüm enerjinizi toplamak
anlamına gelir.
-
Tüm anlamı bu.
-
Anlıyor musunuz, efendim?
-
Soruşturmak, keşfetmek için
-
bütün enerjinizi toplamak.
-
Doğru mu?
-
Tüm tapınak, tören
saçmalıkları
-
veya diğerleri değil;
tüm bunlar kafanızda olan şeyler.
-
Hepiniz nasıl da onaylıyorsunuz,
görüyorsunuz değil mi?
-
Toplanma anlamına gelen
-
kelime ile yani...
-
sahip olduğunuz
-
her bir enerji zerresi ile
-
neyin doğru,
neyin gerçek olduğunu
-
sorgulayın.
-
Meditasyonun ne olduğunu
sorgulayın.
-
İnsanların neden şu an böyle
yaşadığını sorgulayın.
-
Acının bir sonu olup
olmadığını sorgulayın.
-
Sevginin ne olduğunu
sorgulayın.
-
Bir kişi
çaba ve kontrol
-
olmaksızın yaşayabilir mi?
-
Bütün bunlar o
kelimede ima ediliyor.
-
Dindar bir hayat,
-
kendin için
bir ışık olmayı
-
ima ediyor.
-
Bu da demek ki
-
dışarda bir otorite yok.
-
Manevi bir otoritenin
-
olmamasından bahsediyoruz.
-
Konuşmacı olarak, ben de dahil.
-
Herhangi bir otoriteniz var mı?
-
manevi otoriteniz?
-
Çeşitli gurularınız var,
Mahatma Gandhi, Sayın Gandhi
-
ve benzeri,
altıncı
-
beşinci, dördüncü, üçüncü
yüzyıldan
-
şimdiye.
-
Ve şimdi neredesiniz
bu bin yıllar boyunca
-
yönlendirildikten sonra?
-
Neredesiniz?
-
Yoksa siz hala
yönlendirilmek mi istiyorsunuz?
-
Öyleyse soruyorum,
-
biz size soruyoruz,
-
kibarca,
-
geleneklerinizi
çöpe attınız mı?
-
Geleneklerden kastım;
milliyetçilik,
-
sizin kast sisteminiz,
-
inançlarınız,
-
sizin
-
ritüelleriniz,
-
tapınaklara gitmeler.
-
Bunların hepsi.
-
Kurtuldunuz mu bunlardan?
-
Hayır mı?
-
Hayır.
-
O zaman dindar bir yaşamın
ne olduğunu nasıl keşfedeceksiniz...
-
körken?
-
Dindar bir yaşamın ne olduğunu
keşfetmek istiyorsunuz,
-
ama küçük sığınağınızdan
dışarı da çıkmayacaksınız.
-
Değil mi?
-
Geleneğinize bağlısınız.
-
Yetenekli bir zihin,
-
ve gerçekten sevebilen bir kalp
talep eden
-
bir şeyleri sorgulamak istiyorsunuz.
-
Kendinizi geleneğinizden,
-
kültürünüzden, inancınızdan
-
özgür kılmadan,
-
nasıl bir şey keşfedebilirsiniz?
-
Gita'nın, Upanişadlar'ın
ya da diğer kitapların
-
dediklerini
tekrarlayıp durabilirsiniz.
-
Ne değeri var bunun?
-
Geçen gün bazı guruların
-
Gita (kutsal bir kitap)
üzerinden ders
-
veya söylev verdiğini duydum.
-
Doğru mu bu?
-
Ve yüzlerce, binlerce kişi
gidip bunları dinliyor.
-
Ne değeri var bunun?
-
Nedir hepimizin oynadığı
bu çocuk oyunu böyle?
-
Besbelli kişi
kendi trajedisini göremiyor.
-
Değil mi, efendim?
-
Kendimin,
insanoğlunun geri kalanını
-
temsil ettiğimi kavradığımda,
-
psikolojik olarak, neden başkasının
söylediğini kabul edeyim ki?
-
İnsanoğlu benim.
-
"Ben", insanoğlunun tarihi,
insanoğlunun kitabıdır.
-
Bunu okumasını biliyorsam,
-
başkasına ihtiyaç duymam.
-
Öyleyse,
-
bozulma olmadan,
-
önyargı olmadan,
-
seçim olmadan,
-
kitabın içeriğinin,
yani 'ben'in
-
farkında olabilir miyim?
-
Bozulmadan,
çok dikkatli bir şekilde
-
okumak,
-
büyük oranda dikkat,
-
büyük oranda enerji,
-
yoğunluk,
-
aciliyet
-
gerektirir.
-
Tüm bunları yapmaya
isteksiziz çünkü...
-
bunun çok yorucu
olduğunu düşünüyoruz.
-
"Çabucak ne yapacağımı
söyle ki yapayım."
-
Ya da yapmayabilirim.
-
Genelde, yapmayabilirim.
-
Ve kişisel kanıma göre
-
başkası tarafından
psikolojik bir rehberlik almak;
-
bu ister
dinsel rehberlik olsun,
-
ya da bir psikolojik
rehberlik olsun,
-
tümüyle yanlış.
-
Böylece insanları çocuğa
dönüştürüyorsunuz:
-
rehberlik edilmesi, ne yapılması
söylenen, cesaretlendirilen
-
Hepimiz yetişkin insanlarız
-
5 ya da 10 milyon yıldan sonra.
-
Olmayanın
-
reddilmesi ile
-
olan var olabilir.
-
Yani,
-
sevgi arzu değildir.
-
Sevgi haz değildir.
-
Sevgi hatıra değildir.
-
O ölüm kadar güçlü,
-
hayat kadar mühimdir.
-
Görüyorsunuz ya,
-
sevgi sadece ortada
acı olmadığında var olabilir.
-
Acı kişiseldir.
-
Aynı zamanda da evrenseldir.
-
İnsanoğlu sürekli acı çekiyor.
-
Ve insan acıyı
birleştirmeye çalışıyor
-
sevgi dediği şeyle.
-
Ve böylece durmadan
bir çelişki,
-
bir ikilik meydana geliyor.
-
Tersine bunların hepsini
-
yani sevgi olmayan
herşeyi redderseniz,
-
o zaman diğer şeyin
müthiş bir güzelliği olur,
-
kendi ait büyük gücü ve
canlılığı ile beraber.
-
O zaman neden matematik
öğrenmeniz gerekiyor?
-
Çünkü matematiğin bir parçası
-
düzendir.
-
2 + 2 + 2 6 yapar.
-
Bu düzendir.
-
Doğru mu?
-
Sıralıdır, öyle olmalıdır.
-
Yani matematik,
acayip karışıktır
-
ve hepsi
-
bir düzen ve sıralamadır.
-
Doğru mu?
-
Biz
-
başka birine olan
sorumluluğumuzun farkında mıyız?
-
Eğer kişinin bir ailesi,
-
eşi ve çocukları varsa,
-
o çocuklardan
sorumlu musunuz?
-
Önemsediğiniz,
-
sevgi beslediğiniz çocuklardan.
-
Onların sağlıklı,
iyi birer vatandaş
-
olmalarıyla
-
ilgileniyor musunuz?
-
Eğer çocuklarınız varsa, kendinizi
onlar için sorumlu hissediyor musunuz?
-
Doğru eğitim almaları,
-
böylece bir savaşta
öldürülmemeleri için?
-
Böylece
-
vasat olmayacaklar.
-
Ya da bunlar için zamanınız yok.
-
Çünkü dışarı çıkıp, bir insan,
bir erkek, bir anne olarak
-
para kazanmak zorundasınız.
-
Ve şimdi olduğu gibi çocuklara
ayrılacak çok az zaman kalıyor.
-
Gerçek bu.
-
Nerede o zaman
sizin sorumluluğunuz?
-
Ah tabii,
siz bunlarla ilgilenmiyorsunuz.
-
Soruyoruz o zaman,
-
ne ile ilgileniyorsunuz peki?
-
Bence bu
makul bir soru.
-
Aşk, özgürlük ve gökyüzünün
güzelliği hakkında konuşabilirsiniz,
-
ama bu sadece dışsal bir ilgi.
-
Ama temelde,
-
biz ne ile ilgileniyoruz?
-
Kendimizle.
-
Bu doğru.
-
Kendinizle ilgileniyorsunuz.
-
Değil mi?
-
Bekleyin efendim, bu çok doğru.
-
Her bir insan kendisiyle ilgileniyor.
-
Bunun üstüne kurulu,
-
toplumumuz, kültürümüz,
dinimiz.
-
Değil mi?
-
Herkes
-
kendisiyle
-
ilgileniyor.
-
Kendi ilerlemesi
-
ve bununla ilgili
geri kalan her şeyle.
-
Siz, bir insan olarak,
-
hepimizin aslında tek olduğunu
-
kavrayabiliyor musunuz?
-
Bir fikir olarak değil,
-
gerçek olarak.
-
Çünkü Hindistan'a gittiğiniz zaman,
-
mutsuzluğu, karmaşayı,
gerginliği,
-
insanların umutsuzluğunu
görürsünüz...
-
kendi yarattıkları acınası
küçük tanrılarına koşuyorlar.
-
Avrupa'ya geliyorsunuz,
tamamen aynı şeyler!
-
Onların Mesihi, İsa'sı var.
Takip ediyor musunuz?
-
Buraya geliyorsunuz,
tamamen aynısı.
-
Anlıyor musunuz, efendim?
-
Öncelikle, farkına varın:
-
sözel olarak değil,
-
kalbinizle, kanınızla
tüm düşüncenizle,
-
tüm insanlğın sizinle
-
aynı acıları çektiğini
göreceksiniz.
-
Yalnızlık, umutsuzluk
bunalımlar,
-
olağanüstü bir belirsizlik,
-
güvensizlik,
-
ister 15 bin km uzakta
ister 3 bin km uzakta,
-
ister burada
yaşıyor olsunlar.
-
Herkes psikolojik olarak
birbirine bağlıdır.
-
Eğer içsel bir şekilde,
-
yüreğinde, kanında
kalbinde, zihninde
-
bunun farkına varabiliyorsan,
-
işte o zaman
sorumlusun demektir.
-
Bir insan olarak,
tüm bunları dinlediniz.
-
Neden değişmiyorsunuz?
-
Sizi engelleyen nedir?
-
Eğer her birimiz
bu soruyu sorarsa,
-
sözel olarak değil,
-
veya entellektüel olarak,
-
eğlence amaçlı değil,
-
çok ciddi ve derin
bir şekilde sorarsanız,
-
cevabınız nedir?
-
İnsanların bin yıldan
bin yıla
-
hep aynı şekilde
yaşaması konusunda
-
cevabınız nedir?
-
Neden değişmediler?
-
Neden siz,
şu anda beni dinleyenler,
-
neden değişmiyorsunuz?
-
Değişmemenin
sonuçlarını biliyorsunuz.
-
Milliyetçi olacaksınız.
-
Bir gruba ait olup, dar görüşlü,
-
izole olacaksınız,
-
bu yüzden evrensel
bir ilişkiniz olmayacak.
-
Savaş, savaş, savaş.
-
Birbirimizi yok etmek için daha
çok silah üretiriz.
-
Şimdi,
-
eğer bu konuda
gerçekten ciddiyseniz,
-
neden şu soruyu
kendinize sormuyorsunuz?
-
Neden ben,
-
bütün bunları yaşayan
-
bir insan olarak,
-
neden değişmiyorum?
-
Nedir cevabınız?
-
işin özü,
-
hayat birdir.
-
Evrensel bir
birleşik hareket.
-
Ve aynı şekilde,
-
bizim bilincimiz de
tüm insanoğlu ile ortaktır.
-
O zaman, ben kökten
değişirsem,
-
bu mutlaka insanoğlunun
tüm bilincini etkileyecek.
-
Peki,
neden değişmiyorsunuz?
-
Çeviren: Fuat Kaleli