-
Sizde de bunlardan bir tane var mı?
-
Ben benimkine biraz kafayı taktım da.
-
Aslında tüm eşyalarıma biraz kafayı taktım.
-
Satın aldığımız tüm bu eşyalar nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi?
-
Ve onları çöpe attığımızda nereye gittiklerini?
-
Bu soruları düşünmekten bir türlü kendimi alamadım.
Ve cevap bulmak için bir araştırma yaptım.
-
Kitaplarda yazdığına göre eşyalar,
bir sistem içersinde sürekli ilerliyor.
-
Doğadan temin... Üretim... Dağıtım... Tüketim...
Bertaraf... adımlarını izleyen bir sistem.
-
Tüm bu sisteme malzeme ekonomisi deniyor.
-
Ben de konuyu biraz daha detaylı inceledim.
Aslına bakarsanız 10 yıl boyunca dünyayı dolaştım.
-
Eşyalarımızın nereden gelip nereye gittiğinin izini sürdüm.
-
Ve ne keşfettim biliyor musunuz?
Hikayenin bu kadar da basit olmadığını...
-
Anlatılan bu sistemde birçok eksikler bulunuyor.
-
İlk olarak, sistem gayet iyiymiş
gibi görünüyor. "Sorun yok!"
-
Ama gerçek şu ki bu sistem tam bir çıkmazda.
-
Ve çıkmazda olmasının sebebi,
bu sistem doğrusal ve tek yönlü iken...
-
...gezenimizin kaynaklarının sınırlı olması.
-
Ve sınırlı kaynakları olan bir gezegende,
tek yönlü bir sistemi sonsuza de sürdüremezsiniz.
-
Sürecin her bir adımında bu sistem,
gerçek dünya ile etkileşime geçiyor.
-
Gerçek hayatta işler, buradaki
gibi beyaz bir sayfada yürümüyor tabi...
-
Sistem; toplumlar, kültürler,
ekonomiler ve çevre ile etkileşime giriyor.
-
Ve sürecin her adımında,
sınırları zorluyor.
-
Bu limitleri bu resimde göremiyoruz.
Çünkü bu çizimde eksikler var!
-
Haydi o zaman en baştan başlayalım, ve
boşlukları doldurarak buradaki eksikleri görelim
-
Eksik olan en önemli şeylerden biri insanlar,
evet insanlar.
-
Bu sistemin her bir parçasında insanlar
yaşıyorlar ve çalışıyorlar.
-
Ve bu sistemdeki insanlardan bazıları
diğerlerine nazaran daha önemliler;
-
bazıları sözü daha çok geçen insanlar.
Peki kim bunlar?
-
İlk olarak hükümetle başlayalım.
-
Arkadaşlarım bana hükümeti bir tank
ile sembolize etmemi söylediler
-
ve bir çok ülke için bu doğru bir sembol.
Ve gittikçe bizim ülkemiz de aynı hale geliyor.
-
Sonuçta ödediğimiz federal verigilerin
%50'sinden fazlası orduya gidiyor,
-
Ama ben yine de hükümeti bir insan
kullanarak sembolize edeceğim
-
çünkü hükümetlerin; insanlardan oluşması,
insanların yanında olması ve insanlar var için olması
-
şeklindeki gerçek vizyon ve
değerlerine sadık kalacağım.
-
Bizleri koruyup kollamak, bizlere iyi bakmak
hükümetlerin işi. Zaten onların işi bu!
-
Ardından özel şirketler geliyor.
-
Bu çizimde özel şirket sembolünü
hükümetten daha büyük görmenizin sebebi
-
özel şirketlerin gerçekte de
hükümetten daha büyük olması.
-
Şu anda dünyadaki en büyük 100 ekonominin
51 tanesi özel şirketlerden oluşuyor.
-
Özel şirketlerin kapasite ve güç bakımından
büyümesi hükümeti de biraz değiştirdi.
-
Artık hükümet; işlerin,
biz varandaşlardan çıkarlarından önce
-
özel şirketlerin çıkarlarına uygun şekilde
yürümesine daha fazla özen gösteriyor.
-
Peki, şimdi bu resimde başka ne
eksik var bakalım.
-
"Doğadan temin" adımıyla başlayalım.
-
Bu aslında doğal kaynakları sömürmek
anlamına gelen süslü bir ifade
-
veya gezegeni çöplüğe çevirmek anlamına
gelen süslü bir ifade.
-
Bu adımda şu oluyor; ağaçları kesiyoruz,
dağları dinamitleyip toprak altındaki metalleri alıyoruz,
-
tüm suyu tüketiyoruz ve hayvanları
yeryüzünden silip yok ediyoruz.
-
Yani haddimizi ilk olarak bu
adımda aşıyoruz.
-
Kaynaklarımız tükeniyor,
Çok fazla "eşya" kullanıyoruz.
-
Biliyorum şimdi bunu işitmek zor gelebilir,
ama bir şeyler yapmamız gerekiyor.
-
Yalnızca geçen 30 yıl içinde,
-
gezegendeki doğan kaynakların 3'te 1'i
tüketildi... Yok oldu!
-
Ağaçları kesiyoruz, madenleri çıkarıyoruz,
her şeyi topluyoruz ve hızla çevreyi çöplüğe çeviriyoruz.
-
ve bu gezegenin insanlar için yaşanabilir
bir yer olma özelliğini baltalıyoruz
-
ABD'de, benim yaşadığım yerde, doğal
ormanlarımızdan geriye yalnızca %4'ü kaldı
-
Akarsularımızın %40'ı içme suyu olarak
kullanılamaz hale geldi.
-
Ve bizim sorunumuz yalnızca çok fazla
eşyaya sahip olmamız değil,
-
aynı zamanda payımıza düşenden fazlasına
sahip olmamız. Dünya nüfusunun %5'ine sahibiz,
-
ama dünyadaki kaynakların %30'unu kullanıyoruz
ve dünyadaki atıkların %30'un üretiyoruz.
-
Eğer herkes ABD kadar tüketseydi,
3 ila 5 gezegene ihtiyacımız olurdu.
-
Ama malesef yalnızca 1 gezegenimiz var.
-
Ve benim ülkemin bu kısıtlılığa tepkisi,
gidip başkalarının hakkını yemek oluyor!
-
Bunlar 3. dünya ülkeleri,
bazılarına göre ise,
-
bir şekilde başkalarına ait olan
ama bizim mallarımızın bulunduğu topraklar.
-
Yani bu neye benziyor?
Yine aynı şey: Çevrenin çöplüğe çevrilmesi.
-
Şu anda dünya balık avlanma alanlarının %75''i
kullanılmış veya kapasitesi aşılmış durumda
-
Gezegendeki orijinal ormanların
%80'i artık yok.
-
Yalnızca Amazon ormanında,
dakikada 2000 ağaç kaybediyoruz.
-
Bu, dakikada 7 futbol sahasına denk geliyor.
-
Peki ya buralarda yaşayan insanlar?
-
Bu arkadaşlara göre, bu insanlar
nesillerdir bu topraklarda yaşamalarına rağmen
-
bu kaynakların sahibi değiller.
Onlar varlık sahibi değiller
-
ve çok alışveriş yapmıyorlar.
Ve malesef bu sistemde,
-
varlık sahibi değilseniz veya çok alışveriş
yapmıyorsanız, bir değeriniz yok demektir.
-
Daha sonra hammaddeler "Üretim"
adımına gidiyor ve orada enerji kullanarak
-
doğal kaynakların içine zehirli kimyasallar ekliyor
ve zehirli kimyasal içerikli ürünler üretiyoruz.
-
Günümüzde ticrai kullanımda olan yapay
kimyasal sayısı 100,000'den fazla.
-
Bunlardan çok azı sağlık üzerindeki etkileri
açısından test edilmiş durumda
-
ve bunlardan HİÇBİRİ kimyasal etkileşiminin
sağlığa etkisi açısından test edilmedi,
-
yani bir kimyasal her gün maruz kaldığımız
diğer kimyasallar ile birleşince oluşan etki açısından.
-
Yani, bu zehirli kimyasalların sağlık ve doğa
üzerindeki tam etkisinin ne olduğunu bilmiyoruz.
-
Ama tek bir şey biliyoruz:
Zehir giren yerden, Zehir çıkar.
-
Endüstriyel üretim sistemlerimizde zehirli
kimyasallar kullanmaya devam ettiğimiz sürece,
-
zehirli kimyasalları satın aldığımız
ürünlerle birlikte
-
evlerimize, ofislerimize, okullarımıza ve hatta
bedenlerimize almaya devam edeceğiz.
-
Mesela BFR'ler,
bromlu alevlenme geciktiriciler.
-
Mazlemelerin yanıcılığını azaltan bir kimyasal
ama yüksek derecede zehirli bir kimyasal.
-
Bunlar nörotoksinler yani beyin ve sinir sistemini etkileyen
zehirler. Peki böylesi bir kimyasalı ne diye kullanıyoruz?
-
Ve bunu bilgisayarlara, beyaz eşyalara, koltuklara,
şiltelere ve hatta bazı yastıklara bile koyuyoruz.
-
Yani aslında, yastılklarımızı tutup
bir nörotoksinin içine daldırıyoruz
-
sonra bunları eve getirip her gece uyurken
8 saat boyunca kafamızı üzerlerine koyuyoruz.
-
Bilemiyorum ama... Bence bu kadar
potansiyeli olan bu ülkede,
-
geceleri uyurken kafalarımızın alev almasını
önlemek için daha iyi bir yöntem bulabiliriz.
-
Şimdi bu zehirli kimyasallar besin zincirinde
birikiyor ve vücutlarımıza karışıyor.
-
Besin zincirinin en üstünde bulunan ve bir
çok zehirli kimyasalı en yüksek düzeyde...
-
içeren besin nedir biliyor musunuz?
Anne sütü.
-
Yani artık öyle bir noktaya geldik ki toplumun
en küçük bireyleri, yani bebeklerimiz,
-
ömürlerinin en yüksek dozlu zehirli kimyasalını
annelerinden emdikleri sütle alıyorlar.
-
Bu büyük bir hak ihlali değil mi?
-
Anne sütü, insanlık için en temel
beslenme şekli olmak zorunda.
-
Emzirme kutsal ve güvenilir olmalı. Şu anda
bile emzirme en iyi besleme yöntemi
-
ve anneler mutlaka emzirmeye devam etmeli ama
anne sütünü korumalıyız. Onlar(!) anne sütünü korumalı.
-
Onların bizi koruyup kolladığınız sanıyordum.
-
Ve tabii ki, bu zehirli kimyasallardan en
fazla etkilenen insalar
-
çoğunluğu doğurganlık çağında olan
kadın fabrika işçileri.
-
Bu işçiler, doğurganlığa zararlı kimyasallar,
kanserojenler, vs. ile iç içe çalışıyorlar.
-
Şimdi size soruyorum,
Doğurganlık çağında olan hangi kadın,
-
başka bir seçeneği kalmadığı sürece,
üreme sistemine zararlı kimyasallara...
-
maruz kaldığı bir işte çalışmak ister?
Ve bu da sistemin güzelliklerinden biri mi yani?
-
Burada oluşan çevresel ve ekonomik
sorunlar
-
sürekli olarak başka bir seçeneği kalmayan
insanlar üretiyor.
-
Dünya genelinde her gün 200,000 insan
nesillerdir yaşadıkları yurtlarını terk edip
-
çoğu da varoşlara yerleşmek üzere
şehirlere göç ediyorlar
-
ve ne kadar zehirli kimyasala maruz
kalacaklarına bakmaksızın iş arıyorlar.
-
Yani gördüğünüz gibi bu sistemde
yalnızca doğal kaynaklar tükenmiyor,
-
insanlar da tükeniyor.
Tüm toplumlar tükeniyor.
-
Evet, zehirli atıklar giriyor,
zehirli atıklar çıkıyor.
-
Bir çok zehirli kimyasal, üretilen ürünlerin içinde
fabrikalardan çıkarken çok daha fazlası
-
yan ürünler veya çevre kirliliği şeklinde çıkıyor.
Ve bu gerçekten büyük bir kirlilik.
-
ABD'de, bizim sanayimiz, yılda 1.8 milyar ton
zehirli kimyasal atık ürettiğini itiraf ediyor
-
ve bu yalnızca itiraf ettikleri rakam olduğuna göre
gerçek atık miktarı çok daha fazla olmalı.
-
Ve bu da başka bir limit. Yani iğrenç,
-
Her sene 1.8 milyar ton kimyasal atığı kim görmek
ister? Peki bu konuda onlar ne yapıyor?
-
Kirlilik üreten fabrikaları uzaklara taşıyıp
başkalarının topraklarını kirletiyorlar!
-
Ama, rüzgarlarla taşınan büyük bir hava
kirliliği dönüp tekrar bize buluyor.
-
Peki, bütün bu doğal kaynaklar
ürünlere dönüştükten sonra ne oluyor?
-
Dağıtım için buraya geliyorlar.
-
Dağıtım, "zehirli kimyasal içeren ürünlerin en kısa
zamanda satılıp elden çıkarılması" anlamına geliyor.
-
Buradaki amaç; fiyatları düşük tutmak, insanların sürekli satın
almasını sağlamak, giden malların yerine yenisini koymak.
-
Fiyatları nasıl düşük tutuyorlar?
Mağaza çalışanlarına düşük maaşlar veriyorlar
-
ve her fırsatta sağlık sigortalarından kısıyorlar.
Amaç, üretim maliyetlerini haricileştirmek.
-
Yani, ürünleri üretmek için gereken gerçek
masrafları ürün fiyatına yansıtmamak.
-
Başka bir deyişle, satın aldığımız
ürünlerin gerçek bedelini biz ödemiyoruz.
-
Geçen gün bu konu hakkında düşünüyordum.
-
Yürüyerek işe gidiyordum ve
haberleri dinlemek istedim,
-
bir radyo satın almak için bir
Radio Shack mağazasına girdim.
-
4 dolar 99 sente satılan bu tatlı
küçük ve yeşil radyoyu buldum.
-
Ödemeyi yapmak için sırada
beklerken düşündüm
-
4.99 dolar, bu radyonun imalatından
benim elime geçinceye
-
kadarki süreçte oluşan tüm maliyetleri karşılayabilir?
Metal muhtmelen Güney Afrika madenlerinden çıkarıldı,
-
petrol muhtemelen Irak'da sondajlandı,
plastikler muhtemelen Çin'de üretildi,
-
ve tüm bu malzemeler belki de Meksika'da bir
fabrikada 15 yaşında bir işçi tarafından birleştirildi.
-
4.99 dolar, ben onu alana kadar mağaza rafında
beklerken işgal ettiği alanının kirasına bile yetmezken
-
bu radyoyu seçmeme yardım eden
mağaza çalışanının maaşını,
-
veya onu okyanuslar arasında taşyan gemilerin,
yollarda taşıyan kamyonların maliyetini nasıl karşılasın?
-
Radyonun gerçek bedelini ödemediğimin farkına
işte böyle vardım. Peki kim ödüyordu bu bedeli?
-
Bu insanlar, sahip oldukları doğal kaynakları
kaybederek ödüyorlar.
-
Bu insanlar kaybettikleri temiz hava ve artan
astım ve kanser oranlarıyla ödüyorlar.
-
Kongo'daki çocuklar gelecekleriyle ödedi.
Kongo genelindeki çocukların %30'u,
-
bizim ucuz ve kullan-at elektronik
cihazlarımız için gerekli bir metal olan
-
"Koltan" madenlerinde çalışmak için
okullarını bırakmak zorunda kaldı.
-
Bu insanlar kendi sağlık sigorta masraflarını
üstlenmek zorunda kalarak ödediler.
-
Tüm bu sistem boyunca insanlar benim bu radyoyu
4.99 dolara alabilmem için gereken masrafı sırtladılar.
-
Ve sırtlanan bu masrafların hiç birinin herhangi
bir muhasebe defterinde kaydı tutulmuyor.
-
Şirket sahiplerinin gerçek üretim maliyetlerini
haricileştirmesinden kast ettiğim işte bu.
-
Ve bu da bizi tüketimin "Altın Ok"una getiriyor.
-
Burası sistemin kalbi,
sistemi çalıştıran motor.
-
Bu "OK" o kadar önemli ki onun korunması
bu arkadaşlar için de birinci önceliğe sahip.
-
Bu yüzden, 11 Eylül olayından sonra,
tüm ülkemiz şoktayken
-
Başkan Bush; üzülmek, dua etmek, umut etmek
gibi bir çok uygun öneride bulunabilecekken,
-
Ama öyle yapmadı. O, insanlara alışveriş
yapmalarını söyledi. ALIŞVERİŞ?!
-
Tüketicilerden oluşan bir millet haline geldik.
Tüketitici olmak, birincil kimliğimiz oldu,
-
anne, öğretmen, çiftçi değil
tüketici olmak.
-
Ne kadar değerli olduğumuzun
birincil ölçütü ve göstergesi,
-
bu "Ok"a yaptığımız katkının miktarı
ve tüketim miktarımız. Ve tüketiyoruz da!
-
Alışveriş yapıyoruz, alışveriş yapıyoruz, alışveriş yapıyoruz.
Malzeme akışı sağlıyoruz. Ve malzemeler akıp gidiyor!
-
Tahmin edin, Kuzey Amerika'da sisteme giren malzemelerin satıştan 6 ay
sora yüzde kaçı sistemde hala ürün olarak kullanımda kalmaya devam ediyor?
-
Yüzde elli? Yirmi? HAYIR. Yüzde bir. BİR!
Başka bir deyişle; toprakta yetiştirdiğimiz,
-
madenlerden çıkardığımız, üretip nakliyesini yaptığımız
malların %99'u, bu sistemden geçen eşyaların %99'u
-
6 ay içinde çöplük oluyor.
Bu seviyede malzeme çıktısı üretirken
-
gezegenin sürekliliğini nasıl sağlarız?
Bu düzen hep böyle değildi.
-
Ortalama bir Amerikalının şu anki
tüketim miktarı 50 yıl öncesinin iki katı.
-
Büyükannenize sorun. Onların zamanında
idareli ve tutumlu olmak değerli davranışlardı.
-
Peki, nasıl bu hale geldik? Tabi ki herşey bir anda olmadı.
Bu durum özellikle tasarlandı.
-
2. Dünya Savaşından hemen sonra, bu adamlar
ekonomiyi yükselişe geçirmenin bir yolunu buldular.
-
Perakende analisti Victor Lebow,
tüm sistem için bir standart haline gelen
-
çözümü açıkça ortaya koydu.
-
Dedi ki: "Aşırı üretken ekonomimiz,
tüketimi yaşam biçimimiz haline getirmemizi,
-
yeni eşyalar satın alıp kullanmayı
ritüeller haline getirmemizi,
-
ruhsal ve ego tatminimizi tüketimde
aramamızı gerekitiriyor.
-
Sürekli artan bir hızla eşyaları tüketmeli, yakmalı
ve yerlerine yenilerini koyarak eskileri atmalıyız."
-
Başkan Eisenhower'ın İktisadi
Danışmanlar Konseyi Başkanı dedi ki:
-
"Amerikan ekonomisinin nihai amacı
daha fazla tüketim malları üretmektir."
-
DAHA FAZLA TÜKETİM MALLARI?
-
Bizim nihai amacımız? Sağlık hizmeti
veya eğitim veya güvenli ulaşım
-
veya sürdürülebilirlik veya adalet sağlamak değil?
Tüketim malları?
-
Bizim bu programa, böyle heveslice
balıklama atlamamızı nasıl sağladılar?
-
En etkili iki stratejileri planlı
eskime ve algısal eskime.
-
Planlı eskimenin diğer anlamı
"çöp olmak için yapılan tasarım".
-
Yani aslında ürünleri, en kısa sürede
işe yaramaz hale gelecek şekilde yapıyorlar ki
-
biz de onu atalım ve gidip yenisini alalım.
-
Plastik poşetlerden ve kahve bardaklarından
bunu açıkça görebiliyoruz ama şimdi çok daha fazlasI var:
-
paspaslar, DVD'ler, kameralar, barbeküler bile,
herşey! Hatta bilgisayarlar.
-
Dikkatinizi çekti mi,
şimdilerde yeni bir bilgisayar aldığınızda,
-
teknoloji o kadar hızlı değişiyor ki
sadece birkaç yıl içinde,
-
bir bakmışsınız ki iletişiminizi
zorlaştıran bir cihaz olmuş.
-
Bu konu ilgimi çekti ve içinde ne varmış diye bakmak
için bir masa üstü bilgisayarın kasasını açtım.
-
Ve gördüm ki her sene değiştirilen şey, kenarda
köşede kalan küçük bir parça.
-
Ama sadece o küçük parçayı yenilemek mümkün olmuyor,
çünkü her çıkan yeni versiyon farklı bir şekilde üretiliyor,
-
bu yüzden her şeyi çöpe atıp
yenisini almanız gerekiyor.
-
Planlı eskimenin revaçta olduğu 1950'lere
ait endüstriyel tasarım dergileri okuyordum.
-
Bu tasarımcılar konu hakkında
gerçekten çok açıklarmış.
-
Tüketicinin ürüne olan güvenini kaybettirmeden
ama en kısa zamanda bozulacak şekilde
-
bir ürünü nasıl yapacaklarını, bu sayede tüketicinin
dönüp aynı ürünü tekrar satın almasını
-
nasıl sağlayacaklarını tartışmışlar.
Tüm bunlar kasıtlı olarak yapılmış.
-
Ama eşyalar, bu "OK"un sürekli akışını
sağlayacak çabulukta bozulmadığı için
-
"algısal eskime" karşımıza çıkıyor.
-
Algısal eskime denen şey bizi, kusurusuz bir şekilde
çalışır durumdaki eşyalarımızı çöpe atmaya ikna ediyor.
-
Peki bunu nasıl yapıyorlar?
Ürünün görüntüsünü değiştiriyorlar
-
ki eğer siz ürününüzü birkaç yıl önce
satın aldıysanız,
-
insanlar size, uzun süredir bu "OK"a
katkı sağlamadığınıızı söyleyebilsinler.
-
Ve değerimizi bu "OK"a yaptığımız katkıyla ortaya
koyduğumuz için, durum utanç verici olabilir.
-
Tıpkı 5 yıldır masamın üzerinde duran
tombul beyaz monitör gibi.
-
İş arkadaşım kendine yeni bir bilgisayar aldı.
-
İnce, parlak ve şık bir monitörü var.
-
Bilgisayarı ile uyumlu, telefonu ile de uyumlu
ve hatta kalemliği ile bile uyumlu.
-
Sanki uzay gemisi kullanıyor
gibi görünüyor
-
Benim ise masama çamaşır makinesi
koymuşum gibi görünüyorum.
-
Moda da bu konu için güzel bir örnek. Hiç
merak ettiniz mi kadın ayakkabı topuk modası
-
bir sene kalın sonraki sene ince sonra tekrar
kalın ve ince olarak değişiyor. Hangi topuğun
-
daha sağlıklı olduğu konusundaki tartışmadan
ötürü değil. İnce topuk yılında kalın topuk giyerek
-
"OK"a katkı sağlamamış olduğunuzun görülmesi
-
böylece ince topuklu giyen arkadaşınız kadar
değerli olmadığınızın düşünülmesi için.
-
Veya, daha doğrusu, sürekli
yeni ayakkabılar satın almanız için.
-
Reklamların ve genel olarak basının
bu konudaki rolleri büyük.
-
ABD'de her birimiz, günde 3000'den fazla
reklama maruz kalıyoruz.
-
50 yıl önceki insanların hayatları boyunca gördükleri
reklamdan fazlasını her birimiz bir yılda görüyoruz.
-
Düşünürseniz, bir reklamın amacı bizi elimizdekinin
yetersiz olduğuna ikna etmek dışında ne olabilir?
-
Yani günde 3000 kere bize şu mesajlar veriliyor
saçlarımız yanlış, cildimiz yanlış
-
kıyafetlerimiz yanlış, eşyalarımız yanlış,
arabalarımız yanlış, bizler yanlışız
-
ama eğer gidip alışveriş yaparsak
bu yanlışların hepsi düzelir.
-
Medya da bu akıştaki bazı adımları
gizleyerek bu işe çanak tutuyor.
-
Bu sayede malzeme ekonomisine dair
bize gösterilen tek şey alışveriş oluyor.
-
Doğadan temin, üretim ve bertaraf adımları
bizim gözlerimizden uzakta gerçekleşiyor.
-
ABD'de bizler şimdiye kadar hiç
olmadığı kadar çok eşyaya sahibiz.
-
Ama anket sonuçlarına göre ülke
genelinde mutluluk düzeyimiz düşüşte.
-
Mutluluk seviyemiz 1950'lerde zirvedeydi,
yani tüketim çılgınlığının patlamasıyla aynı zamanda.
-
Hmmm... İlginç bir tesadüf.
-
Sanırım sebebini biliyorum.
Çok daha fazla eşyamız var,
-
ama bizi mutlu eden şeyler için
çok daha az zamanımız var:
-
dostlarımız, ailemiz, dinlenme süremiz.
Her zamankibden çok daha fazla çalışıyoruz.
-
Bazı analistlere göre işten arta kalan dinlenme
süremiz feodal toplumlarınkinden bile az.
-
Ve zaten yetersiz olan boş zamanlarımızda
-
en çok yaptığımız iki aktivite ne biliyor musunuz?
-
Televizyon izlemek ve alışveriş yapmak.
-
ABD'de alışveriş için harcadığımız süre
Avrupa'ya kıyasla 3 - 4 kat daha fazla.
-
Yani şöyle gülünç bir durumda olduğumuz söylenebilir.
-
İşe gidiyoruz, hatta belki iki işte çalışıyoruz,
tükenmiş bir halde eve dönüyoruz
-
Yeni koltuğumuzun üzerine yığılıp TV izliyoruz
ve reklamlar bize "İĞRENÇ" olduğumuzu,
-
daha iyi hissetmek için AVM'ye gidip alışveriş yapmamız
gerektiğini söylüyor, ve tekrar işe gidip daha çok çalışmamız
-
yeni aldığımız eşyalar için daha çok para kazanmamız
gerekiyor. Ve eve daha da tükenmiş bir halde dönüyoruz
-
Oturup daha çok TV izliyoruz ve bize tekrar
alışverişe gitmemiz gerektiği söyleniyor.
-
Ve bu çalış-izle-harca çılgın döngüsüne kapılmış gidiyoruz.
Ama bunu durdurabiliriz.
-
Sonuç olarak tüm bu satın aldığımız eşyalara ne oluyor?
-
1970'lerden bu yana, ülkedeki ortalama ev boyutları
iki katına çıkmış olmasına rağmen
-
bu tüketim hızıyla satın aldığımız eşyaların
evlerimize sığmasına imkan yok.
-
Her şey çöpe gidiyor.
-
Böylece "bertaraf" adımına geliyoruz.
Burası malzeme ekonomisinin en iyi bilinen adımı
-
çünkü evdeki çöpleri atma işini
bizzat yapmamız gerekiyor.
-
ABD'de her birimiz günde ortalama
2 kg çöp üretiyoruz.
-
Bu miktar 30 sene öncesinin 2 katı.
-
Tüm bu çöpler ya atık sahalarında yani
toprakta açılan büyük deliklerde istifleniyor
-
veya daha da kötüsü fırınlarda yakıldıktan
sonra atık sahalarında istifleniyor.
-
Her iki işlem de havayı, toprağı, suları kirletiyor
ve unutmayalım ki iklim değişikliğine yol açıyor.
-
Çöp yakma işlemi gerçekten çok zararlıdır.
-
"Üretim" adımındaki zehirli kimyasalları
hatırladınız mı?
-
Çöplerin yakılmasıyla havaya zehirli
kimyasallar salınır.
-
Daha da kötüsü, yakma işlemi süper zehirli
kimyasallar açığa çıkarır. Örneğin "Dioksion".
-
Dioksin, bilimsel olarak bilinen en
zehirli insan yapımı kimyasaldır.
-
Çöp yakma tesisleri bir numaralı
dioksin kaynaklarıdırlar.
-
Yani aslında, en zehirli insan yapımı
kimyasalların bir numaralı kaynağını
-
sadece çöpleri yakmayı bırakarak durdurabiliriz.
Bunu hemen bugün bile yapabiliriz.
-
Bazı şirketler, atık sahaları ve çöp yakma tesisleri
ile uğraşmak istemiyor ve atıkları ihraç ediyor.
-
Peki ya geri dönüşüm? Geri dönüşüm işe yarıyor mu?
-
Evet, işe yarıyor.
Sürecin sonundaki atık miktarını azaltıyor
-
ve doğadan yeni kaynakların
teminine olan gereksinimi azaltıyor.
-
Evet, Evet, Evet! Hepimiz geri dönüşümü desteklemeliyiz.
Ama geri dönüşüm tek başına yeterli değil.
-
Geri dönüşüm asla yeterli bir çözüm olmayacak.
Bunun birkaç sebebi var.
-
Birincisi, evlerimizden çıkan atıklar
buz dağının yalnızca görünen yüzü.
-
Evden dışarı attığımız her bir teneke
dolusu çöpün
-
geri dönüştürülebilmesi için
-
70 teneke dolusu çöpe eşdeğer
atık açığa çıkıyor.
-
Yani, evlerden çıkan atıkların %100'ünü geri
dönüştürsek bile sorun kökten çözülmüş olmuyor.
-
Ki, bir çok atığın geri dönüştürülmesi
mümkün bile değil.
-
Bunun sebebi de ya çok zehirli kimyasallar içermesi ya da
geri dönüştürlemeyecek şekilde tasarlanmış olması.
-
Örneğin meyve suyu kutuları. Metal, kağıt ve plastikten
oluşan katmanlar birbirine sıkıca yapıştırılıyor
-
Geri dönüşüm için bu katmanları birbirinden
ayırmak imkansız.
-
Gördüğünüz gibi bu sistem tam bir çıkmazda.
Tüm aşamalarda sınırları zorluyoruz.
-
İklimi değiştiriyoruz, mutluluk seviyemizi düşürüyoruz...
Hiç bir işe yaramıyor.
-
Ama işin güzel tarafı ise her yanımıza yayılmış olan
-
böylesi bir probleme karşı bir çok noktada
mücadele ediliyor olması.
-
Burada ormanları korumak için ve burada da
temiz üretim için mücadele eden insanlar bulunuyor.
-
İşçi hakları ve adil ticaret için mücade edenler
-
bilinçli tüketim, atık sahaları ve çöp yakımının
durdurulması konusunda mücadele edenler.
-
Ve en önemlisi, hükmümetimizi
yeniden kazanmak için mücadele edenler,
-
hükümetin gerçekten insanların yanında ve
insanlar için var olması adına mücadele edenler.
-
Tüm bu mücadeleler kritik bir öneme sahip.
Ama tüm bağlantıları görebildiğimiz zaman
-
ve büyük resme bakabildiğimiz zaman
bir şeyler değişmeye başlayacak.
-
Bu sistem içindeki insanlar bir araya geldiği zaman
bu doğrusal sistemi yeniden düzenleyip
-
doğal kaynakları ve insanları tüketmeyen
yeni bir sisteme dönüştürebiliriz.
-
Çünkü öncelikle eskiden kalma "at çöpe gitsin"
zihniyetinden kurtulmamız gerekiyor.
-
Artık bu konular üzerinde sürdürülebilirlik
ve adaleti temel alan bir düşünce şekli var:
-
Çevreci Kimya, Sıfır Atık,
Kapalı Çevrim Üretim Döngüsü
-
Yenilenebilir Enerji,
Yerel Yaşayan Ekonomiler,
-
Değişim çoktan başlamış durumda. Bazıları bunun gerçekdışı,
fazla idealistçe ve gerçekleşmesinin imkansız olduğunu söylüyor.
-
Ben de diyorum ki asıl gerçekdışı olan kişiler
eski yöntemle yollarına devam emtek isteyenlerdir.
-
Bu insanlar rüyadalar.
-
Unutmayın, eski yöntem doğanın bir kanunu değil,
yer çekimi gibi kabul edip alışmamız gereken bir kanun değil.
-
Eski yöntemi insanlar yaratmıştı. Bizler de insanız.
O halde gelin biz de yeni bir yöntem yaratalım.
-
Bu web sitesinde harika işler yapan gruplar
hakkında bir sürü bilgi bulunuyor.
-
Tıklayın, siz de katılın.
"www.storyofstuff.org"