-
[sakin caz müzik]
-
Derinizin renginden nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Saçınızın yapısından nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Size, burnunuzun şeklinden, dudaklarınızın şeklinden nefret etmeyi kim öğretti ?
-
Baştan aşağı, taa tabanlarınıza kadar nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Kendi türünüzden nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Size, birbirinizin yanında olmayı istemeyecek kadar
-
ait olduğunuz ırktan nefret etmeyi kim öğretti?
-
Sizler Bay Mohammad'in nefret öğretip öğretmediğini sormadan önce,
-
kendinize sormalısınız: size, Tanrı'nın yarattığı şeklinizden nefret etmeyi kim öğretti?
-
Bizler, siyahi insanlar, ya da bizi adlandırdıkları şekilde, 'zenci'ler,
-
gerçekten özgür olduğumuzu sanıyorduk.
-
Ancak bilinçaltımızda, kurtulduğumuzu sandığımız o zincirler hala duruyordu
-
Ve bizi hayatın bir çok alanında, gerçekten motive eden şey,
-
beyaz adam tarafından sevilme arzumuzdu.
-
Malcolm, bu aşağılık hissin yok etmek istiyordu.
-
Bunun, acı vereceğini biliyordu.
-
İnsanların, bu yüzden onu öldürebileceğini biliyordu,
-
ama bu riski almaya cesaret etti.
-
O, kendi zamanındaki liderlerin söylediklerinden daha üstün bir şey söylüyordu.
-
Diğer liderler, onlara zulmedenlerin evine girmek için yalvarıyorlarken,
-
Malcolm, size kendi evinizi inşa etmenizi söylüyordu.
-
Afro-Amerikanlar için, korkuyu kovdu.
-
Dedi ki: "Ben, sizin düşüncelerinizi sesli olarak söyleyeceğim."
-
Ve dedi ki, " Bakın, insanlar bizi duyacaklar ve bize zarar vermeyecekler, tamam mı?
-
Ancak, bunu toplumun tümüne söylemeyeceğim." *********
-
İşte bunları, çok güçlüce söylüyordu, erkekçe söylüyordu,
-
" Sizin bunca yıldır düşündüklerinizi dile getirmekten korkmuyorum" diyen bir tarzla söylüyordu.
-
Ve işte, biz onu bu yüzden sevdik.
-
Bunları yüksek sesle söyledi, kapalı kapılar ardında değil.
-
Bizim adımıza, Amerika'yla savaştı.
-
Ben, bir Müslüman olarak, beyaz adamın yeterince zeki olduğuna inanıyorum.
-
Eğer kendisini, Siyahi insanların aslında nasıl hissettiğini fark ettirirsek,
-
ve sürekli taviz vermemizi gerektiren, o eski tatlı dilli konuşmasından nasıl bıktığımızı bilse.
-
Ama işleri zorlaştıran siz kendinizsiniz.
-
Beyaz adam, siz o tatlı dilli konuşmaları sürdürdükçe, siz doğru söylüyorsunuz zannediyor.
-
Çünkü o sizi buraya getirdiğinden beri, onunla tatlı dille konuşuyorsunuz.
-
Tatlı dili bırakın!
-
Ona nasıl hissettiğinizi söyleyin!
-
Ona azarlanmaktan bıktığınızı söyleyin. Ona, eğer kendi evini kendisi temizlemeye hazır değilse,
-
o zaman ev sahibi olmamasını söyleyin! [dinleyiciler: Evet, doğru!] O zaman o ev yansın, kül olsun...
-
[alkışlar]
-
[davul ve vokal eşliğinde Afrika müziği]
-
Harlem'in bu sokak köşelerinde, bu yüzyılın büyük bir kısmında, Siyahi insanlar kültürlerini anmış
-
ve Amerika'daki ırk konusunu tartışmışlardır.
-
İşte, Malcolm burada, Harlem'in umuduna ve kızgınlığına ses veren sokak konuşmacılarına katılmıştır.
-
Ben ulusalcılık dersi verdim ve bu demek ki ben, bu beyaz adamın ülkesinden dışarı çıkmak istiyorum çünkü ırklar arası
-
birleşme hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Siz hayatta olduğunuz sürece, asla
-
beyaz adamın sistemine dahil olmayacaksınız.
-
100. ve 25. caddelerin köşesi ile, Yedinci Bulvar,
-
siyahi sokak konuşmacılarının eylem merkezi haline gelmişti.
-
Malcolm buraya geldiğinde, onun kendine ait bir köşesi yoktu. [New York Şehri, devriye polisi]
-
İşte o zaman, tabiri caizse, üssünü, Elder Michaux'nun kitapevi'nin önüne kurmuştu.
-
Malcolm o küçük sahneye çıktığında, ilk dört beş dakika konuşamazdı.
-
Dinleyenler ona öylesine bir tezahurat yaparlardı ki,
-
o orada bekler, hakkı olan bu övgüyü kabul ederdi.
-
İşte sonra konuşmaya başlardı.
-
Bay Mohammed'in nefret öğretmeni olduğunu söylüyorlar,
-
çünkü sizin uyuşturucudan ve alkolden nefret etmenize sebep oluyor.
-
Bay Mohammed için, bir 'Siyahi Üstüncüsü' diyorlar,
-
çünkü o size ve bana, bizim beyaz adam kadar iyi olduğumuzu değil,
-
ondan daha iyi olduğumuzu, söylüyor.
-
Evet, beyaz adamdan daha iyi.
-
Sizler beyaz adamdan daha iyisiniz.
-
Ve bu herhangi bir cümle değil.
-
Bu, beyaz adamla eşit olduğumuzu söylemiyor yalnızca.
-
O kim ki, biz onunla eşit olmaya çalışalım?
-
Onun cildine bakın.
-
Siz kendi cildinizi onunkiyle kıyaslayamazsınız.
-
Sizinkisi, onunkinin yanında altın gibi kalır.
-
Bizim, beyaz insanlara hayran olduğumuz bir zaman vardı.
-
Onların güzel olduğunu düşünüyorduk, çünkü biz kördük, akılsızdık.
-
Biz onları, oldukları gibi göremiyorduk.
-
Ama sayın Elijah Muhammed geldi ve bize İslam dinini öğrettiği,
-
bizi temizledi ve böylece biz kendi gözlerimizle
-
o silik renkli şeyi, gerçekten olduğu gibi görebiliyoruz.
-
Değersiz, silik bir şey olarak.
-
Ben onu dinleyince, o toplantının hissi içimde kaldırdı.
-
Onu bir kere dinlendiniz mi, [Harlem sakini]
-
eskiden olduğunuz yere asla dönmezdiniz.
-
Pozisyonunuzu değiştirmeseniz bile, en azından gözden geçirirdiniz.
-
Biz, bizim şeytan olduğumuzu duymaya alışkın değildik. [Gazeteci]
-
Ve bizim harika kuzey şehirlerimizde, aslında bizim de zulum uygulayıcılar olduğumuzu.
-
O, sessiz bir grup siyahi insanı temsilen konuşuyordu
-
***** Ve işte bu savaş demekti.
-
Sahneden indiğinde, ben de dinleyicilerin arasından sıyrıldım [Harlem aktivisti]
-
ve ona doğru yürüdüm. Tabii ben ona yaklaştığımda, bodyguard'ları
-
öne doğru atıldılar ama o, onları ittirdi.
-
Onun karşısına dikildim ve elimi uzattım.
-
Dedim ki: "Dediklerinin bir kısmı çok hoşuma gitti. Bütün söylediklerine katılmıyorum ama bir kısmını çok sevdim."
-
O da bana baktı ve elimi kibarca tutarak,
-
"Bir gün bana katılacaksın, Kızkardeşim. Bir gün katılacaksın."
-
Mesajını netleştirmek için, Malcolm kendi hayatını, tüm Siyahi Amerikalılar'a örnek teşkil etmesi için kullandı.
-
Hayatını hikayeleştirerek tavsiyelerde bulundu.
-
Sonra, hayat hikayesini Alex Haley'le birlikte yazarken de,
-
Hayatının, gelecekte nasıl yorumlanacağına ilişkin söz sahibi olmak istedi.
-
Ben, onun kendinden bahsederken kullandığı bir tabirden çok etkilenmiştim. [otobiyografi yazarı]
-
Derdi ki, "Ben karşılaştıklarımın hepsinin bir parçasından oluşmaktayım."
-
Yani, hayatının erken yıllarında karşılaştığı şeyler,
-
ona şu ya da bu şekilde bir beceri kazandırmıştır ve
-
bu beceriler Malcolm'un kişiliğini oluşturarak, onun İslam halkı için bir temsilci olmasını sağlamıştır.
-
Siz Omaha'da doğmuştunuz, değil mi?
-
Evet, efendim.
-
Sonra, siz bir yaşındayken aileniz Omaha'yı terk etmişti?
-
Sanırım bir yaşındayken.
-
Neden Omaha'dan ayrılmışlar?
-
Benim anladığım kadarıyla, Klu Klux Klan, Omaha'daki evlerinden birini yakmış.
-
Orada çok Klu Klux Klan aktivitesi varmış.
-
Eminim, bu olay ailenizi çok mutsuz etmiştir.
-
Mutsuz değilse de, güvensiz hissettirmiş.
-
O halde, sizin şahsi olarak, önyargılı
-
bir fikriniz olmalı.
-
Yani, bu olaya, geniş, akademik bir bakış açısıyla bakamazsınız, değil mi?
-
Ben buna katılmıyorum çünkü Omaha'da başımıza gelen o olaydan sonra,
-
Lansing, Michigan'a taşındığımızda, evimiz tekrar yakıldı.
-
Hatta, babamı Klu Klux Klan öldürdü.
-
Ve, buna rağmen, kimsenin beyaz insanlarla benim kadar iç içe yaşadığını sanmıyorum.
-
Kimsenin benim kadar, beyazların oluşturduğu toplumlarda benim gibi yaşadığını sanmıyorum.
-
Biz, mahalledeki tek siyahi çocuklardık. [En büyük abisi]
-
Bizim evin arkasında ormanlık bir alan vardı.
-
Beyaz çocuklar bizim eve gelirler ve sonra da ormana oyun oynamaya giderdik.
-
Malcolm derdi ki "Hadi, Robin Hood oynayalım".
-
O zaman, Robin Hood oynamaya oraya giderdik.
-
Ve Robin Hood, Malcolm'du. [kahkaha atar]
-
Bu çocuklar da bunu kabul ederlerdi.
-
Malcolm, Earl ve Louise Little çiftinin en açık tenli olduğunu söylemişti.
-
Ve tenindeki açıklığın, annesinin annesine tecavüz eden beyaz adamı hatırlattığını söylemişti.
-
1929'da, Malcolm dört yaşındayken, marangoz ve rahip olan babası,
-
aileyi Lansing, Michigan'a taşımıştı.
-
Lansing küçük bir şehirdi ve siyahiler şehrin batı tarafında yaşamaktalardı.
-
Malcolm ve ailesi, şehrin dışında yaşamışlardı [çocukluk arkadaşı]
-
ve yaklaşık iki hektarlık bir araziye küçük bir eve sahiptiler.
-
Bu yüzden, bir çeşit çiftçi ailesi olarak görülüyorlardı.
-
Little ailesi taşındıktan üç ay sonra, beyaz komşular onları evlerinden çıkarmak için yasal yollara başvurdular.
-
Bölge hakimi, tarım bölgesinde, yalnızca beyaz insanların yaşayabileceği yönünde karar kıldı.
-
Ancak Earl Little taşınmayı kabul etmedi.
-
Michigan'daki Klu Klux Klan üyeliği, Mississipi'dekinin beş katı kadardı; 70.000 kişiydi.
-
Malcolm'un ailesi için, husumet hayatlarının bir parçasıydı.
-
Evde herkes uyuyordu sonra birden, kocaman bir "buum!" sesi duyduk.
-
Uyandığımızda her yerde yangın vardı ve herkes duvarlara ve birbine çarpıyordu.
-
Benim hatırlardığım annemin bize,
-
"Kalkın, kalkın, kalkın, ev yanıyor, dışarı çıkın." Ben bu kadarını tamamen hatırlıyorum.
-
Annemin bağırışlarını, babamın bağırışlarını duyuyordum.
-
Hepimizin ayıldığından emin olup, bizi dışarı çıkardılar.
-
Ev kül olmuştu. İtfaiye ya da herhangi bir yardım gelmemişti. Her şeyimiz tamamen yanmıştı.
-
Malcolm'un babası Earl Little, yerel beyazları, evini yakmakla suçladı.
-
Polis, Earl'ü suçladı ve onu sonra, kundakçılık şüphesiyle tutukladı. Hakkındaki suçlamalar sonra düşürüldü.
-
Bizim büyüdüğümüz şehirde, bize "kendini beğenmiş zenciler" derlerdi, ya da
-
" şehrin güneyinde yaşayan ukala zenciler" derlerdi. O zamanlar, eğer beyaz biri size "ukala zenci" derse,
-
bu, " Salak olmadığı için, dikkat edilmesi gereken zenci" anlamına geliyordu.
-
Babam bağımsız bir adamdı. Kimsenin onu beslemesini istemiyordu.
-
Kendi yemeğini kendi üretmek istiyordu. Çocukları üzerinde kimse söz sahibi olsun, istemezdi.
-
Söz onun olsun istiyordu ve söz sahibiydi de. O hep
-
Marcus Garvey'in düşüncelerini tekrar ederdi. Siyahi insanların kendi hayatlarını düzenlemelerini
-
ve kimseye sorun yaşatmadan, birbirleriyle işbirliği yapmalarını
-
ve beraberce durumlarını düzeltmeye çalışmaları gerektiğini söylerdi.
-
Ama o günlerde bunu bile yapsanız, hala sorun çıkarıyorsunuz, demekti.
-
1920'lerde siyahi bir ulusalcı olan Marcus Garvey,
-
siyahi Amerikalıların, beyaz toplumdan bağımsız olan bir ulus kurmalarını söylüyordu.
-
Yüzbinlerce üyesi olan, Garvey'in, Birleşik Zenci Kalkınma Birliği (UNIA), Afrika ülkeleriyle daha yakın olmayı hedefliyordu.
-
UNIA'nın kendi bayrağı vardı, kendi ulusal marşı vardı ve Afrika'da, kendi ülkesindeki ve yurt dışındaki zencileri kollamaya
-
yemin etmiş bir ordusu vardı. ABD Federal Araştırma Bürosu, Garvey'i, " öncü Zenci eylemcilerden biri" olarak adlandırmıştı.
-
Federal hükümet 1927'de onu ülke dışı ettiyse de, Malcolm'un ailesi, Garvey taraftarı olarak kalmışlardı.
-
Earl, birliğe yeni üyeler katıyordu.
-
Louise, Garvey gazetesi için yazılar yazıyordu.
-
Bize "The Negro World" [Zenci Dünyası] isimli, Garvey gazetesini okuyan, annemdi.
-
Ayrıca, bizimle bağımsız olmamız konusunda konuşan da oydu.
-
Bizim kendimizi 'Zenci' ya da 'Nigger' olarak adlandırmamamızı,
-
bizlerin siyahi olduğunu ve kendimizi 'siyahi' olarak adlandırmamızdan gurur duymamız gerektiğini, söylerdi.
-
Sizin gerçek isminiz nedir?
-
Malcolm. Malcolm X.
-
Bu sizin yasal isminiz mi?
-
Benim bildiğim kadarıyla, yasal ismim.
-
Bana, babanızın soyadını söyleyebilir misiniz?
-
Babam kendi soyadını bilmiyordu.
-
Babam soyadını dedesinden almış, dedesi de kendi dedesinden, o da bunu kölelik ettiği efendisinden almış.
-
Bizim kendi isimlerimiz yok edilmiş.
-
Peki, kölelik esnasında,
-
herhangi bir soyadınız var mıymış?
-
Aile kütüğünüzün herhangi bir yerinde kullanılan bir soyad var mıydı, ve varsa bu neydi?
-
Benim atalarımın soyadları,
-
Evet?
-
onlar Amerika'ya getirilip, köle yapıldıklarında, onlardan alınmış.
-
Ve sonra onlara efendilik eden kişinin soyadları onlara verilmiş. İşte biz bu ismi reddediyoruz ve ...
-
Yani, siz bana babanızın kabul edilen soyadını söylemeyeceğinizi mi söylüyorsunuz?
-
Ben bu adı hiç bir şekilde benimsemiyorum.
-
Eylül, 1931
-
Annesi bir gün sezgileriyle kötü bir şey olacağını sezdiğinde, Malcolm altı yaşındaydı.
-
Evdeydik ve akşam yemeğimizi yemiştik.
-
Annem Wesley'i, en küçük kardeşimi tutuyordu.
-
Sanırım onu emziriyordu çünkü masadaydı. Ve bebek
-
kucağında, masada uyuyakalmıştı.
-
Sonra babam kalktı, yatak odasına gidip elini yüzünü yıkadı. Şehre gidip, para alacaktı.
-
Annem o zaman uyandı ve dedi ki: "Earl, Earl. Şehir merkezine gitme."
-
Ve şöyle devam etti "Eğer gidersen, geri gelmezsin."
-
O gece saat 11 sularında, Earl Little, Lansing şehrinin kuytu bir yerinde,
-
vücudu tramvay tekerlekleri tarafından neredeyse ikiye kesilmiş olarak bulundu.
-
Polis, Earl Little'ın ölümünün bir kaza olduğunu söyledi.
-
Bu mesele o zaman netliğe kavuşmamıştı.
-
Earl Little'ın tramvay kazası geçirdiği değil de, tramvayın altına ittirildiğine inanılıyordu.
-
Doğrusu,
-
ben insanların tam da böyle dediklerini hatırlıyorum.
-
O, tramvayın tekerlekleri altına ittirilmişti.
-
Babamın ölümü, ailede
-
büyük bir şok yarattı.
-
Çünkü o güçtü.
-
O kuvvetti.
-
Biz bir düzen içindeydik;
-
ailemizin belirli bir yapısı vardı.
-
Okuldan çıkınca,
-
ben, erkek kardeşlerim, kız kardeşlerim
-
hemen eve gelir ve işe koyulurduk.
-
Bahçede çalışırdık, tavuk kulübesini temizlerdik ve akşama hazırlık yapardık.
-
Sonra da sabah kalkar, yine aynı şeyleri yapardık.
-
Suyu pompalar, eve getirirdik.
-
İşte bütün bunları Babam hayattayken yapardık.
-
Çünkü yapmazsak, kırbaçlanırdık.
-
Bu yüzden disiplinliydik.
-
Ama babam öldürüldükten sonra,
-
annem benim ya da Malcolm'un koştuğu kadar hızlı koşamadığı için,
-
bizler, babam hayatta olsaydı yanımıza kar kalmayacak
-
bir çok şey yapma fırsatı bulduk.
-
Yani gittikçe gevşedik.
-
Louise Little, Büyük Buhran sırasında yedi çocuğunu yetiştirirken çok zorluk çekti.
-
Hiç bir geliri yoktu. [en küçük kız kardeş]
-
Ara sıra iş sahibi olurdu.
-
Çok gururlu bir kadındı.
-
Büyük gurura sahipti.
-
Bazen bir şeyler satardı. İnsanlara eldiven örerdi.
-
Yalnızca devlet yardımına muhtaç olmamak için, bir çok ek iş yapardı.
-
Ona, ne yapıp, ne yapamayacağını söylemelerinden nefret ederdi.
-
İşte, onu en çok mahveden şeylerden biri buydu.
-
Zaman içinde, onun eriyip gittiğini görüyordunuz.
-
[hüzünlü caz müzik]
-
Malcolm ergenliğe girme yolundayken, yedi yıl boyunca,
-
annesi ailesinden gittikçe daha da uzaklaştı.
-
1938 senesinde, Noel'den iki gün önce,
-
Louise Little paranoya teşhisiyle Kalamazoo Devlet Hastanesi'ne gönderildi.
-
Bir gün okuldan geldim ve annem yoktu.
-
Evin boş olduğunu hiç hatırlamıyorum çünkü annem bizi hiç terk etmemişti.
-
Ve her gün, onun yokluğunun acısını hissettim.
-
Başta, yalnızca bir kaç hafta olacaktı.
-
Öyle sanmıştık.
-
İyileşip, eve geri gelecekti.
-
Ama bu durum senelere döndü.
-
Louise Little, bundan sonraki 26 sene boyunca, Kalamazoo'da kaldı.
-
13 yaşındaki Malcolm, mahkeme kararıyla ailesinin parçalandığına şahit oldu.
-
Küçük çocuklar Lansing'teki koruyucu ailelere verildi.
-
Malcolm da 10 mil ötedeki bir beyaz mahalleye gönderildi.
-
Geçmişte, beyaz adamın sahip olduğu
-
en önemli silah, parçalayıp, fethetmek, olmuştur.
-
Eğer ben elimi alıp, size tokat atarsam,
-
bunu hissetmesiniz bile.
-
Parmaklarım ayrı olduğundan, yalnızca birazcık canınız yanar.
-
Ama size gününüzü göstermek için yapmak gereken yer, alıp bu parmakları birleştirmektir. [elini yumruk yapar]
-
O, Michigan'da, sekizinci sınıf öğrencisiyken,
-
sanırım sınıfındaki tek siyahi öğrenciydi ve okulundaki nadir siyahi öğrencilerden biriydi ve
-
tüm 'A' olan, harika bir öğrenciydi. [Biyografi yazarı]
-
Yani, o
-
sekizinci sınıftaki arkadaşlarının tümünün beyaz olmasına rağmen
-
sınıf başkanı bile olmuştu.
-
Bunları başarabilmesi için, epey olağanüstü olması gerekmekteydi.
-
Sonra tabii, okulu terk edip, Roxbory, Massachusetts'e giden ve
-
tabiri caizse, 'dolandırıcılık'la ilk tanışmasını yaşayan kişi de yine Malcolm'du.
-
[neşeli caz müzik]
-
Ben o zamanlarda, Roxbury'de kendimi 'küçük dolandırıcı' olarak adlandırırdım.
-
Ve işte o zamanlarda,
-
Malcolm X Boston'a gelmişti ve üzerinde çok havalı bir takım elbise vardı, geniş kenarlı bir şapkası vardı ve
-
dizlerine kadar gelen bir mont ve bileklerine kadar gelen bir zincir takmıştı.
-
Ben öyle bir giysiyi en son, Cab Callowy sahnede gösteri yaparken görmüştüm.
-
Şimdi, Malcolm Lansing'ten ayrıldığında,
-
üzerinde sade, eski bir takım elbise vardı.
-
Benim deyimimle,
-
"beyaz adam takımı".
-
Ama Boston'dan döndüğünde, aman Yarabbi,
-
Malcolm'un üzerinde afilli bir takım elbise, geniş kenarlı bir şapka
-
ve ta ceketinin yakasından aşağı sarkan bir zinciri vardı.
-
Tüm mahalle onu konuşuyordu.
-
Herkes Malcolm'dan bahsediyordu.
-
[dans müziği]
-
İşte o yerde dansederken, havada süzülürken,
-
giydiği o pantalonlar da, balon gibi havada süzülüyordu.
-
Bir de o montunu giydi mi, kanat gibi oluyordu.
-
O kocaman şapkasıyla ve sallanan zinciriyle, dans ediyordu, oradan oraya uçuyordu.
-
Ve işte kızlar ona deli oluyorlardı.
-
[neşeli müzik ve vokal]
-
Boston'da ona, "New York Red" [New Yorklu Kırmızı] diyorlardı.
-
New York'ta ise, ona "Detroid Red" [Detroitli Kırmızı] diyorlardı.
-
Saçını hep düzleştirirdi.
-
Saçı kızıl renkliydi ve onun Billie Holiday'le ve zamanında
-
siyahi dünyada ünlü olmaya başlamış bir çok kişiyle fotoğrafları vardı.
-
Malcolm, Boston, New York ve Washington D.C. arasında hizmet veren New Haven Demiryolu'da, mutfak görevlisi olarak
-
çalışıyordu. 1942'de Harlem'e taşındı ve 17 yaşındayken, sabaha kadar açık olan kulüplerde ve dolandırıcılık yapan insanlarla takılmaya başladı.
-
Sonunda öyle bir noktaya geldi ki, şöyle dedi:
-
" Kapıcılık yaparak, trenlerde sandviç satarak ve ayakkabı cilalayarak, bu hayatta başarılı olamazsınız."
-
"Bir yerlere gelemezsiniz."
-
O, dolandırıcı olarak tanınıyordu. Evet sokak adamıydı,
-
ama dolandırıcı değildi.
-
Evet düzenbazdı, evet, üçkağıtçıydı.
-
Ona bu konuda yetenekli olduğunu söylüyorlardı.
-
Geceleri beyaz adamlar gelip de siyahi kadınlarla beraber olmak istediğinde,
-
o, onlara kadın ayarlıyordu.
-
Eğer kaçak viski arıyorlarsa, o nereden bulunur, biliyordu.
-
Eğer uyuşturucu arıyorlarsa, o, nereden bulunur biliyordu.
-
O insanların neye ihtiyaçları olduğunu öğrenmeyi beceriyordu ve sonra da bir yerlerden getiriyordu.
-
Bu işlerin ortasına düşerek, kar yapabiliyordu.
-
Ve işte böylece başladı.
-
O zamana baktığında, Malcolm
-
kendisini üç şeyin endişelendirdiğini söylemişti:
-
hapishane, iş durumu ve askeriye.
-
2. Dünya Savaşı'na katılmamak için,
-
askerlik kuruluna, siyahi askerleri, beyazları öldürmek için organize edeceğini söylemişti.
-
Böylece askeriye için uygunsuz bulunmuştu.
-
Malcolm'un kumar ve uyuşturucu alışkanlıkları ve Harlem'deki gece hayatı pahalıydı.
-
O zamana kadar, basit suçlardan ötürü iki kez tutuklanmıştı.
-
1945 senesinde Boston'a geri taşındığında,
-
ileri gelen ailelerin evlerini soymak amacıyla, bir çete kurdu.
-
Çetenin diğer üyeleri arasında, arkadaşı Malcolm Jarvis,
-
beyaz kız arkadaşı Bea ve iki beyaz kadın daha vardı.
-
Kızlardan biri, bir ailenin senenin o kısmında, Florida'da olacaklarını biliyordu,
-
yani evde kimse olmayacaktı.
-
O zaman biz de o eve girdik ve değerli eşyaları alacaktık.
-
Malcolm da eşyaları alıp, tefeciye götürecekti, sonra da parayı
-
kumar alışkanlığı için kullanacaktı.
-
Bu soygundan iki hafta sonra,
-
bu durum ortaya çıktı. Çünkü Malcolm çalmış olduğu, binlerce Dolar
-
değerindeki bir saati tefeciye götürmüştü ve
-
işte o zaman üç polis tarafından tutuklandı.
-
Malcolm Little, Malcolm Jarvis ve üç kadın, haneye tecavüzle suçlanmışlardı.
-
İki siyahi adamın, beyaz kadınlarla olması,
-
mahkeme salonunda sorun çıkarmıştı.
-
Malcolm iki beyaz kadınla birlikteydi ve işte bu davayı böyle önemli kılan,
-
böyle şoke edici kılan, bu olmuştu.
-
Kadınlar, Malcolm'un onları zorla hırsızlık yaptırdığı yönünde ifade verdiler.
-
İki adam, bu tür suçlar için verilen en büyük cezayı aldılar: eyalet hapishanesinde sekiz ila on yıl.
-
Hükmü verdiklerinde, ben aklımı yitirdim.
-
Kafesin demirlerini yakaladım ve sallamaya başladım. Neredeyse demirleri yerinden çıkaracaktım.
-
Sonra hakime bağırarak dedim ki,
-
" Beni on yıl hapise atacağınıza, öldürün daha iyi!"
-
Ben o 'deli zenci' dedikleri türdendim. [yarı kız kardeş]
-
Gördüklerimin gerçek olduğunu biliyordum.
-
Ve hiç de komik olmadığını düşünüyordum.
-
Onlar güldüklerinde, içlerinden "Bakın zenciye ne yaptık" dediklerini biliyordum.
-
Sonra bir de utanmadan, kızlara, bizim onlara tecavüz ettiğimiz gerekçesiyle,
-
şikayetçi olmalarını istediler. Kızlar, bunu yapmadılar.
-
Malcom Little yirmi yaşındaydı ve eyalet hapishanesinde sekiz ila on yıl geçirmekle karşı karşıyaydı.
-
Anne babasının öğütlediği Garvey gururundan ve bağımsızlığından çok uzaktaydı.
-
Şimdi o, 22843 numaralı mahkumdu.
-
Bir kereliğine suçlu olmakta utanacak bir şey yok.
-
Suçlu kalmaksa, utanç vericidir.
-
Ben de önceden suçluydum. Ben de önceden hapishanede kaldım.
-
Ben bundan utanmıyorum. Beni bununla alt etmeye kalkışan,
-
yanılıyordur. Ben bu konuda rahatım.
-
[tezahurat ve alkış]
-
Onlar, İsa'yı da isyan çıkartıyor diye suçlamışlardı. Öyle değil mi?
-
Onun, Sezar'a karşı olduğunu söylüyorlardı. O, havarilerine şöyle dediği için, onun ayrımcı olduğunu iddia ettiler:
-
"Roma vatandaşlarına değil, kaybolmuş koyunlara gidin. Kim olduğunu bilmeyen insanlara gidin.
-
Kendi yurdu olmayan bir yerde yabancılık çeken ve kendini tanımayan insanlara gidin. İşte bu insanlara gidin.
-
Kölelere gidin. İkinci sınıf vatandaşlara gidin. Sezar'ın gaddarlığı altında ezilen insanlara gidin."
-
Ve eğer İsa bugün Amerika'da olsaydı, o beyaz adama gitmezdi. Beyaz adam zulmedendir.
-
O, ezilenlere giderdi. Alçak gönüllülere giderdi. Boynu büküklere giderdi.
-
Toplumdan dışlanmışlara ve hor görülenlere giderdi.
-
İşte, 'Amerikalı zenci' olarak tanınanlara giderdi. [Hapishane, 1946]
-
Hapishane duvarlarının ardında, Malcolm kumar oyunları düzenledi, uyuşturucu alışkanlığını sürdürdü ve Tanrı'nın
-
var olmadığına dair tartışmalara girdi. Hücre bloğundakiler ona, 'Şeytan' demeye başladılar. Bir yandan da,
-
ondan büyük bir siyahi mahkumun cesaretlendirmesiyle, Malcolm okumaya ve İngilizce dersi almaya başladı.
-
Malcolm hapishane hayatını detaylıca tarif ettiğinde, gerçekten yalnız ve kısıtlı hissettiğini söylüyordu.
-
Ama bolca okumayı planladığını söylemişti ve bolca yazı
-
da yazdı.
-
Bana her hafta mektup yazdığı olurdu.
-
Hapishanedeki ikinci senesinde, erkek ve kız kardeşleri ona mektuplarında,
-
'siyahi adamın doğal dini' olarak adlandırdıkları dinden bahsetmeye başladılar.
-
Siyahi insanların ilk insanlar olduğunu, Tanrı'nın da siyahi olduğunu
-
ve Allah adıyla çağrıldığını söylediler.
-
Malcolm'a, artık İslam Ulus'unun bir parçası olduklarını ve Allah'ın elçisi
-
Adil Muhamed'in, takipçileri olduğunu anlattılar.
-
[İslam Ulusu Lideri] Bence İslam, bizim Amerika'daki insanlarımız için en iyi dinlerden biri. 'Amerikalı zenci'
-
olarak bilinen grubun tamamen tekrar eğitilmesi gerekiyor ve İslam onlara bu yetkiyi veriyor. Onlar siyahi olmaktan ötürü
-
gurur duyabilirler ve utanç duymaktan vazgeçebilirler.
-
Ben Müslüman harekete 1947'de dahil oldum ve
-
sonra erkek ve kız kardeşlerimi de dahil etmeye başladım.
-
Biz zaten Marcus Garvey'in felsefesiyle eğitilmiştik, bu yüzden
-
bizim siyahi olmaktan ötürü gurur duymamıza ilişkin olarak
-
bizi ikna etmeleri gerekmiyordu.
-
Biz zaten dahil olduğumuzda, bununla gurur duyuyorduk.
-
Sonra ben Malcolm'a yazdım ve ona dedim ki,
-
eğer Allah'a inanacak olursa, Allah onu hapisten çıkaracaktır. İşte bu kadar yazdım
-
çünkü Malcolm'un dine karşı çok az hoşgörü beslediğini biliyordum ve işte o az hoşgörüyü de kaybetmek istemedim.
-
Malcolm'un erkek ve kızkardeşleri, genç mahkuma, Amerika'daki siyahi insanların
-
kaybolmuş bir soya ait olduklarını ve yakın zaman sonra, çilelerinden kurtulacaklarını, yazmışlardı.
-
Ayrıca Elijah Mohammed'e göre, beyaz insanların iblis soyundan olduğunu ve onların bu dünyadaki hükümdarlıklarının
-
yakın zaman sonra sona ereceğini, anlatmışlardı.
-
Başta, Malcolm duyduklarını çok sevdi ancak bir kısmını anlayamıyordu. Anlayamadığı kısım,
-
beyaz adamın şeytan olmasıydı.
-
Malcolm Elijah Mohammad'e yazdı. Elijah Mohammed de,
-
onu yanıtladı ve yanıtında, kutsal kitaptan alıntı yaptı.
-
Ve sonra ona anahtarı verdi. Ona dedi ki " İncil bu dünyada
-
olan her şeyi anlatan kitaptır."
-
Yani, cehenneme gitmeniz için ölmek gerekmiyor. Hayattayken de cehennemi yaşayabilirsiniz. Ve size bunu yaşatan da
-
beyaz adamdır. Doğrusu, beyaz adamın tarih boyunca
-
yaptıklarına bakarsanız, bu çok ikna edici bir öğreti.
-
Malcolm tarih, felsefe ve din konusunda okumaya başladı. W.E.B. Du Bois'yı, Shakespeare'i, Sokrat'ı,
-
Ezop hikayelerini ve Gandi ve Nat Turner'in hayat hikayelerini okudu.
-
Ayrıca, beyaz Hristiyanların, siyahi Hristiyanları linç ettiklerini ve beyaz Hristiyanların, Hristiyan olmalarına rağmen
-
köle ticaretiyle uğraştıklarını öğrendi.
-
Malcolm bunları okuyunca ve tarih üzerine araştırma yapınca, eğer bu dünyada gerçekten Şeytan varsa,
-
bunun beyaz adam olduğunu kanıtlamaya karar verdi.
-
Elijah Mohamad, Malcolm'a, kendini Allah'a teslim etmesini söyledi. Ancak Malcolm için, teslimiyet her zaman zor olmuştu.
-
Dua etmek üzere yere çökmesi, bir haftasını aldı.
-
Sonra, Elijah Mohammed'in öğretisini yaymak için, Malcolm hapishane müzakere takımına katıldı ve
-
Harvard ve MIT gibi, ziyaretçi üniversite takımlarıyla müzakere yaptılar.
-
İşte Malcolm'un adı ve ünü, o zaman mahkumlar arasında duyulmaya
-
başlamıştı. İşte,o zaman mahkumlar, müzakereyi öğreten derslere
-
katılmaya başladılar.
-
Bu mahkumların çoğu, sırf meraktan, onu dinlemek için müzakereleri izlemeye başladılar.
-
1950'de, Malcolm valiye bir mektup yazarak, cezaevinde Müslüman olarak ibadet etme hakkı talep etti.
-
Yazdığı mektuplar, sonra FBI dosyalarına karışacaktı. FBI, 1930'ların son yıllarından itibaren, İslam Ulusu'nu
-
yakından takip etmekteydi. Malcolm, sorun çıkaran biri olarak görüldüğünden, şartlı erken tahliye hakkını kaybetmişti.
-
O, o sırada tahliye için uygun değildi, çünkü toplum içinde bir tehdit oluşturuyordu.
-
Onun tehlikeli olduğunu düşünüyorlardı; bilgi sahibi ve din bilgisi sahibi olduğunu düşünüyorlardı. Bin elmalık bir fıçıdaki
-
çürük elma gibiydi. Diğer elmaları da çürütecekti.
-
7 Ağustos 1952'de, cezaevinde altı buçuk sene kaldıktan sonra, Malcolm tahliye edilmişti. Bundan bir ay sonra,
-
İslam Ulusu'na kabul oldu. Malcolm Little artık, Malcolm X'ti.
-
Müslüman hareketine nasıl katıldınız?
-
Ben cezaevindeydim. Sayın Elijah Mohammed'in öğretisini duyana kadar, asi, geri kafalı, eğitimsiz
-
ve suçlulara ilişkin düşünebileceğiniz tüm kötü sıfatlara sahip bir suçluydum. Ve işte bu öğretiyle, ilk defa
-
içimde kendini düzene sokma ve rehabilite etme arzusunu hissettim. Ayrıca, bu öğretinin
-
diğer insanların üzerinde yarattığı etki de, onu kabullenmeme sebep oldu. Ve sayın Elijah Mohammed'in öğretilerini
-
dinledikten sonra farkettim ki, bunlar beni birden ırkımla gurur duymaya ve onur duymaya sevk etti;
-
ben artık toplumda bir yere sahip olmak istiyordum, kendimi gerçekleştirmek istiyordum ve beyaz adama,
-
sahip olduklarının bir kısmı için dilenmekle bir yere gelinmeyeceğini biliyordum.
-
Benim Malcolm'u ilk görüşüm, babamın, Elijah Mohammed'in evine geldiğindeydi, diye hatırlıyorum. Ben ince, uzun, kırmızı
-
yüzlü, genç bir adam görmüştüm. Eğer onunla tanışıyorsanız, ondan ilk alacağınız şey bir gülümsemeydi.
-
Babam, "bu Wallace" dedi, ben de gülümsedim.
-
Ben onu görmekten ötürü mutluydum çünkü ondan bahsedildiğini duymuştu ve o " Elçi'nin oğlu, Elçi'nin oğlu!" demişti.
-
Elçi onu o kadar heyecanlandırıyordu ki, beni görmesi, Wallace'ı gördüğü anlamına değil,
-
'Elçi'nin oğlunu' gördüğü anlamına geliyordu.
-
Malcolm tahliye olduğunda, çok alevliydi. Doğru zamanda, doğru yerdeydi ve öğretiyi yaymaya hazırdı.
-
Detroit'e geldiğinde, böylesine güçlü olduğunu düşündüğü bu öğretiyi, böylesine az insanın benimsediğini görünce çok şaşırdı.
-
Ve dedi ki " Siz buradayken, bu kadar çok boş sandalye olmasına şaşırıyorum. Siz buraya her çıktığınızda,
-
buranın dolu olması gerekiyor."
-
Ve bu, sayın Elijah Mohammed'i heyecanlandırmıştı.
-
1950'lerin ilk yıllarında, İslam Ulusu siyahi topluluklar içinde pek bilinmiyordu. Toplam üye sayısının
-
dört yüzü aşmadığı tahmin ediliyor.
-
Malcolm, öğretiyi yaymak için seyahatlere gönderiliyordu.
-
İki sene içinde, Boston'da, Harford'da ve Philadelphia'da, tapınaklar yapılmasını organize etti.
-
Elijah Mohammed, sonra Malcolm'u, doğu kıyısındaki en önemli
-
tapınağın, din hocası olarak atadı; Harlem'deki yedi numaralı tapınak.
-
Bay Mohammed Malcolm'un deneyim sahibi olduğunu,
-
New York'u tanıdığını biliyordu. Ayrıca, insanların önüne
-
birini koyarken gözetmeniz gereken, boy pos, konuşma tarzı ve kendini nasıl taşıdığı gibi, tüm özellikleri düşününce,
-
Malcolm'un uygun olduğuna karar vermişti. Ayrıca, New York uluslar arası bir şehirdi.
-
New York'a an iyi adamınızı göndermeniz gerekir ve işte
-
Bay Mohammed, bu yüzden onu seçmişti.
-
[hafif alkış]
-
Elijah Mohammed, 1955'te New York tapınağını ziyaret ettiğinde, amacı bu hırslı ve açıksözlü olan ve Doğu Yakası'ndaki,
-
dükkan önlerindeki buluşmaları, binlerce kişilik bir cemaate çeviren bu genç din adamının işini denetlemekti.
-
Malcolm X ve Elijah Mohammed'in mesajı, insanların tekrar kendilerini insan gibi ve eksiksiz hissetmelerine
-
yardım etmişti. Bazı kadın ve adamlar, kendi hayatlarında yeni bir anlam bulmuşlardı.
-
Eğer Elijah Mohammed, Arab ülkelerini örnek alan, kuralcı bir İslam öğretisi yaysaydı, [arkadaş, tarihçi]
-
beş yüz kişiyi bile kendisine çekemezdi.
-
Ama onun ortaya çıkardığı İslam biçimi, insanların gündelik hayatlarıyla ilişkilendirebilecekleri türden bir İslam'dı.
-
İşte o, kralsız kalmışların kralı, ve Mesih'in kendilerine gelecek kadar kıymet vermediği düşünülen insanların
-
Mesih'i olmuştu.
-
Sayın Elijah Mohammed'in öğretileri, benim önceden hiç görmediğim türden şeyler, ilaç gibi.
-
Evet, bu doğru.
-
Beni tüm hastalıklarımdan kurtaran ilaç işte burada.
-
Doğru.
-
Çünkü ben hasta bir adamdım.
-
Sayın Elijah Mohammed'in öğretilerini benimsediğimde, bu öğretiler beni hastalıklarımdan kurtardı.
-
Şimdi iyileştim. Kendimi iyi hissediyorum.
-
Evet, doğru. Ve doktorun yanında kaldığın sürece, hep iyi hissedeceksin.
-
Doğru, efendim.
-
Peki sen, abicim? Ssyın Elijah Mohammed hakkında ne hissediyorsun?
-
Sayın Elijah Mohammed ilk insanlar olan bizlere, hasta olduğumuzu göstermeye çalışıyor. Sayın Elijah
-
Mohammed, onları uyandırmaya çalışıyor.
-
[müzik]
-
Müslüman tapınaklarına beyaz insanların girmesine izin verilmiyordu.
-
Üyeler, katı kurallar ve mutlak itaat üzerine kurulmuş, kendi kendine yeten bir topluluk oluşturmaya çalışıyorlardı.
-
Ulus, çocukları için Müslüman okulları kurmuşlardı, burada matematik, bilim, tarih ve Arapça öğretiyorlardı.
-
[koro olarak] Bizler ilk insanlarız. İlk insanlar siyahi insanlardır.
-
[anlaşılmıyor] Dünya Gezegeni'nde.
-
Müslüman kadınlar, beslenme, çocuk büyütme ve eşlerinin ihtiyaçlarını karşılama konusunda dersler gördüler.
-
Müslüman adamlar da ebeveynlik sorumluluğu, tarih ve din konusunda eğitim aldılar.
-
İslam'ın Meyvesi adı verilen ufak bir askeri grup, göğüs göğse muhebe konusunda eğitilmişti ve amaçları, tapınakları
-
korumak ve elçiye karşı gelen kişileri cezalandırmaktı.
-
Ben bir kaç Müslüman ailenin evine gidip de onların Malcolm'a ve
-
Elijah Mohammed'e olan inançlarını gördüğümde, çok şaşırmıştım. Bir babaya demiştim ki, " Bir gün oğlunuz
-
gelip de, Müslümanlığı terk ettiğini söylerse, ne yaparsınız?"
-
O da demişti ki, " Onu kapıdan dışarı atarım ve bir daha da içeri almam."
-
Sonra, Malcolm'a bunun doğru olup olmadığını sordum. O da "Doğru söylemiş ve eminim, bunu yapar da."
-
O zaman ben de dedim ki, "Yani oğlunun başına ne gelir, hiç umursamaz mı?"
-
O da, "Hayır" dedi, " Umursamaz. O Elijah Mohammed'e sadıktır."
-
İslam Ulusu'nu yaymak için, Malcolm " Muhammed Speaks" [Muhammed konuşuyor] isimli bir gazete yarattı
-
ve diğer siyahi gazeteleri de, elçinin köşe yazılarına yer vermeye ikna etti.
-
Onun gücü şuydu ki, bir kere bir şeye inandı mı, bütün gücünü, bütün enerjisini ona verirdi.
-
Çalışırdı, işkolik olurdu.
-
Gece gündüz bu uğurda çalışırdı.
-
Genellikle yalnızca dört saat uyku ona yetiyordu ama bazen o kadar bile uyuyamıyordu. İşte o zaman, kim bu tempoyla
-
başa çıkabilir, diye merak ederdiniz. Ama işte o becerirdi,
-
günbegün böyle yaşardı.Bir yandan da sürekli okurdu. Gazeteleri okurdu, haberleri takip ederdi.
-
İşte, hayatını öyle yaşıyordu ki, hayatın hiç bir
-
anını bile boşa harcamazdı.
-
32 yaşındayken, Ulus'u kurmaya beş yılını adadıktan sonra, Malcolm, Harlem'deki yedi numaralı tapınak üyelerinden,
-
üniversite mezunu Betty X ile evlenmek için Elijah Mohammed'in onayını istedi.
-
Bundan sonraki senelerde, cemaatinin talepleri, ona büyüyen ailesiyle vakit geçirmesi için pek zaman bırakmıyordu.
-
[Eşi] Bazen, eğer onu yakalayabilirseniz, çocuklara kitap okurdu. Onlar da, ondan aynı hikayeyi tekrar tekrar okumalarını
-
isterlerdi. Tam son sayfaya gelince, yine "tekrar oku" derlerdi.
-
"Tekrar oku, tekrar oku." O da, kitaplara farklı sonlar icat etmeye başlamıştı.
-
Çok harika bir espri anlayışı vardı. Özellikle domuz eti konusunda benimle şakalaşır ve sırtıma bir tane patlatırdı,
-
ve derdi ki "Sen iyi bir adamsın, zeki bir tarihçisin. Sana 100 üzerinden, 99 veriyorum,
-
ama eğer domuz eti yemeyi bırakırsan, sana 100'de 100 vereceğim."
-
Çok güzel bir espri anlayışı vardı ve bir de onu yakından tanıdığınızda, aslında biraz utangaç olduğunu görürdünüz.
-
[jaz müzik]
-
Malcolm, şimdi İslam Ulusu'nun beyin takımındaydı
-
ve Elijah Mohammed'in en bilinen temsilcisiydi.
-
O, Elçi'nin güvenine, binlerce Müslüman'ın da
-
sadakatine sahipti.
-
Bir açıdan, Malcolm kendine bir baba edinmişti.
-
Elijah Mohammed'in de bir oğlu daha olmuştu.
-
[siren sesleri]
-
1957'nin bir Nisan akşamında,
-
Müslüman kardeşlerden biri, New York Şehri polisi tarafından dövülmüştü.
-
Johnson Hinton, Harlem'deki bir karakolun arka odasında, kafatası
-
çatlamış şekilde yatıyordu.
-
Hinton'un ölmek üzere olduğu duyulduğunda,
-
Malcolm Müslüman'ların sokağa dökülmesi emrini verdi.
-
Diğer Harlem sakinleri de onlara katıldı.
-
Orada yaşayanlar, uzun süre polis şiddetine maruz kalmışlardı,
-
bir çoğu polisin bir işgalci kuvvet olduğunu düşünüyordu.
-
28. mıntıka, siyahilere karşı ön yargılı olmasıyla meşhurdu.
-
İnsanlar bizim oraya çıktığımızı görünce şaşırmışlardı.
-
Çünkü ilk defa 28. mıntıkadaki insanlar,
-
doğru olduğunu düşünmedikleri bir şeyi protesto etmek için
-
dışarıya çıkmışlardı.
-
O akşam Harlem'de ne olurdu bilemiyorum,
-
çünkü o akşam dışarıdaki hava..
-
Hani hava "gergindi" derler ya,
-
İşte buradaki ortam, patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
-
Malcolm, Hinton'un tıbbi tedavi görmesini talep etti.
-
Uzun bir pazarlıktan sonra, polis, mahkumu
-
Harlem Hastanesi'ne göndermeyi kabul etti.
-
Ama o zaman bile, Müslümanlar dağılmayı kabul etmediler.
-
Bir komiser muavini, sokağın karşısında duran Müslüman'ları
-
dağıtmaya çalışıyordu.
-
Malcolm da dışarı çıkıp ona dedi ki : " Bunu sen yapamazsın.
-
Onlar senin sözünle dağılmazlar."
-
Sonra dedi ki: "Tamam, ben onları evlerine gönderirim."
-
Sonra karakolun önüne geçti ve bir adım atıp, elini şöyle bir salladı.
-
O zaman insanlar geri çekildiler.
-
Olanlara şahit olan bir polis memuru, şu yorumu yapmıştı:
-
"Bu kadarı, bir adam için çok fazla güç"
-
Malcolm sonra, New York şehrine karşı bir dava açarak, şehrin ödediği en büyük polis şiddeti tazminatını kazanmıştı.
-
Onlar, bir adamın, ağzından tek kelime çıkmadan, elinin bir hareketiyle koca bir grup insanın geri çekilmesinin üzerine,
-
fark ettiler ki, aynı adam, isteyecek olsa yine elinin tek hareketiyle
-
bu insanların büyük bir çalkantı yaratmasına da sebep olabilirdi.
-
İşte bence o zaman, polis kuvvetler ve
-
New York Şehri'ndeki politikacılar, şehirde
-
baş etmeleri gereken büyük bir güçle karşı karşıya olduklarını anladılar.
-
İyi akşamlar, ben Mike Wallace. Geçen hafta, 13. Kanal'da, saat 6:30'da yayınlanan haber programımız Newsbeat'de,
-
biz " Nefretin Doğurduğu Nefret" isimli bir, beş kısımlı bir program başlatarak,
-
siyahi ırkçılığın yükselmesini incelemiş, ayrıca Amerikan zencileri arasında küçük ama büyüyen bir grubun,
-
siyahi üstüncülüğü nasıl yaydığına bakmıştık.
-
MALCOLM X: " Biz buraya en bilge ve en büyük kişiyi görmeye ve dinlemeye geldik..."
-
1959 senesindeki bu belgesel, İslam Ulus'unun iç faaliyetlerini gösteren ilk televizyon programı olmuştu.
-
Malcolm bu programın bir fırsat olduğunu düşünmüştü.
-
Elijah Mohammed ise buna karşıydı.
-
Bay Mohammed ona, "olmaz" demişti; programın yarar sağlamayacağını söylemişti.
-
"Bize, işimize ve yapmaya çalıştığımız şeye zarar verir" demişti.
-
Ancak, Malcolm bu yanıttan tatmin olmamıştı.
-
Israr da etmemişti ama Bay Mohammed'den izin istemeye devam etti.
-
Sonunda Bay Mohammed istemeden de olsa, kabul etti.
-
MALCOLM X: "Ben, beyaz adamı, dünyadaki en büyük yalancı olmakla suçluyorum.
-
Jürinin saygıdeğer üyeleri, ben beyaz adamı,
-
dünyadaki en büyük katil olmakla suçluyorum.
-
Beyaz adamı, dünyadaki en büyük zinacı olmakla suçluyorum."
-
[program sunucusu] İşte binlerce kişinin doldurduğu bir salon
-
vardı- ve hayatımda hiç duymadığım
-
bir organizasyondan bahsediyorlardı.
-
İlk gördüğümde gerçek olduğuna inanamadım.
-
Tabii ki, biz programı yayınladığımızda,
-
programı tek izleyen grup olan New Yorklular olarak, hepimiz
-
Siyahi Müslümanlar diye, adını hiç duymadığımız
-
bir grubun varlığından ötürü şok olmuştuk!
-
Dini lider Malcolm X, Müslüman olmayan bir dinleyici topluluğuna hitap ederken de kayda alınmıştı.
-
MALCOLM X: " Nasıl olur da, böylesine az sayıdaki beyaz insanlar, bunca siyahi insana hükmeder?
-
İşte, merak etmeniz gereken şey budur.
-
Nasıl olur da bu kadar az sayıdaki beyaz adam bunu yapar? Beyaz adamlar size derler ki, bundan binlerce yıl önce
-
Afrika'daki siyahi adam saraylarda yaşarmış,
-
siyahi adam ipek giysiler giyermiş,
-
Afrika'daki siyahi adam kendi yemeğini pişirip, baharatlarını koyarmış.
-
Afrika'daki siyahi adam sanat ve bilimle uğraşırmış.
-
Avrupa'daki adam dünyanın daha tepsi şeklinde olmadığını
-
bilmezden önce, o, evrendeki yıldızların haritasını çıkarmış.
-
Bu doğru mu, yanlış mı?"
-
[Harlem sakini/oyuncu] Ben onun böyle açık bir dille
-
siyahi insanlar hakkında ve beyaz insanlar hakkındaki hislerini
-
söyleyebilme becerisine hayran kalmıştım.
-
Beni korkutmuştu- Eminim amacı da buydu.
-
Ve onu " Nefretin Doğurduğu Nefret"te seyrettikten sonra,
-
bu adamı hayatım boyunca unutamayacağımı biliyordum.
-
Ben Malcolm'u televizyonda ilk gördüğümde, beni de korkutmuştu.
-
Ailem hemen " Kapatın o televizyonu,
-
bu adam duymamanız gereken şeyler söylüyor" demişti.
-
Tabii, biz de kapatmıştık.
-
Ama, hani camdan içeri güneş girer de,
-
siz hemen perdeleri kapatmak için yerinizden kalkarsınız da,
-
buna rağmen, güneş biraz içeri girer ya?
-
İşte, biz televizyonu kapatmadan az önce, azıcık güneş içeri girerdi.
-
Belgesel bir yandan bir çok insanın dinini değiştirmeyi sağladıysa da,
-
İslam Ulusu'nun ırk konusundaki görüşleri, beyaz tenli Amerikalıları ve
-
siyahi topluluktaki bir çok insanı şok etmişti.
-
Irka dayalı nefreti ve ırksal üstünlüğü desteklemek ve bu tür bir bağnazlık, gerek beyaz, gerek siyahi insanlar için kötüdür.
-
NAACP [Renkli İnsanların Gelişimi İçin Ulusal Birlik], Zencilere karşı
-
nefret öğretisinden bulunan beyaz radikallere karşı olduğu kadar,
-
yalnızca beyaz oldukları için onlara karşı öğretide bulunan
-
Zenci radikallere de karşıdır.
-
Yurtdaşlık hakları hareketindeki bir çok kişi,
-
ırkların birleşmesinin, Amerika'nın ırk konusundaki problemlerini çözeceğine inanıyodu.
-
Ancak Malcolm, siyahi insanların kendi problemlerini
-
beyazların yardımı olmadan çözmelerini öğütlüyordu.
-
Siyahi Amerikalılar'ın kendilerini Afrika'da ve Latin Amerika'da meydana gelen özgürlük hareketleriyle bağdaştırdığı sırada,
-
Malcolm da dünyanın bir çok yerindeki devrim liderleriyle ittifaklar kuruyordu.
-
Siyahi Amerikalıları, kendilerini azınlık olarak değil de, dünyanın geneline bakarak, çoğunluk olarak görmelerini teşvik ediyordu.
-
Afrika'daki ulusların orta çıkmasına ek olarak,
-
İslam Ulusu'nun yayılması ve vatandaşlık hakları hareketi,
-
siyahi Amerikalılar'a, Marcus Garvey hareketinin sonlanmasından sonra ilk defa
-
böyle bir gurur sağlamıştı.
-
MALCOLM X: " Şimdi sepeti gezdiriyorlar. Bence
-
herkes bu sepete bir Dolar koymalı.
-
Sizce de koymamalı mısınız? Tabii ki, koymalısınız.
-
İşte bunlar özgürlük Dolar'ları, kardeşim!
-
Biz, sizden bizi zengin yapsın diye para istemiyoruz.
-
Bizler iş kuruyoruz. Sayın Elijah Mohammed, bugüne kadar Amerika'daki tüm siyahi adamlardan daha fazla iş kurmuştur."
-
Birbirine kenetli şirketlerden meydana gelen İslam Ulusu,
-
ABD'de, siyahi insanların sahip olduğu, en büyük iş imparatorluğuydu.
-
1960'ların başında, İslam Ulusu
-
belki de en iyi günlerini yaşıyordu.
-
Restoranlar açıyorduk, marketler açıyorduk.
-
'Mohammad SPEAKS' gazetesini, diğer siyahi gazetelerle birlikte görüyorduk.
-
Malcolm'u sık sık televizyonda görüyorduk.
-
Onunla gurur duyuyorduk. Bizim fikrimizce, o Sayın Elijah Mohammed'i ve İslam Ulusu'nu
-
mükemmel şekilde temsil ediyordu.
-
Şimdi, İslam'ın Meyvesi ordusunu, küçük
-
tesislerde tatbik yaparken değil de,
-
koca rakamlarla, yüzlercesini Şikago, New York ve Los Angeles
-
gibi büyük şehirlerde görüyorduk.
-
Benim İslam'ın Meyvesi'ne ait fikrim, bu askerlerin hayatımda gördüğüm en dürüst ve en güçlü kişiler olmasıydı.
-
Aralarında cidden güçlü adamlar vardı, anlatabiliyor muyum?
-
Yani, kimse onlara bulaşmazdı. Onlar sokağa çıktıklarında, insanlar onlara " Tamam, efendim.. Hmm..Tamam" derlerdi.
-
İslam'ın Meyvesi'nin artan varlığı, polisin dikkatini çekmişti.
-
Sık sık çatışmalar ve tutuklamalar olmaya başlamıştı.
-
Malcolm, bu askerlere her zaman kanuna uymalarını, ancak
-
saldırıya uğrarlarsa, kendilerini korumalarını söylüyordu.
-
Amerika'nın her yerindeki polis kuvvetleri, Siyahi Müslüman'ları cezaevine sokmaya kararlıydı.
-
Bu iki kuvvetin tekrar çarpışması, an meselesiydi.
-
Los Angeles, Kaliforniya
-
1962'de bir bahar akşamı, bir çatışma daha meydana geldi.
-
Herşey, polisin, kuru temizlemede yıkanan kıyafetleri teslim eden Müslüman adamları durdurup, üstlerini aramasıyla başladı.
-
Olaylar, Müslüman tapınağının tamamen polis işgaline uğramasıyla sonuçlandı.
-
Bu olayda sekiz kişi vurulmuştu; biri polis, diğerleriyle Müslüman'lardı.
-
Tapınağın sekreteri Ronald Stokes olay yerinde hayatını kaybetmişti.
-
Ben olaylar meydana geldikten sonra, Los Angeles'taki camiye gitmiştim.
-
Tabii insanlar arasında büyük hüzün vardı.
-
Malcolm ileri geri yürüyor, kafasın kaşıyor ve sürekli
-
" Bunun hesabını verecekler, bunun hesabını verecekler" diyordu.
-
" Bunun hesabını verecekler, bunun hesabını verecekler..."
-
Eğer tapınağımıza giren olursa, bizim orayı hayatımız pahasına koruyor olmamız gerekiyordu.
-
Tapınak kutsal bir yerdir ve işte bu kardeşler de, onlara öğretileni uyguluyorlardı.
-
Ve eminim ki, insanlar bir kilise polis istilasına uğrasaydı, sinirden çılgına dönerlerdi.
-
SAM YORTY, Los Angeles Belediye Başkanı:
-
" Bu durum bizim için süpriz olmadı. Biz bu grubu uzun süredir izliyorduk ve onların polis memurlarına
-
karşı gelmeleri ve bu sorunu çıkarmaları şaşırtıcı değil.
-
Başkomiser Parker, bizim bu grupla ilgili sorun yaşayacağımız konusunda bizi bir süre önce uyarmıştı."
-
Los Angeles Times gazetesi, olayı bir Müslüman isyanı ve "vahşi bir silahlı çatışma" olarak tanımlamıştı.
-
Ancak, ateşlenen silahların hiçbirinin Müslüman'lara ait olduğu hiçbir zaman kanıtlanamadı.
-
Malcolm kiliseleri ve vatandaşlık hakları organizasyonlarını arayarak,
-
polis şiddetine karşı beraber karşı koymayı talep etti.
-
MALCOLM X: "Şimdi unutmayalım ki, biz, Baptist olduğumuz için saldırıya uğramadık.
-
Biz, Metodist olduğumuz için saldırıya uğramadık.
-
Biz, Müslüman olduğumuz için saldırıya uğradık.
-
Biz Katolik olduğumuz için saldırıya uğramadık.
-
Biz, Amerika'daki siyahi insanlar olduğumuz için saldırıya uğradık. [alkışlar]
-
Size söylüyorum.. Onlar o arabalardan çıktılar
-
ve bizim, onları o tüten tabancalarıyla birlikte asmak
-
için yeterli sayıda şahidimiz var.
-
Başkomiser Parker da bunu biliyor, Belediye Başkanı Yorty de bunu biliyor,
-
şehirdeki tüm polis memurları da bunu biliyor!
-
Havaya uyarı ateşi açmadılar.
-
Uyarı ateşlerini, masum, silahsız, savunmasız Zencilere, yakın menzilden ateşlediler.
-
Ve iki kardeş sırtından vuruldu.
-
Bir tanesi, omzundan vuruldu.
-
Diğer ikisi,
-
afedersiniz, penislerinden vuruldu.
-
Ben size bir şey söyleyeyim ve size neden beyaz insanlardan
-
nefret ettiğimizi söylediğimizi, açıklayayım. Biz kimseden nefret etmiyoruz.Biz kendi insanlarımızı öyle çok seviyoruz ki
-
onlar, bizim insanlarımıza karşı haksızlık aşılayan insanlardan nefret ettiğimizi sanıyorlar.
-
Ronald Stokes'u öldüren, devriye polisi Donald Weese, ifadesinde, Stokes'un silahsız olduğunu bildiğini
-
ancak, Stokes'un ellerini tehditkar bir şekilde havaya kaldırdığını söyledi.
-
Sorgu hakiminin tamamen beyazlardan oluşan jürisi, 23 dakika boyunca karar odasında kaldı ve ölümün, haklı adam öldürme
-
olduğuna karar verdi. On dört Müslümanın, saldırı suçlamalarıyla yargılanmasına karar verildi.
-
Bunlardan on biri suçlu bulunarak, ceza evine gönderildi.
-
Biz, " Hiç bir zaman saldıran taraf olmayın,
-
ancak eğer biri sizi saldırırsa, diğer yanağınızı da dönmeyin" diyen bir gruptuk.
-
Doğu Yakası'ndan olmamalarına rağmen, ülkenin diğer taraflarından olmalarına rağmen,
-
gelip de o polis memurlarını öldürmeye hazır olan
-
Müslümanlar vardı.
-
Hem de, bunu yaparken kendilerinin ölme ihtimalleri olsa bile.
-
İşte, Müslümanların, vurulan kardeşleriyle ilgili hissettikleri hisler bu kadar kuvvetliydi.
-
Los Angeles camisindeki çatışma, Malcolm X ile
-
Elijah Mohammad'in arasındaki farklılıkları yüzeye çıkarmıştı.
-
Elçi, Allah'ın Stokes'un ölümünün öcünü alacağını söylüyordu,
-
ancak Malcolm adaletin mahkemelerce sağlanmasını istiyordu.
-
MALCOLM X: Eğer adil bir mahkeme şansı olsaydı,
-
zaten dava açılmasına bile gerek olmazdı.
-
Bu insanlar, polis kurşunlarının kurbanları.
-
Ve kurbanlar mahkemeye, suçlu olarak götürülmez.
-
Ateş edilen kişi, mahkemedeki kurbandır.
-
Ve işte, Los Angeles'ta hakkında dava açılması gereken de polistir."
-
Malcolm, Tanrı'nın beyaz insanları yok edeceği konusunda gittikçe daha az konuşmaya başlamış ve
-
onları mahkemeye çıkararak, suçluluklarını kanıtlayabilmekten
-
daha fazla bahseder olmuştu.
-
" Bu dünya kanunlarına göre, bu insanlar suçludur" inancı, bizim öğretimize uygun değildi.
-
Bizim öğretimiz, bizim ulvi insanlar olduğumuzu ve bizlerin Allah'ın
-
gücüyle korunduğumuzu ve bir gün dertlerimizden kurtulacağımızı ve Allah'ın gücüne sahip olacağımızı, söylüyordu.
-
İşte, o zamanlar bizim öğretimiz buydu!
-
Şehir güçleriyle daha fazla çatışma olmasını engellemek için,
-
Elijah Mohammad, Malcolm'u kendi evinde bir görüşmeye davet etti.
-
Elijah Mohammad ona kesin olarak dedi ki:
-
" Eğer sen davranman gerektiği gibi davransaydın,
-
eğer Allah inancın daha güçlü olsaydı, Ronald Stokes şimdi hayatta olurdu."
-
Ve işte söyledikleri bu kadardı.
-
Yani, onu fena paylamıştı.
-
Malcolm ise çıt çıkarmamıştı. "Yani, yapabileceğimiz bir şey yoktu"
-
falan bile dememişti. Yalnızca dinlemişti.
-
Bay Mohammad ona demişti ki,
-
" İşte kaybettiğimiz bir adam.
-
Ama, ben sana kimseyi kaybetmeyeceğimizi söylememiştim.
-
Bir ulusu kurarken bunlar olacaktır."
-
Sonra, devam etmişti: "Evet, haksızlardı. Ama ben kendi
-
takipçilerimi, gizlice ya da açık olarak
-
Los Angeles'taki insanlarla savaşmaya gönderirsem,
-
onlar orada katliama uğrarlar. Ve ben buna izin vermeyeceğim."
-
Malcolm bundan hoşlanmamıştı.
-
Malcolm her zaman " Müslümanlar hiç bir zaman haklarını aramaktan vazgeçmezler" derdi.
-
Şimdi, Harlem'de, Los Angeles'ta meydana gelenleri açıklaması gerekiyordu.
-
MALCOLM X: Ronald Stokes, Sayın Elijah Mohammad'ın
-
uzak takipçilerinden biri değildi, aslında o, en sıkı
-
takipçilerinden biriydi. Stokes, Los Angeles camisinin sekreteriydi
-
ve Mayıs ayındaki o toplantıda söylediğimiz gibi, bir çoğunuz
-
hemen oraya gidip, beyaz adama savaş açmamız gerektiğini düşünüyordunuz.
-
Böyle olsun istiyordunuz, değil mi?
-
DİNLEYİCİLER: Evet!
-
MALCOLM X: Öyle değil mi?
-
DİNLEYİCİLER: Evet!
-
MALCOLM X: Harekete geçmek istemiştiniz, değil mi?
-
DİNLEYİCİLER: Evet!
-
MALCOLM X: Çünkü beyaz adamların, siyahi insanları vurması fikri hoşunuza gitmiyordu, değil mi?
-
AUDIENCE: Hayır!
-
MALCOLM: Ve sizler, harekete geçmeye hazırdınız, değil mi?
-
DİNLEYİCİLER: Evet!
-
MALCOLM X: Bunu biliyoruz ve beyaz adam şükretsin ki,
-
Tanrı Sayın Elijah Mohammad'e, takipçileri üzerinde bir güç sağlamış bulunmakta.
-
Böylece herkes sakinleşebiliyor
-
ve kendine hakim olabiliyor ve onları Tanrı'ya havale edebiliyor."
-
Los Angeles'taki olayları takip eden aylarda,
-
Malcolm'un Elçi'ye olan inancı,
-
Elijah Mohammad'ın özel hayatına ilişkin dedikodularla, tekrar deneniyordu.
-
Malcolm ayda bir, Şikago'ya giderek, Elijah Mohammad'e para götürürdü
-
ve her zaman yan kapıdan girerdi.
-
İşte bir gün, yan kapıya geldiğinde,
-
kapıyı tokmaklayan üç genç kadınla karşılaştı.
-
" Aç kapıyı, aç kapıyı. Yemek alacak paramız yok. Çocuklarımızın, şuna, buna ihtiyacı var" diyorlardı.
-
O zaman hemen, oraya ait olmadığını hissetti.
-
Malcolm uzun bir süre boyunca, Elijah Mohammad'in,
-
altı sekretinden, sekiz çocuk sahibi olduğuna dair dedikoduları göz ardı etmişti.
-
İşte o zaman, Elçi'nin oğlu Wallace'a, gördüklerinin doğru olup olmadığını sordu.
-
Ben de ona, "Evet" dedim.
-
"Ben bunlardan haberdarım."
-
Sonra dedim ki: "Bazen görmek istemediğin bazı şeyleri görürsün,
-
ve aklında bunların üstünü örtersin."
-
Ve dedim ki, "Sekreterlerin babamla böyle ilişkiler içinde olduğunu,
-
ve çocukları olduğunu biliyorum.
-
Onun, bu çocukları kabul ettiğini gördüm ve bilincimde bir yerlerde,
-
onun böyle bir aileye sahip olduğunu biliyorum.
-
Ama bu durumla baş edecek kadar, kabullenmiş de değilim.
-
Hiç bir zaman, bununla baş edecek kadar, kabullenmedim."
-
Ulustaki bazı görevliler, Wallace Mohammad'i, babası hakkında dedikodular çıkarmakla ve ona karşı komplo kurmakla suçladılar.
-
Benim, Malcolm'a, babamın şahsi hayatına ait bilgi verdiğime ilişkin suçlamalar doğrudur.
-
Ancak ben bunu, Malcolm bana, bu duruma şahit olduğunu söyledikten sonra yaptım.
-
MALCOLM X: "Şimdi sizlere Allah'ın elçisi olan, sizin ve benim liderim ve öğretmenim,
-
Sayın, alçakgönüllü Elijah Mohammad'i sunmaktan
-
büyük zevk ve onu duyarım."
-
Malcolm dini lideri olan Elijah Mohammad'e kendini teslim etmişti
-
ve bunun haricindeki herşeye gözleri kördü.
-
O, kendisinin uygulamaya çalıştığı ibadetleri,
-
liderinin de uyguladığını düşünüyordu.
-
Ancak bunun doğru olmadığını fark ettiğinde,
-
kendine güvenini tamamen kaybetmişti."
-
Bu iki adam, halkın önünde sarılmaya devam ediyorlardı.
-
Ancak baş başalarken, şüphe, güvenin yerine almıştı.
-
Onların ilişkisi, Elijah Mohammad'in sağlığının bozulmasıyla birlikte, iyice karışık bir hal almıştı.
-
Malcolm'un popülerliği gittikçe artmaktaydı.
-
Birincisi, Bay Mohammad hastaydı, bronşiti vardı.
-
Bu yüzden Bay Mohammad mitinglere senede bir ya da iki kez katılabiliyordu.
-
O kadardı. Diğer tüm toplantılara, Malcolm katılıyordu.
-
Ulus'un tüm ülkede yayılmasını da Malcolm sağlamıştı.
-
Halk onu talep ediyordu.
-
Kimse Elijah Mohammad'in konuşmasını talep etmiyordu, herkes Malcolm'u istiyordu.
-
Doğal olarak, Malcolm, vatandaşlık hakları talepleriyle daha fazla haşır neşir oldu.
-
Ve onun öğretisi, Elijah Mohammad'i takip eden birinin öğretisinden daha çok,
-
vatandaşlık hakları için savaşan birinin öğretisi haline gelmişti.
-
1960'lar bize, İslam Ulusu'nun çizdiği beyaz adam imajının doğru olduğunu göstermişti.
-
Acımasız insan imajı; protestoculara karşı köpekleri salan,
-
yangın hortumları kullanan adam.
-
İşte, bütün bunlar İslam Ulusu'nun beyaz insanı suçlamasını kolaylaştırmış ve İslam Ulusu'nun ve Elijah Mohammad'in
-
temsilcisi olan Malcolm X'in
-
basının ve televizyon kanallarının dikkatini çekmesini kolaylaştırmış ve
-
o bu yollarla, doğru olduğunu düşündüğü, ırkların ayrı yaşaması alternatifini seslendirebilmişti.
-
Müslümanlar olarak, biz ayrılığın en iyi ve en mantıklı yol olduğuna inanıyoruz;
-
birleşmenin değil.
-
Ancak biz kendi insanlarımızın beyaz yobazlar, beyaz ırkçılar tarafından saldırıya uğradığını gördüğümüzde,
-
biz onların, kendilerini dövdürdükleri ve saldırıya uğramalarına göz yumdukları için,
-
kendilerini korumak için hiçbir şey yapmadıkları için,
-
enayice davrandıklarını düşünüyoruz.
-
Eğer bir köpek, siyahi bir adamı ısırıyorsa, siyahi adam köpeği öldürmelidir.
-
Bu köpek polis köpeği de olsa, av köpeği de olsa, ne tür köpek olursa olsun...
-
Eğer bir köpek, siyahi adam yalnızca hükümet tarafından onun olduğu söylenen bir şeyden
-
yararlanmak isterken, gözlerini ona dikip durursa,
-
o siyahi adam o köpeği ya da
-
o köpeği onun üzerine saldırtan iki bacaklı diğer köpeği öldürmelidir.
-
Malcolm konuştuğunda, ya da Müslüman din adamları konuştuklarında,
-
onlar, onları dinleyen tüm Zenci insanların hislerini dile getiriyorlar;
-
İnsanların hissettiği ve bu ülkede bunca senedir inkar edilen
-
tüm acıları dile getiriyorlar.
-
İşte, Malcolm'un dinleyicileri üzerinde böyle bir hükme sahip olmasının sebebi budur.
-
O, onların gerçekliğini doğruluyor.
-
Ben, bir inşaat alanındaki gösterilere katıldığımda,
-
sanırım 14 yaşındaydım.
-
Oradaki topluluk, iş gücünün birleştirilmesini talep ediyordu.
-
Sonra, Malcolm'un protestoyu seyretmeye geldiğini fark ettik.
-
Benim vardiyam bittiğinde, caddenin karşısına geçip, Malcolm'la konuşmaya gittim.
-
O sabah, onunla ateşli bir tartışmaya girdik
-
ve bana, çimento kamyonunun önündeki asfaltta
-
yatıyor olmamın, neden doğru olmadığını açıklamaya çalıştı.
-
Malcolm bana demişti ki, eğer bu insanlar siyahi insanları linç ettilerse,
-
çocukları öldürdülerse, onları köle olarak kullandılarsa, neden, birini daha
-
kamyonla ezmesinler ki? Ve dedi ki,
-
" Tabii ki, bunun bir kaza olduğunu söyleyeceklerdir.
-
'Hay, aksi. Ayağım kaymış' diyeceklerdir. Ama işte, sen yine de ölmüş olursun."
-
O gittiğinde ben yine yolun karşısına geçtim.
-
Gidip, protestocuların oluşturduğu hatta katıldım
-
ama tekrar kamyonun önüne yatmadım.
-
Bir gün Shabazz Frosti Kreem'in karşısında oturmuş,
-
Amerika'daki ırk ilişkilerinden bahsediyorduk.
-
Ve Malcolm bana dönüp, sordu : "Pek, senin çözümün nedir?"
-
Aslında o benim fikrimi sormuyordu,
-
yalnızca beni alt etmek istiyordu, sanırım.
-
O zaman, ben Dr. King'in fikirlerinin etkisi altındaydım.
-
Onun, renkli olmanın, kimse için bir engel oluşturmadığı, renk körü topluluğunu
-
destekliyordum. Rengin kaybolmadığı ama
-
kimse için bir engel de oluşturmadığı toplum anlayışını.
-
İşte o zaman Malcolm bana bir baktı ve dedi ki:
-
"Sen hayal kuruyorsun. Benim hayalciler için vaktim yok."
-
KENNETH CLARKE: Dr. King'in amacı, Zenciler için tam eşitlik
-
MALCOLM X: Hayır!
-
KENNETH CLARK: ve tam vatandaşlık hakları verilmesi.
-
MALCOLM X: Dr. Martin Luther King'in amacı, Zencilerin, onların ayrı, beyazların ayrı oturma yerleri olan bir restoranda
-
400 sene boyunca, onları ezmiş beyaz adamla yan yana oturuyor olmasıdır.
-
Dr. Martin Luther King'in amacı, onları 400 sene boyunca
-
ezmiş olan insanların affedilmesidir.
-
Bunu da, onları uyutarak ve beyazların onlara yaptıklarını unutturarak yapmak istemektedir.
-
Ama, Amerika'daki siyahi insanların büyük kısmı, Martin Luther King'i desteklememektedir.
-
Siz de makalelerinizden birinde bunun psikolojik olarak güvensiz olacağını
-
ya da benzeri bir şey söylemiştiniz. Şimdi tam olarak ne dediğinizi hatırlamıyorum.
-
Ama siz de, Martin Luther King'in yaptıklarını onaylamıyordunuz.
-
KENNETH CLARKE: Ben tam bütünleşmeye ve Amerikan vatandaşlarına tam eşitlik sağlayan haklar verilmesine karşı değilim.
-
Siz bu amaçlara karşı mısınız?
-
MALCOLM X: Eğer siz onun doğru yolda yürüdüğünden emin değilseniz,
-
onun doğru yere varacağından da emin değilsiniz demektir."
-
Biz, Malcolm'la çok yakınlaşmanın tehlikeli olacağının farkındaydık ya da böyle hissediyorduk.
-
Özellikle beyazlar hakkında, çok ağır şeyler söylüyordu
-
ve beyaz dünyayla barış içinde yaşamak isteyen bizler-
-
ki bir kısmımızın işleri beyaz topluluğun içindeydi- Malcolm'la çok fazla yakınlaşmak istemiyorduk.
-
KENNETH CLARKE: Ayrıca, bu hareketin nefret öğretisi yaydığı söyleniyor.
-
MALCOLM X: Hayır, bu ülkedeki siyahi insanlar, beyaz adamın elinde,
-
400 sene boyunca şiddet kurbanı olarak yaşadılar.
-
Ve bizler, bilgisiz Zenci hocaları takip ederek,
-
bizi ezen zalime, diğer yanağımızı da dönmenin, Tanrısal bir davranış olduğunu düşündük.
-
Ve bugün, Sayın Elijah Mohammad, bu ülkedeki siyahi insanlara göstermektedir ki,
-
bu dünyada nasıl beyaz adamlar ve diğer herkes Tanrı vergisi haklara sahipse,
-
doğal haklara, vatandaşlık haklarına ve kendini savunmaya geldiğinde, her türlü hakka sahipse,
-
işte siyahi insanların da, bizlerin de, kendini savunma hakkı olması gerekmektedir.
-
1963 Ağustos'unda, 250.000 Amerikalı, Vaşington'daki yürüyüş için toplanmıştı.
-
Malcolm bize gelip, Vaşington'daki yürüyüşten bahsetti.
-
Size Malcolm hakkında şunu söyleyebilirim ki, ne zaman bir şey anlatsa, bunu çok iyi destekleyebilirdi.
-
Elinde bir makale vardı ve dedi ki:
-
" Size anlatacağım. Ben neden bahsettiğimi iyi biliyorum."
-
Sonra da dedi ki, "Vatandaşlık haklarının faturasını kim ödüyor?
-
Melekler beyazdır."
-
Sonra da devam etti: " Siz kendi mücadelenizi, kendiniz vermelisiniz.
-
Ve bu mücadele sokaklarda başladı.
-
Ama siz bu mücadeleyi beyazlarla birleşerek verirseniz, mücadeleniz soğur."
-
Sonra, bu savını, içine süt koyduktan sonra soğuyan
-
bir bardak kahveye benzetmesiyle destekledi.
-
Malcolm'un yaptığı bu benzetmeler bazen komik olurdu
-
ama mesaj yerine ulaşırdı.
-
GLORIA RICHARDSON, Güney Vatandaşlık Hakları Lideri
-
Bizim organize ettiğimiz kişilerin çoğu Malcolm X'i duymuşlardı;
-
ona saygı duyuyorlardı ve onun konuşmalarını dinliyorlardı.
-
Yani o medyada yer aldığı her zaman,
-
konuşmasını dinleyebilmeye çalışıyorlardı. Ve insanlar problemlerini
-
anlayan biri olduğu için, bu problemlere karşı savaş verilmesini söyleyen biri olduğu için, kendilerini anlaşılmış hissediyorlardı
-
Ancak, sanırım bunun her zaman barışçıl şekilde olmayacağını da biliyorlardı.
-
Vaşington'daki yürüyüşten on dokuz gün sonra,
-
Birmignham, Alabama'daki 16. Cadde'deki Baptist Kilisesi'nin
-
Pazar okulunda bir bomba patlatıldı.
-
Yirmi kişi yaralanmıştı. Dört küçük kız ölmüştü.
-
Şimdi, bir kilisenin bombalanmasından ve dört küçük kızın öldürülmesinden bahsediyorsunuz..
-
Benim hatırladığım kadarıyla, ortaya çıkan kızgınlık ve bu konuda
-
hiçbir şey yapmama hissi, çok ağırdı.
-
Çoğumuzun huzuru kaçmıştı,
-
Malcolm'un da huzuru epey kaçmıştı,
-
bundan hiç bahsetmemişti ama
-
bizlerin, vatandaşlık hakları hareketi sırasında,
-
halkımız beyaz insanlar ve polis tarafından katledilirken
-
hiçbir şey yapmıyor olmamız, moral bozucuydu.
-
Harekete geçmemiz gerektiğini hissediyorduk.
-
MALCOLM X: Lincoln adında bir beyaz adam, sözde sivil savaşta
-
savaşarak ırk sorununu çözdü ama sorun hala duruyor.
-
Sonra, Kennedy diye başka bir beyaz adam geldi,
-
başkan adayı oldu ve Zencilere, eğer ona oy verirlerse, onlar için neler yapacağını söyledi.
-
Ve onlar da ona oy verdiler, yüzde 80 ona oy verdiler
-
ve işte üç senedir o da görevde ama sorun hala duruyor.
-
Polis köpekleri Birmingham, Alabama'da
-
siyahi kadınları, çocukları bebekleri ısırırken
-
Kennedy, herhangi bir federal kanunun çiğnenmemiş olmasından ötürü, bir şey yapamayacağını söylemişti.
-
Sonra Zencilerin sabrı taşıp, kendilerini savunmaya kalkınca,
-
Birminghamlı beyazların canına okuyunca,
-
Kennedy o zaman askerleri oraya gönderdi.
-
Ve o askerleri oraya gönderdiğinde,
-
beyazlar patlak verdiğinde mevcut olan kanunların aynısı,
-
siyahiler patlak verdiğinde de aynıydı.
-
İşte bu yüzden biz, beyaz adamın bizim problemimizi
-
çözebileceğine dair şüphe duyarken, geçerli sebeplere sahibiz.
-
Ve beyaz adamın dürüstlüğüne, içtenliğine dair şüphe duyuyorsak,
-
sizin de kabul etmeniz gerekir ki, bu sorun uzun
-
süredir burada ve beyazlar son 100 yıldır
-
aynı şeyi tekrarlayıp duruyorlar
-
ve sorun bugün çözüme, bundan 100 yıl önce olduğundan daha yakın değil.
-
Evet, o değişmişti.
-
Dini konularda konuşan birinden, milliyetçi birine dönüşmüştü ve ben ona,
-
(yani Malcolm'a) dedim ki, onu, o konuşma yaptığı ilk yıllarda da dinliyordum
-
ve şimdi de dinliyordum ve bir değişim gözlemliyordum.
-
O da "Nasıl bir değişiklikten bahsediyorsun?" dedi.
-
Ben de ona, " Sen ilk başlarda konuştuğunda,
-
söylediklerinin gerçekliği, tüylerimi ürpertirdi.
-
Şimdi, böyle hissetmiyorum."
-
O da, bana şöyle yanıt verdi. " Belki de,
-
artık sen dini hislerini veya ruhunu kaybetmişsindir."
-
Ben de ona, "Belki öyledir, ama, sana yine de nasıl hissettiğimi söylemek istedim" dedim.
-
Bir süre sonra, Elijah Mohammad'in ailesi
-
tarafından bazı eleştiriler gelmeye başladı.
-
Zaman zaman, Malcolm'un toplumda bu kadar
-
popüler olmasından rahatsızlık duyduklarını belirten şeyler söylemeye başladılar.
-
Çünkü artık herkes onu, baş sözcü olarak görmeye başlamıştı.
-
Baş sözcü olması sorun değildi ama çok tanınmaya başlamıştı
-
medya sürekli ona yoğunlaşıyordu.
-
Herkes, "Malcolm, Malcolm, Malcolm X, Malcolm X" diyordu,
-
ve Elijah Mohammad'in ismiyse gittikçe daha az anılır olmuştu.
-
Malcolm, İslam Ulusu içindeki kıskançlıklarla başa çıkabileceğine inanıyordu,
-
ancak onun, Elçi ile arasındaki gerginlik, Kasım 1963'te artık kendini gösterecekti.
-
Biz restoranda oturmuş, kahve içiyorduk.
-
Bir toplantıdaydık ve caminin kaptanı, Joseph'e
-
karısından bir telefon geldi.
-
Joseph, telefon kulübüsine gidip, eşiyle konuştu ve geri geldiğinde, şok olmuştu.
-
Karısının ona, Kennedy'nin öldürüldüğünü söylediğini, söyledi.
-
Malcolm birini gönderip bir radyo getirtti ve radyoyu fişe taktık ve
-
dinlemeye başladık. Radyo spikeri dedi ki:
-
" Tekrarlıyoruz. Başkan, Dallas, Teksas'ta vurulmuştur.
-
Şu anda durumunun ciddiyetini bilmiyoruz."
-
Malcolm, hemen dedi ki "İşte o şeytan öldü."
-
John F. Kennedy, süikasta uğramıştı.
-
Bay Mohammad, oğlunun Malcolm'u aramasını istedi.
-
Dedi ki, " Kardeşim, Dini lider Malcolm. Babam size şunu söylememi istedi-
-
ve biz aynı şeyi ülkenin her yerindeki temsilcilerimize söylüyoruz-
-
John F. Kennedy suikasta uğramıştır ve bizim kesinlikle
-
hakaret için bir yorum yapmamamız gerekmektedir.
-
Çünkü bu adam ABD başkanıdır ve insanlar onu seviyorlar."
-
Müslümanlar, New York Şehri'nde, Manhattan Center'da bir miting düzenlemişlerdi.
-
Miting günü, Elçi Malcolm'u arayarak, olayları ruhani yönünü ön plana çıkarması ve
-
Başkan'ın ölümünden bahsetmemesi gerektiğini hatırlattı.
-
Ancak Malcolm'un söyleyebileceklerinden ötürü endişeliydi.
-
Malcolm önceden hazırladığı bir konuşma metni üzerinden konuştu.
-
Kennedy'den açıkça bahsetmedi.
-
Ama sonra, sanki belasını ararcasına,
-
insanlara soru sorma hakkı verdi.
-
Normalde konuşmasını yapardı ve soru cevap kısmı olmazdı. Ama o gün, soru sorulmasını istedi.
-
Sonra, dünyadaki diğer liderleri sıralamaya başladı
-
ve bu liderlerin Amerikan hükümeti veya müttefikleri tarafından nasıl eziyete uğradığını anlatmaya başladı
-
ve işte bahsettiği insanların hayat hikayesi, Kennedy'nin başına gelenlerle kıyaslanmaya başlamıştı.
-
Demişti ki "Patrice Lumumba ölmüştü ve eşi dul kalmıştı.
-
Onun halkı, liderlerini kaybetmişti.
-
Ve Amerikan hükümeti işte burada bir rol oynamıştı."
-
İşte bu tür, Amerikan hükümetinin bulaştığı işleri
-
sıralamaya başlamıştı. Yani onun anlatmaya çalıştığı şey,
-
dünyanın geri kalanında bu tür şeyler yaparsanız, öyle bir durum, öyle bir ortam yaratırsınız ki,
-
işte o zaman, ettiğinizi bulursunuz.
-
O, böyle cevap verdiğinde çok şaşırmıştım.
-
Ve işte cevap verdi. Dedi ki,
-
" Biliyorum ki, bunu söyleyerek başımı belaya sokacağım,
-
ama benim anladığım kadarıyla, bu durum 'insan ettiğini bulur', dediğimiz duruma iyi bir örmektir."
-
John Ali, Ulusal Sekreter oradaydı ve işte
-
Bay Mohammad olanlardan bu sayede bu kadar çabuk haberdar oldu.
-
JOHN ALİ; İslam Ulusu, Ulusal Sekreter
-
Bu mesaj, Amerika'daki Müslüman'ların lideri olan,Elijah Mohammed'den bir mesajdır:
-
Dini lider Malcolm Shabazz, 1 Aralık Pazar günü, New York'taki Manhattan Center'daki mitingtedi konuşmasında,
-
Başkan John F. Kennedy'nin ölümüne dair yorumlarda bulunduğunda,
-
Müslümanlar adına konuşmamıştır.
-
Bu yorumlar kendine aittir ve Müslümanlar'ın tümüne ait değildir.
-
Ayrıca Lider Malcolm'ın halka hitap etmesi bir süreliğine yasaklanmıştır.
-
İslam Ulusu, öldürülen başkan için yas tuttuğunu resmen açıklarken,
-
bir yandan da ulusun liderliği, Malcolm X'e 90 gün boyunca konuşma yasağı verildiğini duyurmuştu.
-
Kendisi hiçbir konuşma yapmayacak ve basınla irtibata geçmeyecekti.
-
Biz o zaman bir sürü Kennedy haberi yayınlıyorduk ve o zaman
-
Malcolm'un konuşma yasağı üzerine de ufak bir haber yapılacaktı.
-
Ben telefonu açarım,
-
o bana bir cümle söyler ve görüşmemiz sonlanır, sanıyordum.
-
Ama bu sefer, o beni telefonda tahmin ettiğimden daha uzun süre tuttu.
-
Ve sesi üzgün geliyordu, endişeli geliyordu.
-
İşte ilk defa, çok çok güçlü olduğunu düşünmeye alışkın olduğum
-
bu adamda bir zayıflık görmüştüm.
-
Gazeteler, İslam Ulusu içinde güç savaşı olduğunu tahmin ediyorlardı.
-
Sonradan öğrenildi ki, Malcolm ve Elijah Mohammad arasını
-
iyice açmak için, bu hikayeleri gazetelere, FBI veriyordu.
-
Yalnız ve yorgun Malcolm, Cassius Clay'in, Sonny Liston'a karşı
-
dövüşeceği şampiyonluk maçının gerçekleştirileceği, Miami'ye aldığı daveti, kabul etti.
-
Her ne kadar ulusun bir üyesi değilse de, Clay
-
son iki senedir Müslüman tapınakları ziyaret ediyordu.
-
Ve Malcolm'dan da, onu Liston'a karşı dövüşeceği maçından önce, onu zihinsel olarak hazırlamasını istemişti.
-
ATTALLA SHABAZZ, Kızı
-
Benim ailem için Florida'ya gitmek balayı gibiydi,
-
anne babam, bu tatilden balayı olarak bahsederlerdi.
-
Tabii ki, onlar için bizim ailecek bir araya gelmemiz ve oraya aile olarak gitmemiz, çok önemliydi.
-
Bizim için, beraberce vakit geçirebilmek için bir fırsattı,
-
Ama anne ve babam için, babamın deyişine göre,
-
Florida tatilimiz, onların evlendikten beri, gerçekten ilk defa baş başa kalabildikleri ilk seferdi.
-
Malcolm, Ulus'a, Cassius Clay'i dahil ederek, kendisinin de tekrar kabul edilmesini talep etti,
-
ancak Ulus'un üst seviyesindekiler, Malcolm'un teklifini kabul etmediler.
-
Amerika'nın çoğunluğu gibi, onlar da genç boksörü, Liston'u yenme şansı çok düşük olan, palavracının biri olarak görüyorlardı.
-
Malcolm, Clay, eski şampiyonun gücünü azar azar tüketirken, maçı en ön koltuktan seyrediyordu.
-
Yedinci raundun başında, paralanmış Liston, köşesinde yığılıp kalmıştı.
-
Clay, yeni dünya ağır siklet şampiyonu olmuştu.
-
Peki, bize yedinci raunda ilişkin bir şiir yazar mısın?
-
O cennete gitmek istediydi. / Onu alt ettiğim raund yediydi.
-
Onu, yednci raundda yere serdin.
-
CASSIUS CLAY: Ben dünyanın kralıyım!
-
Dur, dur, dur.
-
CASSIUS CLAY: Ben daha yakışıklıyım. >> SPİKER: Dur, o kadar da yakışıklı değilsin. >> CASSIUS CLAY: Çok fena bir adamım. >> SPİKER: Dur, dur.
-
Dünyayı yerinden oynattım! Dünyayı yerinden oynattım!
-
Cassius'un Miami'deki zaferi hakkında ne düşünüyorsun?
-
Harika bir zaferdi. Kendisinin en iyi olduğunu kanıtladı.
-
Siz dövüş sırasında neredeydiniz?
-
Ben salondaydım, müsabakayı seyrediyordum.
-
Ring kenarında mıydınız?
-
Evet, ring kenarında. Yedi numaralı koltuktaydım.
-
Ulus'un liderliği, Malcolm'u es geçerek, direk olarak Clay'i aradılar.
-
Genç şampiyonu İslam Ulusu'na kabul ettiler ve
-
Kurtarıcı'nın Günü'nde düzenlenen senelik toplantılarında, onun yeni ismini, Muhammad Ali'yi, duyurdular.
-
Malcolm bu toplantıya davet edilmemişti.
-
Elijah Mohammad, onun yerine,
-
Malcolm'un eski öğrencisi, Boston'lu din hocası, Louis X'in geçtiğini duyurdu.
-
" Ve işte, hayatım boyunca uğruna savaştığım ve tanışmayı arzuladığım kişiyle tanışacaktım."
-
Malcolm Hoca, dürüsttü.
-
İçtendi. Kendini, Afro-Amerikan halkının durumunu iyileştirmeye adamıştı.
-
Ve işte Şikago'da, kendini, kendi durumunu iyileştirmeye adayan,
-
görevli bir grup insan daha vardı.
-
Malcolm onları para çalmakla, pahalı takılar satın almakla, kürkler satın almakla suçladı.
-
Onları, İslam Ulusu'nu, suç çetesine çevirmekle suçladı.
-
İslam Ulusu'nda, iyi yerlere sahip kişilerin bir çoğu Malcolm tarafından eğitilmişti.
-
Bazıları, Malcolm sayesinde hayatını düzene sokmuştu.
-
Ancak sahip oldukları o küçük pozisyonları sevdiler.
-
Ve Ulus'un içinde, gözünü bir numaralı adam olmaya dikmiş kişiler de vardı.
-
Eğer Elijah Mohammad ölseydi ve yerine Malcolm X geçseydi
-
Malcolm'un ilk yapacağı şey, biraz temizlik yapmak olacaktı.
-
Para bozanları, tapınaktan kovacaktı .[ İsa'ya gönderi yapılmış]
-
Yani onların planı, yaşlı adam vefat etmeden ÖNCE, Malcolm'dan kurtulmaktı.
-
8 Mart 1964'te, Malcolm, İslam Ulusu'ndan ayrıldığını duyurdu.
-
Kendisini, Ulus'un dışında da takip edenler için,
-
'Birleşmiş Müslüman Camii' adında yeni bir dini organizasyon kurmuştu.
-
Ancak Malcolm, rakip bir cami kurmanın, Elijah Mohammad'e direk bir meydan okuma olarak görüleceğini biliyordu.
-
İşte bu oturduğumuz odaya gelmişti ve oraya oturmuştu. Sonra onunla konuşmuştuk.
-
Öncelike erkenden geldiğini ve evin etrafında
-
bir kaç tur attığını, söylemişti.
-
Tam olarak zamanında varmak istediğini söylemişti ve gerçekten de tam zamanında buradaydı.
-
Biz oturduk ve dinledik. Bizim hiçbir sorumuz yoktu.
-
Biz, acının nereden kaynaklandığın biliyorduk.
-
Ne olduğunu biliyorduk.
-
Ve sanki onun tek ihtiyacı olan, dert yanmaktı, bu yzüzden biz de onun konuşmasına izin verdik.
-
O, ceza evinde geçirdiği vakitten bahsetti.