-
[sakin caz müzik]
-
Derinizin renginden nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Saçınızın yapısından nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Size, burnunuzun şeklinden, dudaklarınızın şeklinden nefret etmeyi kim öğretti ?
-
Baştan aşağı, taa tabanlarınıza kadar nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Kendi türünüzden nefret etmeyi kim öğretti size?
-
Size, birbirinizin yanında olmayı istemeyecek kadar
-
ait olduğunuz ırktan nefret etmeyi kim öğretti?
-
Sizler Bay Mohammad'in nefret öğretip öğretmediğini sormadan önce,
-
kendinize sormalısınız: size, Tanrı'nın yarattığı şeklinizden nefret etmeyi kim öğretti?
-
Bizler, siyahi insanlar, ya da bizi adlandırdıkları şekilde, 'zenci'ler,
-
gerçekten özgür olduğumuzu sanıyorduk.
-
Ancak bilinçaltımızda, kurtulduğumuzu sandığımız o zincirler hala duruyordu
-
Ve bizi hayatın bir çok alanında, gerçekten motive eden şey,
-
beyaz adam tarafından sevilme arzumuzdu.
-
Malcolm, bu aşağılık hissin yok etmek istiyordu.
-
Bunun, acı vereceğini biliyordu.
-
İnsanların, bu yüzden onu öldürebileceğini biliyordu,
-
ama bu riski almaya cesaret etti.
-
O, kendi zamanındaki liderlerin söylediklerinden daha üstün bir şey söylüyordu.
-
Diğer liderler, onlara zulmedenlerin evine girmek için yalvarıyorlarken,
-
Malcolm, size kendi evinizi inşa etmenizi söylüyordu.
-
Afro-Amerikanlar için, korkuyu kovdu.
-
Dedi ki: "Ben, sizin düşüncelerinizi sesli olarak söyleyeceğim."
-
Ve dedi ki, " Bakın, insanlar bizi duyacaklar ve bize zarar vermeyecekler, tamam mı?
-
Ancak, bunu toplumun tümüne söylemeyeceğim." *********
-
İşte bunları, çok güçlüce söylüyordu, erkekçe söylüyordu,
-
" Sizin bunca yıldır düşündüklerinizi dile getirmekten korkmuyorum" diyen bir tarzla söylüyordu.
-
Ve işte, biz onu bu yüzden sevdik.
-
Bunları yüksek sesle söyledi, kapalı kapılar ardında değil.
-
Bizim adımıza, Amerika'yla savaştı.
-
Ben, bir Müslüman olarak, beyaz adamın yeterince zeki olduğuna inanıyorum.
-
Eğer kendisini, Siyahi insanların aslında nasıl hissettiğini fark ettirirsek,
-
ve sürekli taviz vermemizi gerektiren, o eski tatlı dilli konuşmasından nasıl bıktığımızı bilse.
-
Ama işleri zorlaştıran siz kendinizsiniz.
-
Beyaz adam, siz o tatlı dilli konuşmaları sürdürdükçe, siz doğru söylüyorsunuz zannediyor.
-
Çünkü o sizi buraya getirdiğinden beri, onunla tatlı dille konuşuyorsunuz.
-
Tatlı dili bırakın!
-
Ona nasıl hissettiğinizi söyleyin!
-
Ona azarlanmaktan bıktığınızı söyleyin. Ona, eğer kendi evini kendisi temizlemeye hazır değilse,
-
o zaman ev sahibi olmamasını söyleyin! [dinleyiciler: Evet, doğru!] O zaman o ev yansın, kül olsun...
-
[alkışlar]
-
[davul ve vokal eşliğinde Afrika müziği]
-
Harlem'in bu sokak köşelerinde, bu yüzyılın büyük bir kısmında, Siyahi insanlar kültürlerini anmış
-
ve Amerika'daki ırk konusunu tartışmışlardır.
-
İşte, Malcolm burada, Harlem'in umuduna ve kızgınlığına ses veren sokak konuşmacılarına katılmıştır.
-
Ben ulusalcılık dersi verdim ve bu demek ki ben, bu beyaz adamın ülkesinden dışarı çıkmak istiyorum çünkü ırklar arası
-
birleşme hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Siz hayatta olduğunuz sürece, asla
-
beyaz adamın sistemine dahil olmayacaksınız.
-
100. ve 25. caddelerin köşesi ile, Yedinci Bulvar,
-
siyahi sokak konuşmacılarının eylem merkezi haline gelmişti.
-
Malcolm buraya geldiğinde, onun kendine ait bir köşesi yoktu. [New York Şehri, devriye polisi]
-
İşte o zaman, tabiri caizse, üssünü, Elder Michaux'nun kitapevi'nin önüne kurmuştu.
-
Malcolm o küçük sahneye çıktığında, ilk dört beş dakika konuşamazdı.
-
Dinleyenler ona öylesine bir tezahurat yaparlardı ki,
-
o orada bekler, hakkı olan bu övgüyü kabul ederdi.
-
İşte sonra konuşmaya başlardı.
-
Bay Mohammed'in nefret öğretmeni olduğunu söylüyorlar,
-
çünkü sizin uyuşturucudan ve alkolden nefret etmenize sebep oluyor.
-
Bay Mohammed için, bir 'Siyahi Üstüncüsü' diyorlar,
-
çünkü o size ve bana, bizim beyaz adam kadar iyi olduğumuzu değil,
-
ondan daha iyi olduğumuzu, söylüyor.
-
Evet, beyaz adamdan daha iyi.
-
Sizler beyaz adamdan daha iyisiniz.
-
Ve bu herhangi bir cümle değil.
-
Bu, beyaz adamla eşit olduğumuzu söylemiyor yalnızca.
-
O kim ki, biz onunla eşit olmaya çalışalım?
-
Onun cildine bakın.
-
Siz kendi cildinizi onunkiyle kıyaslayamazsınız.
-
Sizinkisi, onunkinin yanında altın gibi kalır.
-
Bizim, beyaz insanlara hayran olduğumuz bir zaman vardı.
-
Onların güzel olduğunu düşünüyorduk, çünkü biz kördük, akılsızdık.
-
Biz onları, oldukları gibi göremiyorduk.
-
Ama sayın Elijah Muhammed geldi ve bize İslam dinini öğrettiği,
-
bizi temizledi ve böylece biz kendi gözlerimizle
-
o silik renkli şeyi, gerçekten olduğu gibi görebiliyoruz.
-
Değersiz, silik bir şey olarak.
-
Ben onu dinleyince, o toplantının hissi içimde kaldırdı.
-
Onu bir kere dinlendiniz mi, [Harlem sakini]
-
eskiden olduğunuz yere asla dönmezdiniz.
-
Pozisyonunuzu değiştirmeseniz bile, en azından gözden geçirirdiniz.
-
Biz, bizim şeytan olduğumuzu duymaya alışkın değildik. [Gazeteci]
-
Ve bizim harika kuzey şehirlerimizde, aslında bizim de zulum uygulayıcılar olduğumuzu.
-
O, sessiz bir grup siyahi insanı temsilen konuşuyordu
-
***** Ve işte bu savaş demekti.
-
Sahneden indiğinde, ben de dinleyicilerin arasından sıyrıldım [Harlem aktivisti]
-
ve ona doğru yürüdüm. Tabii ben ona yaklaştığımda, bodyguard'ları
-
öne doğru atıldılar ama o, onları ittirdi.
-
Onun karşısına dikildim ve elimi uzattım.
-
Dedim ki: "Dediklerinin bir kısmı çok hoşuma gitti. Bütün söylediklerine katılmıyorum ama bir kısmını çok sevdim."
-
O da bana baktı ve elimi kibarca tutarak,
-
"Bir gün bana katılacaksın, Kızkardeşim. Bir gün katılacaksın."
-
Mesajını netleştirmek için, Malcolm kendi hayatını, tüm Siyahi Amerikalılar'a örnek teşkil etmesi için kullandı.
-
Hayatını hikayeleştirerek tavsiyelerde bulundu.
-
Sonra, hayat hikayesini Alex Haley'le birlikte yazarken de,
-
Hayatının, gelecekte nasıl yorumlanacağına ilişkin söz sahibi olmak istedi.
-
Ben, onun kendinden bahsederken kullandığı bir tabirden çok etkilenmiştim. [otobiyografi yazarı]
-
Derdi ki, "Ben karşılaştıklarımın hepsinin bir parçasından oluşmaktayım."
-
Yani, hayatının erken yıllarında karşılaştığı şeyler,
-
ona şu ya da bu şekilde bir beceri kazandırmıştır ve
-
bu beceriler Malcolm'un kişiliğini oluşturarak, onun İslam halkı için bir temsilci olmasını sağlamıştır.
-
Siz Omaha'da doğmuştunuz, değil mi?
-
Evet, efendim.
-
Sonra, siz bir yaşındayken aileniz Omaha'yı terk etmişti?
-
Sanırım bir yaşındayken.
-
Neden Omaha'dan ayrılmışlar?
-
Benim anladığım kadarıyla, Klu Klux Klan, Omaha'daki evlerinden birini yakmış.
-
Orada çok Klu Klux Klan aktivitesi varmış.
-
Eminim, bu olay ailenizi çok mutsuz etmiştir.
-
Mutsuz değilse de, güvensiz hissettirmiş.
-
O halde, sizin şahsi olarak, önyargılı
-
bir fikriniz olmalı.
-
Yani, bu olaya, geniş, akademik bir bakış açısıyla bakamazsınız, değil mi?
-
Ben buna katılmıyorum çünkü Omaha'da başımıza gelen o olaydan sonra,
-
Lansing, Michigan'a taşındığımızda, evimiz tekrar yakıldı.
-
Hatta, babamı Klu Klux Klan öldürdü.
-
Ve, buna rağmen, kimsenin beyaz insanlarla benim kadar iç içe yaşadığını sanmıyorum.
-
Kimsenin benim kadar, beyazların oluşturduğu toplumlarda benim gibi yaşadığını sanmıyorum.
-
Biz, mahalledeki tek siyahi çocuklardık. [En büyük abisi]
-
Bizim evin arkasında ormanlık bir alan vardı.
-
Beyaz çocuklar bizim eve gelirler ve sonra da ormana oyun oynamaya giderdik.
-
Malcolm derdi ki "Hadi, Robin Hood oynayalım".
-
O zaman, Robin Hood oynamaya oraya giderdik.
-
Ve Robin Hood, Malcolm'du. [kahkaha atar]
-
Bu çocuklar da bunu kabul ederlerdi.
-
Malcolm, Earl ve Louise Little çiftinin en açık tenli olduğunu söylemişti.
-
Ve tenindeki açıklığın, annesinin annesine tecavüz eden beyaz adamı hatırlattığını söylemişti.
-
1929'da, Malcolm dört yaşındayken, marangoz ve rahip olan babası,
-
aileyi Lansing, Michigan'a taşımıştı.
-
Lansing küçük bir şehirdi ve siyahiler şehrin batı tarafında yaşamaktalardı.
-
Malcolm ve ailesi, şehrin dışında yaşamışlardı [çocukluk arkadaşı]
-
ve yaklaşık iki hektarlık bir araziye küçük bir eve sahiptiler.
-
Bu yüzden, bir çeşit çiftçi ailesi olarak görülüyorlardı.
-
Little ailesi taşındıktan üç ay sonra, beyaz komşular onları evlerinden çıkarmak için yasal yollara başvurdular.
-
Bölge hakimi, tarım bölgesinde, yalnızca beyaz insanların yaşayabileceği yönünde karar kıldı.
-
Ancak Earl Little taşınmayı kabul etmedi.
-
Michigan'daki Klu Klux Klan üyeliği, Mississipi'dekinin beş katı kadardı; 70.000 kişiydi.
-
Malcolm'un ailesi için, husumet hayatlarının bir parçasıydı.
-
Evde herkes uyuyordu sonra birden, kocaman bir "buum!" sesi duyduk.
-
Uyandığımızda her yerde yangın vardı ve herkes duvarlara ve birbine çarpıyordu.
-
Benim hatırlardığım annemin bize,
-
"Kalkın, kalkın, kalkın, ev yanıyor, dışarı çıkın." Ben bu kadarını tamamen hatırlıyorum.
-
Annemin bağırışlarını, babamın bağırışlarını duyuyordum.
-
Hepimizin ayıldığından emin olup, bizi dışarı çıkardılar.
-
Ev kül olmuştu. İtfaiye ya da herhangi bir yardım gelmemişti. Her şeyimiz tamamen yanmıştı.
-
Malcolm'un babası Earl Little, yerel beyazları, evini yakmakla suçladı.
-
Polis, Earl'ü suçladı ve onu sonra, kundakçılık şüphesiyle tutukladı. Hakkındaki suçlamalar sonra düşürüldü.
-
Bizim büyüdüğümüz şehirde, bize "kendini beğenmiş zenciler" derlerdi, ya da
-
" şehrin güneyinde yaşayan ukala zenciler" derlerdi. O zamanlar, eğer beyaz biri size "ukala zenci" derse,
-
bu, " Salak olmadığı için, dikkat edilmesi gereken zenci" anlamına geliyordu.
-
Babam bağımsız bir adamdı. Kimsenin onu beslemesini istemiyordu.
-
Kendi yemeğini kendi üretmek istiyordu. Çocukları üzerinde kimse söz sahibi olsun, istemezdi.
-
Söz onun olsun istiyordu ve söz sahibiydi de. O hep
-
Marcus Garvey'in düşüncelerini tekrar ederdi. Siyahi insanların kendi hayatlarını düzenlemelerini
-
ve kimseye sorun yaşatmadan, birbirleriyle işbirliği yapmalarını
-
ve beraberce durumlarını düzeltmeye çalışmaları gerektiğini söylerdi.
-
Ama o günlerde bunu bile yapsanız, hala sorun çıkarıyorsunuz, demekti.
-
1920'lerde siyahi bir ulusalcı olan Marcus Garvey,
-
siyahi Amerikalıların, beyaz toplumdan bağımsız olan bir ulus kurmalarını söylüyordu.
-
Yüzbinlerce üyesi olan, Garvey'in, Birleşik Zenci Kalkınma Birliği (UNIA), Afrika ülkeleriyle daha yakın olmayı hedefliyordu.
-
UNIA'nın kendi bayrağı vardı, kendi ulusal marşı vardı ve Afrika'da, kendi ülkesindeki ve yurt dışındaki zencileri kollamaya
-
yemin etmiş bir ordusu vardı. ABD Federal Araştırma Bürosu, Garvey'i, " öncü Zenci eylemcilerden biri" olarak adlandırmıştı.
-
Federal hükümet 1927'de onu ülke dışı ettiyse de, Malcolm'un ailesi, Garvey taraftarı olarak kalmışlardı.
-
Earl, birliğe yeni üyeler katıyordu.
-
Louise, Garvey gazetesi için yazılar yazıyordu.
-
Bize "The Negro World" [Zenci Dünyası] isimli, Garvey gazetesini okuyan, annemdi.
-
Ayrıca, bizimle bağımsız olmamız konusunda konuşan da oydu.
-
Bizim kendimizi 'Zenci' ya da 'Nigger' olarak adlandırmamamızı,
-
bizlerin siyahi olduğunu ve kendimizi 'siyahi' olarak adlandırmamızdan gurur duymamız gerektiğini, söylerdi.
-
Sizin gerçek isminiz nedir?
-
Malcolm. Malcolm X.
-
Bu sizin yasal isminiz mi?
-
Benim bildiğim kadarıyla, yasal ismim.
-
Bana, babanızın soyadını söyleyebilir misiniz?
-
Babam kendi soyadını bilmiyordu.
-
Babam soyadını dedesinden almış, dedesi de kendi dedesinden, o da bunu kölelik ettiği efendisinden almış.
-
Bizim kendi isimlerimiz yok edilmiş.
-
Peki, kölelik esnasında,
-
herhangi bir soyadınız var mıymış?
-
Aile kütüğünüzün herhangi bir yerinde kullanılan bir soyad var mıydı, ve varsa bu neydi?
-
Benim atalarımın soyadları,
-
Evet?
-
onlar Amerika'ya getirilip, köle yapıldıklarında, onlardan alınmış.
-
Ve sonra onlara efendilik eden kişinin soyadları onlara verilmiş. İşte biz bu ismi reddediyoruz ve ...
-
Yani, siz bana babanızın kabul edilen soyadını söylemeyeceğinizi mi söylüyorsunuz?
-
Ben bu adı hiç bir şekilde benimsemiyorum.
-
Eylül, 1931
-
Annesi bir gün sezgileriyle kötü bir şey olacağını sezdiğinde, Malcolm altı yaşındaydı.
-
Evdeydik ve akşam yemeğimizi yemiştik.
-
Annem Wesley'i, en küçük kardeşimi tutuyordu.
-
Sanırım onu emziriyordu çünkü masadaydı. Ve bebek
-
kucağında, masada uyuyakalmıştı.
-
Sonra babam kalktı, yatak odasına gidip elini yüzünü yıkadı. Şehre gidip, para alacaktı.
-
Annem o zaman uyandı ve dedi ki: "Earl, Earl. Şehir merkezine gitme."
-
Ve şöyle devam etti "Eğer gidersen, geri gelmezsin."
-
O gece saat 11 sularında, Earl Little, Lansing şehrinin kuytu bir yerinde,
-
vücudu tramvay tekerlekleri tarafından neredeyse ikiye kesilmiş olarak bulundu.
-
Polis, Earl Little'ın ölümünün bir kaza olduğunu söyledi.
-
Bu mesele o zaman netliğe kavuşmamıştı.
-
Earl Little'ın tramvay kazası geçirdiği değil de, tramvayın altına ittirildiğine inanılıyordu.
-
Doğrusu,
-
ben insanların tam da böyle dediklerini hatırlıyorum.
-
O, tramvayın tekerlekleri altına ittirilmişti.
-
Babamın ölümü, ailede
-
büyük bir şok yarattı.
-
Çünkü o güçtü.
-
O kuvvetti.
-
Biz bir düzen içindeydik;
-
ailemizin belirli bir yapısı vardı.
-
Okuldan çıkınca,
-
ben, erkek kardeşlerim, kız kardeşlerim
-
hemen eve gelir ve işe koyulurduk.
-
Bahçede çalışırdık, tavuk kulübesini temizlerdik ve akşama hazırlık yapardık.
-
Sonra da sabah kalkar, yine aynı şeyleri yapardık.
-
Suyu pompalar, eve getirirdik.
-
İşte bütün bunları Babam hayattayken yapardık.
-
Çünkü yapmazsak, kırbaçlanırdık.
-
Bu yüzden disiplinliydik.
-
Ama babam öldürüldükten sonra,
-
annem benim ya da Malcolm'un koştuğu kadar hızlı koşamadığı için,
-
bizler, babam hayatta olsaydı yanımıza kar kalmayacak
-
bir çok şey yapma fırsatı bulduk.
-
Yani gittikçe gevşedik.
-
Louise Little, Büyük Buhran sırasında yedi çocuğunu yetiştirirken çok zorluk çekti.
-
Hiç bir geliri yoktu. [en küçük kız kardeş]
-
Ara sıra iş sahibi olurdu.
-
Çok gururlu bir kadındı.
-
Büyük gurura sahipti.
-
Bazen bir şeyler satardı. İnsanlara eldiven örerdi.
-
Yalnızca devlet yardımına muhtaç olmamak için, bir çok ek iş yapardı.
-
Ona, ne yapıp, ne yapamayacağını söylemelerinden nefret ederdi.
-
İşte, onu en çok mahveden şeylerden biri buydu.
-
Zaman içinde, onun eriyip gittiğini görüyordunuz.
-
[hüzünlü caz müzik]
-
Malcolm ergenliğe girme yolundayken, yedi yıl boyunca,
-
annesi ailesinden gittikçe daha da uzaklaştı.
-
1938 senesinde, Noel'den iki gün önce,
-
Louise Little paranoya teşhisiyle Kalamazoo Devlet Hastanesi'ne gönderildi.
-
Bir gün okuldan geldim ve annem yoktu.
-
Evin boş olduğunu hiç hatırlamıyorum çünkü annem bizi hiç terk etmemişti.
-
Ve her gün, onun yokluğunun acısını hissettim.
-
Başta, yalnızca bir kaç hafta olacaktı.
-
Öyle sanmıştık.
-
İyileşip, eve geri gelecekti.
-
Ama bu durum senelere döndü.
-
Louise Little, bundan sonraki 26 sene boyunca, Kalamazoo'da kaldı.
-
13 yaşındaki Malcolm, mahkeme kararıyla ailesinin parçalandığına şahit oldu.
-
Küçük çocuklar Lansing'teki koruyucu ailelere verildi.
-
Malcolm da 10 mil ötedeki bir beyaz mahalleye gönderildi.
-
Geçmişte, beyaz adamın sahip olduğu
-
en önemli silah, parçalayıp, fethetmek, olmuştur.
-
Eğer ben elimi alıp, size tokat atarsam,
-
bunu hissetmesiniz bile.
-
Parmaklarım ayrı olduğundan, yalnızca birazcık canınız yanar.
-
Ama size gününüzü göstermek için yapmak gereken yer, alıp bu parmakları birleştirmektir. [elini yumruk yapar]
-
O, Michigan'da, sekizinci sınıf öğrencisiyken,
-
sanırım sınıfındaki tek siyahi öğrenciydi ve okulundaki nadir siyahi öğrencilerden biriydi ve
-
tüm 'A' olan, harika bir öğrenciydi. [Biyografi yazarı]
-
Yani, o
-
sekizinci sınıftaki arkadaşlarının tümünün beyaz olmasına rağmen
-
sınıf başkanı bile olmuştu.
-
Bunları başarabilmesi için, epey olağanüstü olması gerekmekteydi.
-
Sonra tabii, okulu terk edip, Roxbory, Massachusetts'e giden ve
-
tabiri caizse, 'dolandırıcılık'la ilk tanışmasını yaşayan kişi de yine Malcolm'du.
-
[neşeli caz müzik]
-
Ben o zamanlarda, Roxbury'de kendimi 'küçük dolandırıcı' olarak adlandırırdım.
-
Ve işte o zamanlarda,
-
Malcolm X Boston'a gelmişti ve üzerinde çok havalı bir takım elbise vardı, geniş kenarlı bir şapkası vardı ve
-
dizlerine kadar gelen bir mont ve bileklerine kadar gelen bir zincir takmıştı.
-
Ben öyle bir giysiyi en son, Cab Callowy sahnede gösteri yaparken görmüştüm.
-
Şimdi, Malcolm Lansing'ten ayrıldığında,
-
üzerinde sade, eski bir takım elbise vardı.
-
Benim deyimimle,
-
"beyaz adam takımı".
-
Ama Boston'dan döndüğünde, aman Yarabbi,
-
Malcolm'un üzerinde afilli bir takım elbise, geniş kenarlı bir şapka
-
ve ta ceketinin yakasından aşağı sarkan bir zinciri vardı.
-
Tüm mahalle onu konuşuyordu.
-
Herkes Malcolm'dan bahsediyordu.
-
[dans müziği]
-
İşte o yerde dansederken, havada süzülürken,
-
giydiği o pantalonlar da, balon gibi havada süzülüyordu.
-
Bir de o montunu giydi mi, kanat gibi oluyordu.
-
O kocaman şapkasıyla ve sallanan zinciriyle, dans ediyordu, oradan oraya uçuyordu.
-
Ve işte kızlar ona deli oluyorlardı.
-
[neşeli müzik ve vokal]
-
Boston'da ona, "New York Red" [New Yorklu Kırmızı] diyorlardı.
-
New York'ta ise, ona "Detroid Red" [Detroitli Kırmızı] diyorlardı.
-
Saçını hep düzleştirirdi.
-
Saçı kızıl renkliydi ve onun Billie Holiday'le ve zamanında
-
siyahi dünyada ünlü olmaya başlamış bir çok kişiyle fotoğrafları vardı.
-
Malcolm, Boston, New York ve Washington D.C. arasında hizmet veren New Haven Demiryolu'da, mutfak görevlisi olarak
-
çalışıyordu. 1942'de Harlem'e taşındı ve 17 yaşındayken, sabaha kadar açık olan kulüplerde ve dolandırıcılık yapan insanlarla takılmaya başladı.
-
Sonunda öyle bir noktaya geldi ki, şöyle dedi:
-
" Kapıcılık yaparak, trenlerde sandviç satarak ve ayakkabı cilalayarak, bu hayatta başarılı olamazsınız."
-
"Bir yerlere gelemezsiniz."
-
O, dolandırıcı olarak tanınıyordu. Evet sokak adamıydı,
-
ama dolandırıcı değildi.
-
Evet düzenbazdı, evet, üçkağıtçıydı.
-
Ona bu konuda yetenekli olduğunu söylüyorlardı.
-
Geceleri beyaz adamlar gelip de siyahi kadınlarla beraber olmak istediğinde,
-
o, onlara kadın ayarlıyordu.
-
Eğer kaçak viski arıyorlarsa, o nereden bulunur, biliyordu.
-
Eğer uyuşturucu arıyorlarsa, o, nereden bulunur biliyordu.
-
O insanların neye ihtiyaçları olduğunu öğrenmeyi beceriyordu ve sonra da bir yerlerden getiriyordu.
-
Bu işlerin ortasına düşerek, kar yapabiliyordu.
-
Ve işte böylece başladı.
-
O zamana baktığında, Malcolm
-
kendisini üç şeyin endişelendirdiğini söylemişti:
-
hapishane, iş durumu ve askeriye.
-
2. Dünya Savaşı'na katılmamak için,
-
askerlik kuruluna, siyahi askerleri, beyazları öldürmek için organize edeceğini söylemişti.
-
Böylece askeriye için uygunsuz bulunmuştu.
-
Malcolm'un kumar ve uyuşturucu alışkanlıkları ve Harlem'deki gece hayatı pahalıydı.
-
O zamana kadar, basit suçlardan ötürü iki kez tutuklanmıştı.
-
1945 senesinde Boston'a geri taşındığında,
-
ileri gelen ailelerin evlerini soymak amacıyla, bir çete kurdu.
-
Çetenin diğer üyeleri arasında, arkadaşı Malcolm Jarvis,
-
beyaz kız arkadaşı Bea ve iki beyaz kadın daha vardı.
-
Kızlardan biri, bir ailenin senenin o kısmında, Florida'da olacaklarını biliyordu,
-
yani evde kimse olmayacaktı.
-
O zaman biz de o eve girdik ve değerli eşyaları alacaktık.
-
Malcolm da eşyaları alıp, tefeciye götürecekti, sonra da parayı
-
kumar alışkanlığı için kullanacaktı.
-
Bu soygundan iki hafta sonra,
-
bu durum ortaya çıktı. Çünkü Malcolm çalmış olduğu, binlerce Dolar
-
değerindeki bir saati tefeciye götürmüştü ve
-
işte o zaman üç polis tarafından tutuklandı.
-
Malcolm Little, Malcolm Jarvis ve üç kadın, haneye tecavüzle suçlanmışlardı.
-
İki siyahi adamın, beyaz kadınlarla olması,
-
mahkeme salonunda sorun çıkarmıştı.
-
Malcolm iki beyaz kadınla birlikteydi ve işte bu davayı böyle önemli kılan,
-
böyle şoke edici kılan, bu olmuştu.
-
Kadınlar, Malcolm'un onları zorla hırsızlık yaptırdığı yönünde ifade verdiler.
-
İki adam, bu tür suçlar için verilen en büyük cezayı aldılar: eyalet hapishanesinde sekiz ila on yıl.
-
Hükmü verdiklerinde, ben aklımı yitirdim.
-
Kafesin demirlerini yakaladım ve sallamaya başladım. Neredeyse demirleri yerinden çıkaracaktım.
-
Sonra hakime bağırarak dedim ki,
-
" Beni on yıl hapise atacağınıza, öldürün daha iyi!"
-
Ben o 'deli zenci' dedikleri türdendim. [yarı kız kardeş]
-
Gördüklerimin gerçek olduğunu biliyordum.
-
Ve hiç de komik olmadığını düşünüyordum.
-
Onlar güldüklerinde, içlerinden "Bakın zenciye ne yaptık" dediklerini biliyordum.
-
Sonra bir de utanmadan, kızlara, bizim onlara tecavüz ettiğimiz gerekçesiyle,
-
şikayetçi olmalarını istediler. Kızlar, bunu yapmadılar.
-
Malcom Little yirmi yaşındaydı ve eyalet hapishanesinde sekiz ila on yıl geçirmekle karşı karşıyaydı.
-
Anne babasının öğütlediği Garvey gururundan ve bağımsızlığından çok uzaktaydı.
-
Şimdi o, 22843 numaralı mahkumdu.
-
Bir kereliğine suçlu olmakta utanacak bir şey yok.
-
Suçlu kalmaksa, utanç vericidir.
-
Ben de önceden suçluydum. Ben de önceden hapishanede kaldım.
-
Ben bundan utanmıyorum. Beni bununla alt etmeye kalkışan,
-
yanılıyordur. Ben bu konuda rahatım.
-
[tezahurat ve alkış]
-
Onlar, İsa'yı da isyan çıkartıyor diye suçlamışlardı. Öyle değil mi?
-
Onun, Sezar'a karşı olduğunu söylüyorlardı. O, havarilerine şöyle dediği için, onun ayrımcı olduğunu iddia ettiler:
-
"Roma vatandaşlarına değil, kaybolmuş koyunlara gidin. Kim olduğunu bilmeyen insanlara gidin.
-
Kendi yurdu olmayan bir yerde yabancılık çeken ve kendini tanımayan insanlara gidin. İşte bu insanlara gidin.
-
Kölelere gidin. İkinci sınıf vatandaşlara gidin. Sezar'ın gaddarlığı altında ezilen insanlara gidin."
-
Ve eğer İsa bugün Amerika'da olsaydı, o beyaz adama gitmezdi. Beyaz adam zulmedendir.
-
O, ezilenlere giderdi. Alçak gönüllülere giderdi. Boynu büküklere giderdi.
-
Toplumdan dışlanmışlara ve hor görülenlere giderdi.
-
İşte, 'Amerikalı zenci' olarak tanınanlara giderdi. [Hapishane, 1946]
-
Hapishane duvarlarının ardında, Malcolm kumar oyunları düzenledi, uyuşturucu alışkanlığını sürdürdü ve Tanrı'nın
-
var olmadığına dair tartışmalara girdi. Hücre bloğundakiler ona, 'Şeytan' demeye başladılar. Bir yandan da,
-
ondan büyük bir siyahi mahkumun cesaretlendirmesiyle, Malcolm okumaya ve İngilizce dersi almaya başladı.
-
Malcolm hapishane hayatını detaylıca tarif ettiğinde, gerçekten yalnız ve kısıtlı hissettiğini söylüyordu.
-
Ama bolca okumayı planladığını söylemişti ve bolca yazı
-
da yazdı.
-
Bana her hafta mektup yazdığı olurdu.
-
Hapishanedeki ikinci senesinde, erkek ve kız kardeşleri ona mektuplarında,
-
'siyahi adamın doğal dini' olarak adlandırdıkları dinden bahsetmeye başladılar.
-
Siyahi insanların ilk insanlar olduğunu, Tanrı'nın da siyahi olduğunu
-
ve Allah adıyla çağrıldığını söylediler.
-
Malcolm'a, artık İslam Ulus'unun bir parçası olduklarını ve Allah'ın elçisi
-
Adil Muhamed'in, takipçileri olduğunu anlattılar.
-
[İslam Ulusu Lideri] Bence İslam, bizim Amerika'daki insanlarımız için en iyi dinlerden biri. 'Amerikalı zenci'
-
olarak bilinen grubun tamamen tekrar eğitilmesi gerekiyor ve İslam onlara bu yetkiyi veriyor. Onlar siyahi olmaktan ötürü
-
gurur duyabilirler ve utanç duymaktan vazgeçebilirler.
-
Ben Müslüman harekete 1947'de dahil oldum ve
-
sonra erkek ve kız kardeşlerimi de dahil etmeye başladım.
-
Biz zaten Marcus Garvey'in felsefesiyle eğitilmiştik, bu yüzden
-
bizim siyahi olmaktan ötürü gurur duymamıza ilişkin olarak
-
bizi ikna etmeleri gerekmiyordu.
-
Biz zaten dahil olduğumuzda, bununla gurur duyuyorduk.
-
Sonra ben Malcolm'a yazdım ve ona dedim ki,
-
eğer Allah'a inanacak olursa, Allah onu hapisten çıkaracaktır. İşte bu kadar yazdım
-
çünkü Malcolm'un dine karşı çok az hoşgörü beslediğini biliyordum ve işte o az hoşgörüyü de kaybetmek istemedim.
-
Malcolm'un erkek ve kızkardeşleri, genç mahkuma, Amerika'daki siyahi insanların
-
kaybolmuş bir soya ait olduklarını ve yakın zaman sonra, çilelerinden kurtulacaklarını, yazmışlardı.
-
Ayrıca Elijah Mohammed'e göre, beyaz insanların iblis soyundan olduğunu ve onların bu dünyadaki hükümdarlıklarının
-
yakın zaman sonra sona ereceğini, anlatmışlardı.
-
Başta, Malcolm duyduklarını çok sevdi ancak bir kısmını anlayamıyordu. Anlayamadığı kısım,
-
beyaz adamın şeytan olmasıydı.
-
Malcolm Elijah Mohammad'e yazdı. Elijah Mohammed de,
-
onu yanıtladı ve yanıtında, kutsal kitaptan alıntı yaptı.
-
Ve sonra ona anahtarı verdi. Ona dedi ki " İncil bu dünyada
-
olan her şeyi anlatan kitaptır."
-
Yani, cehenneme gitmeniz için ölmek gerekmiyor. Hayattayken de cehennemi yaşayabilirsiniz. Ve size bunu yaşatan da
-
beyaz adamdır. Doğrusu, beyaz adamın tarih boyunca
-
yaptıklarına bakarsanız, bu çok ikna edici bir öğreti.
-
Malcolm tarih, felsefe ve din konusunda okumaya başladı. W.E.B. Du Bois'yı, Shakespeare'i, Sokrat'ı,
-
Ezop hikayelerini ve Gandi ve Nat Turner'in hayat hikayelerini okudu.
-
Ayrıca, beyaz Hristiyanların, siyahi Hristiyanları linç ettiklerini ve beyaz Hristiyanların, Hristiyan olmalarına rağmen
-
köle ticaretiyle uğraştıklarını öğrendi.
-
Malcolm bunları okuyunca ve tarih üzerine araştırma yapınca, eğer bu dünyada gerçekten Şeytan varsa,
-
bunun beyaz adam olduğunu kanıtlamaya karar verdi.
-
Elijah Mohamad, Malcolm'a, kendini Allah'a teslim etmesini söyledi. Ancak Malcolm için, teslimiyet her zaman zor olmuştu.
-
Dua etmek üzere yere çökmesi, bir haftasını aldı.
-
Sonra, Elijah Mohammed'in öğretisini yaymak için, Malcolm hapishane müzakere takımına katıldı ve
-
Harvard ve MIT gibi, ziyaretçi üniversite takımlarıyla müzakere yaptılar.
-
İşte Malcolm'un adı ve ünü, o zaman mahkumlar arasında duyulmaya
-
başlamıştı. İşte,o zaman mahkumlar, müzakereyi öğreten derslere
-
katılmaya başladılar.
-
Bu mahkumların çoğu, sırf meraktan, onu dinlemek için müzakereleri izlemeye başladılar.
-
1950'de, Malcolm valiye bir mektup yazarak, cezaevinde Müslüman olarak ibadet etme hakkı talep etti.
-
Yazdığı mektuplar, sonra FBI dosyalarına karışacaktı. FBI, 1930'ların son yıllarından itibaren, İslam Ulusu'nu
-
yakından takip etmekteydi. Malcolm, sorun çıkaran biri olarak görüldüğünden, şartlı erken tahliye hakkını kaybetmişti.
-
O, o sırada tahliye için uygun değildi, çünkü toplum içinde bir tehdit oluşturuyordu.
-
Onun tehlikeli olduğunu düşünüyorlardı; bilgi sahibi ve din bilgisi sahibi olduğunu düşünüyorlardı. Bin elmalık bir fıçıdaki
-
çürük elma gibiydi. Diğer elmaları da çürütecekti.
-
7 Ağustos 1952'de, cezaevinde altı buçuk sene kaldıktan sonra, Malcolm tahliye edilmişti. Bundan bir ay sonra,
-
İslam Ulusu'na kabul oldu. Malcolm Little artık, Malcolm X'ti.
-
Müslüman hareketine nasıl katıldınız?
-
Ben cezaevindeydim. Sayın Elijah Mohammed'in öğretisini duyana kadar, asi, geri kafalı, eğitimsiz
-
ve suçlulara ilişkin düşünebileceğiniz tüm kötü sıfatlara sahip bir suçluydum. Ve işte bu öğretiyle, ilk defa
-
içimde kendini düzene sokma ve rehabilite etme arzusunu hissettim. Ayrıca, bu öğretinin
-
diğer insanların üzerinde yarattığı etki de, onu kabullenmeme sebep oldu. Ve sayın Elijah Mohammed'in öğretilerini
-
dinledikten sonra farkettim ki, bunlar beni birden ırkımla gurur duymaya ve onur duymaya sevk etti;
-
ben artık toplumda bir yere sahip olmak istiyordum, kendimi gerçekleştirmek istiyordum ve beyaz adama,
-
sahip olduklarının bir kısmı için dilenmekle bir yere gelinmeyeceğini biliyordum.
-
Benim Malcolm'u ilk görüşüm, babamın, Elijah Mohammed'in evine geldiğindeydi, diye hatırlıyorum. Ben ince, uzun, kırmızı
-
yüzlü, genç bir adam görmüştüm. Eğer onunla tanışıyorsanız, ondan ilk alacağınız şey bir gülümsemeydi.
-
Babam, "bu Wallace" dedi, ben de gülümsedim.
-
Ben onu görmekten ötürü mutluydum çünkü ondan bahsedildiğini duymuştu ve o " Elçi'nin oğlu, Elçi'nin oğlu!" demişti.
-
Elçi onu o kadar heyecanlandırıyordu ki, beni görmesi, Wallace'ı gördüğü anlamına değil,
-
'Elçi'nin oğlunu' gördüğü anlamına geliyordu.
-
Malcolm tahliye olduğunda, çok alevliydi. Doğru zamanda, doğru yerdeydi ve öğretiyi yaymaya hazırdı.
-
Detroit'e geldiğinde, böylesine güçlü olduğunu düşündüğü bu öğretiyi, böylesine az insanın benimsediğini görünce çok şaşırdı.
-
Ve dedi ki " Siz buradayken, bu kadar çok boş sandalye olmasına şaşırıyorum. Siz buraya her çıktığınızda,
-
buranın dolu olması gerekiyor."
-
Ve bu, sayın Elijah Mohammed'i heyecanlandırmıştı.
-
1950'lerin ilk yıllarında, İslam Ulusu siyahi topluluklar içinde pek bilinmiyordu. Toplam üye sayısının
-
dört yüzü aşmadığı tahmin ediliyor.
-
Malcolm, öğretiyi yaymak için seyahatlere gönderiliyordu.
-
İki sene içinde, Boston'da, Harford'da ve Philadelphia'da, tapınaklar yapılmasını organize etti.
-
Elijah Mohammed, sonra Malcolm'u, doğu kıyısındaki en önemli
-
tapınağın, din hocası olarak atadı; Harlem'deki yedi numaralı tapınak.
-
Bay Mohammed Malcolm'un deneyim sahibi olduğunu,
-
New York'u tanıdığını biliyordu. Ayrıca, insanların önüne
-
birini koyarken gözetmeniz gereken, boy pos, konuşma tarzı ve kendini nasıl taşıdığı gibi, tüm özellikleri düşününce,
-
Malcolm'un uygun olduğuna karar vermişti. Ayrıca, New York uluslar arası bir şehirdi.
-
New York'a an iyi adamınızı göndermeniz gerekir ve işte
-
Bay Mohammed, bu yüzden onu seçmişti.
-
[hafif alkış]
-
Elijah Mohammed, 1955'te New York tapınağını ziyaret ettiğinde, amacı bu hırslı ve açıksözlü olan ve Doğu Yakası'ndaki,
-
dükkan önlerindeki buluşmaları, binlerce kişilik bir cemaate çeviren bu genç din adamının işini denetlemekti.
-
Malcolm X ve Elijah Mohammed'in mesajı, insanların tekrar kendilerini insan gibi ve eksiksiz hissetmelerine
-
yardım etmişti. Bazı kadın ve adamlar, kendi hayatlarında yeni bir anlam bulmuşlardı.
-
Eğer Elijah Mohammed, Arab ülkelerini örnek alan, kuralcı bir İslam öğretisi yaysaydı, [arkadaş, tarihçi]
-
beş yüz kişiyi bile kendisine çekemezdi.
-
Ama onun ortaya çıkardığı İslam biçimi, insanların gündelik hayatlarıyla ilişkilendirebilecekleri türden bir İslam'dı.
-
İşte o, kralsız kalmışların kralı, ve Mesih'in kendilerine gelecek kadar kıymet vermediği düşünülen insanların
-
Mesih'i olmuştu.
-
Sayın Elijah Mohammed'in öğretileri, benim önceden hiç görmediğim türden şeyler, ilaç gibi.
-
Evet, bu doğru.
-
Beni tüm hastalıklarımdan kurtaran ilaç işte burada.
-
Doğru.
-
Çünkü ben hasta bir adamdım.
-
Sayın Elijah Mohammed'in öğretilerini benimsediğimde, bu öğretiler beni hastalıklarımdan kurtardı.
-
Şimdi iyileştim. Kendimi iyi hissediyorum.
-
Evet, doğru. Ve doktorun yanında kaldığın sürece, hep iyi hissedeceksin.
-
Doğru, efendim.
-
Peki sen, abicim? Ssyın Elijah Mohammed hakkında ne hissediyorsun?
-
Sayın Elijah Mohammed ilk insanlar olan bizlere, hasta olduğumuzu göstermeye çalışıyor. Sayın Elijah
-
Mohammed, onları uyandırmaya çalışıyor.
-
[müzik]
-
Müslüman tapınaklarına beyaz insanların girmesine izin verilmiyordu.
-
Üyeler, katı kurallar ve mutlak itaat üzerine kurulmuş, kendi kendine yeten bir topluluk oluşturmaya çalışıyorlardı.
-
Ulus, çocukları için Müslüman okulları kurmuşlardı, burada matematik, bilim, tarih ve Arapça öğretiyorlardı.
-
[koro olarak] Bizler ilk insanlarız. İlk insanlar siyahi insanlardır.
-
[anlaşılmıyor] Dünya Gezegeni'nde.
-
Müslüman kadınlar, beslenme, çocuk büyütme ve eşlerinin ihtiyaçlarını karşılama konusunda dersler gördüler.
-
Müslüman adamlar da ebeveynlik sorumluluğu, tarih ve din konusunda eğitim aldılar.
-
İslam'ın Meyvesi adı verilen ufak bir askeri grup, göğüs göğse muhebe konusunda eğitilmişti ve amaçları, tapınakları
-
korumak ve elçiye karşı gelen kişileri cezalandırmaktı.
-
Ben bir kaç Müslüman ailenin evine gidip de onların Malcolm'a ve
-
Elijah Mohammed'e olan inançlarını gördüğümde, çok şaşırmıştım. Bir babaya demiştim ki, " Bir gün oğlunuz
-
gelip de, Müslümanlığı terk ettiğini söylerse, ne yaparsınız?"
-
O da demişti ki, " Onu kapıdan dışarı atarım ve bir daha da içeri almam."
-
Sonra, Malcolm'a bunun doğru olup olmadığını sordum. O da "Doğru söylemiş ve eminim, bunu yapar da."
-
O zaman ben de dedim ki, "Yani oğlunun başına ne gelir, hiç umursamaz mı?"
-
O da, "Hayır" dedi, " Umursamaz. O Elijah Mohammed'e sadıktır."
-
İslam Ulusu'nu yaymak için, Malcolm " Muhammed Speaks" [Muhammed konuşuyor] isimli bir gazete yarattı
-
ve diğer siyahi gazeteleri de, elçinin köşe yazılarına yer vermeye ikna etti.
-
Onun gücü şuydu ki, bir kere bir şeye inandı mı, bütün gücünü, bütün enerjisini ona verirdi.
-
Çalışırdı, işkolik olurdu.
-
Gece gündüz bu uğurda çalışırdı.
-
Genellikle yalnızca dört saat uyku ona yetiyordu ama bazen o kadar bile uyuyamıyordu. İşte o zaman, kim bu tempoyla
-
başa çıkabilir, diye merak ederdiniz. Ama işte o becerirdi,
-
günbegün böyle yaşardı.Bir yandan da sürekli okurdu. Gazeteleri okurdu, haberleri takip ederdi.
-
İşte, hayatını öyle yaşıyordu ki, hayatın hiç bir
-
anını bile boşa harcamazdı.
-
32 yaşındayken, Ulus'u kurmaya beş yılını adadıktan sonra, Malcolm, Harlem'deki yedi numaralı tapınak üyelerinden,
-
üniversite mezunu Betty X ile evlenmek için Elijah Mohammed'in onayını istedi.
-
Bundan sonraki senelerde, cemaatinin talepleri, ona büyüyen ailesiyle vakit geçirmesi için pek zaman bırakmıyordu.
-
[Eşi] Bazen, eğer onu yakalayabilirseniz, çocuklara kitap okurdu. Onlar da, ondan aynı hikayeyi tekrar tekrar okumalarını
-
isterlerdi. Tam son sayfaya gelince, yine "tekrar oku" derlerdi.
-
"Tekrar oku, tekrar oku." O da, kitaplara farklı sonlar icat etmeye başlamıştı.
-
Çok harika bir espri anlayışı vardı. Özellikle domuz eti konusunda benimle şakalaşır ve sırtıma bir tane patlatırdı,
-
ve derdi ki "Sen iyi bir adamsın, zeki bir tarihçisin. Sana 100 üzerinden, 99 veriyorum,
-
ama eğer domuz eti yemeyi bırakırsan, sana 100'de 100 vereceğim."
-
Çok güzel bir espri anlayışı vardı ve bir de onu yakından tanıdığınızda, aslında biraz utangaç olduğunu görürdünüz.
-
[jaz müzik]
-
Malcolm, şimdi İslam Ulusu'nun beyin takımındaydı
-
ve Elijah Mohammed'in en bilinen temsilcisiydi.
-
O, Elçi'nin güvenine, binlerce Müslüman'ın da
-
sadakatine sahipti.
-
Bir açıdan, Malcolm kendine bir baba edinmişti.
-
Elijah Mohammed'in de bir oğlu daha olmuştu.
-
[siren sesleri]
-
1957'nin bir Nisan akşamında,
-
Müslüman kardeşlerden biri, New York Şehri polisi tarafından dövülmüştü.