Doğa üzerine basit bir düşünceden bahsetmek istiyorum ve yine doğa için bir kaç söz söylemek istiyorum çünkü, son bir kaç gündür doğa hakkında pek konuşamadık. Toprak, arılar, bitkiler ve hayvanlar için bir kaç şey söylemek istiyorum. Ve size bir araçtan, bulduğun çok basit bir araçtan söz etmek istiyorum. Bu sadece bir istiareden fazlası değilse de -- bir teknolojiden bahsetmiyorum --- bence, doğa ile olan ilişkimizi değiştirmek için çok güçlü bir araç ve yaşamak için muhtaç olduğumuz diğer türlerle de. Ve bu araç, çok basitçe, Chris'in de önerdiği gibi, bizi, bize bitkilerin ve hayvanların gözünden baktırıyor. Bu benim fikrim değil, başkası bulmuş, fakat ben bunu başka yerlere taşımaya çalışıyorum. Size nerden aldığımı söyleyeyim. Benim bir çok düşüncem gibi ve kullandığım bir çok araç gibi, bunu bahçemde buldum. Ben bahçesine düşkün biriyim. Yedi yıl kadar önce bir gün, patates ekiyordum. Mayıs'ın ilk haftasıydı. New England'da oldu bu, elma ağacı çiçeklenmişti ve titriyordu. Üzerimde beyaz bulutlar. Orada, patatesleri ekiyordum, parçalara ayırıp ekiyordum. Ve arılar, elma ağacında çalışıyorlardı. Yabanarıları ağacın sallmasını sağlıyordu. Ve bahçe ile uğraşmaktan keyif aldığım şeylerden biri bütün konsantrasyonunuzu almamasıdır. Yaralanamazsınız mesela, marangozluk gibi değildir Ve size, düşünüp taşınmak için kocaman bir zihinsel alan yaratır. Ve bahçede o öğleden sonra yabanarılarıyla yanyana çalışırken kendime sorduğum şuydu: Ben ve bu yabanarısı ile ortak olan şeyimiz nedir? Bahçedeki rollerimiz benzeşiyor mu, yoksa farklı mı? Ve farkettim ki, aslında biraz ortak yanımız var. İkimiz de bir türün genlerini diğerine yayıyorduk. Ve ikimiz de, büyük ihtimalle, bir arının açısından düşünürsem, bir şeylere karar veriyorduk. Ben patates ekmeye karar vermiştim. Yukon Gold ya da Yellow Finn türünü seçmiştim. Ülkenin öbür ucundan bu genleri bir tohum kataloğundan istetmiştim, yanımda getirmiş ekiyordum. Ve o arı şüphesiz zannediyordu ki, Ben o ağaç için, yani onun çiçeği için ordaydım, Nektarı alıp gidecektim. Bizim kim olduğumuzu tanımlayan bir gramer var, öyle ki, biz doğada kendi kendine egemen olan nesneleriniz, tıpkı arılar gibi. Patates ekerim, ot yolarım, canlıları evcilleştiririm. Fakat o gün, başıma gelen, ya bu gramer dediğimiz şey kendi kibirimizden başka bir değilse? çünkü elbette ki arı, kontrolun kendisinde olduğunu düşünüyor. ve fakat biz daha iyi biliyoruz. Arı ile çiçek arasında neler döndüğünü biliyoruz, yani, bu arı çiçek tarafından akıllıca manipule ediliyor. Ve manipulasyon derken, Darwinist açıdan konuşuyorum, değil mi? Yani, çiçek çok kendine özgü özelliklere evrimleşmiş -- renk, koku, aroma, doku -- böylece arıyı kendine çekebiiyor. Ve bu arı da akıllı bir şekilde nektarın içine çekilmiş oluyor, ve bir yandan da bacaklarına tozlar yapışıyor, ve oradan bir sonraki çiçeğe geçiyor. Burada patron arı değil. Ve farkettim ki ben de değilim. O patates tarafından ayartılmıştım, başkası tarafından değil, habitatını biraz daha genişletmek ve genlerini serptirmek için. Ve o zaman bu aklıma geldi -- eğer diğer türlerin bakış açısıyla kendimize bakabilseydik, neler olurdu? ve birden, ziraat bana bir icat gibi görünmekten çıktı, bir insan teknolojisi falan da değildi, aslında, bir birlikte evrimleşme söz konusuydu ki bir grup çok akıllı tür, genelde yenilebilir çimenler, bizi sömürmüşlerdi ve bizi kullanarak dünyayı biraz daha ormansızlaştırmanın yolunu bulmuşlardı. Çimenlerin mücadelesi, değil mi? Ve birden her şey farklı görünmeye başladı. Ve birden o gün çimleri kesmek benim için tamamen farklı bir deneyimdi. Hep şöyle düşünmüş, ve aslında ilk kitabımda da şöyle yazmıştım -- bahçecilik hakkında bir kitaptı bu -- çimler yetiştiricilerin postalları altındadır. Totaliter yönetilen alanlardadırlar yani. Böylece onları biçtiğimiz zaman, acımasızca zorlarız ve bir daha asla tohum saçmalarına, ölmelerine veya üremelerine izin vermeyiz. Çimleri böyle tanımlamıştım. Fakat sonra farkettim ki, "Hayır, bu kesinlikle çimenlerin bizden istediği şey. Kandırılmıştım. Yaşamdaki amacı, güneş ışığı elde etmek için mücadele ettikleri ağaçları ekarte etmek olan çimenler tarafından kandırılmıştım." Ve aslında çimleri biçerek, biz ağaçların geri dönmesini sağlıyorduk, ki bu New England'da çok çok hızlı olur. Böylece, bu işe bu açıdan bakmaya başladım, ve tümü bunun üzerine "Arzunun Botaniği" adında başka bir kitap daha yazdım. Ve farkettim ki, bir çiçeğe bakışımız ile aynı şekilde ve arıların sevebileceği tüm tat ve arzulardan aynı çıkarımla, ki tatlı şeyleri severler, şu rengi severler ve bunu sevmezler, ve simetriden hoşlanırlar. biz kendimiz hakkında neler bulabiliriz? Şöyle ki, belli bir tip patates, belli bir tip uyuşturucu, bir sativa-indica-cannabis çaprazlanması bize bir şeyler anlatabilir. Sizce de dünyaya bu açıdan bakmak enteresan olmaz mıydı? Şimdi, bu fikti test etmek için -- bunun sadece bir kibir olduğundan bahsetmiştim -- diyebiliriz ki, bunun bize faydası ne? Ve doğa hakkında konuşurken, ki bir yazar olarak benim konumdur, bir fikir, Aldo Leopold testini karşılıyor mu, diye bakılır. Şöyle ki, mesela bu fikir bizi yaşadığımız biyotik toplumun daha iyi vatandaşları haline getiriyor mu? Bizi, habitatımızı sürdürmek ve onu desteklemek için yönlendiriyor mu, yoksa onu yok etmeye mi hizmet ediyor? Bence, ben teslim ederim ki bu fikir daha iyi bir habitat için bizi yönlendiriyor. Bu açıdan baktığınızda ne kazandığımızı açıklamaya çalışayım, bir yandan, biliyorsunuz, insandaki arzuyu anlamak için eğlenceli sezgiler bunlar. Bir entellektüel konu olarak, dünyaya başka türlerin gözünden bakmak bize bu garip anomaliyle baş etmek için yardımcı olabilir, -- bu entellektüel tarihin kesin bir hükmüdür -- şöyle ki, biz bu Darwinist devrimi 150 sene önce yaptık ah, küçücük ben -- biz bu entellektüel birikimi, Darwinist devrimi, Darwin sağolsun, anladık ki bir çok türün arasında biz sadece tek bir türden ibaretiz. Evrim diğerlerinin üzerinde nasıl etkili oluyorsa bizde de aynı şekilde işliyor. Oynadığımız gibi oynatılıyoruz da. tam bu telin içindeyiz, hayat kumaşında yani. Fakat garip şey şu ki, bu dersi 150 sene önce öğrenemedik. Hiç birimiz gerçekten buna inanmıyor. Hepimiz hâlâ Kartezyenistiz -- Decartes'ın çocuklarıyız -- nesnellik, bilinç bizi diğerlerinden ayırdığını düşünürüz. Dünya nesnelere ve öznelere ayrılmış durumda. Bir yanda doğa var, diğer yanda kültür. Dünyayı bir bitkinin ya da hayvanın gözünden bakmaya başladığınız andan itibaren, farkediyorsunuz ki gerçek kibir burada. peki bu, doğa kültüre karşıdır mı demek oluyor acaba. Bilinç herşeydir. Ve fakat bilincin başabildiği çok önemli bir başka şey de dünyaya diğer canlıların bakış açısından bakabilmek insanın, sadece kendini önemli sayma hastalığına çaredir. Birden farkedersiniz ki, çok değer verdiğimiz ve doğa üzerindeki başarımızı taçlandıran bilinç, yani insan bilinci dünyayı anlayabilmek için kullandığımız araçlardan biridir. Ve aslında doğal olarak bilincimizin bu iş en iyi araç olduğunu düşünüyoruz. Ama, biliyorsunuz, bir komedyenin şöyle bir sözü var: "Kim bana bilincimizin çok iyi ve çok önemli bir şey olduğunu söyler? Bilincimiz." Bu yüzden bitkilere baktığınızda, farkedersiniz ki onlar başka tip araçardır, ve yine o kadar ilginçtirler. Size iki örnek vereyim, yine bahçeden. Lima fasülyeleri. Örümcek maytları tarafından saldırılırsa lima fasülyesinin ne yaptığını bilir misiniz? Dünyamıza uçucu bir kimyasal salgılar ve başka bir mayt türünü oraya çağırır bu da gelir ve örümcek maytlarına saldırır, ve lima fasülyesini korur. Yani, bizim bilince, araç yapımına, dile sahip olduğumuz gibi bitkilerin de biyokimyası vardır. Ve bu yetilerini bizim hayal edebileceğimizden daha öteye götürürler. Ve onların karmaşıklığı, gelişmişliği gerçekten mucize gibi görülebilecek şeylerdir. Ve bence bu İnsan Genom Projesi'nde gerçekten bir skandal. Malum, 40 veya 50.000 insan genine sahip olduğumuzu düşünüyorduk. Ve sadece 23.000 olduğunu anladık. Size kıyaslama yapmak için örnek vereyim, pirinç: 35.000 gen. Yani, kim daha gelişmiş şimdi? Eşit derecede gelişmişiz. Evrimleşegeldik -- beraberce, farklı yollardan. O yüzden bu kendini önemli sayma hastalığına çare, Darwinist fikri anlayabilmenin yolu. Ve bu gerçekten benim bir yazar ve hikaye anlatıcısı olarak yapmaya çalıştığım şey, yani insanları bildikleri şeyleri göstermek ve onlara meseleleri ekolojik açıdan da düşünebilemeleri için hikayeler anlatmak. Şimdi, bunun diğer bir faydası daha pratik. Ve şundan bahsedeceğim -- sizi şimdi bir çiftliğe götüreceğim. Çünkü bunu gıda sistemi konusunda kendi kavrayışımı geliştirmek için ben de kullandım ve öğrendiğim şey, aslında, biz mısır tarafından manipule edilen canlılarız. Ve etanol hakkında dinlediğiniz önceki konuşma, bana göre, mısırın son zaferidir. Bu -- (alkışlar) mısırın dünyayı ele geçirme planlarının bir parçası. (Gülüşmeler) Ve göreceksiniz ki bu sene ekilen mısır geçen senekine göre çarpıcı bir şekilde artacak, ve daha fazla habitatları olacak, çünkü ethanol'un bize yardımcı olacağına karar verdik. Böylelikle, endüstriyel tarımı anlamam kolaylaştı, elbette bu da bir Kartezyen sistemdir. Şu fikre dayanarak, canlıları kendi isteklerimize göre bize bağlı kılabiliyoruz, ve onları yönetip, bu fabrikaları açıyoruz, ve oradan gıda veya yakıt veya ne istersek elde edebilmek için teknolojik girdilerimizi de kullanıyoruz. Sizi çok farklı bir çiftliğe götürmeme izin verin. Bu çiftlik, Virginia'nın Shenandoah Vadisi'nde . Dünyaya başka canlıların gözünden bakma fikrini daha iyi incelemek için bir çiftliğe gitmiştim. Ve bunu başka bir adamda daha gördüm, çiftçinin adı Joel Salatin, ve o çiftlikte bir hafta kadar çırak olarak kaldım. Ve doğayla ilişkimiz üzerine en umutlu haberlerden birini almış olarak döndüm. Bu, bu son 25 yıl içinde doğa üzerine yazdıklarımdan çok farklı bir şeydi. Ve işte bu. Çiftliğin adı Polyface (çok yüzlü). Aslında şu demek oluyor -- Adamın yetiştirdiği bitkilerden başka altı cins hayvanı var. hepsi beraberce ortak yaşama uygun, simbiyotik, bir ortamda büyüyorlar. Buna permakültür deniyor, bazılarınız bunun hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz, şöyle ki inekler, domuzlar, koyunlar ve hindiler ve -- ve -- başka, başka neyi vardı? Hepsi altı tane farklı canlı türü -- tavşanlar -- hepsi birbirlerine ekolojik hizmetler sunuyorlar, öyle ki, birinin gübresi diğerinin öğle yemeği olabiliyor ve birbirlerinin böceklenmemesini sağlıyorlar. Ve inanılmaz -- çok özenli ve güzel bir dans gibi ama size detaylandırarak sadece bir parçasını sunacağım. Bu bahsedeceğim, sığır ve yumurtlayan tavuklar arasındaki ilişki üzerine. Size bu yaklaşımı kullanırsanız ne kazanacığınızı göstereceğim, tamam mı? Ve bu yiyecek yetiştirmekten daha fazla, göreceksiniz. Doğa üzerine düşünmenin başka bir yolu bu, ve de sıfır-toplamı ilkesinden kurtulmanın bir yolu -- Kartezyen düşünce ya doğanın ya da bizim kazanan olacağını söyler ve bizim istediğimizi elde edebilmemiz için, doğa yok olur. Bir gün, sığır ağıldayken. Eldeki tek teknoloji ise ucuz elektrik çitleme, görece yeni bir araba aküsüne bağlanıyor. Ben bile bir dönümlük çayırı 15 dakikada çevirebilirim. İnekler bir gün otluyor. Sonra götürülüyorlar, tamam mı? O gün her şeyi yiyorlar - yoğun bir şekilde otluyorlar. Joel üç gün bekliyor. Ve sonra yumurtamobil denen şeyi ağıla çekiyoruz. Bu yumurtamobil denen şey döküntü bir araç. tahtadan yapılmış bir bozkır yelkenlisi gibi, ama 350 tavuğa ev sahipliği yapabiliyor. Joel bunu ağılın içine üç gün sonra çekiyor ve iskeleyi indiriyor, ters çevirip 350 tavuğu gıdaklamalar içinde iskeleden aşağıya yuvarlıyor. Ve bunlar inek dışkıları içinden kendilerine yollar yapıyorlar. ve yaptıkları şey çok ilginçti. Kurtçukları ve sinek larvaları bulmak için İnek dışkılarını didikliyor. Ve üç gün beklenmesinin nedeni ise Joel biliyor ki dördüncü veya beşinci gün o larvalar çatlıcak, ve dev bir sinek sorunu oluşacak. Ama Joel larvaları büyük, sulu ve lezzetli haline gelene kadar bekletiyor çünkü bunlar tavukların favori protein kaynağı aynı zamanda. Derken tavuklar breakdansa başlıyorlar, ve larvaları almak için dışkının etrafında tepinmeye başlıyorlar, ve bu süreç boyunca, dışkıyı dağıtıyorlar. Çok faydalı. İkinci ekosistem hizmeti. Ve üçüncüsü, onlar ağıldalarken, elbette ki, fena halde dışkılıyorlardı ve onların nitrojenli dışkıları araziyi gübreliyordu. Sonra bir sonraki ağıla geçiyorlar, ve sadece bir kaç hafta içinde çimenler büyümeye başlıyordu. Ve dört veya beş hafta içinde, bu tekrar yapılabiliyor. İster tekrar otlatabilir, ister keser, isterse de başka canlıları getirebilir, mesela koyunları, veya kış için saman yapabilir. Şimdi, buraya daha yakından bakmanızı istiyorum. Bu çok üretken bir sistem. Ve size söylemem gereken şu ki 400 dönüm araziden 18 ton sığır eti, 13 ton domuz eti, 25.000 düzine yumurta, 20.000 piliç, 1.000 hindi, 1.000 tavşan -- kocaman miktarda gıda. Malum, "organik dünyayı doyurabilir mi?" diye duyarız Eğer bu şekilde yaparsanız, bakın 400 dönümden ne kadar gıda çıkarılabiliyor -- tekrar ediyorum, her canlıya istediğini verin. İsteklerini gerçekleştirmesini sağlayın, onun fizyolojik özgünlüğünü. Bunu sahneye koyun. Fakat buna çimenlerin gözünden bakın şimdi. Bunu yaptığınızda çimenlere ne oluyor? Ne zaman bir geviş getiren hayvan çimende otlasa, çimler bu boydan bu boya düşer. Ve birden çok ilginç bir şey oluverir. Bahçecilikle uğraşanlarınızın bilebileceği gibi kök-gövde oranı diye bir şey vardır. Ve bitkiler kök ağırlığını yaprak ağırlıkları ile kabaca bir dengede tutarlar. Böylece çok yaprak kaybettiklerinde, köklerini bırakırlar. Bir çeşit dağlama yaparlar ve kökler ölür. Ve topraktaki canlılar çalışmaya başlar, esasında bu kökleri çiğnerler ve onları ayrıştırırlar -- solucan, mantar ve bakteriler -- sonuç yeni topraktır. Böylece toprak yaratılmış olur. Aşağıdan yukarıya yaratılır. bozkırlar böyle oluşur, bizonlar ve çimler arasındaki ilişki. Ve farkettiğimde, bunu anladığımda -- ve Joel Salatin'e onun neci olduğunu sorarsanız, size bir tavuk çiftçisi olmadığını söyleyecektir, koyun çiftçisi de değildir, sığır bakıcısı da, o bir çimen çiftçisidir, çünkü çim böyle bir sistemde kilit canlı türüdür-- bu bizim kafamızdaki doğa tasavvuruyla çelişir. bu da istediğimizi elde edebilmemiz için doğanın yok olması demektir. Bizim için daha çok, doğa için daha az. Burada, tüm gıdalar bu çiftlikten geliyor, ve sezon sonunda aslında daha fazla toprak, bereket ve biyoçeşitlilik oluşur. Bu yapılabilecek son derece umutlu bir şey. Bugün bunu yapabilen bir çok çiftçi var. Bu organik tarımın epey ötesinde bir şey, ki hala aşağı yukarı Kartezyen sistem içinde sayılır. Ve size anlatmaya çalıştığı şey şudur ki, eğer diğer canlıları da toprağı da dikkate alırsanız, ki bu perspektiften ötesi gerekli değil, -- çünkü burada o çitler haricinde bir teknoloji yok, malum, çok ucuz bir şey, ve kısa bir sürede Afrika'nın her yanında bundan kurulabilir -- ve böylece, dünyadan ihtiyacımız kadar gıdayı temin edebiliriz, ve aslında dünyamızı bu süreçte iyileştirebiliriz. Bu dünyayı yeniden canlandırmak için bir yol. İşte bu bakış açısından çok heyecan verici olan da budur. Darwin'in sezgilerini kemiklerimizde hissetmeye başladığımızda, bu basit fikirlerden daha ötesi olmayan bu şeyler çok umut vaad eden şeyler olurlar. Çok teşekkür ederim.