Bu hikâyeyi herkesin önünde ilk anlatışım.
Kendi bakış açımdan.
Yogi Berra dünyaca ünlü
bir beyzbol oyuncusuydu ve şöyle demişti:
"Hayatta bir yol ayrımına
gelirseniz yola devam edin"
Araştırmacılar yüzyılı aşkın bir süredir
kanserle savaşmanın bir yolu olarak
immün sistemini araştırmaktalar
ve kanser aşıları ne yazık ki
hayal kırıklığı yarattı.
Aşılar sadece virüslerin yol açtığı
kanserlerde işe yaradı,
rahim ağzı ya da karaciğer kanseri gibi.
Bu yüzden kanser araştırmacıları aslında
kanserle mücadele için
immün sistemini kullanma
fikrinden vazgeçtiler.
Ve immün sistemi, zaten kanserle
savaşmak için değil,
dışarıdan gelen patojenlere karşı
savaşmak için gelişmiştir.
Yani onun görevi bakteri
ve virüsleri öldürmektir.
Ve immün sisteminin, çoğu kanser
türüyle sorun yaşamasının nedeni
kanserin dışarıdan gelip
vücudu istila etmesi değil,
vücudun kendi hücrelerinden gelişmesidir.
Bu yüzden ya immün sistemi kanseri
bir problem olarak görmez
ya da kansere ve aynı zamanda
normal hücrelere saldırarak
kolit ve multipl skleroz gibi
otoimmün hastalıklara neden olur.
Peki, bu durumun üstesinden nasıl geliriz?
Cevabımız, sentetik immün sistemleri oldu.
Bunlar, kanser hücrelerini tanımak
ve öldürmek için tasarlanmıştır.
Bu doğru - sentetik bir immün sistemi
dedim.
Bunu genetik mühendisliği ve sentetik
biyoloji ile yaparsınız.
Bunu immün sisteminin tabii
olarak ortaya çıkan parçalarıyla yaptık.
Yani B hücreleri ve T hücreleri ile.
Bunlar bizim yapı taşlarımız.
T hücreleri, virüslerle enfekte olan
hücreleri öldürmek için gelişmiştir
ve B hücreleri, antikorları üretir.
Antikorlar bakterilere bağlanarak
bunları öldürür.
Peki, bu iki fonksiyonu kanserle savaşa
uygun hâle getirmek için tasarlanmış
bir şekilde birleştirirseniz ne olur?
Antikorlar için genleri B hücrelerinden
T hücrelerine yerleştirmenin
mümkün olabileceğini fark ettik.
Peki bunu nasıl yaparsınız?
T hücrelerinin immün sistemini
aşmak için
bir Truva atı olarak
bir HIV virüsü kullandık.
Sonuç bir kimera oldu.
Yani Yunan mitolojisinde
ateş soluyan, aslan başlı, keçi gövdeli
ve yılan kuyruklu fantastik
bir yaratık.
Böylece, B hücreli antikorlar, T hücreli
taşıyıcı ve HIV Truva atı ile
yarattığımız bu paradoksal şeyin adının
"Kimerik Antijen Reseptör T hücreleri"
yani CAR T hücreleri
olması gerektiğine karar verdik.
Virüs ayrıca, T hücrelerini aktive etmek
ve onları öldürücü moda programlamak için
genetik bilgi transfer etmektedir.
Yani kanser olan birine CAR T hücreleri
enjekte edildiği zaman,
bu hücreler tümör hedeflerini görüp
bunlara bağlandığında ne olur?
Steroitler üzerinde, çok aktive olmuş,
öldürücü T hücreleri gibi davranırlar.
Vücutta çok hızlı bir şekilde
savunma sistemini başlatırlar
ve gerçekten milyonlarca parçaya
bölünürler ve çoğalırlar,
sonra tümöre saldırarak onu yok ederler.
Tüm bunlar, CAR T hücrelerinin tıpta
ilk canlı ilaç olduğu anlamına gelir.
CAR T hücreleri ezber bozmaktadır.
Aldığınız diğer ilaçlardan farklıdır.
Diğerleri görevini yapıp metabolize olur
ve sonra onları yeniden almanız gerekir.
CAR T hücreleri ise yıllarca canlı kalır
ve görevini yapar.
CAR T hücreleri şu anda
sekiz yılı aşkın süredir
kanser hastalarımızın
vücutlarında yer almaktadır.
Ve bu tasarımcı T hücreleri,
yani CAR T hücreleri,
17 yıldan uzun bir tahmini
yarılanma ömrüne sahiptir.
Yani tek bir infüzyon işe yarayabilir;
hayatınızın geri kalan kısmında
görevini sürdürür.
Bu, tıpta yeni bir yaklaşımın
başlangıcıdır.
Bu T hücreli infüzyonlarla ilgili
önemli bir sorun vardı.
Bir hastada işe yarayacak
tek T hücre kaynağı kendi T hücreleridir.
Tek yumurta ikiziniz olmadığı sürece.
Yani birçoğumuz bu konuda şanssızız.
Bu yüzden CAR T hücrelerini ürettik.
Hastanın kendi T hücrelerini üretmeyi
öğrenmemiz gerekti.
Ve 1990'larda bunun için
güçlü bir platform geliştirdik.
Sonra 1997'de ilk önce CAR T hücrelerini
ileri evre HIV-AIDS hastalarında denedik.
Ve bu CAR T hücrelerinin hastalarda
on yıldan uzun süre yaşadığını gördük.
Ve bu hücreler onların immün sistemini
geliştirdi ve virüsleri azalttı
ama onları iyileştirmedi.
Bu yüzden, laboratuvara döndük
ve sonraki on yıl boyunca
CAR T hücresinin tasarımını geliştirdik.
Ve 2010'da lösemi hastalarını
tedavi etmeye başladık.
Ekibimiz 2012'de, ileri evre kronik
lenfatik lösemili üç hastayı tedavi etti.
Bu, tedavisi olmayan bir lösemi türüdür
ve Amerika'da her yıl yaklaşık
20.000 yetişkinin başına bela olur.
Tedavi ettiğimiz ilk hasta,
emekli bir deniz astsubayı
ve bir cezaevi görevlisiydi.
Sadece birkaç hafta ömrü kalmıştı
ve aslında kendi cenaze masraflarını
çoktan ödemişti.
Hücreler kendisine verildi
ve birkaç gün içinde ateşi yükseldi.
Çoklu organ yetmezliği gelişti
ve yoğun bakım ünitesine nakledildi.
Komadaydı, onun öleceğini düşündük
ve aslında rahip
onun son dualarını yapmıştı.
Ama sonra bir başka yol ayrımı göründü.
CAR T hücresi infüzyonundan
yaklaşık 28 gün sonra uyandı
ve doktorlar sonunda onu muayene ettiler
ve kanser yok olmuştu.
Oradaki büyük kitleler kaybolmuştu.
Kemik iliği biyopsilerinde
hiçbir lösemi belirtisi bulunmadı
ve o yıl, tedavi ettiğimiz ilk üç hastadan
ikisinin hastalığında
sekiz yıldır kalıcı remisyon var
ve birinde kısmi remisyon var.
CAR T hücreleri
bu hastalardaki lösemiye saldırdı
ve her hastada
1.3 ila 3.4 kg'lık tümörü yok etti.
Hastaların vücutları, bu CAR T hücreleri
için biyoreaktörler hâline gelerek
kemik iliği ve kanda ve tümör kitlelerinde
milyonlarca CAR T hücresi üretti.
Bu CAR T hücrelerinin
kendi güçlerinin çok üstünde
bir başarı sağlayabildiğini gördük.
Sadece tek bir CAR T hücresi
1000 tümör hücresini öldürebilir.
Bu doğru - bire binlik bir oran.
Car T hücresi ve onun yavru hücreleri
vücutta son tümör hücresi yok olana
kadar bölünebilir.
Kanser biliminde bunun bir emsali yoktur.
Tam remisyonu olan ilk iki hastada
bugün hâlâ lösemi yok
ve onların iyileştiğini düşünüyoruz.
Bu insanların seçenekleri kalmamıştı
ve kendilerine uygulanan tüm geleneksel
yöntemler itibarıyla
modern zaman Lazarus vakaları gibiydiler.
Tek söyleyebileceğim şey şu:
Bu yol ayrımları için şükürler olsun.
Bir sonraki adımımız akut lösemili
çocukların tedavisi için izin almaktı.
Bu, çocuklarda en sık rastlanan
kanser türü.
Teste kabul ettiğimiz ilk hasta
Emily Whitehead idi
ve o sırada altı yaşındaydı.
Birkaç yıl süresince bir dizi
kemoterapi ve radyasyon tedavisi görmüştü
ve her defasında lösemi nüksetmişti.
Aslında üç kez nüksetmişti.
Emily'yi ilk gördüğümüzde çok hastaydı.
Ona konulan resmi tanı
tedavi edilemez, ileri evre lösemiydi.
Kanser, kemik iliğini, karaciğerini
ve dalağını sarmıştı.
Ve Nisan 2012'de ona
CAR T hücrelerini zerk ettiğimizde
sonraki birkaç gün içinde
durumu iyiye gitmedi.
Daha kötüye gitti,
aslında çok daha kötüleşti.
2010'daki cezaevi görevlisi gibi,
o da 2012'de yoğun bakım ünitesine alındı
ve bu, hikâyedeki
en korkutucu yol ayrımıydı.
Üçüncü gün komaya girdi ve böbrek
ve akciğer yetmezliği ve koma nedeniyle
yaşam destek ünitesine bağlandı.
Üç gün boyunca 41 derece gibi
yüksek bir ateşi vardı.
Ve bu ateşe neyin
neden olduğunu bilmiyorduk.
Enfeksiyonlar için tüm standart
kan tahlillerini yaptık
ve ateşe neden olacak enfeksiyöz
bir durum bulamadık.
Ama kanında çok olağandışı bir şey bulduk.
Tıpta daha önce hiç görülmemiş bir şey.
Kanında interlökin-6 yani IL6 olarak
adlandırılan protein seviyeleri artmıştı.
Aslında normal düzeylerin
bin misli üzerindeydi.
Ve burada bir başka
yol ayrımı daha göründü.
Tamamen tesadüfen, kızlarımdan birinde
bir tür pediyatrik artrit vardı.
Ve sonuç olarak bir kanser doktoru olarak
kızımın artriti için deneysel tedavileri
takip ediyordum,
bunlara ihtiyacı olursa diye.
Ve tesadüfe bakın ki, Emily hastaneye
yatmadan sadece aylar önce,
FDA, yüksek interlökin-6 seviyelerinin
tedavisi için yeni bir ilacı onaylamıştı.
Ve bu terapi, kızımdaki
artrit türü içindi.
Adı Tocilizumab.
Ve aslında Emily'nin yattığı hastanedeki
eczaneye yeni gelmişti.
Artrit için.
Emily'de IL-6 düzeylerinin çok yüksek
olduğunu görünce,
yoğun bakım ünitesindeki
doktorları arayıp
"Neden onu bu artrit ilacıyla tedavi
etmiyorsunuz?" diye sordum.
Bunu önerdiğim için benim
bir kovboy olduğumu söylediler.
Emily'nin ateşi ve düşük tansiyonu
herhangi başka bir tedaviye
cevap vermediği için
doktoru, hastane etik kurulundan ve
Emily'nin ailesinden hemen izin istedi
ve tabii ki, herkes tamam dedi.
Ve ilacı denediler.
Sonuçlar tam anlamıyla şaşırtıcıydı.
Tocilizumab ile tedavinin ardından
saatler içinde
Emily'in durumu çok hızlı bir şekilde
düzelmeye başladı.
Tedaviden 23 gün sonra
Emily'de kanserin yok olduğu açıklandı.
Emily bugün 12 yaşında ve hâlâ remisyonda.
(Alkışlar)
CAR T hücrelerinin verilmesinin ardından
yüksek ateş ve komadan oluşan
bu şiddetli reaksiyona
sitokin salınım sendromu,
yani CRS adını veriyoruz.
Bunun, tedaviye cevap veren hastaların
neredeyse hepsinde olduğunu gördük.
Ama tedaviye cevap vermeyen
hastalarda görülmüyor.
Yani paradoksal olarak,
CAR T-hücre tedavisinin ardından
hastalarımız artık
ateşlerinin yükselmesini umuyorlar,
ki bu sanki
"hayatlarındaki en berbat grip" gibi.
Bu reaksiyonun olmasını umuyorlar
çünkü bunun,
tekrar sağlıklı olmaya giden o dönemeçli
yolun bir parçası olduğunu biliyorlar.
Ne yazık ki, her hasta iyileşmiyor.
CRS'yi yaşamayan hastalar genellikle
iyileşmeyen hastalar.
CRS ile immün sisteminin lösemiyi yok etme
yeteneği arasında güçlü bir bağ var.
Bu yüzden geçen yaz, FDA, lösemi için
CAR T hücrelerini onayladığında,
aynı zamanda, bu hastalardaki
IL-6 etkilerini ve buna eşlik eden CRS'yi
önlemek için Tocilizumab'ın
kullanımını da onayladı.
Bu, medikal tarihte
çok olağandışı bir olaydı.
Emily'nin doktorları şimdi daha ileri
deneyleri tamamlamış durumdalar
ve 30 hastadan, tedavi ettiğimiz
ilk 30 hastadan 27'sinin,
yani yüzde doksanının
tam bir remisyonda olduğunu bildirdiler
Car T hücrelerinin verilmesinin ardından.
Bir ay içinde.
İleri evre kanser hastalarında yüzde 90
oranında tam remisyon görülmesi
50 yılı aşkın kanser araştırmalarında
duyulmamış bir şey.
Aslında şirketler genellikle
eğer hastaların yüzde on beşinde
tam yanıt oranı varsa bir kanser deneyinin
başarılı olduğunu açıklar.
2013'te "New England Tıp Dergisi"nde
dikkat çeken bir çalışma görüldü.
Uluslararası bir çalışma
o sonuçları doğruladı.
Ve bu, çocuk ve genç erişkin lösemisi için
Ağustos 2017'de FDA'nın bunu
onaylamasına yol açtı.
Yani ilk kez onaylanan bir hücre
ve gen tedavisi olarak
CAR T-hücre tedavisi inatçı lenfoması
olan yetişkinlerde de test edildi.
Bu hastalık Amerika'da yılda yaklaşık
20.000 kişiyi etkilemektedir.
Sonuçlar aynı derecede etkileyiciydi
ve şimdiye kadar kalıcı oldu.
Ve altı ay önce FDA
ileri evre lenfomanın
CAR T hücreleriyle tedavisini onayladı.
Yani şimdi dünyanın her tarafında
CAR T hücrelerini
birçok farklı hastalıkta test etmiş
pek çok laboratuvar ve doktor var
ve anlaşılacağı gibi, bu hızlı ilerlemeden
hepimiz çok heyecan duyuyoruz.
Daha önce hastalığın son evresinde
olan hastaların
Emily gibi tekrar sağlığına kavuştuğunu
görmekten minnettarız.
Uzun süren remisyonlar görmek
bizi çok heyecanlandırıyor.
Aslında bunlar bir iyileşme olabilir.
Aynı zamanda finansal maliyet
konusunda kaygılıyız.
Her hasta için CAR T hücrelerini üretmenin
maliyeti 150.000 dolar olabiliyor.
Ve CRS ve diğer komplikasyonların tedavi
masrafını eklediğinizde,
maliyet, her hasta için
bir milyon dolara çıkabilir.
Ayrıca başarısız olmanın maliyetinin
daha da yüksek olduğunu unutmamalıyız.
Kanseri iyileştirmeyen
mevcut tedaviler de pahalı
ve üstelik, bu durumlarda hasta ölüyor.
Bu yüzden, elbette, yapılan araştırmaların
bunu tüm hastalar için daha verimli
ve uygun maliyetli
hâle getirmesini istiyoruz.
Neyse ki bu, yeni
ve gelişmekte olan bir alan
ve birçok diğer yeni tedavi
ve hizmette olduğu gibi,
sektör bunu daha verimli şekilde
yapmayı öğrendikçe fiyatlar düşecek.
CAR T hücre tedavisine yol açmış olan
tüm yol ayrımlarını düşündüğümde,
çok önemli olduğunu
düşündüğüm bir şey var.
Hatırlamalıyız ki, bu büyüklükte keşifler
bir gecede olmuyor.
CAR T hücre tedavisi 30 yıllık
bir yolculuktan sonra bize ulaştı.
Başarısızlıklar ve sürprizlerle dolu
bir yoldan sonra.
Anlık tatminlerden
ve 7 gün 24 saat, ısmarlama sonuçlardan
oluşan bu dünyada
bilim insanlarının tüm bunların
üstesinden gelmek için
istikrar, vizyon ve sabra ihtiyacı var.
Yol ayrımının her zaman bir çıkmaz
ya da sapma olmadığını görebilirler,
bazen o sırada anlamazsak da
yol ayrımı, eve giden yoldur.
Çok teşekkürler.
(Alkışlar)