Benim adın Steve Pinker ve ben Harvard Üniversitesi'nde Psikoloji Profesörü'yüm. Bugün size dilden bahsediyor olacağım. Aslında ben bir dil bilimci değilim, bilişsel bilimciyim. Benim dil konusuna olan ilgim, dilin insan beynine açılan bir pencere olmasıyla, sınırlı. Dil konusu, insan bilimlerinin ana konularından biri. Dil kullanma becerisi, insanları diğer türlerden çarpıcı şekilde ayıran bir özellik. Dil, insanların iş birliği yapabilmeleri için elzem; kelimeleri kullanarak, bilgilerimizi paylaşıyor ve eylemlerimizi koordine hale getiriyoruz ve böylece harika işler başarabiliyoruz. Tabii dil konusu, içinde bir çok bilimsel sır da barındırıyor: Dil, nasıl insan türü için evrim geçirdi? Beyin, dili nasıl işliyor? Ayrıca dilin insan hayatında ne kadar merkezi bir yeri olduğu düşünüldüğünde, dilin bir çok pratik kullanımı olması şaşırtıcı değil. Dil bizim için o kadar doğal bir şey ki, onun ne kadar ilginç ve mucizevi bir şey olduğunu unutuyoruz. Şimdi, bir sonraki saat boyunca ne yapıyor olacağınızı düşünün. Bir adamın, nefes alıp bazı sesler çıkarmasını, sabırla dinliyor olacaksınız. Neden böyle bir şey yapasınız? Ben çıkaracağım seslerin çok hoş olduğunu iddia edemem, ama çıkaracağım "ss" ve "hmm" ve "vaak" ve "pap" seslerinin arasına, bazı bilgileri kodladığımı söyleyebilirim. İşte, sizlerin bu ses akıntısı içindenden bilgiyi çıkartma beceriniz var; bu da bizim fikirlerimizi paylaşmamızı sağlıyor. İşte bugün paylaşacağımız fikirler bu yeteneğimizle, dil yeteneğimizle ilgili. Ancak farklı bir biçimde "hs" ve "vaak" sesleri çıkararak, sizin, en sevdiğiniz realite şovunda olan bitenden, evrenin oluşuma ait olan teorilere kadar, bir çok farklı konuda düşünmenizi sağlayabilirim. İşte ben dilin mucizesi olarak bunu görüyorum; onun geniş ifade gücünü. 35 senedir dil konusu üzerine çalışıyor olmama rağmen beni hala merakla dolduran bir konu. Ve işte, dil biliminin açıklamaya çalıştığı ana fenomen de bu. Dilin, insan hayatının merkezinde olması şaşırtıcı değil. İncil'deki Babil Kulesi hikayesi, insanların bilgilerini ve niyetlerini, dili kullanarak paylaştıklarını ve bu sayede harika işler başardıklarını anlatmaktadır. Dil ayrıca belirli bir kültüre özgü değildir; antropologlar tarafından incelenen her kültürde mevcuttur. Dünyada bugün konuşulan 6.000 dil var. Bu dillerin hepsi komplekstir; kimse kompleks dile sahip olmayan bir insan toplumu keşfetmemiştir. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı, Charles Darwin demiştir ki: " İnsanoğlunun doğasında konuşma iç gdüsü vardır; bunu küçük çocukların agulamalarında görebilirsiniz, oysa hiçbir çocuğun içgüdüleri onu yemek yapmaya, alkol mayalamaya ya da yazı yazmaya yöneltmez." Dil, çetrefilli bir beceridir ve dil biliminin de karmaşık bir bilim dalı olması şaşırtıcı değildir. Bu dal, dilin kendisinin incelenmesini içerir: dilbilgisi, kelimelerin, kelime öbeklerinin ve cümlelerin sıralanması; fonoloji, yani seslerin incelenmesi, anlambilim, yani anlamın incelenmesi ve edimbilgisi, yani dilin konuşma esnasında nasıl kullandığını, inceler. Dil konusunu inceleyen bilim kişileri ayrıca dilin gerçek zamanlı olarak nasıl işlendiğini, çocuklar tarafından nasıl algılandığını ve dil öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini inceler; bu alana, psikolinguistik denir. Ayrıca bazıları da beyin tarafından dilin nasıl işlendiğini inceler; bu alana da nörolinguistik denir. Şimdi başlamada önce, dilin, dille yakından ilişkisi olan üç diğer şeyle karşılaştırılmaması çok önemlidir. Bunların ilki yazı dilidir. Tarih boyunca varolan tüm insan kültürlerinde bulunan, konuşma dilinin aksine, yazı, insan tarihinin yalnızca ufak bir kısmı boyunca var olmuştur; yazı 5000 sene önce icat edilmiştir. Sayfadaki her bir işaretin bir sesli ya da sessiz harfi temsil ettiği alfabetik yazı, bir sefer mahsus olmak üzere, yaklaşık 3.700 sene önce, Kenan Ülkesi'nde yaşayanlar tarafından icat edilmiştir. Darwin'in de söylediği gibi, çocukların içgüdüsel olarak yazı yazma eğilimleri yoktur ancak bunu eğilim okul sırasında inşa edilir. Dille karıştırılmaması gereken bir diğer şey de, düzgün dilbilgisidir. Dilbilimciler, betimlemeli dilbilgisiyle, yani insanların nasıl konuşması gerektiğini açıklayan kurallar ile, kuralcı dilbilgisini, yani insanların dikkatlice düzyazı yazdıklarında uymaları gerekenleri tanımlayan kurallar, arasında bir fark yaratmışlardır. Size dilbilimine ilişkin bir sır vermemi isterseniz, o da, bu iki grup kuralın, aynı olmadığı ve dilin kuralcı dilbilgisi kurallarının, aslında çok da mantık üzerine kurulu olmadığıdır. Mesela bu kurallardan en meşhuruna bakalım: mastarlıkları ikiye bölmeme kuralı. Bu kurala göre, Kaptan Kirk, Enterprise gemisinin görevinin " başka kimsenin gitmediği yere, gitmek cesurca" dediğinde, çok büyük bir dilbilgisi hatası yapmış bulunmaktadır. Editörlere göre, onun aslen "Başka kimsenin gitmediği yere, cesurca gitmek" demesi gerekmekteydi. Ancak, bu İngilizce dilinin ritmiyle ve vurgusuyla çatışmaktadır. Aslında, bu kuralcı kural, Latince'de, mastarın ayrılamaması kuralı temel alınarak yapılmıştır; çünkü mastar orada, tek kelimedir: "Facare", yani "yapmak." Julius Sezar, istese de mastarı ikiye ayıramazmış. Bu kural, İngilizce'ye tamamen taşınmış ancak aslında taşınmaması gerekirmiş. Bir diğer kuralcı dilbilgisi kuralı da, aynı cümle içinde iki negatifin kullanılmamasıdır. Mick Jagger'in " Hiçbir tatmin alamıyorum" dememesi gerekirmiş. Bunun yerine, "Herhangi bir tatmin alamıyorum" demesi gerekirmiş. Şimdi, bu kuralın genellikle mantığa uyduğu söylenir, ancak düşünürseniz " -mıyorum" ve "herhangi" kelimeleri de, " -mıyorum" ve "hiç" ikilisi gibi, aslında çifte negatif içermektedir. Bizim " Herhangi bir tatmin alamıyorum"u, "Hiçbir tatmin alamıyorum"a tercih etmemizin tek sebebi, 17. yüzyılda Güney İngiltere'de konuşulan lehçenin, " -mıyorum" ve "herhangi" ikilisini, ikilisine tercih etmesi yüzündendir. Eğer İngiltere'nin başkenti, ülkenin güneyinde değil de kuzeyinde olsaydı, "-mıyorum" ve "hiçbir" doğru, " -mıyorum" ve "herhangi" ikilisine yanlış olacaktı. Bir dilde, standart olarak seçilen ağzın herhangi bir özelliği yoktur. Aslında, biz lehçe adı verilen farklı dil versiyonlarını karşılaştırırsak, hepsinin farklı şekillerde kompleks olduğunu görürüz. Mesela, Afro-Amerikan konuşma dilini, yani Siyani İngilizce'yi ya da Zenci sokak dilini ele alalım. Afro-Amerikan dilinde, " He be workin" [O var çalışma] dediğinizde, bu aslında Standart İngilizce'nin katledilmesi anlamına gelmez, ama "He workin" [O çalışıyor] dan farklı bir anlam taşıyan, başka bir cümle kurulduğu anlamına gelir. İlki, o insanın bir işe sahip olduğunu belirtir, ikincisi ise, o kişinin, bizim şu anda bu konuşmayı yaptığımız esnada, çalışıyor olduğunu belirtir. Şimdi, Afro-Amerikan dilinde yapılan ancak Standart İngilizce'de var olmayan bu fark, farklı lehçelerin, standart dille aynı karmaşıklıkta ve aynı ölçüde kompleks bir dizi kurala sahip olabileceğinin göstergesidir. Şimdi üçüncü bir şey de, dili, düşünce ile karıştırmamak gerektiğidir. Bir çok insan, düşünürken dil kullandığını söyler ama, bilişsel psikologlar, bir çok düşüncenin, cümle biçiminde gerçekleşmediğini göstermiştir. [(1.) Bebekler (ve diğer memeliler) konuşmadan iletişim kurarlar.] Örneğin, bebeklerin konuşmadan önceki halleri ya da diğer hayvanlar üzerinde yapılan bazı harika deneyler göstermiştir ki, bu varlıkların biliş düzeyleri üst seviyededir; sebep sonuç ilişkisi kurabilir ve insanların amaçlarını ve niyetlerini okuyabilirler ve bütün bunları konuşma becerieri olmadan yapabilmektedirler. [(2.) Bazı düşünce türleri dil olmadan da sürer-- görsel düşünme] Biz ayrıca, dili kullanan varlıkların, yani yetişkin insanların dilin dışındaki biçimlerle de düşünmeye devam ettiğini biliyoruz, örneğin, görsel imgelemeyle. Eğer sizden yukarıda gördüğünüz üç boyutlu figürlere bakmanızı ve onları aynı mı, farklı mı olduğunu söylemenizi istesem? İnsanlar, bu problemi çözerken, küp dizilerini tarif etmek yerine, görüntülerin birini alıp, diğerini de, ilkiyle aynı yöne çevirirler. İşte bu, dil harici düşünceye örnektir. [(3.) Bizler, dili anlamak için üstü örtülü bilgi kullanırız ve sonra, olaylara özünü hatırlarız.] İşte bu yüzden, dili anlasanız da, sonra aklınızda kalan duyduğunuz dilin kendisi değildir. Bilişsel psikolojinin önemli bulgularından biri de, sözel içerikleri uzun vadeli hafızaya atarken, insanların kelimeleri birebir kopyalamak yerine, içeriğin özünü ya da anlamını saklıyor olmalarıdır. Mesela, sizin son 10 dakika içinde söylediklerimin bir kısmını hafızanıza aldığınızı varsayıyorum. Ama sanırım eğer ağzımdan çıkan bir tek cümleyi bile aynen söylemenizi istesem, bunu yapamazsınız. Hafızamıza kaydolan, cümlelerin aslından çok daha soyut bir şeydir. İşte biz buna anlam, içerik ya da semantik diyoruz. Aslında, bir cümleyi anlamaya çalıştığımızda, kelimelerin anlamı aslında devasa bir buz dağının görünen kısmı gibidir. Anlam verme, dilin kendisine anlam vermek için gerekli olan, hızlı, dile ait olmayan, bilinçaltı bir işlem gerektirir. Şimdi şampuan şişesinde, şiir gibi yazan bir kaç kelimeyi okuyacağım. "Saçı ıslatın, köpürtün, durulayın, tekrarlayın." Şimdi dilin bu kadar küçük bir kısmını anlarken bile, bazı şeyleri biliyor olmanız lazım: mesela işlemi ikinciye tekrar ettiğinizde, saçınızı tekrar ıslatmanıza gerek yok, çünkü zaten ıslak. Ve işlem bittiğinde, ve "tekrar edin" kelimesini gördüğünüzde, işlemi sonsuza dek tekrar etmenize gerek yok. Burada, "tekrar edin" , "yalnızca bir kere tekrar edin" demek. Bu örtük bilgiyi yazanlar, bu yazıyı anlamak için dil bilmek gerektiğini, ancak yazdıkları şeyin "dil" olmadığını, biliyorlardı. [(4.) Eğer dil düşünce ise, o halde nereden geldi?) Şimdi, eğer dil, düşünce ise, ve dil, dil olmadan düşünemiyorsa, o halde "dil nereden gelmiştir?" sorusu karşımıza çıkar.Sonuçta, İngilizce dili dünyaya gelen bir Marslı komitesi tarafından icat edilip, bize bahşedilmemiştir. Dil, aslında halkın yarattığı doğal bir olaydır. Yüzlerce, binlerce insanın katkıda bulunabileceği, yeni kelime yapıları, jargon ve argo kelimeler ekleyebileceği bir ansiklopedi gibidir. Ve işte bu eklemeler, insanlar fikirlerini ifade etmeye çalışırken yeni yollar aradıkça, dile eklenir ve dil en başta böyle oluşur. Şimdi, bu durum, dilin düşünceyi etkileyebileceğini inkar ettiğimiz anlamına gelmez.