1947 yılında, çok zaman önce, doğdum ve 18 aylıkken çocuk felci oldum. Üç ay boyunca yapay akciğerle yaşadım ve üç sene boyunca hastaneye girip çıkarak yaşadım. Brooklyn mahallesinde birçok komşumuz vardı ve bazıları ebeveynlerime çok yardımcı oldular. Bazıları bulaşıcı bir şey olmasından çok korkuyorlardı ve evimizin önünden yürüyemezlerdi bile. Gerçekten caddenin karşısına yürürlerdi. Bence ailem benim engelimin diğer insanlar için ne demek olduğunu bu zaman öğrendi: korku. Evde yaşayacağım da kesin değildi. Ben bunu 36 yaşıma kadar öğrenmemiş olsam da... Babamla bir akşam bir tartışma yaşadık ve dedi ki, "Biliyor musun? Sen iki yaşındayken doktorların bir tanesi senin bir enstitüde yaşamanı önerdi." Böylece onlar hayatlarına olduğu gibi devam edebilirdi çocuklarını büyütebilirdi ve engellilik ile ilgili onca şey ile ilgilenmek zorunda kalmazlardı. Babama inanmadım, yalancı olduğundan değil ama bu hikâyeyi daha önce hiç duymamıştım. Ve annem bu hikâyeyi doğruladı. Bana hiç söylemek istememişti. Ama aslında bu hikâyenin beni neden şaşırttığını bilmiyorum. Çünkü ben beş yaşındayken ve annem, Amerika'daki diğer anne babalar gibi, beni okula kaydetmeye götürdü. Yürüme mesafesinde olan okula kadar tekerlekli sandalyemi sürdü, okulun merdivenlerinden sandalyemi yukarı çekti ve okulun müdürü tarafından karşılandık. Aslında tam karşılanmadık. Daha doğrusu müdür o okula gidemeyeceğimi çünkü erişilebilir olmadığını söyledi. Ama bize endişelenmememiz gerektiğini çünkü Eğitim Kurulu'nun evimize bir öğretmen yollayacağını söyledi. Ve yolladılar da. Bir haftada toplam sadece iki buçuk saat. (Mırıldanmalar) Ama iyilik olsun diye bana çok temel bir beceri olan kanaviçeyi öğretecek bir ergoterapist yolladılar. (Gülüşme) Bugün kanaviçe yapamıyorum. (Gülüşme) Gerçek binalı bir okula gitme fırsatını dokuz yaşıma kadar bulamadım. Daha sonra ise çoğunlukla engelli olmayan çocukların bulunduğu bir okulda, sadece engelli çocukların olduğu sınıflardaydım. Ve sınıflarımda 21 yaşına kadar öğrenciler vardı. Ve 21'den sonra korumalı işyerleri denilen bir yere gittiler. Lüzumsüz işler yapmak için ve parasız çalışarak ya da asgari ücret altında para kazanarak. Ayrımcılığı anladım. Ebeveynlerim ayrımcılığı anladılar. Ebeveynlerim Almanya'dan geldiler. 1930'larda Holokost yüzünden Almanya'yı terk eden Yahudiler arasındaydılar. Ebeveynlerim ailelerini ve ebeveynlerini kaybettiler. İkisi de ebeveynlerini Holokost'ta kaybettiler. Bu yüzden benim hayatımda giden yanlış şeyler için sessiz kalmayacaklarını fark ettiler. Sadece benimkinde değil genel olarak etrafımda giden. Bunu öğrendiler çünkü ben tekerlekli sandalye kullanıyordum ve New York City'deki hiçbir lise tekerlekli sandalye kullanımına açık değildi. Böylece olması gereken diğer öğrencilerin de yaptığı gibi ev eğitimine geri dönmekti. Ebeveynlerim diğer ebeveynlerle toplandılar. Eğitim Kurulu'na gittiler ve bazı okulları erişilebilir yapmaları konusunda talepte bulundular. Ve oldu. Ben ve diğerleri sonunda normal bir liseye gidebiliyorduk ve normal dersler görebiliyorduk. Sonra ne oldu? Ayrımcılığın ne olduğunu gün geçtikçe daha fazla öğreniyordum ve aynı derecede önemli olan, kendi avukatım olmam gerektiğini öğreniyordum. Üniversiteye başlıyordum, Long Island Üniversitesi'ne ve hep öğretmen olmak istemiştim. Bu yüzden eğitim alanında yan dal yaparak tüm gerekli dersleri aldım. Lisansımı alma zamanım geldiğinde yazılı sınava girmem gerekiyordu ve sözlü sınava ve medikal sınava. O zamanlar, bu sınavların hepsi tamamen erişilebilir olmayan binalardaydı bu yüzden arkadaşlarım beni bu sınavlar için merdivenlerden aşağı ve yukarı taşıdılar, akülü tekerlekli sandalyede değil. (Gülüşme) Normal tekerlekli sandalyede. Sözlü sınavımı geçtim. Yazılı sınavımı geçtim. Ama medikal sınavı çok başka bir şeydi. Doktorun bana sorduğu sorulardan ilki ona nasıl tuvalete gittiğimi göstermekti. 22 yaşındaydım. Herhangi bir mülakata gireceğiniz zaman size sorulacak onca çeşit soruyu düşünürsünüz ya... (Gülüşme) Bu hiçbiri değildi. Ve en başta korkmuştum çünkü New York'ta öğretmen olan ve tekerlekli sandalye kullanan kimse olmadığını öğrenmiştim. Bu yüzden her adımda kötü bir şeyle karşılaşmayı bekliyordum. Bu yüzden, öğretmenlerin öğrencilere nasıl tuvalete gideceklerini göstermesinin gerekli olup olmadığını sordum. Eğer öyleyse yapabilirdim. Sürpriz olmadı medikal sınavı geçemediğim için kaldım. Reddedilmemin resmi nedeni sekeli poliomyelit felci -- özür dilerim. Bacaklarımın ikisinin de felç olması, poliomyelit sekeli. Doğrusu "sekeli" kelimesinin anlamını bilmiyordum o yüzden sözlüğe baktım ve "nedeniyle" demekti. Lisansımı alamadım çünkü yürüyemiyordum. Ne yapacaktım? Bu hayatımda çok önemli bir zamandı çünkü sisteme, kendime, karşı çıkacağım ilk zaman olacaktı. Beni bu konuda ilerlemem için teşvik eden engelli birçok başka arkadaşlarımla çalışıyor olsam da bu gerçekten korkutucuydu. Ama çok şanslıydım. Long Island Üniversitesi'nde engelli bir arkadaşım vardı ve aynı zamanda "New York Times" gazetesinde muhabirdi. Arkadaşım, ne olduğuyla ve neden yanlış olduğunu düşündüğüyle ilgili yazı yazabilecek bir muhabire ulaştı. Bir sonraki gün "New York Times" gazetesinde "Human v. The Board of Education" adında bir makale yayınlandı. "New York Times" beni öğretmenlik lisansım için desteklemeye başladı. (Alkış) Ve aynı gün içinde, medeni haklarla ilgili kitap yazan bir avukattan bir telefon aldım. Benimle röportaj yapmak için arıyordu. Ben de onunla röportaj yapıyordum, o bunu bilmiyordu. Konuşmamızın sonunda dedim ki, "Eğitim Kurulu'na dava açarsam beni temsil eder misin?" Ve evet dedi. Şimdi bazen bu mahkemede hiç olmayacak bir şeyin olduğunu söylüyorum çünkü inanılmaz bir yargıcımız vardı: ilk Afroamerikan kadın federal hakim -- (Gülüşme) Constance Baker Motley. (Alkış) Ve ayrımcılığı gördüğü anda anlıyordu. (Gülüşme) Eğitim Kurulu'nu bana bir tane daha medikal sınav vermesi konusunda teşvik etti. Ve onlar da verdiler. Ve daha sonra lisansımı aldım. Bir okul müdürünün bana iş vermesi birkaç ayımı almış olsa da, en sonunda bir iş buldum ve o sonbaharda çalışmaya başladım: benim gittiğim aynı okulda, ikinci sınıflar için. Böylece --- (Alkış) Bu bambaşka bir TED konuşması. (Gülüşme) Ama arkadaşlarım gibi ve ülkenin her tarafında tanımadığım insanlar gibi kendi avukatım olmam gerektiğini öğreniyordum ve insanların görüşlerine karşı savaşmamız gerektiğini. Eğer engelliyseniz iyileşmeniz gerekiyordu ve bu eşitlik denklemin bir parçası değildi. Ve Yurttaşlık Hakları Hareketi'nden, Kadın Hakları Hareketi'nden öğreniyorduk. Onların aktivizmlerinden bir araya gelme yeteneğini öğreniyorduk. Sadece problemleri tartışmak için değil çözümleri de tartışmak için. Ve bundan Engelli Hakları Hareketi doğdu. Bu yüzden size birkaç bilmece söylemek istiyorum. Sizce Madison Caddesi'ndeki iş çıkış saatindeki trafiği durdurmak için kaç kişi gerekir? Bir tahmininiz var mı? Kaç kişi? (Seyirciler cevaplar söylüyor) Elli. Bir çok küçük olurdu. Elli insan. Ve erişilebilir emniyet arabaları yoktu, bu yüzden bizimle uğraşmak zorundalardı. (Gülüşme) (Alkış) Ama size başka bir bilmece sorayım. New York City'de, tekerlekli sandalyede olduğunuz için sizi almayı reddeden bir otobüsü durdurmak için kaç insan gerekir? Bir. Bu doğru cevap. Bunun için yapmanız gereken tekerlekli sandalyenizi alıp -- (Gülüşme) basamakların hemen önündeki doğru yere yanaşmak ve aşağıdan biraz ittirmek ve böylece otobüsleri hareket edemez. (Gülüşme) Bunu yapmayı öğrenmek isteyen birileri olursa, sonra benimle konuşsun. (Gülüşme) 1972'de başkan Nixon rehabilitasyon kanununu veto etti. Biz protesto ettik. O imzaladı. Daha sonra bu kanunu yürürlüğe sokmak için gereken yasalar aslında imzalanmadı. Biz gösteri yaptık. İmzalandı. Ve Engelli Amerikalılar Kanunu (ADA), bizim Özgürlük Duyurma Kanunumuz, Meclisten veya Senatodan geçmeyecek gibi gözüktüğünde Amerika'nın her yanındaki engelli insanlar toplandı ve Capitol basamaklarını sürünerek çıktılar. O inanılmaz bir gündü ve Meclisle Senato ADA kanununu geçirdi. Sonra başkan Bush ADA kanununu imzaladı. Çok güzel bir resim. Başkan Bush ADA kanununu Beyaz Saray'ın çimenlerinde imzaladı. İnanılmaz bir gündü ve orada 2,000 kişi vardı. 26 Temmuz 1990 günüydü. Ve konuşmasındaki en ünlü kısım şuydu: "Utanç verici dışlayan duvarların nihayet yıkılmasına izin verin." Odadaki 50 yaş ya da üstü olanlar, hatta 40 yaş ya da üstü olanlar, sokaklarda rampalar olmayan zamanları hatırlarsınız, otobüslerin erişilebilir olmadığı, trenlerin erişilebilir olmadığı, alışveriş merkezlerinde erişilebilir tuvalet olmadığı, işaret dili tercümanının kesinlikle olmadığı, ya da altyazının veya kabartma yazının ya da diğer desteklerin. Bunlar değişti ve dünyaya ilham verdi. Ve dünyanın her ucundaki engelli insanlar bizdeki gibi kanunlar istiyorlar ve bunların uygulanmalarını istiyorlar. Bizim burada gördüğümüz Engelli Hakları Sözleşmesi. 2006'da kabul edilen bir antlaşmaydı. 10. yıl dönümünü kutluyor. 165'ten fazla ülke bu antlaşmaya katıldı. Bu anlaşma sadece engelli insanlara odaklanan ilk uluslararası insan hakları antlaşmasıdır. Ama üzgünüm ki ABD Senatomuz başkanımıza onaylaması için tavsiye vermekte başarısız oldu. Biz 2009'da imzaladık ama onay olmadığı için uygulamaya giremedi ve başkan, hiçbir başkan, Senatonun izni olmadan bir antlaşmayı onaylayamaz. ABD Senatosu'nun işini gerçekten yapması gerektiğini hissediyoruz ve Senato'nun bize Amerikalılar olarak olanak sağlaması gerektiğini hissediyoruz: sadece dünyanın etrafındaki hukûmetleri ve engelli insanları yaptığımız iyi şeyler hakkında bilgilendirmek için değil, aynı zamanda engelli insanların ülkemizdeki diğer insanlar gibi seyahat etmek, yurt dışında okumak ve çalışmak için aynı fırsatlara sahip olsun diye. Çoğu ülke bizimle aynı kanunlara sahip olmadıkça ve sahip olanlar bunları uygulamadıkça engelli insanlar için fırsatlar limitli. Ben yurt dışına seyahat ettiğimde, her zaman engelli kadınlarla tanışıyorum ve bu kadınlar bana şiddet ve tecavüze uğradıklarını anlatıyorlar ve bu şiddet formlarının aile üyelerinden ya da tanıdıkları hatta onlar için çalışan insanlardan geldiğini söylüyorlar. Genellikle bu davalara hüküm verilmiyor. İş teklifi alan engelli insanlarla tanışıyorum. Bu teklifler o ülkede bir kontenjan sistemi olduğu için yapılıyor. Ceza parasından kaçınmak için sizi işe alıyorlar ve sonra diyorlar ki "İşe gelmene gerek yok çünkü burada sana aslında ihtiyacımız yok." İdrar kokusunun çok güçlü olduğu enstitüleri ziyaret ettim. Koku o kadar güçlü ki aracının kapısını açmadan geriye çekiliyorsun. Ve insanların gerekli desteklerle bir topluluk içinde yaşaması gereken enstitülülere girdim. Ve neredeyse çıplak olan insanlar gördüm, kimyasal uyuşturucu almış insanlar, umutsuz bir hayat yaşayan insanlar. Bunlar ABD'nin doğru yapması gereken şeylerden birkaçı. Ayrımcılığı gördüğümüzde anlıyoruz ve bunun için birlikte savaşmalıyız. Birlikte yapabileceğimiz şey ne peki? Sizi şunun farkına varmaya teşvik ediyorum: engellilik hayatınızın her aşamasında katılabileceğiniz bir aile. Hiçbir kemiğinizi kırdınız mı? Lütfen el kaldırın. Bugün buradan ayrılınca sizden o süreçte hayatın sizin için nasıl olduğuna dair birkaç cümle yazmanızı istiyorum. Çünkü insanlardan çoğu zaman şunu duyuyorum: "Bunu yapamazdım, onu yapamazdım. İnsanlar benimle farklı konuşurlardı. Bana karşı farklı davranırlardı." Bu benim ve diğer engelli insanların açıkça gördüğümüz şeyler. Ama biz -- bu odadaki siz, bu TED konuşmasını dinleyen ve izleyen insanlar -- biz birlikte bir fark yaratabiliriz. Birlikte adalet için sesimizi yükseltebiliriz. Birlikte dünyayı değiştirmek için yardım edebiliriz. Teşekkürler. Gidip otobüsümü yakalamam lazım. (Alkış)