Bu benim için biraz garip, bunu yapmaya pek alışkın değilim, Genellikle ışıkların diğer tarafında dururum. ve şimdi diğer insanlara yaptığım baskıyı hissedebiliyorum, bu zor birşey. Bir önceki konuşmacı, sanırım, bazı konuların ne olduğuna dair gerçekten çok iyi bir zemin çizdi. Özellikle de çalışmalarımı yapmamı sağlayan itici güç ve kaybetme hissime dair ve önemli sorulara cevap bulmaya çalışmam hakkında. Fakat bu, benim için, yani, buraya gelip bunu yapmak, öyle bir his ki -- çok beğendiğim bir heykeltraş var, Giacometti, yıllarca Fransa'da yaşadıktan ve öğrendikten sonra, bilirsiniz okuduktan ve çalıştıktan sonra, eve dönünce "ne ürettin?" diye sormuşlar yıllarca uzakta yaşadın, neler yaptın demişler. o da onlara bir avuç dolusu heykelcik göstermiş. onlar da doğal olarak "Yıllarını bunun için mi harcadın?" diye sormuşlar. "Biz kocaman şaheserler görmeyi beklemiştik!" Fakat beni etkileyen, o küçük parçalarda bir adamın yaşam arayışının, düşüncelerinin, her şeyinin sonuçlarının olduğunu anlamaktır. Sadece biraz daha küçültülmüş bir versiyon olarak. Bir şekilde, ben de böyle hissediyorum. Eve, 20 yıldır uzakta neler yaptığımı anlatmaya gelmiş gibi hissediyorum şimdi. Ve buna benim ne hakkında çalıştığımı gösteren kısa bir tanıtım ile başlayacağım. Bir avuç film, çok fazla birşey değil, İki uzun metrajlı film ve birkaç kısa metrajlı film. Öyleyse, ilk parça ile başlayalım. Video: Ben insanların hayatlarını yıkıyormuşum, annem öyle dedi. Onu seviyorum, biliyorsun. Gerçek annem bile değil. Gerçek anne babam beni terketti. ve Nijerya'ya defolup gittiler. İçimde şeytan var, Court. Court: Uyu. Kadın: Hiç gittin mi? Court: Nereye? Kadın: Nijerya'ya. Court: Hiç gitmedim. Annem istemişti ama parası yetmedi. Kadın: Keşke gidebilsem. Orada mutlu olacakmışım gibi bir his var içimde. Niye herkes benden kurtulmak istiyor? Court: Ben senden kurtulmak istemiyorum. Kadın: Bana ihtiyacın yok. Sadece şimdi bunu göremeyecek kadar körsün. Çocuk: Bütün gün ne yaparsın? Marcus: Okurum. Çocuk: Hiç sıkılmıyor musun? Nasıl oluyor da çalışmıyorsun ki sen? Marcus: Emekliyim ben. Çocuk: Yani? Marcus: Yani Kraliçe için ve bu ülke için kendi payıma düşeni yaptım, şimdi kendim için çalışıyorum. Çocuk: Hayır, şimdi bütün gün aylak aylak oturuyorsun. Marcus: İstediğim şeyi yaptığım için mi? Çocuk: Bak adamım, okumak kimseyi doyurmuyor. Ve özellikle de senin şu esrar alışkanlığını doyurmaz. Marcus: Benim aklımı ve ruhumu doyuruyor ama. Çocuk: Seninle tartışmak zaman kaybı, Marcus. Marcus: Sen rapçisin, doğru mu? Çocuk: Evet. Marcus: Modern zamanların şairi Çocuk: Evet, öyle de denebilir. Marcus: Peki ne hakkında konuşuyorsun? Çocuk: O ne demek oluyor? Marcus: Basit. Ne hakkında rap yaparsın? Çocuk: Gerçekler, adamım. Marcus: Kimin gerçeği. Çocuk: Benim lanet olası gerçeğim. Marcus: Senin gerçeğinden bahset bana. Çocuk: Irkçılık, depresyon, benim gibi insanların hayatta hiçbir yere gelememesi. Marcus: Peki ne gibi çözümler öneriyorsun? Yani, bir şairin işi sadece bu değildir... Çocuk: Adamım, güçlülerle savaş. Basit. Orospu çocuklarını havaya uçur. Marcus: AK-47 ile mi? Çocuk: Adamım, bende ondan bi tane olsa, hemen yapardım. Marcus: Peki bu savaşı birlikte yürütmek için kaç tane asker topladın? Çocuk: Aman, Marcus, ne demek istediğimi biliyorsun. Marcus: Bir adam çareyi küfürde ararsa bu kendini ifade etmekteki acizliğinin göstergesidir. Çocuk: Gördün mü adamım, sen sadece benle dalga geçiyorsun. Marcus: Panterler Çocuk: Panterler? Beyaz üstünlükçü, yetkileri elinde tutanların saçmalıklardan bıkmış, onların canına okuyan adamlardı. ve sadece oraya gittiler ve herkese günlerini gösterdiler. Çok kötü adamım. Filmi izledim. Berbat! Ne? Yönetmen 1: Son filmini gördüm. Epuise, değil mi? Kadın 1: Evet. Y1: Kötü bir espri olacak ama hakikaten epuise idi. Epuise -- yorgun, bitkin, bezgin. Yönetmen 2: Bir susar mısın? Şimdi benimle adam gibi konuş, filmlerimin nesi var? Hadi gidelim. K1: Berbatlar. Kadın 2: Berbat mı? Peki ya seninkiler? Ne, ne, ne, peki ama, ne? Sen filmin hakkında ne düşünüyorsun? Y1: Filmlerim, fena değil, iyiler. Kimsenin izlemeyeceği belgeseller yapmaktan iyidir. Neden bahsediyorsun? Hollywood'un oradan hiç kıçını kaldırıp gerçek bir film izlemeye gittin mi? İnsanları uyutuyorsun. Boş laflarla uyutuyorsun. (Alkış) Newton Aduaka: Teşekkürler. İlk kesit hakikaten sinemanın benim için anlamını yakalıyor ve benim sinemaya nereden geldiğimi anlatıyor. Bu parçada, Nijerya'dan bahseden genç bir kadın var orada mutlu olacağını düşünen bir kadın. Bu hisler, evinden uzaklarda olan birinin yaşayacağı şeyler. Ve bu benim yaşadığım bir şeydi, hala yaşadığım bir şey. Ben uzun zamandır eve gitmedim, beş sene kadardır. Toplam olarak 20 senedir uzaktayım. Ve işte -- bunun 1997'de yapıldığını bilmek ki bu Abacha dönemidir -- askeri diktatörlüğün, Nijerya tarihinin en kötü zamanı, sömürgecilik sonrası tarihi. Yani, bu kızın böyle hayallerinin olması ev hissini nasıl hayatta tuttuğumuzu gösteriyor. Nasıl -- ve bence biraz romantik ama çok güzel, çünkü insanın tutunacak bir şeye ihtiyacı var, özellikle de kendini yabancısı hissettiği bir toplumda. Bu da bizi ikinci parçaya getiriyor ki burada da genç bir adam imkansızlıktan bahsediyor: Avrupa'da siyahi biri olmaktan, hepimizin bildiği ve bahsettiği cam tavan, ve onun gerçekleri. Tekrarlıyorum, bu ben -- burada bahsetmek istediğim -- İngiltere'de birçok kültürün barındığı bir zaman, ve çok kullanılan bir kelime vardı -- şeyi anlatmaya çalışan, insanların hayatlarında bu çok-kültürlülüğün ne anlamı olduğunu. Ve bir çocuk -- Jamie gibi bir çocuk -- küçük bir oğlan -- ne düşünür, yani, içinde büyüyen bütün bu sinir ile? Bununla ne olur? Tabii ki, bu sinirle olan şiddettir, ki bunu gettolardan bahsederken görüyoruz ve Los Angeles'in Güney Merkezi'nden bahsederken, ve bu tür şeyler sonunda, yönlendirildiğinde, değişir ve ayaklanma olarak ortaya çıkar -- Fransa'da, yaşadığım yerde, iki sene evvel olduğu gibi, herkesi şok eder, çünkü herkes "Aman, Fransa liberal bir toplum," diye düşündü. Ama İngiltere'de 18 sene yaşadım. Fransa'da da dört sene kadar yaşadım ve aslında kendimi 20 sene geriye atılmış, Fransa'da yaşıyor gibi hissediyorum. Ve sonra üçüncü parça. Üçüncü parçada benim için soru: Sinema senin için ne? Sinemayla ne yaparsın? Genç bir yönetmen var, Hollywood yönetmeni, arkadaşlarıyla beraber -- yine filmciler -- sinemanın en anlama geldiğini konuşuyorlar. Ve işte bu da beni son parçaya götürüyor -- ki bu da sinemanın benim için olan anlamı. Benim hayatımın başlangıcı -- hayatım 1966 yılında başladı, Biafran'dan birkaç ay evvel, ki bu üç sene sürdü ve tam üç senelik bir savaştı. Ve işte bütün bunlar, bütün bu çocukluğun yankıları beni bir sonraki parçaya götürüyorlar. (Video) Ses: Onicha, haydi kardeşinle okula bakalım. Onicha: Evet, ana. Komutan: Askerler, bir muharebede savaşacaksınız, bunun için hazırlanmanız ve ölmeyi göze almanız gerekiyor. Bunun için -- ? Çocuk Askerler: Hazırlanmamız ve ölmeyi göze almamız gerekiyor. K: Başarı, değişim yalnız silahın namlusundan geçer. ÇA: Silahın namlusundan! K: Bu silahınız. ÇA: Bu silahımız. K: Bu bir AK-47 tüfek. Bu sizin hayatınız. Bu sizin hayatınız. Bu ... bu ... bu sizin hayatınız. Ezra: Bize özel ilaçlar veriyorlar. Baloncuk dediğimiz ilaçlar. Amfetaminler. Askerler: Yağmur olsa, güneş olsa, asker adamlar gider. Dedim ki, yağmur olsa, güneş olsa, asker adamlar gider. Bir köyden ötekine gittik -- üç köye. Oraya nasıl vardığımızı hatırlamıyorum. Tanık: Yürüdük, iki gün boyunca yürüdük. Bir şey yemedik. Yemek yoktu, yalnızca biraz pilav. Yemeksiz -- hastaydım. İğne aklımızı başımızdan alıyordu. Allah bizi affeder. Bilmediğimizi biliyor. Bilmiyorduk! Heyet Başkanı: 6 Ocak, 1999'u hatırlıyor musun? Ezra: Hatırlamıyorum. Birçok ses: Öleceksin! Öleceksin! (Çığlıklar) Onicha: Ezra! (Ezra: Onicha! Onicha!) Birçok ses: ♫ Daha çok bela istemiyoruz ♫ ♫ Daha çok bela ♫ Annemi öldürdüler. Mende piçleri. (Bağırışmalar) O kim? Benim. Bunları neden bana veriyorsun? Bana öyle bakmayı kesmen için. Hikayem biraz karışık. Benim ilgimi çekiyor. Mariam hamile. Ne olduğunu biliyor musun? Bir timsah. Koca bir ağız. Kısa bacaklar. Rufus'un önünde korkak Ezra'sın. Bölüğüyle ilgilenmiyor. Bölük, son saygı duruşu. Hazır ol. Gözlerini aç Ezra. Kör bir adam bile elmasların onun cebinde bulunduğunu görebilir. ♫ Daha çok bela istemiyoruz ♫ Şu budalayı çıkarın buradan! Büyük bir saldırı planlıyorsunuz anladığım kadarıyla. Bu maden olmalı. Senin kız burada. Aferin, aferin. Onun için buradasın, öyle değil mi? Tekrar savaşmaya dönmeyi düşünüyorsun, öyle mi? ♫ Daha çok bela istemiyoruz ♫ ♫ Daha çok bela ♫ ♫ Daha çok bela istemiyoruz ♫ ♫ Daha çok bela ♫ Uyanın! Herkes uyansın! Yol kapalı! ♫ Daha çok be... ♫ Heyet Başkanı: Umuyoruz ki, senin yardımınla ve başkalarının yardımıyla, bu heyet isyancıların savaşının nedenini anlamakta yol katedecektir. Dahası, bir tür tedavi dönemi başlayacak ve sonunda -- ülke tarihinin bu korkunç dönemini sonlandırıcı bir hareket olacak. Umudun başlangıcı. Bay Ezra Gelehun, lütfen ayağa kalkın. Heyet için adınızı ve yaşınızı söyleyin. Ezra: Adım Ezra Gelehun. 15 veya 16 yaşındayım. Hatırlamıyorum. Kardeşime sorun, cadı olan o, o herşeyi biliyor. (Kız kardeşi: 16.) HB: Bay Gelehun, burada yargılanmadığınızı hatırlatmak istiyorum işlediğiniz herhangi bir suç için. E: Özgürlüğümüz için savaşıyorduk. Eğer savaşta öldürmek suç ise, dünyadaki tüm askerleri yargılamanız gerekir. Savaş bir suçtur, evet, ama ben başlatmadım. Siz de emekli bir generalsiniz, değil mi? HB: Evet, doğrudur. E: Öyleyse, siz de yargılanmalısınız. Hükümetimiz yozlaşmıştı. Cehalet, onların gücü ellerinde tutma yöntemiydi. Müsaadenizle, siz memleketinizde okumak için para veriyor musunuz? HB: Hayır, vermiyoruz. E: Bizden daha zenginsiniz. Ama biz okul için para veriyoruz. Sizin ülkeniz demokrasiden bahsediyor, ama benimki gibi yozlaşmış hükümetleri destekliyorsunuz. Neden? Çünkü elmasımızı istiyorsunuz. Sorun bakalım, bu odadaki hiç kimse hakiki bir elmas gördü mü? Hayır. HB: Bay Gelehun, size hatırlatmak istiyorum, bugün burada yargılanmıyorsunuz. Yargılanmıyorsunuz. E: O zaman bırakın gideyim. HB: Onu yapamam, evlat. E: Öyleyse yalancısın. (Alkış) NA: Teşekkürler. Hemen burada vurgulamak istediğim nokta, bir yandan bir sürü gelişme yaparken, yaptığımız, ki benim için biliyorsunuz, bence biz -- Afrika da ileriye gitmeli, ama bunları hatırlamalıyız, ki tekrar oraya geri gitmeyelim. Teşekkürler. Emeka Okafor: Teşekkürler, Newton. (Alkış) Burada bariz şekilde görülen temalardan biri de az önce izlediğimiz parça çocuk askerleri oynayan gençlerin yaşadığı psikolojik travma. Ve senin geldiğin yeri göz önünde bulundurursak, ve ne kadar ciddiyete alınmadığını göz önüne alırsak, alınması gerektiği kadar, bu konuda ne demek istersin? NA: Araştırma sürecimde, aslında Sierra Leone'da biraz zaman geçirdim bunu araştırmak için. Ve hatırlıyorum, birçok çocuk askerle tanıştım -- eski savaşçılar olarak tanınmak istiyorlardı. Onlarla beraber çalışan psikososyal çalışanlarla tanıştım. Onlarla vakit geçiren psikiyatristlerle tanıştım, yardımcı çalışanlar, sivil toplum kuruluşları, hepsi. Ama oradan ayrılırken ki son uçuşumu hatırlıyorum da, Gözyaşlarına boğulup kendi kendime düşündüğümü hatırlıyorum, eğer Batı'dan bir çocuk, batı dünyasından, bu çocukların yaşadıklarının yalnız bir gününü yaşayacak olsa, geriye kalan hayatlarının tamamını terapide geçirirler. Yani benim için, bu çocukların olması, bir nesil bu, bir nesil dolusu çocuğumuz var inanılmaz psikolojik travma ve zarar görmüş, ve Afrika bunun bilinciyle yaşamak zorunda. Ben yalnızca bunu göz önünde bulundurmamız gerektiğini söylüyorum, bütün bu gelişmelerin yanısıra, bütün bu başarı konuşmalarının yanısıra. Bu benim asıl düşüncem. EO: Peki, tekrar teşekkür ediyoruz TED sahnesinde konuştuğunuz için. Bu çok etkileyici bir konuşmaydı. NA: Teşekkürler. EO: Teşekkürler. (Alkış)