Uyanış
Uyanış, insan gelişiminin bir sonraki
doğal aşamasıdır.
Yani uyanış basitçe öz varlığımızın
doğasını tanımaktır.
Sadece birkaç kişinin yaşayabileceği
tuhaf, mistik, dini bir deneyim değildir.
Herkes için mevcuttur.
Esasen olduğumuz şey zaten tamamen uyanık, tamamen farkında.
Ve tamamen sınırsızdır.
Gerçek doğanız,
size düşündüğünüzden daha yakındır.
Bilinç, evrenin nihai gerçekliğidir.
Bilimdeki bir sonraki adım,
bilincin asli olduğunu anlamaktır.
Uyanış nedir ki?
Biri bana bunu açıklasın.
Uyanan Zihin Bölüm 1: Kendini Bil
Uyanış nedir?
Buna ister gerçek benlik,
ister yakın benlik, ister benliksizlik,
ister Buda doğası, Tao ya da
Mesih bilinci deyin.
Gerçekten fark etmez
Bu filmde ona farkındalık diyeceğiz.
Farkındalık
herhangi bir dinin ürünü değildir.
Uyanış ya da farkındalığı kavramak
bir rüyadan uyanmak gibidir.
Hayat oyunundaki karakterinizin
rüyası.
Karakterlerimiz aracılığıyla dünyayı
tüm güzelliği ve tüm çirkinliğiyle
deneyimliyoruz.
Bu deneyimi yaşam ve ölüm ikiliği olarak
adlandırabiliriz.
Karakterlerin düşünce ve hislerinde
sabitlenmiş bir şekilde dönüp dururuz.
İyi ve kötü.
Savaş ve barış.
Aydınlık ve karanlık.
Doğum ve ölüm.
Ta ki uyanıp bu filmdeki karakterin
biz olmadığımızı anlayana kadar.
Çağrı
Bu filmde,
gerçek doğanızı, entelektüel olarak değil
doğrudan deneyimlemeniz,
doğrudan keşfetmeniz için
size
bir davet gönderiyoruz.
Siz kimsiniz?
Bu daveti
farklı şekillerde tekrarlayacağız.
Kim olduğunuzu sorgularken,
her şeyin tam olarak olduğu gibi
olmasına izin verin.
Zihninizi bir şey olması için
ya da zihin düzeyinde bir yanıt bulmak
için hareket ettirmeyin.
Ve aynı zamanda zihni uzaklaştırmaya
çalışmayın.
Sadece kim olduğunuzu doğrudan
deneyimlemeye niyet edin.
‘Bilmeyen’ zihne izin verin.
Uyanış, dünyanın her seviyesindeki
tüm sorunların cevabıdır.
Ve eğer dünya sorunlarının
kökü bir yanılsamadan,
zihnin temel yanılsamasından
kaynaklanıyorsa
bu yanılsama,
benim bu sınırlı karakter olduğumdur.
Küçük, ayrı bir benlikle yaşadığımızda,
her zaman bir tür kesintisiz
tatminsizlik vardır.
Bu travma gibi büyük bir tatminsizlik
olabileceği gibi
arka planda hissedilen bir
duygu da olabilir.
Bir şeyler doğru değil.
Bir şeyler yanlış gibi.
Bir şeyleri kaçırıyorum.
Biraz zevk aldığımda,
dünyada bir şeyler başardığımda
İyi bir ilişkim olduğunda bile.
Bir an için duraklasam
izole edilmiş ya da bir şeylerden
kopmuşum gibi
tatminsiz bir his var.
Dolayısıyla, çoğu insanda varmış gibi
görünen bu his,
doğası bir tür ayrılık kaygısı olan o küçük,
ayrı benlikten uyanmamız için
bizi motive edebilir.
Bu sınırlı karakterin istediği şeyi
elde etmeye yönelik bir eğilimi vardır.
Bu sadece koşullanmış kalıpların
toplamıdır;
istediği şeyi arzulamak ya da
istemediği şeyi uzaklaştırmaya çalışmak.
Bu, haz ilkesi diyebileceğiniz
sonsuz bir süreçtir,
bilirsiniz, hazzın peşinden gitmek,
acıdan kaçınmak.
Ve eğer bu karakter,
bu koşullanmış kalıp olduğumuza inanırsak,
o zaman acı çekeriz ve dünyada
acı yaratırız.
Dünya bu egoik bilincin bir yansıması
haline gelir.
Uyanmanın faydası sizin ve
etrafınızdaki
insanların daha az acı çekmesidir.
Tanrı anlayışımla ilk bağlantımın
hayatımda benim için en büyük uyanış
olduğuna dair hiç şüphem yok.
Sanki 50 yıldır gerçekten
uyuyormuşum gibi.
Etrafta bir robot gibi dolaşıyor,
gençliğimden beri
bana öğretilen şeyleri yapıyordum
bilirsiniz, tüm formülü biliyordum,
kızı elde et, arabayı elde et, işi elde et,
evi elde et, eşi elde et.
Hayatın nasıl işlemesi gerektiğini düşündüğüm bir formül.
Ta ki 53 yaşıma gelene kadar.
Ve bunların çoğunu yapmış ve profesyonel
olarak bir dereceye kadar
başarılı olmuş olsam da, bunun öneminin
olmadığını fark ettim.
53 yaş civarında uyandım ve
bunun bir önemi olmadığını fark ettim ve
gerçekte ne kadar
az şey ifade ettiğini
her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu
görünce şok oldum...
Kimsin sen?
Ebeveynlerden, toplumdan ve
biyolojik koşullanmadan miras kalan,
karakteriniz için belirlenmiş senaryoyu
takip etmeyi bıraktığınızda,
oyun içinde yeni boyutlar açılır.
Yol açılır ama bu bir
hedefe ulaşmak için bir yol değildir.
Bu patikasız bir yoldur,
tam olarak mevcut anda
bulunduğunuz yere varmak için
illüzyondan sıyrılmaktır.
Benim adım Rupert Spira.
Tüm büyük dini ve ruhani geleneklerin
temelinde
yatan ikili olmayan anlayış
hakkında konuşuyorum.
Ve bu anlayışın deneyimsel olarak
tanınmasını amaçlayan
rehberli meditasyonlar yazıyor,
yönetiyor ve sohbetler yapıyorum.
Hepimizin her şeyden çok arzuladığı
huzur ve mutluluğun,
tanımı gereği
asla nesnel deneyimde
bulunamayacağını anlayın.
Nesneler, maddeler, eylemler ve ilişkiler
aracılığıyla asla sağlanamaz.
Bunu net bir şekilde anlamanızı ve
hayatınızın geri kalanını,
bulamayacağınız bir yerde
içsel doygunluğun verdiği
mutluluğu arayarak geçirmemenizi
öneririm.
Bu filmi izleyen herkes
bunu tam da özlemini duydukları
huzur ve mutluluğun
nesnel deneyimde
bulunamayacağını anladıkları
ya da en azından sezdikleri ve
gerçek doğalarına ilişkin
bu araştırmaya
başladıkları için izliyor.
Bu araştırma,
kişinin yapabileceği en önemli ve
mutluluğumuzun bağlı olduğu araştırmadır.
Hayatımın en büyük sorusu,
tabii ki çoğu insanın er ya da geç
karşılaştığına inandığım,
amacın ne olduğu? Gerçekten?
Hayatın amacı nedir?
Beni çok şaşırtan bir şekilde,
hayatın amacının yaptığım
hiçbir şeyle ilgisi olmadığı söylendi.
İşimle ilgili değildi,
kariyerimle ilgili değildi,
fiziksel hayatımdaki neredeyse
hiçbir şeyle ilgili değildi.
Bunlar hayatımın yönleriydi
ama amacı değildi.
Anladığım kadarıyla hayatımın amacı,
gerçek kimliğimi deneyimlemem,
ifade etmem, göstermem ve
yerine getirmemdi.
Bence çoğu insanın karşılaştığı
en büyük soru,
neredeyse hiç kimsenin kendisine
sormadığı ya da
asla yanıtlamadığı bir sorudur.
Benim anlayışıma göre
hayatın en büyük sorusu,
ben kimim?
Ben kimim?
Ben sadece gökyüzündeki bir kuş ya da
denizdeki bir balık gibi fiziksel bir
varlık mıyım?
Belki daha sofistike bir kimlik
ama sadece fiziksel bir varlık.
Doğuyorum, yaşıyorum, ölüyorum.
Başlangıcı ve sonu.
Yoksa bundan daha fazlası olmam
mümkün mü?
Fiziksel bir deneyim yaşayan
ruhani bir varlık olmam mümkün mü?
Hayatınızdaki her deneyim sizi bu tek
evrensel soruya getirdi.
Siz kimsiniz?
Zihninizle bir cevap aramayın.
Her şeyin tam olarak olduğu gibi
olmasına izin verin.
Zihnin farkında olan kim?
Karşınıza çıkan her şeyi hissedin.
Bu duyguların farkında olan kim?
Sorgulamanızın sonucunda ortaya çıkan
her şey hakkında
eksiksiz bir deneyime sahip olun.
Ben Donald Hoffman.
Irvine'deki Kaliforniya
Üniversitesi'nde bilişsel bilimler
alanında emekli profesörüm.
İşim öğrencilere ders vermekti,
ancak emekli olduğum
için ders vermiyorum.
Şimdi de araştırma yapıyorum.
Bilincin matematiksel modelleri ve
bütün yönüyle matematiksel olarak
kesin bir bilinç teorisinden
fizik ve uzay-zamanın nasıl ortaya
çıkabileceği üzerine
araştırmalar yapıyorum.
Benim kendi yolculuğum
hem ruhani hem de bilimsel yönden oldu.
Babam bir papazdı, köktendinci bir
Hıristiyan papazı.
Pazar günleri bunu, okulda da
bilimi öğreniyordum
ve bunlar birbiriyle çelişiyordu.
Edindiğim hikayeler de çelişkiliydi.
Ergenlik çağına geldiğimde
bir şeyleri kendi başıma
çözmem gerektiğini fark ettim.
Cevaplamak istediğim
sorunun şu olduğuna karar verdim:
Bizler makine miyiz?
İnsanlar makine midir
yoksa değil midir?
Fiziksel bakış açısına göre,
biz sadece makineydik.
Ruhani bakış açısıyla, makine olmazdık
ama kesin olarak ne olduğumuz da
söylenemezdi..
Bu yüzden soruyu bilimsel olarak
sormaya karar verdim,
biz sadece makine miyiz?
Ve bunu yapmanın en iyi yolunun
yapay zeka çalışmak
olduğunu düşündüm.
Ve MIT'de yapay zeka üzerine
çalışırken Beyin ve Bilişsel Bölümünde
insan tarafını inceledim.
Çünkü her ikisini de yapmak istiyordum.
Bu soruyu yanıtlamak için makinelerin
neler yapabildiğini,
insanlar ve insan sinirbilimi hakkında,
eğer varsa,
özel olan nelerin manevi gelenekler
olduğunu görmek istedim.
Makinelerden daha fazlası mıyız
yoksa fizikalist,
bilimsel bakış açısı mı doğru?
Ve biz sadece makineyiz
bilinç de yalnızca beyin
aktivitesinin bir eseri.
Son yüzyılda hakim olan bilimsel
materyalist paradigma,
fiziksel olanın ötesinde,
bilimsel yöntemle doğrulanamayan
herhangi bir şeyin varlığını
reddetmektedir.
Bilim bir çıkmazdadır.
Kuantum fiziği için temel olan ve
onu gözlemciyle,
bilincin kendisiyle yüz yüze getiren
paradoksun ötesine geçemez.
Aynı şekilde, dinler de çoğunlukla,
kim ve ne
olduğumuza dair
hakikatin doğrudan deneyimlenmesini
sağlama olan asıl amaçlarını
kaybettikleri
için yalnızca inanç düzeyinde
işlev görmektedir.
Bilim ve maneviyat arasındaki bölünme
her ikisini de verimsizleştirmiştir.
Dinler ve ruhani sistemler, uyanışın
gerçekleşmesi için gerekli koşulları
yarattığını gösterebilen sıkı yöntemlere
ihtiyaç duymaktadır.
Bilimin de fiziksel olanın ötesinde
bir şeylerin
olabileceğine dair bir açıklığa
umutsuzca ihtiyaç duyar.
Mesele dinden ya da bilimden vazgeçmek değil,
daha derine inmek, daha iyi
bir araştırma aracı
olabilmek için kendimizi değiştirmeye
istekli olmaktır.
Deney de, deneyi yapan da
biziz.
Din, yazılı hale getirilmiş ve
nesiller boyunca aktarılmış olan
bu meditasyon,
maneviyat geleneklerinin dili ve
kabı olmuştur.
Her şey tam anlamıyla alındığında
dinleri ve kültürleri bölen
kesinlikle çok gerçekçi diller vardır.
Ancak dinin ruhunu hissederseniz,
hakiki uyanışa giden yolu
takip edebilirsiniz.
İster inançlı ister inançsız olsun,
herkesin uyanma potansiyeli vardır,
çünkü uyanış insan bilincimizin
doğasında,
sadece insan olarak doğmamızla vardır.
Dolayısıyla adına ne derseniz deyin ve hangi dili kullanırsanız kullanın,
farklı bu dinlerde,
maneviyat ve meditasyon geleneklerinde
aynı gibi görünen belirli ilkeler vardır.
Ben gençken, bu anlayış esas olarak
Doğu ruhani geleneklerinde mevcuttu,
ancak bu geleneklerde
o kadar gizlenmiş ve kodlanmıştı ki
neredeyse erişilemezdi.
Benim neslimden pek çok insan bu anlayışı bulmak için
fiziksel ya da en azından
entelektüel olarak
doğuya gitti ve Doğu kültürü
Batı kültürüne kıyasla egzotikti.
Dolayısıyla bu anlayış, ifade edildiği
kültürlerden
egzotik bir tat aldı.
Ben de dahil olmak üzere pek çok kişi
bunun sonucunda ikili olmayan anlayışın
egzotik bir yanı olduğunu ve
sıradışı bir yaşam tarzı
gerektirdiğini düşündü.
Aile hayatından vazgeçmeniz,
saç uzatmanız, özel bir isim almanız,
bir tür öğretmene
ya da tuhaf uygulamalara
katılmanız gerekiyordu.
Tüm bu tür şeylerin temel anlayışla
hiçbir ilgisi
yoktu ve bunlar anlayışın
belirli bir zamanda ifade edildiği
kültürle ilgiliydi.
Dolayısıyla şimdi bu anlayış,
birçoğumuzun
onu ilk kez duyduğu geleneksel kutusundan
tamamen çıkarılmış durumda
ve artık bu temel anlayış,
hayatlarımızı olduğu gibi sürdürmemizi
sağlayacak şekilde mevcut.
Aile hayatı, iş hayatı. Kişinin hayatında
herhangi bir dışsal
değişiklik yapması gerekli değildir.
Bu gezegende yaşadığımız zorluk,
birden fazla hakikat olduğunu
düşünmemizdir.
Bu yüzden benim
dualite olarak adlandırdığım
bir dünyada yaşıyoruz.
erkek ve dişi, siyah ve beyaz.
Büyük ve küçük, hızlı ve yavaş
yukarı ve aşağı
orada burada, önce ve sonra.
Ama aslında sadece tek bir şey vardır.
Her şey tek bir şeydir.
Ve sadece tek bir şey vardır.
Yani her şeye derinlemesine
baktığımızda, büyük ve küçük,
hızlı ve yavaş, yukarı ve aşağı,
sol ve sağ, erkek ve dişinin hepsinin
aynı şey olduğunu,
sadece farklı özellikleri ifade ettiğini
ama hiçbir şekilde birbirlerinden
ayrı olmadıklarını görürüz.
Ben hepimizin
Tanrı'nın bireyleri
olduğumuza inanıyorum.
Tanrı'nın her insanda ve
her insan
aracılığıyla var olduğuna ve bu nedenle de
evrendeki her duyarlı
varlığın içinde var olduğuna inanıyorum.
O halde bir dalganın okyanusla
olan ilişkisi gibi benim de Tanrı ile
bir ilişkim olduğunu görüyorum.
Bir dalga okyanustan ayrı değildir.
O sadece okyanusun bireysel
bir biçimde ortaya çıkmasıdır.
Ve bu bireyselleşme tamamlandığında,
dalga başka bir gün
tekrar ortaya çıkmak üzere geldiği
okyanusa geri çekilir.
Bu yüzden hepimizin
ilahiliğin bireyleşmeleri
olduğumuza inanıyorum ve her şeyi
kutsal olarak gördüğümüzde,
her şeyle ilişkimizi değiştiririz
ve deneyimimizde her şey
farklılaşır.
Dünya bu şekilde değişir.
Bilinç nedir?
Bilinç evrenin nihai gerçekliğidir,
o halde şunu sorabiliriz:
eğer bilinç evrenin ve her şeyin nihai
gerçekliğiyse ve herkes öyleyse,
o zaman nasıl oluyor da dünya bize ayrık
ve bağımsız olarak var olan insanların,
hayvanların ve madde denen
şeylerden yapılmış nesnelerin
çokluğu ve çeşitliliği olarak görünüyor.
Bilincin, maddeden yapılmış nesnelerin
çokluğu ve çeşitliliği olarak göründüğü
evrenin nihai gerçekliği
olduğuna dair bu ifadeyi nasıl
uzlaştırabiliriz?
Yani, bilincin temel olduğunu
öne sürmek için
kullandığım kanıtın birçok yönü var.
Bunlardan biri fiziğin uzay zamanın
temel olmadığını söylemesi ve
evrim teorisinin de uzay, zaman
ve fiziksel nesnelerin
temel gerçeklik olmadığını
kabul etmesidir.
Şimdi, bu teorilerin ikisi de bize sadece
uzay-zamanın temel olmadığını söylüyor.
Bize uzay-zamanın ötesinde
ne olduğunu söylemiyorlar.
Bu yüzden benim tezim,
fizikçilerin uzay zamanın
ötesinde buldukları şeyin
matematiksel yapılar olduğudur.
Bunların ne hakkında
olduğu gerçekten net değil.
Uzay zamanın ötesindeki bu alem
ne hakkında? Ben de uzay zamanın
ötesindeki alemin bilinçle ilgili
olduğunu öne sürüyorum.
Ve sonsuz bilincin kendisini çok sayıda
ayrı deneyim öznesi
olarak, yani tüm hissedebilen varlıklar,
insanlar veya hayvanlar olarak
konumlandırma yeteneğine
sahip olduğunu öne sürebilirim.
Her birimiz, sonsuz bilinçte oluşan
kendi eylemini kendi perspektifinden
dış dünya olarak gördüğü
sonsuz bilincin yerel noktalarıyız.
Dolayısıyla, yerel perspektiflerimizden
bize maddeden yapılmış
bir dünya olarak görünen şey,
gerçeklik açısından, sadece
tek bir sonsuz bilincin faaliyetidir.
Başka bir deyişle, nihai analizde,
ayrı veya bağımsız olarak
var olan şeyler veya insanlar yoktur.
Tek bir sonsuz, bölünmez bütün vardır.
Kişi, kendi eylemine sonlu zihnin
algılama yetileri aracılığıyla baktığında
Varlığın birliği, nesnelerin ve şeylerin
görünürdeki çokluğuna ve çeşitliliğine
ayrılır.
Eğer uyanıksak,
gezegendeki tüm farklı varlıkların
kılığına girmiş,
herkesin gözünde parlayan
tek bir bilinç olduğunu fark ederiz.
O zaman başkalarında tam anlamıyla
kendimizi görürüz.
Ve bir ego olarak hareket etme eğilimi,
kendini bir şey sanma eğilimi
ortadan kalkar
çünkü doğrudan doğruya gerçeğin
farkına varırız.
Gerçek şu ki hepimiz tek bir bilinciz.
Ruhani benliğimin deneyimi
yalnızca fiziksel alemde çok iyi bir
nedenden ötürü mümkündü,
çünkü yalnızca fiziksel alemde
bunun tersi mevcuttu.
Kendimi deneyimlemek isteseydim,
metaforik olarak ışığı ele alırsak,
etrafımda ışıktan başka bir şey olmasaydı
ışığı deneyimleyemezdim,
ki bu da ruhani alemin
mükemmel bir tanımıdır.
O halde fiziksel alem
olarak adlandırdığım,
ışıktan başka bir şeyin olduğu
bir aleme gelirdim.
Çünkü kendimi bir ışık olarak
deneyimlemek istiyorsam,
sadece kendimi öyle bilmek değil,
deneyimlemek istiyorsam,
bunu ancak ışığın karşıtının
yani karanlığın olduğu
yerde yapabilirdim.
Böylece kendimi ışığın ve
karanlığın aynı anda var olduğu
fiziksel aleme getirdim ve sonra
kendimi ışık olarak dışa doğru
ifade ederken,
gerçekte olduğum kişi olabildim.
Ve bu anlayış, farklılıklarımızın ardında
hepimizin aynı olduğunu,
benzer bir varlık olmadığımızı,
ama hepimizin kelimenin tam anlamıyla
aynı varlık olduğumuzu öne sürer.
Ve sevgi bu birliğin ya da
paylaşılan varlığın
hissedilen deneyimidir.
Nihayetinde tek bir bilincin olduğu
teorimizin bir teoremidir.
Yani çok sayıda bilinçli etmenden oluşan
bir dinamiğe sahibiz,
ancak teori bize nihayetinde tüm bu
bilinçli etmenlerin
aslında tek bir bilincin yansımaları
olduğunu söylüyor.
Bilimdeki mevcut paradigma,
yüzyıllardır uzay ve zamanın,
gerçekliğin temel doğası
olduğu yönündedir.
İndirgenemezler ve her şeyin
temelini oluştururlar.
Einstein'dan önce uzay ve zaman
birbirinden ayrı olarak görülüyordu.
Şimdi ise uzay ve zaman birlikte,
uzay-zaman olarak birleşik bir şekilde
gerçekliğin temel doğası olarak görülüyor.
Bilim de uzay-zamandaki nesnelerin
temel gerçeklik olduğunu varsaymıştır.
Dolayısıyla, örneğin bilinçten
bahsettiğimizde, bilincin kendisi de
bir şekilde uzay ve zamandaki nesnelerin
bir ürünü olmalıdır.
Bu fizikalist çerçevede, bilinç olmadan
uzay, zaman ve fiziksel nesneler
temel gerçekliktir.
Ve bilinç evrenin evriminde daha sonra
ortaya çıkar, değil mi?
Yani büyük patlamada bilinç yoktu,
sadece uzay, zaman ve enerji vardı.
Enerji birleşerek büyük
parçacıklara dönüştü
ve sonunda kim bilir kaç milyon,
yüz milyon ya da
milyarlarca yıl
sonra yaşam ortaya çıktı.
Bilinç, daha da sonra ortaya çıktı.
Bu açıdan bakıldığında, öldüğünüzde,
bilinci ortaya çıkaran
fiziksel karmaşıklık çözülür ve
böylece bilinciniz de çözülür.
Ve fiziksel çerçeve gerçekten de
bedeniniz öldüğünde
bilincinizin de birlikte
öldüğünü söyleyerek
bilincin temel bir şey olduğunu
ortadan kaldırır.
Bu diğer bakış açısından,
meslektaşlarımla evrim teorisini,
uzay ve zamanın temel olmadığının
evrim teorisinin bir çıkarımı olduğuna
işaret etmek için kullandık.
Yani evrimin fiziksel yorumu yanlıştır.
Uzay ve zamanın ve parçacıkların
bir şekilde
insan organizmaları sayesinde
evrimleştiği fikri
yanlış bir çerçevedir çünkü uzay zamanın
kendisi temel değildir.
Biz uzay zamanın ötesinde çok daha zengin
bilincin dinamiğini, varsayıyoruz.
Yaptığımız şey eski teorilerimizi
bir kenara atmak değil.
Fizikçiler uzay zamanın sonunun
geldiğini söylediğinde,
bu artık Einstein'ı dikkate almadığımız
anlamına gelmez.
Kesinlikle değil.
Einstein'ı dikkate alıyoruz.
Fizikçilerin bulduğu uzay zaman ötesinde
yeni bir teori, uzay zamana projekte
edilse ve Einstein'ı daha iyi bir kuantum
teorisiyle geri verse iyi olur,
yoksa yanılırsınız.
Tüm eski teorilerimiz harika,
harika arkadaşlardır ve
onları daha derin bir teorinin
özel durumları olarak tutacağız.
Bilinç teorimizde de
aynı şeyi yapmak zorundayız.
İstediğimiz her şeyi öneremeyiz.
Bize uzay-zamanı geri yansıtan
ve geri veren
bir bilinç teorisine sahip olmalıyız.
Bu bize kuantum teorisini geri verir,
özel ve genel göreliliği geri verir
ve doğal seçilim yoluyla
evrimi geri verir.
Eğer bunu kesin matematiksel ayrıntılarla
yapamazsak, o zaman
bilim insanlarının bilinç teorimizi
ciddiye almaları için hiçbir neden kalmaz.
Sonsuz bilinç bir sanal gerçeklik
başlığı takmış gibi.
Sonsuz bilinç, düşünme ve algılamadan
oluşan bir VR başlığı takar
ve VR başlığını taktığı anda
kendisini kendi
faaliyeti içinde konumlandırır.
Ve bu başlık ile sonlu bir zihnin
görme, duyma, dokunma,
tatma ve koklama gibi algılama yetileri
aracılığıyla dışarı bakar.
Ve kendi varlığının
birliğini parçalayarak onun
10.000 şey olarak görünmesini sağlar.
Benim önerdiğim şey,
evrende sonlu zihinden
çok daha fazlası olduğudur.
Evrenin yalnızca sonlu zihinlerimizde
göründüğünü söylemiyorum.
Evren, sonlu zihnimizin dışında
ama bilincin içinde var olur.
Ancak evrene görünümünü veren şey
sonlu zihnimizin sınırlamalarıdır.
Yani evrene dikkattimizi
yoğunlaştırdığımızda,
algılanmadan önce var olan
gerçekliği görüyoruz.
Ama biz, ona görünümünü veren
algılama yetilerimizin
merceğinden görüyoruz.
Yani pek çok ruhani gelenekte
uyanış fikri,
gerçeklik olarak aldığımız şeyin,
uzay-zamandaki nesnelerin,
fiziksel bedenlerimizin ve benzerlerinin
nihai gerçeklik olmadığı,
çok daha derin bir gerçeklik olduğu,
uzay-zamanı ve fiziksel nesneleri aşan
bir bilinç gerçekliği olduğu ve
bu gerçeklikten
ayrı olmadığımız fikri olmuştur.
Bu gerçeklik bir anlamda
bizim ne olduğumuzun özüdür.
Ve böylece uyanış, uzay ve zaman içinde
sadece küçük bir
beden olduğum yanılsamasından,
aslında uzay ve zaman içinde
gördüğüm her şeyin yazarı olduğum
baktıkça ve algıladıkça
onu anında yarattığım
gerçeğine uyanmaktır.
Hakikate nasıl uyanırım?
Kişi, esasen olduğumuz şeyin
zaten tamamen uyanık,
tamamen farkında, eksiksiz, bütün,
huzur içinde olduğunu
idrak ederek uyanır.
Bu, güneş nasıl aydınlanır diye sormak
gibi bir şeydir.
Onun doğası ışıktır.
Zaten tamamen aydınlatılmıştır.
Temel varlığımızın doğası zaten
huzur ve mutluluktur.
Bu hepimiz için açık değildir
çünkü öz varlığımız
deneyim içeriğiyle öylesine
karışmıştır ki doğuştan gelen
huzur ve mutluluk deneyim
tarafından karartılır.
Bu nedenle de öz varlığımızın
aydınlanmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz
Güneşin sabahın erken saatlerinde
aydınlanmaya ihtiyacı
olmadığı gibi, temel varlığımızın da
aydınlanmaya ihtiyacı yoktur.
Güneş her zaman aynı parlaklıkla ışıldar.
Öz varlığımız her zaman aynı
huzur ve neşeyle parlar.
Ancak bu huzur ve neşe,
düşüncelerimizi ve duygularımızı
karakterize eden tedirginlik ve
yoksunlukla gölgelenir.
Uyanan bir kişi yoktur.
Yani bu Dan bünyesinden uyanan,
ben,
bir meditasyon merkezindeydi.
Bir Zen merkeziydi.
Uzun ve yoğun bir uygulama olan
Zen seansı yapıyorduk.
Yani Zen, kaçışın olmadığı bu koşulların
olduğu ortamı
yaratmak için harikadır.
Böylece meditasyonu
öğrenmiş olan Dan karakteri,
tüm bu meditasyonu yapan
Dan karakteri, uyanamayacağını
fark etti.
Sanki tüm meditasyon hileleri,
öğrenilmiş olan tüm uygulamalar
hiçbir işe yaramıyordu.
Öyle bir noktaya geldi ki,
uyanmaya çalışan o karakter uyanamadı
ve başarısız olmak zorunda kaldı.
Yaşadığım karakter, hayatım boyunca
oynadığım karakter,
gitmesine izin vermek
ya da ölmek zorundaydı
ve o karakter
artık bir şey yapmadığında,
meditasyon denen şeyi
yapan bir meditatör olmadığında,
geriye kalan şey benim
gerçek doğamdı.
Ya da ben, sadece ben.
Bu küçük, ayrı benlik duygusundan
uyandığımızda,
egoyu öldürüyor
ya da onunla savaşıyor olmayız.
Aslında onun ego kimliği görevinden
yarı emekli olmasına
ve ekibimizin bir parçası,
bilincimizin bir parçası olmak üzere
rahatlamasına izin veriyoruz.
Ve bu bize dünyaya küçük bir
mercekten bakmadığımız,
açık kalpli ve açık fikirli olduğumuz,
geniş ve aynı zamanda daha yakından
bağlantılı bir özgürlük hissi verir.
Aydınlanma uyanmış olmakla
ilgili değildir. Kimse uyanma
veya aydınlanma
haline dönüşmez.
Doğası, huzur ve mutluluk olan
saf bilgi ışığının tanınmasıdır.
Ve biz hep böyledik ve
zaten böyleyiz.
Benim adım Lisa Natoli uyanış ve dönüşüm
hakkında ders veren
ruhani öğretmen olarak tanınıyorum.
Uyanış, gerçek doğanızın ve
gerçek doğanızın da
bilinç olduğunun farkına varmanızdır.
Ve bilinç, insanların farkındalık,
yaşam, sevgi, Tanrı, ışık için
kullandıkları birçok kelimeden
sadece bir tanesidir.
Yani benim bu beden olmadığım,
asla ölmeyen
ve asla doğmayan bir şey olduğumun
farkına varmak.
Bu benim için çok zor bir fikirdi.
1992'den beri ruhani bir yoldayım.
Mucizeler Kursu ile başladım.
Dini olarak çalışıyordum.
Yani kendini bu benliği tanımaya,
Tanrı'yı tanımaya, uyanmaya
adamış biriydim. Bunu anlayamıyordum
çünkü uyanışın mistik bir şey olduğuna,
bir şey olacağına, bir şeyin gerçekleşeceğine
ve bunun İsa, Buda ya da
tüm bu aydınlanmış ustalar gibi
olacağına inanıyordum
ve bu benim için
gerçekleşmiyordu.
Neden bu kadar kararlı, derin huzur,
mutluluk ve neşe anları yaşadığımı
ve neden hala mücadele ettiğimi
anlayamıyordum?
Farkındalık olan gerçek doğamızın
basitliğini fark etmeye başladım.
Yani şu anda beni dinleyen biri için,
farkındalık bu sesi duyduğunu söylüyor,
işte biz buyuz.
Ve onun bir yeri yok, cinsiyeti yok,
rengi yok, bedeni yok
ve tamamen sınırsız.
Yani uyanış,
gerçek doğamıza uyandığımız yerdir.
Şu anda burada olduğum halimle
bu deneyimin
farkındalığı olduğumu
idrak ederek uyanırız.
Ve bu çok sıradan.
Bunu kaçırıyoruz.
Bu kadar basit olamayacağını düşünürüz.
Gerçek doğamızın farkına varmak
bizi mutluluğa götürmez.
Mutluluk budur. Varlığın doğası
mutluluğun kendisidir.
Dolayısıyla gerçek doğamızın tanınması
mutluluk deneyimidir.
Bu anın farkında olan kim?
Zihin bir şey arayacak ya da onu karmaşık
hale getirmeye çalışacaktır.
Siz zaten zihnin
aradığı şeysiniz.
Zihin bunu her zaman ıskalayacaktır.
Bu yüzden bir cevap için zihne bakmayın.
Düşüncelerden kaçmayın
ve düşüncelere kapılıp gitmeyin.
Düşüncelere, fikirlere ve
inançlara olan ilginizi
veya bağlılığınızı basitçe bırakın.
Kim olduğunuzu deneyimlemeye niyet edin.
Zihni olumsuzlamaya ya da
tüm manipülasyonları,
tüm hareketleri zihin tarafından
kontrol edilen
bir duruma ulaşmaya
çalışmayın.
Zihnin olduğu gibi olmasına izin verin.
Bazen insanlar günlük yaşamlarında
bile uyanabilirler.
Mutlaka bir uygulamaya
ihtiyaçları yoktur.
Bazen yaşamda öyle şeyler olur ki,
sizin rutin döngünüzde bir kesinti olur
ve kendiliğinden bir uyanış yaşanabilir.
Ancak kişinin yaşamı bir tür robotik veya
tekrarlayan bir kalıpta devam ediyorsa,
o zaman bir tür müdahale gereklidir.
Kişinin, rutin döngülerinin kırıldığı
bir uyanış sürecine girmesine
sadhana ya da ruhani uygulama denir.
Ve bu uygulamalar her zaman
koşulludur.
Zihnin koşullandırılmasıyla
öğrendiğimiz şey
benlik yapısı içindeki bağları gevşeterek
uyanışın gerçekleşmesini daha olası
hale getirebilirler.
Bazen uyanışın kazara gerçekleştiğini
söylerler
ama pratik sizi kazaya daha yatkın
hale getirir.
Teknikler, uygulamalar sizi
kazaya daha yatkın
hale getirmek için çok faydalı olabilir.
Fakat belli bir noktada bunların
bırakılması gerekir.
Çünkü zihin sürekli olarak bir uygulama
ya da başka bir şey yapıyorsa,
o zaman dizginler zihnin elindedir,
sürücü koltuğunda zihin vardır.
Dolayısıyla pratikler, öz yapıyı
daha az yoğun hale getirmek
veya aydınlatarak gerçek doğamıza
daha nüfuz edebilen hale getirmek için
basamak taşları olarak
çok faydalıdır.
Pratik yapmakla ilgili paradoks,
nihayet uyandığınızda,
tüm pratiklerin VR oyunundaki
karakter olan
sahte benlik tarafından yapıldığını
ve gerçek benliğinizin
asla bağlı olmadığını
fark etmenizdir.
Tek yapmanız gereken
egonun tercihlerinden,
bir şeylere takılıp kalmaktan
vazgeçmektir.
Değişen fenomenler alanındaki herhangi
bir şey gerçek benlik değildir.
Olduğunuzu sandığınız siz,
her zaman özdeşleştiğiniz siz
asla uyanamaz.
Bu karakterden uyanırsınız.
Bu koşullanmış karakter olduğunuz
yanılsamasından uyanırsınız.
Dolayısıyla insanlar bu inzivalara
geldiklerinde, bilirsiniz,
bu küçük benin uyanacağını ve
harika bir şey olacağını düşünürler.
Ama belli bir noktada,
küçük ben bunu asla yapmayacaktır.
Vazgeçmek zorundadır,
başarısız olmak zorundadır.
Ve ancak bu başarısızlıkta kim olduğumuzu,
her zaman farkında olduğumuzu,
her zaman var olduğumuzu fark ederiz.
Biz sadece bu karaktere bağlandık ve
öyle olduğumuza inandık.
Direk Yol