Tennessee Williams bir keresinde şöyle demiş: "Bir zaman gelir, aynaya bakar ve olup olabileceğinin en iyisinin bu olduğunu anlarsın sonra da ya bunu kabullenir ya da kendini öldürürsün (Kahkahalar) veya aynalara bakmayı bırakırsın." (Kahkahalar) Ayna demişken başka biri şöyle söylemiş: "Geçmiş dikiz aynamıza çok dikkatli ve uzun bakarsak bir direğe bindirmemiz kaçınılmazdır." Hayatımın son dört yılını, öz farkındalık arayışıyla, aynalara, geriye veya başka tarafa bakan insanları inceleyerek geçirdim. Öz farkındalığın tam olarak ne olduğunu anlamak istiyordum; kaynağı neydi, ona neden ihtiyaç duyuyorduk ve onu nasıl artırabilirdik? Araştırma takımım sayısal olarak binlerce kişiyi inceledi. Yaklaşık 800 bilimsel çalışmayı analiz ettik. Ve öz farkındalıklarında büyük gelişme gösteren kişilerle derinlemesine düzinelerce görüşme yaptık. Yalnız, başlangıçta "öz farkındalık mucizeleri" olarak adlandırdığımız bu kişileri hiç bulamayacağımızdan endişe duyuyorduk. (Kahkahalar) Doğru. Fakat şükürler olsun ki onları bulduk. Bu mucize kişiler bana hepimizin nasıl hakiki bir öz farkındalık kazanabileceği konusunda çığır açacak yenilikler öğrettiler ve bunları sizinle paylaşmak istiyorum. Bugün sizden, nasıl göründüğünüzü görmenizi istiyorum. Biliyorum, bu bir tekerleme. Bunu yapabilmek için öz farkındalık konusundaki en yaygın inançlardan birini yıkmamız gerekiyor. Ama sırayla gidelim. Önce, öz farkındalık dediğimiz şey neyin nesi? Bu kendimizi apaçık bir biçimde görebilme ve böylece kim olduğumuzu, başkalarının bizi nasıl gördüğünü ve dünyadaki yerimizi anlama kabiliyetidir. Öz farkındalık bize güç verir. Gördüğümüz şeyi her zaman sevmeyebiliriz ama kendini bilmekte ferahlık vardır. Öz farkındalığı olan insanların daha başarılı olduğunu gösteren gerçek anlamıyla tonla araştırma var. Bu kişiler daha sağlam ilişkiler kurar. Daha yaratıcıdırlar. Daha öz güvenli ve daha iyi iletişim kuran kişilerdir. Daha az yalan söyler, aldatır veya çalarlar. İşlerinde daha iyidirler ve daha çabuk terfi ederler. Daha kârlı şirketlerdeki daha etkili liderlerdir. Öz farkındalık dünyasında iki tür insan vardır: Öz farkındalığa sahip olduğunu sananlar (Kahkahalar) ve ona gerçekten sahip olanlar. Bu doğru. Araştırmamızda İnsanların %95'i öz farkındalığa sahip olduğunu söyledi (Kahkahalar) ancak gerçek rakam %10-15' e yakın bir yerde. Bu ne demek anlıyorsunuz, değil mi? (Kahkaha) Bunun anlamı, en iyi ihtimalle, en iyi ihtimalle %80'imiz, (Kahkahalar) kendine yalan söyleyip söylemediği konusunda kendine yalan söylüyor. (Kahkaha) Bayağı ürkütücü, değil mi? Yani gerçekten kimin öz farkındalığı var, anlamada yaşadığımız zorluğu düşünün. "Baksana! Öz farkındalığın nasıl?" diye sorsak ne olurdu sanıyorsunuz. Kesinlikle. Yani araştırmamızın bir parçası olarak mucizeler dört barajı geçmeliydi. Takımımın geliştirdiği ve onayladığı bir ölçüte uygun bir öz farkıdalığa sahip olduklarına inanmalıydılar. Aynı ölçütler kullanılarak, onları iyi tanıyan biri de bunu onaylamaydı. Hayatlarında öz farkındalıklarını artırdıklarına inanmalıydılar ve onları derecelendiren kişi de bunu onaylamalıydı. Yüzlerce ve yüzlerce kişi arasından krititerlerimize uyan 50 kişi bulduk. Bu kişiler profesyoneller, girişimciler, sanatçılar, öğrenci ve ebeveynlerdi. İş, yaş, cinsiyet veya diğer demografik yönlerden herhangi bir ağırlıklı örüntüye rastlamadık. Bu mucizeler, takımımın cidden şaşırtıcı bir gerçeği bulmasını sağladı. Yani düşüncelerinizi, duygularınızı ve güdülerinizi düşünürken benimsediğiniz yaklaşım, biliyorsunuz, iç değerlendirmedir. Şey, muhtemelen bunu yapıyorsunuz- bunu söylemenin kolay yolu yok- ama muhtemelen büyük hata yapıyorsunuz. Evet, bu kadar azımızın öz farkındalığa sahip olmasının bir sebebi var. Size bu iç değerlendirme konusundaki sevimsiz gerçeği ilk fark ettiğim zamanı anlatayım. Colorado'da güzel bir bahar akşamı, saat 10 civarıydı. Ofisimdeydim ve diyet kola ile patlamış mısıra yumulmuştum. (Kahkahalar) Bir veri kümesi analizini yeni bitirmiştim ki şaşırdığımı söylemek çok yetersiz kalır. Takımımla birlikte, iç değerlendirme ile mutluluk, stres ve iş memnuniyeti gibi şeyler arasındaki bağıntıyı inceleyen basit bir araştırmayı yeni bitirmiştik. Doğal olarak iç değerlendirme yapan kişiler daha iyi çıkacaktı. Sizce de öyle olmamış mıdır? Bizim veriler tam tersini söylüyordu. İç değerlendirme yapan kişiler daha stresli ve huzursuzdu, işlerinden ve ilişkilerinden daha az memnundu ve hayatları üzerindeki kontrolleri daha azdı. Bu ne demekti, hiçbir fikrim yoktu. Ve daha da beteri, iç değerlendirme arttıkça bu olumsuz sonuçlar da kötüleşiyordu. (Kahkahalar) Yani kafam iyice karışmıştı. Aynı hafta, 20 yıl önce yapılan bir araştırmaya rastladım; dul erkeklerin hayata eşleri olmadan nasıl uyum sağladığını inceliyordu. Araştırmacılar, kayıplarının anlamını çözmeye çalışan kişilerin bir ay sonra daha mutlu ve daha az stresli ancak bir yıl sonra daha fazla stresli olduğunu bulmuştu. Hayata devam etmek yerine olan şeye takılıp kalmışlardı. Siz de yaşadınız mı? Ben yaşadım... Kendini analiz etmek, bizi kendi zihinsel cehennemimize hapsedebilir. Durum anlam kazanmaya başlıyordu. Şimdi, inatçı öz farkındalık ve özellikle iç değerlendirme taraftarı olan dinleyiciler şöyle düşünebilir "Tamam, iç değerlendirme sıkıntı verebilir ama buna değer çünkü derin bir iç bakış kazandırır." Ve evet, haklısınız. Size burada, öz farkındalığa ulaşmaya çalışmanın boşuna zaman kaybı olduğunu söyleyecek değilim. Hem de hiç. Ama size burada, yönteminizin işe yaramayacağını söyleyeceğim. Şaşırtıcı bir gerçek var: Kendimiz hakkında düşünmenin kendimizi tanımakla ilgisi yoktur. Bunu anlamak için iç değerlendirmede en çok sorulan soruyu düşünelim: "Neden?" Belki neden kötü hissettiğimizi bulmaya çalışıyoruzdur. Arkadaşımla kavga edince neden bu kadar üzülüyorum? Veya inançlarımızı sorguluyoruzdur. İdam cezasına neden inanmıyorum? Veya olumsuz bir şeyi anlamaya çalışıyoruzdur. "Toplantıda neden tıkanıp kaldım ki?" "Neden?" sorusunu sorduğumuzda maalesef bu bizi kendimizle ilgili gerçeğe götürmez. Bizi ondan uzaklaştırır. Bu durumun pek çok nedeni var. Bugün size ikisinden bahsedeceğim. Neden diye sormamamızı gerektiren ilk neden: Araştırmacılar şunu keşfetti ki ne kadar uğraşırsak uğraşalım bilinçaltı düşünce, duygu ve güdülerimize ulaşamıyoruz. Ve bunlar bizim bilinçli farkındalığımıza çok kapalı olduğundan sonunda bize doğru gibi gelen ama genelde çok yanlış olan cevaplar uyduruyoruz. İzninizle bir örnek vereyim. Psikologlar, Timothy Wilson ve Richard Nisbett, Ann Arbor, Michigan'da, semtteki ikinci el mağazasının önüne bir masa koyar ve masanın üzerine birbirinin aynı dört külotlu çorap dizerler ve gelip geçenlere hangisini en çok beğendiklerini sorarlar. (Kahkahalar) Şimdi, tüketici davranış araştırmaları sağdaki ürüne eğilimli olduğumuzu söyler. Orada da tam olarak bu oldu. Bütün çoraplar birebir aynı olsa da insanlar D çorabını dört kat fazla seçti. Ve onlara bu seçimin nedeni sorulduğunda Çok emin bir şekilde, D çorabının daha iyi olduğunu söylediler. (Kahkahalar) Ve hatta- ve hatta araştırmacılar onlara bu yön etkisini anlatmasına rağmen bile buna inanmayı reddettiler. "Neden?" sorusu neden kötü bir fikir, ikinci sebebi, bu bizi gerçek doğamızdan uzaklaştırır. Beynimizi bir süper bilgisayara benzetmeyi severiz, bilgilerin rasyonel analizini yapan ve kesin sonuçlara ulaşan bir aygıt gibi. Maalesef durum hiç de bu değil. Başka bir klasik psikoloji çalışmasına dayalı hızlı bir alıştırma yapalım. Sizden romantik ilişkinizin neden böyle olduğuna dair nedenleri sıralamanızı istesem ne söylersiniz? Diyelim ki genel olarak ilişkiniz süper gidiyor. Ama diyelim ki dün, bulaşık makinesine tabakların doğru dizilme biçimi konusunda büyük bir tartışma yaptınız. (Kahkahalar) Çok kötü tartıştınız. Şimdi, "sonralık etkisi" denen bir şey yüzünden bu tartışmanın şu anki etkisi hak etmediği ağırlıkta olacaktır. Yani şu an şöyle düşünebilirsiniz "Bıktım bu erkeksi dayatmalarından" (Kahkahalar) Veya şunu "Bulaşıkları nasıl dizdiğim neden bu kadar önemli ki?" Ve daha siz farkına varmadan ilişkinizin çok iyi gitmediğini düşünmeye başlarsınız. (Kahkahalar) "Neden?" diye sormak "alternatif gerçekler" yaratır. (Kahkahalar) Ve zamanla bizi asıl kişiliğimizden uzaklaştırır. Kendilik algımızı bulanıklaştırır. Şunu düşünüyor olabilirsiniz, eğer "Neden?" diye sormak, bize sıkıntı aşırı öz güven ve hata getiriyorsa muhtemelen öz farkındalığımızı da artırmayacaktır. Ama endişelenmeyin. Size kendiniz hakkında düşünmeyi bırakmanızı söylemeyeceğim. Bunu birazcık farklı biçimde yapmanızı söyleyeceğim. Eğer "Neden?" diye sormamamız gerekiyorsa o zaman ne sormalıyız? Bizim öz farkındalık mucizelerini hatırladınız mı? Onların iç değerlendirmeye nasıl yaklaştığına bakarsak cevabı buluruz. Gerçekten yüzlerce sayfa konuşma metni analiz ettik ve çok açık bir örüntü gördük. "Neden" kelimesi 150'den az geçerken "Ne" kelimesi 1.000 kezden fazla geçiyordu. Size birkaç örnek vereyim. Nathan, bir marka müdürü yeni patronundan çok kötü bir performans değerlemesi alıyor. Fakat "Biz neden hiç uyuşamıyoruz?" demek yerine şunu soruyor "Bu iş için en doğru kişi olduğumu ona anlatmak için ne yapabilirim?" Bu her şeyi değiştiriyor. İnsanlar şu anda Nathan ve patronunu zıt kutupların birlikte çalışabileceğine kanıt olarak gösteriyor. Sarah, bir eğitim lideri, 40 yaşlarında göğüs kanserine yakalanıyor. Ve "Neden ben?" diye sorduğunda bu ona bir ölüm fermanı gibi geliyor. O zaman şöyle soruyor "Benim için en önemli olan şey ne?" Bu onun hayatını kalan zamanı her ne kadarsa o kadar düzenlemesine yardım ediyor. Şu anda kanseri yendi ve onun için çok anlamı olan ilişkilerine daha fazla odaklandı. Jose, eski eğlence sektörü çalışanı, işinden nefret edermiş. Ve çoğumuzun yapacağı gibi saplanıp kalmak ve "Neden bu kadar kötü hissediyorum?" demek yerine şunu sormuş "Bana kötü hissettiren koşullar ne ve bunların ortak yönleri ne?" Ve hemen o işte asla mutlu olamayacağını anlamış ve bu ona bir varlık yöneticisi olacağı çok daha tatmin edici yeni bir kariyer kovalaması için cesaret vermiş. Bunlar sadece üç örnek ve pek çok mucize "Neden?" sorusu yerine "Ne?" sorusunu sormuş. Bu salonda hiç Nathan, Sarah veya Jose var mı? Bir tane daha anlatayım: Tasha. Bu yıl bu konuda bir kitabım çıktı ve bundan çok gurur duyuyorum. Fakat bir gün, bilinmez bir sebepten bir yazarın asla yapmaması gereken bir şey yaptım. Amazondaki eleştirileri okudum. (Kahkahalar) Ve size ne diyeyim, resmen doğramışlardı. "Ben bu araştırmalara binlerce saat harcamışken ve onların hayatları daha iyi olsun diye bu kitabı yazmışken insanlar bana neden bu kadar çirkin davranıyordu?" Değil mi? Bir kendinden tiksinme döngüsüne kapıldım. Samimi olarak hayatımdaki en dip noktalardan biriydi. Birkaç hafta böyle geçti ve sonra kafama dank etti; belki de kendi tavsiyeme uymalıydım. (Kahkahalar) Böylece farklı bir soru denedim. Şunu sordum "Peki, ya kitabımın hayatlarını değiştirmeye yardım ettiğini söyleyen insanlar ne?" Ne kadar farklı bir sonuç. Yani evet, bunu ben de doğru yapmıyordum. Hayat kolay değil, öyle ya! Hiç kolay değil. (Kahkahalar) -O biliyor, hepimiz biliyoruz. Ancak bu çılgın dünyada mutluluk ve başarı bulmada öz farkındalığın bize çok daha iyi bir şans sunduğuna dair çok fazla kanıt gördüm. Başlangıç için basit bir kelime değişikliği gerekli. "Nedeni", "Ne" ile değiştirin. Neden diye başlayan sorular bizi arkadaki tuzağa düşürür. Ne diye başlayan sorular bizi ileriye, geleceğe götürür. İnsanoğlu olarak bize, kim olduğumuzu anlama kabiliyeti gibi bir nimet verilmiş, hangi katkıyı yapabiliriz ve ne tür bir hayat sürmek istiyoruz. Unutmayalım, bizim öz farkındalık mucizelerinin ortak yönü yoktu sadece öz farkındalığın önemine inanıyorlar ve bunu gün be gün geliştirmeye kararlılardı. Bunun anlamı, hepimiz bir mucize olabiliriz. Öz farkındalık arayışı asla ve asla bitmez. Hayat hep devam eder. Hatalarımızdan, acılarımızdan ve başarılarımızdan bir şeyler öğrenmek ve olgunlaşmak bize bağlı. Bu konuda duyduğum en iyi sözlerden biri Mevlana'ya ait; "Dün zekiydim, dünyayı değiştirmek istedim. Bugün ise akıllıyım, kendimi değiştiriyorum." Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)