Bu benim oğlum.
(Seyirci) Ayyy.
Adı Tariku.
Eşim Scott ve ben 2009'da
onu Etiyopya'dan evlat edindik.
Size söyleyebilirim ki
evlat edinmek herkese göre değil.
Özellikle Etiyopya'dan ve farklı
etnik kökenlerden evlat edinmek
gizli kalmak isteyen insanlara göre değil.
Scott ve ben bu konuda
biraz erken davrandık
çünkü dövmeleri olan tuhaf bir çiftiz,
bize dik dik bakarlardı
ama bu durum çok daha
farklı bir dikkat gerektiriyor
örneğin biz New York'ta yaşıyoruz
ve Tariku iki buçuk yaşında,
ona travma sonrası stres
rahatsızlığı tanısı kondu.
Günde yaklaşık on kere
öfke nöbeti yaşıyor.
Onu güvenli biçimde tutmayı öğrenmek için
terapiste gitmek zorundayız
ki kendine veya başkasına
bir zarar vermesin.
Bunu da şöyle yaparsınız:
Yerde onun arkasına uzanıp
kafasını bir elinizle tutarsınız,
diğer kolunuzu onun kollarına dolarsınız
bacaklarınızla onun bacaklarını tutup
yatışana dek beklersiniz.
Bu berbat görünüyor
ve berbat hissettiriyor.
Bed-Stuy Brooklyn'deki bir
metro istasyonunda tek beyaz insan iken,
(Gülüşmeler)
ve çığlık atan Afro Amerikalı
bir çocuğu tutmak zorundayken
o noktada bu benim alışık olduğumdan
çok daha farklı bir görünüş.
Çok göze çarpan bir aile olduğumuzdan
insanlar evlat edinme hakkında
benimle konuşmak istiyorlar
ve bazen şöyle söylüyorlar:
''Oh, hep evlat edinmek istemişimdir
ama eşim hiç öyle düşünmez
çünkü eline ne geçeceğini hiç bilemezsin."
Vay be, demek istediğim -
bu sürece başladığımızda
bunu hiç düşünmemiştim
çünkü anladım ki zaten hiç
eline ne geçeceğini bilemezsin, değil mi?
(Gülüşmeler)
Bu tıpkı ... yaşam gibi.
Yani anladım ki evlat edinmek
herkese göre değil.
Ama hepimize öğreteceği şeyler var.
Örneğin evlat edinme tüm yaradılış
ve yetiştirme mevzusuna ışık tutarken,
hep söylediğim gibi
insanlar Tariku hakkındaki bu tartışmanın
hangi tarafında olduklarını seçmek için
kanıt toplayıp araştırma yapıyorlar.
Hani şöyle derler, ''Oh, o çok hızlı!''
Etiyopyalılar her maraton
koşusunu kazandıkları için tabii.
(Gülüşmeler)
''Oh, çok yakışıklı!''
Tabii tüm Etiyopyalılar çok güzeller.
Ve ''Oh, o müthiş bir baterist!''
(Kahkahalar)
Yeterince açık.
(Kahkahalar)
Ama eğer evlatlıkların
entegre bir kimlik duygusunu
nasıl bir araya getirdiklerine
daha yakından bakarsak
kim olduğumuz ve dünyada
nereye ait olduğumuz mevzularının
sadece yaradılışın ve yetiştirmenin
işlevleri olmadığını görürüz.
Kim olduğumuz bir hayal gücü meselesi.
Sadece genetik bir materyalin veya nasıl
yetiştirildiğimizin ürünü değiliz,
aynı zamanda kendimize
söylediğimiz hikâyeleriz.
Şimdi size biraz oğlumdan bahsedeyim.
O altı yaşında ve sağlığı çok iyi.
Artık öfke nöbeti yaşamıyor
ama bazen iPad işin içine
girdiğinde yaşanıyor.
(Gülüşmeler)
Ve bu çocuk hakkında bilmeniz
gereken tek başka şeyse şu:
uçaklar.
Uçaklar, uçaklar ve uçaklar.
Oğlum uçaklara bayılıyor.
Her cumartesi tüm günü LAX havalimanında
jetlerin havalanmasını izleyerek geçiriyor
ve her hava yolu firmasını biliyor,
hangi ülkeden olduklarını,
hangi merkezden geldiklerini biliyor,
bir 747 uçağı ile bir A380 uçağı
arasındaki farkı biliyor.
Uçağın ucundaki şu küçük şeylere
ne dendiğini biliyor musunuz?
Hayır mı? Oh, aslında birisi biliyor.
Hayır, bilmiyorsunuz.
(Gülüşmeler)
Onlara kanatçık dendiğini o bana
söyleyene dek ben de bilmiyordum.
Evet, kanatçıklar.
Yani bu konuşmadan başka hiçbir şey
çıkaramazsanız kanatçıklar.
(Kahkahalar)
Yani doğduğu yerden
16 bin kilometre uzakta büyüyen
bu küçük çocuk uçak hastası.
Haritalarla sıvanmış bir odası var,
hep Afrika'dan Kaliforniya'ya olan
yolculuğunu dinlemek istiyor.
Ve yolculuğunu büyük bir
maceraperest gibi kucakladı.
Onu eve ilk getirdiğimiz
zamanı hatırlıyorum.
Yıllar süren bürokrasiden
ve hayal kırıklığından sonra
Benim harika oğlumu kollarıma verdiler.
Hakkaniyet, azim ve sakinlik
hissine kapıldım.
Benim, göz kürelerine kadar dövmesi olan
ABD'nin eski deniz askeri kocam
ağlıyordu.
Bu da bizim için ilk görüşte aşk idi.
Peki Tariku için? Pek de değil.
(Gülüşmeler)
Sürekli gökyüzüne bakıyordu,
bu yüzden ona ikinci isim olarak
Moon ismini verdik.
Göğü sevdiğini düşündük, nasıl da şiirsel,
onu Tariku Moon diye çağıracağız.
Sonra anladık ki sadece bizimle
göz teması kurmak istemiyordu.
(Gülüşmeler)
Bu doğru, bakışlarını bizden çeviriyordu
ve biz endişelenmiştik.
Endişelenmiştik.
Göz teması kurmadığı için endişelendik.
Onun motor gelişimi için kaygılandık.
Akciğerleri için kaygılandık.
Burada olduğu ilk birkaç ay
onu sadece koruduk ve besledik
ve mahalle çevresi boyunca yürüttük.
Ben bunu yaparken çoğu kez
başka yapacak bir şey olmadığından
ona sürekli hikâyeler anlattım.
Ona nasıl aile olduğumuzu anlattım.
Ve ona Afrika hakkında hikâyeler anlattım,
ona Ayı Paddington hakkında
hikâyeler anlattım.
Ona birlikte büyüdüğüm şeyleri anlattım.
Yavaşça göz teması gelişti,
kasları da aynı düzeye geldi.
Benim vücudumda rahatladığını hissettim.
Yavaşça derken gerçekten yıllar aldı.
Yıllarca karabasanlar
ve çığlık içinde öfke nöbetleri yaşadı.
Bunlar onun için hiç kolay değildi.
Ama şimdi çok iyi
ve hiçbir yere gitmeyeceğimize
dair bize güveniyor.
Ve gözlerini dört açıp küçücük elini
benim elimin içine alarak oturuyor
ve gökyüzünü izliyor,
gökyüzünü bizimle göz teması
kurmadığından izlemiyor,
uçakları sevdiğinden dolayı izliyor.
Kendi soyundan büyülenerek
bana hep şunu soruyor:
''Ben Afrikalı mıyım?''
ben de evet diye cevaplıyorum.
sonra ''Ben Yahudi miyim?''
diye soruyor, evet diyorum
''Ben İrlandalı mıyım?'' diye
soruyor, evet diyorum.
Sonra ''Ben oraya gideceğim." diyor.
Ben de ''Nereye?'' diyorum.
(Gülüşmeler)
O da diyor ki
''Kore.''
(Kahkahalar)
Ve oğlum bütün bu birbirine
benzemeyen etkilerden
henüz bilinçli olarak bir kimlik
oluşturmasa da tam olarak yaptığı bu.
Yavaşça ve parça parça
ve büyük bir cesaretle
benim oğlum kendini keşfediyor.
Kendini, sonraki ve önceki
yolculuğuna doğru
aynı anda bakan
bir gezgin gibi keşfediyor.
Buna şahit olmak bazen acı verici
ama sıklıkla bu ilham veren süreç,
hayatıma ışık tutuyor.
Çünkü ben de evlat edinildim.
70'li yılların başında
bir bebekken evlat edinildim.
Ve evlatlık hakkındaki söylemler
o günden bu yana çok değişti.
Hâlâ bu konu hakkında
annemle aramda farklılıklar var.
Çünkü annem şöyle der, ''Bu birebir aynı.
Seni ben doğurmuşum gibi
aynı bu iki durum.''
Ben de "Hayır, ikisi aynı değil." diyorum.
Bunun daha iyi veya daha kötü
olduğu anlamına gelmez,
daha çok veya daha az
sevmek demek de değildir.
Bu niteleyici bir ifade değil.
Bu bir gerçek.
Evlat edinen aileler daha farklı
bir şekilde biçimlenirler.
Sonuç olarak,
evlatlıklar şu soruya birçok insandan
daha karmaşık yanıt verirler:
''Ben kimim?''
Ve oğluma uyku masalları anlatırken
bunun hakkında düşünüyorum.
Evlat edinildiğimi düşünüyorum da
peri masalında bir karakter olmak gibiydi.
Bir keşif ve olasılık duygusu var.
Ve biliyorum ki ben küçük bir çocukken
nereden geldiğimi aydınlatmak için
kendime sürekli hikâyeler anlatırdım.
Ben, kötü bir peri tarafından
büyülü bir adadan
gizlice kaçırılan bir prensestim
veya ben, bir kamyonun arkasından
dışarıya düşen ve nazik çiftçiler
tarafından alınan bir çingene idim.
Annem bu hikâyeyi sever.
(Gülüşmeler)
Ve tüm bu yer değiştirmenin
sonucundaki kurgularda
içimde gizli bir güç vardı ve o gücün
ne olduğunu henüz bilmiyordum.
Ve fark etmeye başladım ki
bu aslında daima doğruymuş.
Çünkü nereden geldiğim hakkında kurduğum
hikâyeler için harcadığım saatler,
bu saatler benim bir yazar olmam için
bir antrenman sahasıymış.
Ve bir yazar olmak bugün
hâlâ benim olduğum şey.
Profesyonel hikâye anlatıcıları
olsak da olmasak da
hepimiz kendimize ve çocuklarımıza kim
olduğumuz ve nereden geldiğimiz hakkında
ve bizim için neyin önemli olduğu
hakkında hep hikâyeler anlatıyoruz.
Yani bu sadece evlat edinilen
çocuklarla ilgili değil.
Çünkü sadece oğlumun kreşinde bile
ırklar arası aileler var,
eş cinsel ebeveynler var,
yalnız ebeveynler var,
her türlü insan var.
Ve tüm çocuklar kim
olduklarını bulmak için
hayal güçlerini kullanmakla meşguller.
Yani sizin kişisel aile
biçiminize bakmaksızın
evlat edinmek, aile ve kimlik üzerine
daha yaratıcı bir yolla kafa yormamız için
bize şans tanıyabilir.
Oğlumu evlat edinerek
öğrendiğim bir diğer şey,
bilinçli bir oluşum olan
sadece bizim benlik duygumuz değil,
aynı zamanda başkalarıyla olan bağımız.
Sevgi bir karardır.
Sevgi bir eylemdir.
UNICEF'in dünya çapındaki
kimsesiz çocuk sayısını
153 milyon olarak duyurmasından
daha önemli bir ders düşünemiyorum.
Etiyopya'da 4,6 milyon kimsesiz çocuk var.
Bu ülkede yarım milyon çocuk
şu anda koruyucu ailelerde.
Evlat edinme, dünyanın kimsesiz
çocuk krizinin bir çözümü değil iken
oğlum ve benim için bir çözüm oldu.
Bundan öğrendiğim şey şu ki
bu dünyada nereye ait olduğumuz
sadece damarlarımızdaki
kanın bir görevi değil.
Bu bir tercih.
Bu birbirimize verdiğimiz bir armağan.
Bunu aklımda tutarak bir ailenin sevgisi
olmadan yaşayan milyonlarca çocuk olduğunu
ve hepimizin o çocukların bakımının
tamamen bizim sorumluluğumuzda olduğu
bir hikâye seçebileceğimizi
düşünmeyi seviyorum.
Bunun nasıl olacağını bilmiyorum
ama şunu biliyorum ki
oğlum şu an gökyüzünü seyrediyor.
Bir zamanlar onun için
acıdan kaçış olan gökyüzü,
her nasılsa sihirle uçan
200 ton ağırlığındaki
dev çelik parçalarının olduğu
devasa bir olanağa dönüştü.
Teşekkür ederim.
(Alkış)