Hiç bir canavarla tanıştınız mı? Peki, beyninizin sürüngen kısmını harekete geçirecek kadar korkutucu biriyle? Bir gün, Denver'a ceza adaleti muhabirliği yapmaya gidiyordum. Kalabalık bir asansöre girdim, önüme döndüm ve arkamda birinin beni izlediğini hissettim. Omzumun üstünden bakınca, korkunç, soğuk gözlerle kurnazca bana bakan adamı gördüm. Ben de dönüp ona baktım, kaba biri olduğunu ima ederek ona baktım ama gözlerini indirmedi. Böylece yarışmayı bitirdim ve geri arkamı döndüm, kafamda alarm zilleri çalıyordu. Birden karar verdim, hangi katta ineceğimi bilmesini istemiyordum. Bir sonraki katta, kapılar kapanmadan hemen önce, son anda kendimi dışarı attım. Merdivenleri uçarak çıktım ve haber merkezine koştum, kalbim dışarı fırlayacak gibiydi. Canavarlardan korkmak içgüdüseldir. 2005'te Denver'da, seri tecavüzcü haberleri yerlileri öylesine korkutmuştu ki, bazıları yanında beyzbol sopası taşıyordu. Polis, Brent Brents ismini vermişti ve medya bu adam hakkında neler yapılabileceğini araştırıyordu. Rakip gazeteden bir muhabir Brent'in Arkansas'taki kız kardeşiyle görüştü ve kadın telefonu kapatmadan önce, "Ne hali varsa görsün," dedi. Söylediği sadece bir cümleydi ama haber atlatmışlardı. Editörler "Arkansas'a bir uçak bulun," dedi. "Ailesini bulun ve onları konuşturun." Ben de öyle yaptım. Annesi, Brent'i inatçı, zeki biri olarak tanımladı. Avlanarak ve balık tutarak büyümüştü, pistte koşar, güreşir, boks yapardı. Bir öğrenme bozukluğu vardı ve okulda önce kafası karışmış, sonra sinirli biri olmuştu. 10 yaşında esrara başlamıştı, sonra da içkiye ve sonra da annesine vurmaya. 13 yaşında, bir demir yolunda makas çevirmiş ve ıslahevine gönderilmişti, 18 yaşında iki çocuğa tecavüz etmekten hüküm giyene kadar ıslahevine bir girip bir çıkmıştı. 16 yıl hapiste kalmış ve denetimsiz çıkmıştı. Kız kardeşi, Brent'in önceki yıl ölen babasına karşı büyük bir öfke duyduğunu söylüyordu. Ben de annesine dönüp sordum, "Bunu sorduğum için üzgünüm ama cinsel suçlarda bu standart bir sorudur: Brent çocukken istismara uğramış mıydı?" Uzun bir sessizlik oldu ve sonra başını öne eğip dedi ki, "Brent her türlü yalanı uydurur." Polis Brent'i sevgililer gününden birkaç gün sonra yakaladı. O hafta sonunun başında, bir dedektif ona telefonda, "Teslim ol, seni küçük serseri," demişti. Brent de "Gelip beni bulun o zaman," diyordu. O hafta sonu beş kişiye tecavüz etti, iki tanesi çocuktu ve bir kadını neredeyse döverek öldürüyordu. O vakalardaki DNA saatler içinde işlendi ve sonrasındaki yakalamaca, dağlarda, polisin onu silah zoruyla yakaladığı yerde sona erdi. Bu tür hikâyeler medyada taşkınlık yaratır. Muhabirler hapishaneye akın etti ama ben gitmedim. Hiçbir faydası olacağını düşünmüyordum. Bunun yerine, ona el yazımla, dümdüz bir kağıda, iki cümle yazdım: "Sevgili Brent, Arkansas'a gittim, annenle ve kız kardeşinle tanıştım. Eğer onlara sorarsan onlara şerefli ve saygılı davrandığımı söylerler ve sana da aynı böyle davranırdım." Ona haber merkezinin telefon numarasını verdim ve her zaman arayabileceğini söyledim. Muhtemelen nefretle dolu birçok mektup alıyordu, o yüzden zarfın arkasına şunu yazdım: "Lütfen bunu açmaktan korkma." O haftanın sonunda, polis Brent'in başka bir kurbanı olduğunu duyurdu. Cinsel saldırı kurbanının kimliğini gizli tutacakları için sadece olayın geçtiği yere yakın çapraz sokakların ismini yayınladılar. "Sen ve bir fotoğrafçı, oraya gidin," dedi editörler, "O anonim kurbanı bulun, ve onu konuşturun." Peki o zaman. Biz de o sokaklara gittik ve kocaman Legolara benzeyen bir kiralık ev deryası gördük. Saatlerce zillere bastık, hiç şansımız yoktu. Hava kararmaya başlamıştı ki köpeğini gezdiren bir kadın gördük. Köpek gezdirenler bilgi almak için harikadır ve tahmin edersiniz ki tamircinin ona saldırıya uğramış bir kadını anlattığından bahsetti. Bize tamircinin kapı numarasını verdi, o da bize kurbanın kapı numarasını verdi. Kapıya vurdum ve bir adam açtı, kapının arkasına saklanmış küçük, koyu saçlı kadını görebiliyordum. Kim olduğumu söyledim ve kadın dışarı çıkıp "Beni korkuttun," dedi. Adı Margaret idi ve bana hikâyesini anlattı. Saldırıya uğrayalı üç hafta olmuştu ve boynundaki yaraların sarı izleri hâlâ duruyordu. İşlerini bitirip eve dönerken Brents onu ön kapıda yakalamıştı. Ona karşı gelmişti, adam onu dövüp boğmaya çalışmış ve sonra tecavüz etmişti. Margaret kanepesini gösterdi, üstünde büyük bir döşemelik kumaş yığını duruyordu. Polis, tecavüz burada yaşandığı için bunu kanıt olarak almıştı. Yeni bir kanepe almaya da, kira kontratını bozup taşınmaya da maddi durumunuz yetmediğinde - ki Margaret'in yetmiyordu - en kötü kabusunuzun kalıntılarıyla yaşamak zorundasınızdır. Polis ona, olaydaki DNA sonuçlarının gelmesinin iki ay süreceğini söylemiş. Ona olayın çözüleceğine dair umut vermemişler. Sonra Brents'e ait bir aranan kişi ilanı görmüş ve fotoğraftan ona saldıran kişi olduğunu anlamış. Bana o gece söylediği son şeylerden biri beni gerçekten çok etkiledi. Dedi ki, "Ondan nefret ediyorum. Ama ona acıyorum da. Bir hayvan, zavallı yaratık." Bir hafta sonra, Brents beni aradı. Bana söylediği ilk şeylerden biri, "Sana hiçbir şey vermeyeceğim," oldu. İnsanların beni arayıp "Seninle konuşmayacağım," demesi hoşuma gidiyor. Peki öyle olsun. Sonra dedi ki "Sana bir sorum var, bundan sonrası da cevabına bağlı." İnsanlar benden nefret ettiklerini, benim bir canavar olduğumu söylüyor. Sence öyle miyim?" Hiç düşünmeden "Hayır," dedim. "Canavarca şeyler yaptın ama seni bir canavar olarak görmüyorum." Yazışma sürecimiz böyle başladı. Bir mektubunda, Brents şöyle yazdı: "Korkma ama - bir keresinde bir asansörde senden iki adım uzakta durdum." Gözlerimi devirdim, hemen bir kağıt çıkarıp şunu yazacaktım: "Dalga geçme, her zaman doğruyu söylemek için bir anlaşma yapmıştık," O sabah asansörde arkamda olan kişinin o olduğunu anladım. Sırf varlığıyla beni korkmuş bir tavşan gibi haber merkezine koşturan o adam. Ortaya çıktı ki Brents işlerimi takip ediyormuş. Hapisten çıkmadan birkaç ay önce, ordunun, cinsel saldırı ve aile içi şiddet vakalarını yönetemediğini anlatan üç bölümlük bir serinin eş yazarıydım ve bu, bir fail olduğu için değil, içinde, kendisini kurban olarak gören kızgın bir çocuk adam olduğu için ilgisini çekmişti. Bu Brent'in birinci sınıftaki bir resmi. Babasının ona tecavüz etmeye başlamasının üçüncü yılı. Sağdaki fotoğraf çekildikten birkaç hafta sonra, 12 yaşındayken, babası onu öyle kötü dövmüş ki sonucu tıbbi kayıtlara "sol göz çukuğu kırığı" olarak geçmiş. Göz çukuru parçalanarak kırılmış. Aile bireyleriyle yapılan kayıtlar ve görüşmeler babasının şiddet dolu, sadist bir adam olduğunu gösteriyor. İkinci evliliğinden olan iki çocuğu da uğradıkları istismar yüzünden evden alınmış, Brent ve erkek kardeşi geri dönmüş, nedeni belli değil. Brent'in babası ona, kendisinin de çocukken dövülüp cinsel istismara uğradığını söylemiş, kendi babası tarafından, Brent'in büyükbabası. Böylece, düzen tekrar etmiş: Acı, aşağılanma, utanç. Brent Brents, çocukken ona yapılanı başkalarına yapıyordu. Çocukken de, birçok kurbanın yaptığı gibi kendisini suçlamıştı. Bir mektubunda şöyle yazmıştı: "Küçüklüğümden korku, utanç ve güvensizlik dışında pek bir şey hatırlamıyorum." Brents bana, o dedektif kendisine "Teslim ol, seni küçük serseri," dedikten sonra öfkeden çıldırdığını söyledi. Sonra gidip son korkunç suçlarını işlemişti. Tüm bunların Brent'in gösterdiği şiddet için bir mazeret olduğunu söylemiyorum. Seçimleri o yaptı. Hayatının geri kalanını hapiste geçirmeyi kesinlikle hak ediyor. Yine de ona yapılanı bilmek, neden Brent gibi birinin böyle bir empati yoksunluğuyla şiddete başvurduğunu açıklamaya yardımcı oluyor -- beyni buna önceden hazırlanmıştı ve önündeki örnek, uğradığı istismardı. Onun gibi birinden kendimizi uzak tutmaya çalışmak, onu "canavar" olarak damgalamak, kötü olarak addetmek insanın doğasıdır. Böyle bir canavarla hiçbir ortak noktamız olmasını istemeyiz çünkü bu bizim de canavarca şeyler yapabileceğimiz anlamına gelir. Fakat bugün bir tecavüzcüyü "canavar" kategorisine koymak güvenli görünse de, bu, yarın için çok tehlikeli olabilir çünkü o zaman bu "canavar"ın komşumuz, meslektaşımız veya güvendiğimiz bir arkadaşımız olabileceğine inanmayız. Bu da göz önünde oldukları halde fark edilmemelerini sağlar. Cinsel saldırının önlenmesi hakkında bugünkü hakim görüş "Yalnız yürüme, çok içme, kendini riske atma," gibi çok faydalı öğütlerde gizleniyor. Yani, özellikle kadınlara verilen mesaj şu: "Tecavüze uğrama." Acaba dikkatimizi başka bir topluluğa yöneltip şunu desek nasıl olur: "Tecavüz etme." Sonra da bir adım ileri gidip kendimize şunu sorsak: toplum olarak neyi yanlış yapıyoruz da tecavüzcü yaratmaya devam ediyoruz? Çünkü bu kişi yabancılara saldıran eski bir mahkûm da olsa kız arkadaşına tecavüz eden üniversiteli genç de olsa kurbanlarına uyuşturucu verip onlara saldıran ünlü de olsa - hepsi başkaları üzerinde hiddet, güç ve kontrol sahibi olmayı seçiyor. Bu seçim, onları aynılaştırıyor. Hepsi arkalarında acı bırakıyor. Sadece geçtiğimiz iki yıl içinde, kampüste cinsel tacize uğramış elliden fazla mağdurla görüştüm. Saldırganlarına dair öğrendiğim detaylar birçok genç adamın mağdurlarını kasıtlı olarak seçtiğini gösterdi. Müstakbel kurbanlarını izole ediyorlar, onları uyuşturucu ve alkole boğuyorlar, kapıları kilitliyorlar, gözyaşlarını, yalvarmaları görmezden geliyorlar, kurbanlarının korkudan donmuş veya bilinçsiz olmalarını önemsemiyorlar. 10 yıl önce, Brent Brents 1.509 yıl hapse mahkum edildi. Bugün, ülke genelinde, seri tecavüzcülerin yeni nesillerini görüyoruz. Bu neden hâlâ olmaya devam ediyor? Neden oğlan çocuklarına ve genç adamlara, kişisel değerlerinin hükmetme güçlerine bağlı olduğu mesajını veriyoruz? Güçten çok şefkati ödüllendirsek nasıl olur? Küçükken çocuklarımıza "Kum havuzunda güzelce oyna," diyoruz. Biraz büyüyorlar, bu sefer "Oyun alanında kavga etme," diyoruz, "Nefes al, ona kadar say ve uzaklaş." Yaşları biraz daha ilerleyince, onlara seksin biyolojik yönlerini öğretiyoruz: sağlık ve üreme. Peki, ya gençlerle kurduğumuz bu diyalogları geliştirip onlara utanç duymanın, güçsüz ve öfkeli hissetmenin - incinmişliği ve reddedilmişliği örten duyguların - onlarda başkalarına hükmetme isteği oluşturabileceğini öğretsek? Böylece tetikleyici hisleri tanıyıp onları eyleme dökmezler. En azından bu diyalogu başlatın. Eğer kurban seçme davranışına tanık olursanız sesinizi yükseltin - gördüğünüzde tanıyacaksınız. Bahane uydurmayın, başınızı çevirmeyin, üstünü örtmeyin. Cinsel saldırı, sözlü tacizle başlayıp fiziksel saldırıya uzanan bir süreç, bu yüzden cinsel saldırı veya mağduriyetle ilgili bir şaka duyar veya okursanız sesinizi yükseltin. Bu komik değil, seksi değil. Bu tehlikeli. Biri size güvenip cinsel saldırıya uğradığını söylerse onlara inanın. Haksız suçlamalar çok nadir, yani evet, onlara inanın. Onları yargılamadan dinleyin. Kaynak bulmalarına yardımcı olun ve ne yapmaya karar verirlerse onları destekleyin. Kurbanlar için, Brents bana hapishanede cinsel suç failleri için yapılan grup terapisinin işe yaramadığını söyledi. Bir tutuklunun cinsel suç faili grubuna giderken görülmesi bile, güvenliklerini riske atıyor. Bir kez oraya gittiklerinde de, savunmasız görünmek istemiyorlar. Korkuyla yaşarken değişmek zordur. Gerçekten değişmelerine yardım etmek istiyorsak neden onlara birebir odaklanmayla hissedilebilecek daha çok saygı ve şefkat sunmuyoruz? Zarar görmüş bir insanın çaresizce ihtiyaç duyduğu bir şey bu. Daha çok hapishane inşa edip saldırganları cezalandırmaya odaklanmak yerine, neden baştan önlem almaya çalışmıyoruz? Brents birçok kez, dokuz yaşındayken beyninin çoktan bozulmuş olduğunu söylemişti. Ya biri hayatına erkenden müdahale etmiş olsaydı? Bir komşusu, bir öğretmeni. Okula morluklarla gelen ve gece tuvalete gidip babasını uyandırma riskini almak yerine, yatağını ıslattığı için idrar kokan bir çocuğu nasıl hiç kimse fark etmemiş olabilir? İstismara uğramış bir çocuğa yardım ederseniz birden fazla kişinin hayat boyu acı çekmesini önlemiş olursunuz. Bugün birçok insan, benim "garaj ev" dediğim yerlerde yaşıyor, garaj burada baskın özellik. Gece garajlarına doğru araçlarını sürüyorlar, kapı açılıyor, araba giriyor, kapı kapanıyor. Ertesi gün çıkana kadar orada kalıyorlar. Caddenin aşağısında yaşayan ailenin ismini bile bilmezler. İletişim kurmazlar, müdahale de etmezler elbette. Ya çekinmeden, koşulsuz şartsız önemseme cüretini gösterirsek? Bu acı bir gerçek ama toplumumuz cinsel saldırı kurbanlarını, eğer "doğru çeşit" kurban iseler, daha çok umursuyor. Polis'in Margaret'e, onun davasındaki DNA'nın iki ay rafta bekleyeceğini söyleyişini hatırladınız mı? Brents yüksek gelirli bir mahallede oturan kurbanlara saldırdığında DNA saatler içinde işlenmişti. Adaletin gözü kör olabilir ama kesinlikle şampanyadan anlıyor. Davası mahkemeye ulaşana kadar Margaret'le iletişim halinde kaldım. Temmuz 2005'te, Brents ona saldırmaktan suçlu bulundu. Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan birçok kurban gibi, Margaret evden çıkmaktan çok korkuyordu. Kabuslar görüyordu, o güne geri dönüyordu. Bir işi sürdüremiyordu. Evliliği dağılmıştı. Duruşmadan önceki gün, Margaret onun adına Brents'e bir mesaj iletmemi istedi, kabul ettim. Mesajı şuydu: "Söyle ona, onu affediyorum." Büyüleyici bir şey, değil mi? Kendisini böyle yaralayan bir adamı nasıl affedebildi? Kendisinden neredeyse her şeyini alan birini nasıl affedebildi? Sonra dedi ki, "Beni öldürmeye çalışan adamı düşünmüyorum." "Bana yapılanın aynısını yaşayan küçük çocuğu düşünüyorum." Dedi ki, "Nefret etmek zor değil." Fakat ondan nefret etmeye devam edersem bunu hiç aşamayacağım." Sonra ekledi, "Onun yerinde olsam, beni dinleyip yardım edecek birini isterdim, beni sadece hayvan veya canavar gibi gören birini değil." Margaret bana ilham veriyor. Margaret Brent Brents'i affedebiliyorsa biz herkesi affedebiliriz. Bu davanın hayatımda çok derin bir etkisi oldu. Bana hepimizin birbirine bağlı olduğunu, başkalarına sırtımızı çevirmenin aslında kendimizi terk etmek olduğunu öğretti. Dönüştüğüm muhabiri sevmediğimi fark etmemi sağladı. Aslında ikimizin ortak bir noktası olduğunu bana gösteren Brents oldu, ikimiz de yönetiliyorduk. Bu dava bittikten kısa süre sonra işten ayrıldım ve bir daha asla haber merkezinde çalışmayacağım çünkü reyting için edilen çaresiz rekabet benim için birçok yönden sağlıksız. Bir daha asla, bir mağdurun kapısını davet edilmeden çalmayacağım. Brents'le bir yazışma süreci başlattım çünkü hayatı boyunca cinsel saldırıyı işlemiş bir gazeteci olarak, "Neden?" sorusuna bir cevap istiyordum. Mikroskop altındaki bir böcek gibiydi, ona da bunu söyledim. Brent Brents insanlık ve şefkat üstüne bir ders oldu. Sözde "canavar"ların bile korktukları şeyler vardır. Brents bana kendi korkularını yazdı. Dedi ki, "En büyük korkum, hiç iyi bir şey yapmamış olarak ölmek." Hikâyesini bu yüzden anlatıyorum. Dinlediğiniz için teşekkür ederim. (Alkış)