Chris Anderson: Pekâlâ, öyle tahmin ediyorum ki hayatın hakkında konuşacağız ve benimle paylaştığınız bazı resimleri kullanacağız. Sanırım şu fotoğrafla başlamalıyız. Peki, kim bu? Martine Rothblatt: Bu benim en büyük oğlumuz Eli ile birlikte. Beş yaşlarındaydı. Bu fotoğraf Nijerya'da çekilmişti, Washington, D.C. baro sınavının hemen ertesinde çekilmişti. CA: Peki ama bu çok da Martine'e benzemiyor. MR: Evet. Bu benim erkekkenki hâlim, büyütülüş şeklimdeki gibi. Erkekten kadına, Martin'den Martine'e dönüşümümden önce. CA: Martin Rothblatt olarak yetiştirildin. MR: Doğru. CA: Bu resmin çekilmesinden yaklaşık bir yıl sonra güzel bir kadınla evlendin. İlk görüşte aşk mıydı? Ne oldu? MR: İlk görüşte aşktı. Bina'yı Los Angeles'da bir diskotekte gördüm ve sonra birlikte yaşamaya başladık ama onu ilk gördüğüm anda onun etrafındaki enerjiyi gördüm. Ona dans etmeyi teklif ettim. O da bana benim etrafımda bir enerji gördüğünü söyledi. Ben bekâr ve çocuklu bir erkektim. O da bekâr ve çocuklu bir kadındı. Birbirimize çocuklarımızın resimlerini gösterdik ve yaklaşık 33 yıldır mutlu bir evlilik sürdürüyoruz. (Alkış) CA: O zamanlarda, uydular hakkında çalışan yetenekli bir girişimciydin. Sanırım iki tane başarılı şirketin vardı ve sonra radyoları dönüştürmek için uyduları nasıl kullanabileceğimize ilişkin problemi ele almıştın. Biraz bundan bahset. MR: Evet. Her zaman uzay teknolojisini sevmişimdir ve uydular, bana, atalarımızın kanoları ilk defa suya itmeleri gibi gelmiştir. Yani, gökyüzü okyanusunda seyrüseferin bir parçası olmak benim için çok heyecan vericiydi ve farklı uydu iletişim sistemlerini geliştirdikçe, yaptığım temel şey daha büyük ve daha güçlü uyduları fırlatmaktı, bunun sonu olarak da alıcı antenlerin daha küçük olabileceğiydi ve doğrudan televizyon yayınının ardından eğer daha güçlü bir uydu yapabilirsek alıcı çanağın daha küçük olabileceği fikri aklıma geldi. Öyle ki bu çanak parabolik çanağın sadece bir parçası, bir otomobilin üstüne yerleştirilecek küçük düz bir parça olabilirdi ve ulusal uydu radyosuna sahip olabilirdi ve şu an bu sistem: Sirius XM. CA: Vay be. Kimler Sirius'u kullandı? (Alkış) MR: Aylık abonelikleriniz için teşekkür ediyorum. (Gülüşmeler) CA: Yani o zamanlardaki tüm tahminlere karşı başarılı oldu. Çok büyük bir ticari başarıydı ancak ondan kısa bir süre sonra 1990'ların başında hayatındaki bu büyük dönüşüm başladı ve sen Martine olmaya başladın. MR: Doğru. CA: Anlatsana, nasıl oldu? MR: Bina ve dört güzel çocuğumuzla bir toplantı yaptık ve her birine tek tek ruhumun her zaman bir kadın gibi hissettiğini ama eğer bunu söylersem insanların bana güleceğinden korktuğumu, bu yüzden hep saklı tuttuğumu ve sadece erkeksi tarafımı gösterdiğimi söyledim. Her biri bu konuya farklı yaklaştı. Bina: "Ben senin ruhunu seviyorum, dışı Martin ya da Martine benim için fark etmez, senin ruhunu seviyorum." dedi. Oğlum: "Eğer bir kadın olursan hâlâ benim babam olmaya devam edecek misin?" dedi. Ben de: "Evet her zaman senin baban olarak kalacağım." dedim ve hâlâ da onun babasıyım. En küçük kızım mükemmel bir beş yaş tepkisi verdi. Bana dedi ki: "Ben babamı seviyorum ve o (kadın) da beni seviyor.". Şöyle ki kızımın cinsiyetleri karıştırma konusunda hiçbir problemi yoktu. CA: Bu olaydan sonra şu kitabı yayınladın: "Cinsiyet Ayrımı". Bu kitaptaki iddian neydi? MR: Benim bu kitaptaki iddiam, dünyada yedi milyar insanın yaşadığı ve aslında bir cinsiyeti ifade etmenin yedi milyar farklı yolu olduğuydu. Her ne kadar insanların bir erkek veya bir kadın cinsel organı olsa da cinsel organlar sizin cinsiyetinizi ve hatta gerçekte cinsel kimliğinizi belirlemez. Bu sadece bir vücut yapısı ve üreme yollarıdır ve insanlar istedikleri cinsiyeti seçebilirler, eğer ki toplum tarafından erkek veya kadın kategorisini seçmeye zorlanmazlarsa, aynen Güney Afrika'nın insanları siyah veya beyaz kategorisini seçmeye zorladığı gibi. Antropoloji bilimden gelen bilgimizle biliyoruz ki; ırk bir kurgudur, her ne kadar ırkçılık çok çok gerçek olsa da ve şimdilerde ise toplumsal çalışmalardan biliyoruz ki ayrı erkek ve kadın cinsiyetleri yaratılmış bir kurgudur. Gerçek olan ise cinsiyetin değişkenliğidir ki bu da erkekten kadına bütün bir süreçte kesişmektedir. CA: Sen kendini her zaman yüzde yüz kadın hissetmiyorsun. MR: Doğru. Bazı açılardan cinsiyetimi aynen saç stilimi değiştirdiğim gibi değiştirdiğimi söyleyebilirim. CA: (Gülüşmeler) Peki, şimdi, bu senin mükemmel kızın, Jenesis. Oldukça kötü bir şey meydana geldiğinde yaklaşık bu yaşlardaydı. MR: Evet, evimizde kendi yatak odasına çıkan merdivenleri çıkamadığını fark etti ve doktorlarla geçirdiğimiz birkaç aydan sonra çok nadir görülen hemen hemen değişmeyecek şekilde ölümcül bir hastalık olan pulmoner arteriyel hipertansiyon teşhisi konuldu. CA: Peki buna nasıl tepki verdiniz? MR: Şey, öncelikle onu götürebileceğimiz en iyi doktorlara götürmeye çalıştık. Kendimizi en sonunda Washington, D.C.'deki Ulusal Çocuk Hastanesi'nde bulduk. Çocuk kardiyolojisinin başındaki kişi, kızımı akciğer nakline yönlendireceğini ama umutlu olmamamız gerektiğini, çünkü uygun akciğerin, özellikle de çocuklar için, çok az olduğu söyledi. Bize, bu teşhisin konulduğu herkesin öldüğünü söyledi ve aranızda "Lorenzo'nun yağı" filmini izleyenleriniz varsa, ana karakterin ağlayarak merdivenlerden aşağı indiği ve oğlunun kaderine üzüldüğü bir sahne vardır, işte bizim de Jenesis için tam olarak hissettiğimiz şey buydu. CA: Ama sen bunu yapabileceklerinin bir sınırı olarak kabul etmedin. Araştırmaya ve bu hastalığı tedavi edecek bir yol bulmak için çalışmaya başladın. MR: Doğru. O dönemde haftalarca yoğun bakımda kaldı ve Bina ve ben hastanede kalacakları seçtik, diğeri ise çocuklarla ilgilenecekti ve ben hastanedeyden ve o uyuyorken, hastanenin kütüphanesine gittim. Pulmoner hipertansiyon hakkında bulabildiğim tüm makaleleri okudum. Okulda bile hiç biyoloji dersi almamıştım, bu yüzden temel biyoloji kitaplarından üniversite seviyesindeki kitaplara kadar gittim ve sonra tıbbi ders kitaplarına ve ardından dergi makalelerine, git gel, sonunda birilerinin, bir tedavi bulma ihtimali olabileceğini düşünmek için yeterli bilgiyi elde etmiştim. Böylece kâr amacı gütmeyen bir dernek kurduk. İnsanlara bağış yapmaları için bir talepte bulundum ve böylece tıbbi araştırmayı karşılayabilecektik. Konu hakkında uzmanlaşmıştım-- doktorlar bana, Martine, bize sağladığın tüm destekler için çok minnetarız ama kızını kurtabilecek bir tedaviyi zamanında bulamayacağız dedi. Fakat, Burroughs Wellcome Şirketi tarafından geliştirilen hastalığın seyrini kesebilecek bir ilaç var fakat Burroughs Wellcome, Glaxo Wellcome tarafından alındı. Nadir ve seyrek görülen hastalıklar için hiçbir ilaç geliştirmeme kararı aldılar ve belki sen uydu iletişimleri alanındaki bilgini pulmoner hipertansyion için bir tedavi geliştirmek için kullanabilirsin. CA: Nasıl olur da bu ilaca erişebilirsin? MR: Glaxo Wellcome'a gittim ve üç kez reddedilişimden ve kapının yüzüme kapanmasından sonra, çünkü ilaç üzerindeki lisans hakkını bir uydu iletişimleri uzmanına vermeyeceklerdi, hiç kimseye ilacı vermeyeceklerdi ve benim bu alanda uzman olmadığımı düşündüler, en sonunda küçük bir grubu benimle birlikte çalışmaya ikna edebildim ve yeterli güvenirliliği oluşturabildik. Onların direncini zayıflattım ve bu arada bu işin başarılı olabileceğine dair hiçbir inançları yoktu, bana "zamanını boşa harcıyorsun. Kızın hakkında çok üzgünüz." demeye çalıştılar. Ancak en nihayetinde, 25.000 dolara ve elde edilen gelirlerin yüzde 10'u dâhil, bana bu ilacın dünya çapındaki haklarını verme konusunda anlaştık. CA: Yani sen bu ilacı mükemmel bir şekilde piyasaya sürdün, temelde parasal dengeyi saptayıp bir değer biçerek yaptın. MR: Ah evet Chris ama bu benim nihai sonucum değildi-- onlara 25.000 dolarlık bir çek yazdıktan sonra, onlara "Peki, Jenesis için olan ilaç nerede?" dedim. Onlar bana "Ah, Martine, Jenesis için uygun bir ilaç yok. Bu bizim sadece farelerde denediğimiz bir şey." dediler. Bana, içinde az miktarda toz olan kilitlenebilir plastik torbada bir şey verdiler. Bana "Bunu hiçbir insana verme" dediler ve bana patent olduğu söylenilen bir kâğıt parçası verdiler, ondan sonra bu ilacı hayata geçirecek bir yol bulmak zorundaydık. Birleşik Devletler'de en iyi üniversitelerde çalışan yüz kimyacı, bu küçük patenti bir ilaca dönüştürmenin mümkün olmadığına yemin ettiler. Eğer ilaç ortaya çıkarsa, bu ilaç alınamaz, çünkü ilaç sadece 45 dakikalık bir yarılanma ömrüne sahipti. CA: Ve fakat, bir veya iki yıl sonra elinde Jenesis için işe yarayan bir ilaç vardı. MR: Chris, mükemmel olan şey, bu değersiz toz parçasının sadece Jenesis için değil diğer insanların yaşamaları için de bir umut ışığı taşımasıdır, ne var ki; bu toz, yıllık bir buçuk milyar dolar gelir getiriyor. (Alkış) CA: Bak işte yaptın. Bu yüzden bu şirketi halka açtın değil mi? Bundan büyük bir servet elde ettin. Peki Glaxo'ya kaç para ödemiştin, unutmadan, 25.000 doların yanısıra? MR: Evet, yani, her yıl onlara 1,5 milyar doların yüzde 10'unu ödüyoruz. 150 milyon dolar, geçen yıl 100 milyon dolar. Bu onlar için hayatları boyunca yaptıkları en büyük yatırımdı. (Gülüşmeler) CA: Sanırım en iyi haber ise şudur. MR: Evet. Jenesis tamamıyla mükemmel genç bir kız. Hâlâ hayatta, 30 yaşında ve sağlıklı. Beni, Bina'yı ve Jenesis'i görüyorsunuz. Jenesis hakkındaki en muhteşem şey, onun hayatta her şeyi yapabilecek olmasıydı ve inanın ki, eğer insanların sizin yüzünüze karşı ölümcül bir hastalığa yakalandığınızı söyleyerek yetiştiyseniz, muhtemelen Tahiti'ye giderdim, bunu da sadece kimseyle karşılaşmamak için yapardım. Bunun yerine o, United Therapeutics'de çalışmayı yeğledi. Nadir görülen hastaların ilaç alabilmesi için elinden gelen her şeyi yapmak istediğini söylüyor ve bugün o bizim telekonferans etkinliklerimizin proje lideri. Bu telekonferanslarda, pulmoner hipertansiyon için tedavi bulmak amacıyla tüm şirketin dijital olarak bir araya gelmesine yardımcı oluyor. CA: Ancak bu hastalığa yakalanan herkes o kadar da şanslı değil. Birçok insan bu sebeple ölüyor ve siz de bununla uğraşıyorsunuz. Peki nasıl? MR: Kesinlikle Chris. Bu hastalıktan ölmeye devam edenler sadece Birleşik Devletler'de yılda takriben 3.000 kişi, dünya çapında ise belki de bunun 10 katı, çünkü ilaçlar süreci yavaşlatıyor ama onu durdurmuyor. Pulmoner hipertansiyon, pulmoner fibroz, kistik fibroz, amfizem ve Leonard Nimoy'ın ölme sebebi olan koah için tek çare akciğer nakli ama maalesef ki akciğer nakli için Birleşik Devletler'de yılda sadece 2.000 insan için yeterli sayıda akciğer var ancak yılda yaklaşık yarım milyon insan akciğer yetersizliğinin son aşamasında ölüyor. CA: Peki bu konuda nasıl hareket ediyorsunuz? MR: Ben aynen binaların ve makina parçalarının sınırsız kaynağı ile arabaları ve uçakları ve binaları elimizde tuttuğumuz gibi, neden insanları, özellikle de akciğer hastalığı olanları, süresiz olarak hayatta tutacak organ nakli için sınırsız bir kaynak yapmayalım ihtimalini zihnimde canlandırıyorum. Böylece, insan genomunu çözen Craig Venter ve X ödülünün kurucusu olan Peter Diamandis ile birlikte kurduğu bir şirketle, domuzun genetiğini değiştirmek için bir takım oluşturduk, böylece domuzun organları insan vücudu tarafından reddedilmeyecek ve dolayısıyla da nakledilebilir organlar için sınırsız bir kaynak sağlamış olacağız. Bunu şirketimiz, United Therapeutics, aracılığıyla yapıyoruz. CA: Yani sen, neydi, bir on yıl içinde bu kişilerle, nakledilebilir akciğer sıkıntısını çözeceğinize inanıyorsun. MR: Kesinlikle, Chris. Direkt televizyon yayını, Sirius XM'de başarılı olduğumuz kadar bunda da başarılı olacağımızdan eminim. Aslına bakarsan bu atla deve değil. Bu, bir genden diğerine kadar uzak olan, kolay bir mühendislik. Genom dizilimlemenin rutin olduğu ve Synthetic Genomics'deki mükemmel insanların domuz genomu üzerinde sıfırlama yapabildiği, problemli genleri bulabildiği ve onu düzeltebildiği bir dönemde doğduğumuz için çok şanslıyız. CA: Ancak bu sadece vücutta değil -- bu tabii ki muhteşem. (Alkış) Bu, şu an için sizin ilginizi çeken dayanıklı vücutlar değil sadece. Bu dayanıklı zihinler de demek. Sanırım bu grafik size oldukça etkili bir şey söylüyor. Bu ne anlama geliyor? MR: Bu grafiğin söylediği şey, Ray Kurzweil'dan geliyor, bilgisayarın donanım, aygıt ve yazılımını işleme sürecindeki oran eğri boyunca artıyor, 2020 yıllarında, bugün önceki sunumlarda da gördüğümüz gibi, bilgiyi ve etrafımızdaki dünyayı insan zihni ile aynı oranda işleyen bilgi teknolojileri olacak. CA: Böyle olunca da, beynimizin içeriğini elde edeceğinize ve onu sonsuza kadar saklayacağınıza inanarak aslında dünya için hazır olmuş mu olacaksınız? Bunu nasıl ifade edersin? MR: Şey, Chris, üzerinde çalıştığımız şey; insanların, kişisel özelliklerinin, kişiliklerinin, hatıralarının, duygularının, inançlarının, davranışlarının ve değerlerinin, bizim bugün Google'a, Amazon'a, Facebook'a yüklediğimiz her şeyin bütününden oluşan bir zihin dosyası yaratabileceği bir durum oluşturmak. Orada depolanmış olan tüm bilgi, gelecek birkaç on yıl içinde yazılımın bilinci yineleyebildiği zaman geldiğinde, zihin dosyamızda olması muhtemel bilinci hayata döndürebilecek. CA: Şimdi sen sadece bununla boşa uğraşıp durmuyorsun. Sen ciddisin. Yani, kim bu? MR: Bu benim sevgili eşim, Bina'nın bir robot versiyonu. Biz ona Bina 48 diyoruz. Teksas'ta Hanson Robotics tarafından programlandı. National Geographic dergisinin orta sayfası o ve bakıcılarından birisiyle, kendisi internette geziniyor ve Bina'nın kişisel özelliklerinin, kişiliklerinin yüzlerce saatine sahip. O, sanki iki yaşında bir çocuk gibi ama insanları şaşkına çeviren şeyler söylüyor, bunu en iyi ifade eden belki de Bina'nın cevaplarının genellikle sinir bozucu olduğunu ama diğer zamanlarda ise daha önce röportaj yaptığı kanlı canlı insanlar kadar inandırıcı olduğunu söyleyen Pulitzer ödülü sahibi, New York Times gazetecisi Amy Harmon. CA: Yani burada senin düşüncen, umudunun bir parçası, Bina'nın bu versiyonunun veya ileride daha üst bir versiyonunun sonsuza kadar yaşayacağı mı? MR: Evet. Sadece Bina değil, herkes. Bilirsin, sanal olarak zihin dosyalarımızı Facebook'da, Instagram'da, neye sahipsek onda tutmak bize bedavaya mal oluyor. Sosyal medya, bence, zamanımızın en mükemmel buluşu ve bize Siri'den daha iyi Siri'yi çıkaran, gittikçe daha iyisine imkân sağlayan ve bilinç işletim sistemlerini geliştiren uygulamalar kullanışlı hâle geldikçe dünyadaki herkes, milyarlarca insan, kendilerinin zihin klonlarını geliştirebilecek, bunların internette kendi yaşamları olacak. CA: Yani mesele şu Martine, herhangi normal bir konuşma içinde bu kulağa çok delice geliyor ama hayat açısından yaptığınız şey, bu hafta burada duyduğumuz şeyler, zihinlerimizin verdiği inşa edilmiş gerçeklikler, diyorum ki, buna karşı bahse giremezsin. MR: Yani, sanırım gerçekten benden gelen bir şey yok. Bilakis, belki ben, Çin'de, Japonya'da, Hindistan'da, Birleşik Devletler'de, Avrupa'daki mükemmel şirketlerin yürüttüğü olayların birazcık da olsa haber vericisiyim. İnsan bilincimizin gittikçe artan yönlerini tanımlayan kodu yazma üzerine çalışan onlarca milyon insan var ve bütün bu bağlantıların bir araya geleceğini ve sonunda insan bilincini oluşturacağını görmek için dâhi olmaya gerek yok ve bu da bizim değer verdiğimiz bir şey. Hayatta yapacak çok fazla şey var ve eğer kitapları işlememize, alışveriş yapmamıza, en iyi arkadaşımız olmasına yardımcı olacak, kendimizin bir dijital tıpatıp aynısına sahip olabilirsek, inanıyorum ki zihin klonlarımız, kendimizin dijital versiyonları bizim nihai en iyi arkadaşlarımız olacak ve kişisel olarak benim için, Bina için yine kişisel olarak, birbirimizi deli gibi seviyoruz. Her gün, diyoruz ki; "Vay be, seni 30 yıl öncekinden daha çok seviyorum. Bizim için, zihin klonlarının ve iyileştirilmiş vücutların beklentisi bizlerin gönül ilişkisidir Chris, sonsuza kadar gidebilecek bir aşk. Biz hiç birbirimizden sıkılmıyoruz. Eminim ki sıkılmayacağız da. CA: Sanırım Bina burada, değil mi? MR: Evet, burada. CA: Çok olabilir, bilmiyorum, mikrofonumuz var mı? Bina, seni sahneye davet edebilir miyiz? Sana bir soru sormak istiyorum. Ayrıca seni görmeliyiz. (Alkış) Teşekkürler, teşekkürler. Gel hadi, Martine'e katıl. Yani, bak, evlendiğinde, biri sana, birkaç yıl içinde, evlendiğin adam, kadın olacak, bundan sonraki birkaç yıl içinde de sen bir robot olacaksın deseydi-- (Gülüşmeler) -- Nasıl olurdu? Nasıl düşünürdün? Bina Rothblatt: Çok heyecanlı bir maceraydı ve o zamanlar bunun olacağını hiç düşünmezdim, fakat yeni hedefler bulmaya ve bu hedefleri değerlendirmeye ve bunları başarmaya başladık ve farkına varmadan daha ileriye sürekli ileri gidiyorduk ve hâlâ da durmuş değiliz, bu muhteşem bir şey. CA: Martine bana gerçekten çok güzel bir şey söyledi, aslında buraya gelmeden önce Skype üzerinden, zihin dosyası olarak yüzlerce yıl yaşamak istediğini söyledi ama sensiz değil. BR: Doğru, bunu birlikte yapmak istiyoruz. Biz aynı zamanda dondurulmuş canlılarız ve birlikte uyanmak istiyoruz. CA: İşte gördüğünüz gibi, benim bakış açımla, bu sadece benim duyduğum en mükemmel hayatlardan bir tanesi değil, o, benim duyduğum en mükemmel aşk hikâyelerinden birisi. İkinizi de TED'de görmüş olmak büyük bir mutluluk. Çok teşekkür ederim. MR: Teşekkür ederim. (Alkış)