Chris Anderson: Merhaba. TED Diyalogları'na hoş geldiniz. Bu, güncel politik çalkantılar ile ilgili çekilecek serinin ilk kısmı. Sizi bilmiyorum ama; ben bu ülkede ve dünyada gittikçe çoğalan anlaşmazlıktan oldukça endişelenmeye başladım. Kimse birbirini dinlemiyor. Değil mi? Dinlemiyor. Yani, daha farklı bir sohbet türüne ihtiyacımız varmış gibi geliyor, bilemiyorum, belki de daha geniş bir kapsamda mantığa, dinlemeye, anlamaya odaklı bir sohbet. En azından TED Diyalogları'nda bugünden itibaren denemeye çalışacağımız şey bu. Ve bu yeni başlangıçta, bir başkası beni bu kadar heyecanlandıramazdı. Bunu söylemekte acele ediyorum, fakat bu zihin, gezegendeki herkesten farklı düşünen bir zihin. Ciddiyim. (Yuval Noah Harari gülüyor) Ciddiyim. Tarihi, altında yatan fikirlerle nefesinizi kesecek biçimde sentezliyor. Bazılarınız bu kitabı tanıyacaktır, "Sapiens". "Sapiens"i okuyan var mı? (Alkış) Yani, kitabını elimden bırakamadım. İnsanlığın hikâyesini, farklı düşünmemizi sağlayan büyük fikirler aracılığıyla anlatma biçimi -- adeta inanılmazdı. Haftaya ABD'de yayınlanacak olan kitabınız da burada. YNH: Evet, haftaya. CA: "Homo Deus". Evet, bu da ilerideki yüz yılın tarihi. Okuma şansım oldu. Oldukça etkileyici ve sanırım bazıları için oldukça ürkütücü. Kesinlikle okunmalı. Dürüst olmak gerekirse, şu an dünyada olup bitenler hakkında mantık yürütmemize daha fazla yardımcı olacak birisi daha yok. Öyleyse Yuval Noah Harari'ye sıcak bir hoş geldin diyelim lütfen. (Alkış) Facebook ve Web üzerindeki arkadaşlarla bir araya gelmek muhteşem. Merhaba, Facebook. Ve hepiniz, ben Yuval'a soru sormaya başladığımda, kendi sorularınızı oluşturabilirsiniz; mutlaka günümüzün politik skandalları ile ilgili değil, daha geniş bir açıdan: Nereye gidiyoruz? Bununla ilgili. Hazır mısınız? Başlıyoruz. Evet Yuval, buradayız: New York, 2017, yeni bir başkanımız var ve şok dalgaları dünyaya yayılıyor. Dünyada neler oluyor? YNH: Bana kalırsa olup biten, temelde hikâyemizi kaybetmiş olmamız. İnsanlar hikâyelerle düşünür ve hikâyeler anlatarak dünyayı anlamlandırmaya çalışırız. Geçtiğimiz birkaç yıl için, dünyada olup bitene dair çok basit ve çok etkileyici bir hikâyemiz var. Hikâye şunu söylüyor, ah, olup biten şey ekonominin küreselleşmesi, politikanın liberalleşmesi ve bu ikisinin karışımı dünyada cenneti yaratacak ve ekonomiyi küreselleştirmeye, politik sistemi liberalleştirmeye devam etmemiz gerekiyor ve her şey muhteşem olacak. 2016 yılı, çok büyük bir kesimin, hatta Batı dünyasının bile, bu hikâyeye inanmayı bir kenara bıraktığı andır. İyi ya da kötü nedenlerle -- bu önemli değil. İnsanlar bu hikâyeye inanmayı bıraktı ve eğer bir hikâyeniz yoksa, neler olup bittiğini anlayamazsınız. CA: Bir yanın bu hikâyenin aslında çok etkili bir hikâye olduğuna inanıyor. İşe yaradı. YNH: Bir yere kadar, evet. Bazı ölçülere göre, insanoğlunun yaşayabileceği en güzel zamanı yaşıyoruz. Bugün, tarihte bir ilk olarak, çok yemekten ölen insanların sayısı, az yemekten ölenlerden daha fazla, bu muhteşem bir başarı. (Kahkahalar) Ayrıca tarihte bir ilk olarak insanlar, bulaşıcı hastalıktan çok, yaşlılıktan ölüyorlar ve şiddet de azaldı. Tarihte bir ilk olarak intihar edenlerin sayısı; cinayet, terör ve savaş yüzünden ölen insan sayısından daha çok. İstatistiksel olarak, siz kendinizin en büyük düşmanısınız. En azından, dünyadaki tüm insanlar içerisinde, sizin kendinizi öldürme ihtimaliniz daha yüksek -- (Kahkahalar) bu da yine iyi bir haber -- (Kahkahalar) daha önceki dönemlerde gördüğümüz şiddet derecesine kıyaslarsak. CA: Fakat dünyayı bir araya getirme süreci, kendisini dışlanmış hisseden büyük bir insan grubuyla sonuçlandı ve onlar da buna tepki verdiler. Ayrıca bir de mermimiz var, sistemin tamamını delip geçen türden bir mermi. Yani, olan bitenden ne çıkarıyorsun? İnsanların politikayı düşünme biçimi eskiymiş gibi, sağ-sol ayrımı yok edildi ve değiştirildi. Bunu nasıl düşünmeliyiz? YNH: Evet, 20. yüzyılın sağ-sol politik modeli şu anda oldukça alakasız ve bugünkü gerçek ayrım küresel ve ulusal veya küresel ve yerel arasında. Ve bunun şu anda tüm dünyada asıl mücadele olduğunu görüyorsunuz. Muhtemelen tamamen yeni politik modellere ve tamamen yeni politik düşünce biçimlerine ihtiyacımız var. Esas itibarıyla söyleyebileceğimiz şey, yeni küresel bir ekolojimiz var, küresel bir ekonomimiz var, fakat ulusal politikalarımız var ve bu ikisi bir arada işlemiyor. Bu da politik sistemi etkisiz kılıyor, çünkü yaşamımızı şekillendiren güçler üzerinde bir kontrolü yok. Bu dengesizlik için temelde iki çözümümüz var: Ya ekonomi daha az küreselleştirilecek ve ulusal ekonomiye dönüştürülecek ya da politik sistem küreselleştirilecek. CA: Sanırım çoğu liberal, Trump'ın ve hükûmetinin telafi edilemez biçimde kötü olduğunu düşünüyor, her açıdan berbat olduğunu. Burada, en azından anlamaya değecek bir anlatı ya da politik felsefe görüyor musun? Bu felsefeyi nasıl ifade ederdin? Bu yalnızca milliyetçilik felsefesi mi? YNH: Bana kalırsa altında yatan his ya da fikir şu; politik sistem -- bir şey bozuk burada. Artık sıradan insanı güçlendirmiyor. Artık sıradan insanla çok da ilgilenmiyor ve bu politik hastalık teşhisinin doğru olduğunu düşünüyorum. Cevaplara gelince, daha az eminim. Bana kalırsa gördüğümüz şey insanların verdiği ani tepki: Bir şey işe yaramıyorsa, geri dönelim. Bunu tüm dünyada görüyorsunuz, politik sistemdeki insanlar, neredeyse hiç kimse, insanlığın nereye gittiğine dair geleceğe odaklı bir vizyona sahip değil. Neredeyse her yerde geriye dönük vizyon görüyorsunuz: "Amerika'yı tekrar mükemmelleştirelim", sanki 50'lerde, 80'lerde mükemmelmiş gibi -- bilmiyorum -- oraya geri dönelim. Lenin'den birkaç yüz yıl sonra Rusya'ya gidiyorsunuz, Putin'in gelecek vizyonu da temelde, ah, Çar imparatorluğuna geri dönelim. Ve İsrail'de, geldiğim yerde, günümüzün en yeni politik vizyonu şu: "Tapınağı tekrar inşa edelim". Yani, 2.000 yıl geriye gidelim. İnsanlar geçmişte bir zamanda kaybettiğimizi düşünüyorlar ve geçmişte şehirde yolu kaybetmişsiniz gibi ve tamam diyorsunuz, güvenli hissettiğim yere geri dönüp tekrar başlamalıyım. Bunun işe yarayacağını sanmıyorum fakat çoğu insan için bu içgüdüsel bir şey. CA: Peki neden işe yaramaz? "Önce Amerika", birçok açıdan çekici bir slogan. Vatanseverlik, çoğu açıdan, çok asil bir şeydir. Yüksek sayıda insanı işbirliğine teşvik etmek gibi bir rol oynar. Neden her bir ülkenin kendini öncelikli koyduğu ülkelerin örgütlendiği bir dünyaya sahip olmayalım? YNH: Asırlar boyunca, hatta yüzyıllar boyunca, vatanseverlik işe yaradı. Tabii ki savaşlara ve birçok şeye neden oldu, fakat kötüye çok da odaklanmamalıyız. Vatanseverlikle ilgili birçok pozitif şey de vardır ve çok sayıda insanın birbirini önemsemesini, birbirine yakınlık göstermelerini ve kolektif eylem için bir araya gelmelerini sağlamak olumlu bir şeydir. İlk uluslara bakarsanız eğer, yani, binlerce yıl öncesine, Çin'de Sarı Irmak bölgesinde yaşamış insanlara -- çok, çok farklı kabileler vardı ve hepsi yaşamlarını sürdürmek ve refah için ırmağa bağlı yaşıyordu, fakat aynı zamanda dönemsel sellere ve dönemsel kuraklığa maruz kalıyorlardı. Ve hiçbir kabile bir şey yapamıyordu, çünkü her biri ırmağın ufak bir kısmını kontrol ediyordu. Sonra, uzun ve karmaşık bir süreçte, kabileler Çin ulusunu kurmak için birleştiler, Çin ulusu da Sarı Irmak'ın tamamını kontrol ediyordu ve baraj, kanal inşa edip ırmağı düzenlemek ve sel ve kuraklığı önleyerek refah düzeyini herkes için yükseltmek amacıyla yüz binlerce insanı bir araya getiriyordu. Bu, dünyanın çoğu yerinde işe yaradı. Fakat 21. yüzyılda teknoloji tüm bunları temelden değiştiriyor. Şu anda -- dünyadaki tüm insanlar -- aynı siber ırmağın yanında yaşıyoruz ve hiçbir ulus, ırmağı kendi başına düzenleyemiyor. Hep birlikte, tek bir gezegende yaşıyoruz ve gezegen bizim eylemlerimizin tehdidi altında. Ve eğer bir tür küresel işbirliğiniz yoksa, konu ister iklim değişikliği olsun, ister teknolojik parçalanma, milliyetçilik, sorunlarla mücadele etmek için doğru düzeyde değildir. CA: Yani çoğu eylemin, çoğu sorunun ulusal ölçekte yer aldığı bir dünyada bu güzel bir fikirdi, fakat senin iddian, bugün önem arz eden çoğu meselenin artık ulusal değil, küresel bir ölçekte yer alması. YNH: Kesinlikle. Günümüzde dünyanın tüm büyük sorunları özünde küresel sorunlardır ve küresel işbirliği olmazsa çözülemezler. Bu, insanların verdiği en belirgin örnek olarak, yalnızca iklim değişikliği değildir. Ben daha çok teknolojik parçalanma açısından düşünüyorum. Örneğin, yapay zekâyı düşünecek olursanız, önümüzdeki 20, 30 yıl içerisinde yüz milyonlarca insan iş piyasasından çıkarılacak -- bu küresel düzeyde bir sorun. Bu, tüm ülkelerin ekonomisini dağıtacak. Ve benzer şekilde, örneğin, biyomühendisliği ve bunu yürütmekten korkan insanları düşünürseniz, bilmiyorum, insanlarda genetik mühendisliği araştırması, bu, tek bir ülke, örneğin ABD, insan üzerinde genetik deneyleri yasaklarsa, fakat Çin veya Kuzey Kore bunu yapmaya devam ederse, bu işe yaramaz. Yani ABD bunu tek başına çözemez ve ABD üzerinde hemen aynısını yapma baskısı ortaya çıkar, çünkü yüksek riskli, yüksek kazançlı teknolojiden bahsediyoruz. Eğer birisi yapıyorsa, ben de geride kalmayı göze alamam. Kalıtım mühendisliği gibi şeyler üzerinde düzenleme, etkili düzenleme yapmanın tek yolu, küresel düzenlemelere sahip olmaktır. Yalnızca ulusal düzenlemelere sahipseniz, kimse geride kalmak istemez. CA: Bu oldukça ilginç. Öyle görünüyor ki bu, buradaki farklı taraflar arasında en azından yapıcı bir sohbet yaratmak için bir anahtar olabilir, çünkü bizi olduğumuz yere getiren öfkenin başlangıç noktasının, iş kaybıyla ilgili mantıklı endişeler olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum. İş gitti, geleneksel yaşam tarzı gitti ve insanların buna öfke duyması şaşılacak bir şey değil. Ve genel olarak küreselleşmeyi, küresel seçkinleri, bunu onların iznini almadan yapmakla suçladılar ve bu yerinde bir yakınmaymış gibi görünüyor. Fakat senden duyduğum şey şu -- yani ana soru şu: Şu anda olan ve devam eden iş kaybının gerçek nedeni nedir? Küreselleşmeyle ilgili olduğuna göre, buna doğru karşılık, evet, sınırları kapatmak ve insanları dışarıda tutmak ve ticaret anlaşmalarını değiştirmek ve benzerleri. Fakat sen, sanırım, aslında iş kaybının en büyük nedeninin tamamen bu olmayacağını söylüyorsun. Teknolojik sorunlardan kaynaklanacağını ve birbirine bağlı bir dünya olarak hareket etmezsek bunu çözme şansımızın olmadığını söylüyorsun. YNH: Evet, bana kalırsa, şimdiki zamanı bilmiyorum, fakat geleceğe bakarsak, Pennsylvania'da insanları işlerinden edecek olanlar Meksikalılar veya Çinliler değiller, robotlar ve algoritmalar. Yani eğer Kaliforniya sınırına büyük bir duvar inşa etmeyi planlamıyorsan, (Kahkahalar) Meksika sınırındaki duvar çok etkisiz kalacak. Ve seçim öncesi tartışmaları izlerken çok şaşırdım, Trump'ın, robotlar sizin işinizi alacak diyerek insanları korkutmaya çalışmamasına çok şaşırdım. Bu doğru olmasa bile, fark etmez. Bu, insanları korkutmada aşırı etkili bir yol olabilirdi -- (Kahkahalar) ve harekete geçirmede: "Robotlar işlerinizi alacak!" Kimse bu cümleyi kullanmadı. Ve şundan korktum, çünkü şu anlama geliyordu, üniversitelerde, laboratuvarlarda ve orada ne olursa olsun, bu konu hakkında yoğun bir tartışma zaten var, fakat ana politik sistem ve kamu içerisinde insanlar büyük bir teknolojik parçalanma olabileceğinin farkında değiller -- 200 yıl içerisinde değil, 10, 20, 30 yıl içerisinde -- ve kısmen, 2040, 2050'nin iş piyasasında bugün okullarda çocuklara öğrettiğimiz şeylerin çoğu tamamen alakasız olacağı için, şu anda bunun için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Böylece 2040'da düşünmemiz gereken bir şey olmayacak. Genç insanlara ne öğreteceğimizi bugün düşünmemiz gerekiyor. CA: Evet, hayır, kesinlikle. Genelde tarihte, insanoğlunun bilmeden yeni bir döneme girdiği anlar hakkında yazılar yazıyorsun. Kararlar alındı, teknolojiler gelişti ve birdenbire dünya değişti, muhtemelen herkes için kötü olacak bir şekilde. Ve "Sapiens"de verdiğin örneklerden birisi gerçek bir insan için toprağı sürmek anlamına gelen tarım devrimiydi, ormanda altı saat ve daha ilginç bir yaşam tarzı yerine, 12 saatlik yorucu bir iş gününü seçtiler. (Kahkahalar) Peki başka olası bir değişim safhasında mıyız, hiçbirimizin istemediği bir geleceğe doğru uyur gezer gibi mi gidiyoruz? YNH: Evet, kesinlikle. Tarım devrimi esnasında olan şey, uçsuz bucaksız teknolojik ve ekonomik devrimin, insan topluluğunu güçlendirmesiydi, fakat gerçek bireysel hayatlara bakarsak, herhangi bir elitin yaşamı çok daha iyi hâle geldi ve insanların çoğunun yaşamları oldukça kötü hâle geldi. 21. yüzyılda bu tekrar olabilir. Yeni teknolojiler elbette insan topluluğunu güçlendirecektir. Fakat bu tekrar ufak bir elitin tüm ekini biçmesiyle, tüm meyveleri almasıyla sonuçlanabilir ve nüfusun çoğunluğu kendisini olduğundan daha beter bir hâlde bulabilir, yani o elitten çok daha beter bir hâlde. CA: Ve bu elitler insan elitler bile olmayabilir. Robotlar olabilir ya da -- YNH: Evet, gelişmiş süper insanlar olabilir. Sayborglar olabilir. Tamamen inorganik elitler olabilir. Hatta bilinçsiz algoritmalar bile olabilir. Şu anda dünyada gördüğümüz şey, otoritenin insanlardan algoritmalara geçmesi. Kişisel hayatlar, ekonomik meseleler, politik meseleler hakkında daha ve daha fazla kararın aslında algoritmalar tarafından alınması. Bankadan kredi isterseniz, muhtemelen kaderinizi bir algoritma belirliyor, bir insan değil. Ve genel izlenim, belki de insanların kaybetmiş olmasıdır. Dünya çok karmaşık, çok fazla veri var, her şey çok hızlı değişiyor, mesela Afrika savanında binlerce yıl önce -- belirli bir çevreyle, belirli bir bilgi ve veri diziniyle baş etmek için -- gelişmiş olan bir şey, 21. yüzyılın gerçeklerini kaldıramaz ve bunu belki de kaldırabilecek olan tek şey büyük veri algoritmaları. Yani otoritenin bizden algoritmalara geçmesi şaşırtıcı değil. CA: Pekâlâ, Yuval Harari ile TED Diyalogları serisinin ilkinde, New York'tayız ve orada Facebook Live seyircisi var. Bizimle olmanız heyecan verici. Birkaç dakika içerisinde sizin ve odadaki seyircilerin sorularını alacağız, göndermeye devam edin. Yuval, eğer bir şekilde olan biten üzerinden yansıtılan, yaklaşan teknolojik tehlikeden ötürü milliyetçilikten vazgeçmemiz gerektiğini iddia edeceksen, bu konuda küresel bir sohbet etmeliyiz. Sorun şu ki, insanları buna gerçekten inandırmak zor, bilmiyorum. Yapay zekâ bir tehdit olabilir, vesaire. İnsanların, en azından bazı insanların derhal ve daha çok ilgi gösterdiği şey, belki de, iklim değişikliği, belki de göçmenler, nükleer silahlar gibi diğer meseleler. Bu konuların bir şekilde ele alınması gereken yerin, şu anda bulunduğumuz yer olduğunu iddia eder misin? İklim değişikliğinden bahsettin, fakat Trump buna inanmadığını söyledi. Yani bir açıdan, bu senin en güçlü iddian, aslında bunu konuşmamalısın. YNH: Evet, ilk bakışta iklim değişikliğinin çok şaşırtıcı olduğunu düşünüyorum, milliyetçilik ve iklim değişikliği arasında çok yakın bir ilişki var. Yani iklim değişikliğini reddedenler neredeyse her zaman milliyetçiler. Ve ilk bakışta düşünüyorsun: Neden? Bağlantı nedir? Sosyalistler neden iklim değişimini reddetmiyor? Ama sonra, düşününce, çok belirgin -- çünkü milliyetçiliğin, iklim değişikliği için bir çözümü yok. 21. yüzyılda bir milliyetçi olmak istiyorsanız eğer, sorunu reddetmeniz gerekir. Sorunun gerçekliğini kabul ederseniz, o zaman dünyada hâlâ vatanseverlik için, kendi insanlarınıza ve ülkenize karşı özel bağlılıklar için yer olduğunu kabul etmeniz gerekir. Hiç kimsenin bunu bozmak istediğini düşünmüyorum. Fakat iklim değişikliğiyle yüzleşmek için, ulusun ötesinde bir düzeyde bağlılık ve özveri sahibi olmamız gerekiyor. Ve bu imkânsız olmamalı, çünkü insanlar birkaç bağlılık katmanına sahip olabilirler. Ailenize, topluluğunuza, ulusunuza bağlı olabilirsiniz, peki öyleyse aynı zamanda neden tüm insanlığa da bağlı olamıyorsunuz? Tabii ki bunu zor olduğu durumlar da var, öncelikli olarak, biliyorsunuz, hayat zor. Bununla başa çıkın. (Kahkahalar) CA: Pekâlâ, buradaki seyircilerden birkaç soru almak isterim. Burada bir mikrofonumuz var. Ona konuşun ve Facebook, soruları gönderin. Howard Morgan: Bu ülkede ve diğer ülkelerde büyük bir değişim yaratan şeylerden birisi, gelir dağılımı eşitsizliği, ABD'de ve dünyada 50 yıl öncesine göre gelir dağılımında yaşanan dramatik değişim. Bunu değiştirmek için yapabileceğimiz bir şey var mı? Çünkü bunun altında yatan birçok sebep var. YNH: Şimdiye dek bununla ilgili çok güzel bir fikir duymadım, yine, kısmen çoğu fikir ulusal düzeyde kaldığı için ve problem küresel olduğu için. Yani, şu sıralar sıklıkla duyduğumuz bir fikir, evrensel temel gelir. Ama bu bir sorun. Yani, bence iyi bir başlangıç, fakat problemli çünkü "evrenselin" ve "temelin" ne olduğu açık değil. Çoğu insan evrensel temel gelirden bahsettiğinde, aslında ulusal temel geliri kastediyor. Fakat sorun küresel. Diyelim ki Bangladeş'te tişört ve ayakkabıları üreten insanlara kadar, milyonlarca insanın işini alan bir yapay zekân ve 3B yazıcın var. Peki ne olacak? ABD devleti Kaliforniya'da Google ve Apple'a vergi koyacak ve bunu, Bangladeş'teki işsizlere temel gelir ödemek için mi kullanacak? Buna inanırsan, aynı zamanda Noel Baba'nın gelip de sorunu çözeceğine de inanabilirsin. Yani eğer ulusal değil de gerçekten evrensel temel gelir edinmezsek, sorunlar da yok olmayacak. Ayrıca temelin ne olduğu açık değil, çünkü, temel insani gereksinimler nelerdir? Bin yıl önce sadece yiyecek ve sığınak yeterliydi. Fakat bugün insanlar en temel gereksinimin eğitim olduğunu söylüyorlar, paketin bir parçası olabilir. Fakat ne kadar? Altı yıl? On iki yıl? Doktora? Sağlık hizmetleri de benzer şekilde, diyelim ki 20, 30, 40 yıl içerisinde insan yaşamını 120 yıla uzatabilen pahalı tedaviler ortaya çıkacak. Bu da temel gelirin bir parçası olacak mı olmayacak mı? Bu çok zor bir problem, çünkü insanların çalışma kabiliyetini kaybettiği bir dünyada alabilecekleri tek şey bu temel gelir. Yani bu çok, çok zor, etik bir soru. CA: Dünyanın bunu nasıl karşıladığına dair, kimin ödediğine dair birçok soru var. Facebook'ta Lisa Larson'dan bir soru var: "ABD'de şu anki milliyetçilik, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı arasındaki döneme kıyasla nasıl?" YNH: İyi haber şu ki, milliyetçiliğin tehlikeleri hususunda bir asır öncekine göre daha iyi bir pozisyondayız. Bir asır önce, 1917'de, Avrupalılar birbirlerini milyonlarca kez öldürüyordu. 2016'da, Brexit ile, hatırladığım kadarıyla, sadece bir insan hayatını kaybetti -bir radikal tarafından öldürülen milletvekili. Yalnızca bir insan. Yani, eğer Brexit İngiltere'nin bağımsızlığı demekse, bu insanlık tarihindeki en barışçıl bağımsızlık savaşıdır. Diyelim ki İskoçya Brexit'ten sonra İngiltere'den ayrılmayı seçti. Yani 18. yüzyılda İskoçya Londra'nın kontrolünü kırmak isteseydi -- ve İskoçlar bunu birkaç kez istedi -- Londra'daki devletin tepkisi, Edinburgh'u yakıp kül etmek ve dağdaki kabileleri katletmek için kuzeye bir ordu göndermek olurdu. Tahminim şu ki, İskoçlar 2018 yılında bağımsızlık için oy verirlerse, Londra hükûmeti Edinburgh'u yakıp kül etmek için kuzeye bir ordu göndermeyecek. Şu anda çok az insan İskoçya veya İngiltere bağımsızlığı için öldürmek ya da ölmek ister. Yani milliyetçiliğin yükselişi ve 1930'lara, 19. yüzyıla dönüş konuşması için, en azından Batı'da, ulusal duyarlılık gücü bir asır önce olduğundan çok, çok daha az. CA: Açıkça duyduğumuz gibi, bazı insanlar, olayların nasıl gelişeceğine bağlı olarak, ABD'de şiddet patlamaları olabileceğinden, böyle bir değişimden korkuyorlar. Korkmalı mıyız, yoksa sence bazı şeyler gerçekten değişti mi? YNH: Hayır, korkmalıyız. İki şeyin farkında olmalıyız. Öncelikle, histerik olmamalıyız. Henüz Birinci Dünya Savaşı'na dönmedik. Ama aynı zamanda, ilgisiz de olmamalıyız. 1917'den 2017'ye bazı ilahi mucizelerle ulaşmadık, insanların aldığı kararlarla ulaştık ve şu anda yanlış kararlar almaya başlarsak, birkaç yıl içerisinde 1917'ye benzer bir duruma dönebiliriz. Bir tarih bilimci olarak bildiğim şeylerden birisi, insanın aptallığı hiçbir zaman hafife alınmamalıdır. (Kahkahalar) Tarihteki en etkili güçlerden birisi bu, insan aptallığı ve insan şiddeti. İnsanlar böyle çılgınca şeyleri aşikâr nedenlerle yapmıyorlar, fakat yine, aynı zamanda, insan tarihindeki diğer bir etkili güç de insan bilgeliğidir. Bizde ikisi de var. CA: Ahlak psikologu Jonathan Haidt de bizimle ve sanırım bir sorusu var. Jonathan Haidt: Sağol, Yuval. Küresel yönetimin bir hayranıymış gibi görünüyorsun, fakat, politik kurumların yozlaşma düzeylerini değerlendiren Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nde dünya haritasına baktığında, iyi kurumlara sahip olanları temsil eden birkaç sarı haricinde büyük bir kırmızı renk denizi görüyoruz. Eğer küresel bir tür yönetime sahip olacaksak, Rusya veya Honduras gibi olmaktan çok Danimarka gibi olacağını düşündüren şey nedir ve CFC'lerle yaptığımız gibi alternatifler de yok mu? Küresel problemleri ulusal devletlerle çözme yolları vardır. Dünya devleti nasıl bir şey olurdu ve neden işe yarayacağını düşünüyorsun? YNH: Neye benzeyebileceğini bilmiyorum. Bunun için henüz bir model yok. Ona ihtiyacımız olmasının ana nedeni, bu meselelerin çoğunun, iki tarafa da kaybettiren meseleler olması. Ticaret gibi, bir çift taraflı kazanç durumu olduğunda, bir ticaret anlaşmasından iki taraf da faydalanabilir ve demek ki, bu çalışabileceğiniz bir şeydir. Küresel devlet olmadığında ulusal devletlerin her biri bunu yapma isteği duyar. Fakat iklim değişikliği gibi, çift taraflı kaybetme durumu olduğunda kapsayıcı ve gerçek bir otorite olmadığında, durum daha da zor bir hâl alır. Pekâlâ, buna nasıl ulaşılır ve neye benzer, bilmiyorum. Ve Danimarka'ya benzeyeceğini veya bir demokrasi olacağını düşünmek için de belirli bir neden yok. Muhtemelen olmazdı. Küresel bir devlette işe yarayacak demokrasi modellerimiz yok. Yani modern Danimarka'dan çok, antik Çin'e benzerdi belki de. Fakat yüzleştiğimiz tehlikelere bakacak olursak, küresel düzeyde zor kararlar aracılığıyla bir tür baskı yapma kabiliyetine sahip olmanın, diğer şeylerden daha önemli olduğunu düşünüyorum. CA: Facebook'tan bir sorumuz var ve sonra mikrofonu Andrew'e vereceğiz. Facebook'ta Kat Hebron, Vail'den sesleniyor: "Gelişmiş uluslar, milyonlarca iklim göçmenini nasıl yönetirdi?" YNH: Bilmiyorum. CA: Cevabın bu, Kat. (Kahkaha) YNH: Onların da bildiklerini düşünmüyorum. Belki de yalnızca sorunu reddederler. CA: Fakat göç, genel olarak, ulus-ulus temelinde çözülmesi zor olan diğer bir problem. Bir ulus kapılarını kapatabilir, ama belki gelecek için sorun biriktirir. YNH: Evet, yani -- bu diğer güzel bir konu, çünkü günümüzde göç etmek Orta Çağ'da veya antik zamanlarda göç etmekten çok daha kolay. CA: Yuval, çoğu teknoloji uzmanı arasında bir inanç var, politik kaygıların abartıldığına, aslında politik liderlerin dünyada çok da etkilerinin olmadığına, bu noktada insanlığın gerçek kararlılığının bilim, keşifler, şirketler ve politik liderler hariç diğer birçok şey tarafından şekillendirildiğine inanıyorlar ve aslında liderlerin bunca şeyi yapmalarının zor olduğunu düşünüyorlar, öyleyse biz burada bir hiç için endişeleniyoruz. YNH: Öncelikle, politik liderlerin iyi bir şey yapma kabiliyetlerinin sınırlı olduğu doğru, bunu belirtmeliyiz, fakat zarar verme kabiliyetleri sınırsız. Burada temel bir dengesizlik var. Hâlâ düğmeye basabilir ve herkesi havaya uçurabilirsin. Böyle bir kabiliyetin var. Fakat örneğin, eğer eşitsizliği azaltmak istiyorsan, bu çok, çok zordur. Fakat savaş başlatmak istiyorsan, bunu yapmak hâlâ çok kolay. Yani günümüzde politik sistemde yerleşik bir dengesizlik var ve bu çok sinir bozucu, birçok iyilik yapamamanız fakat hâlâ birçok kötülük yapabilmeniz. Bu da politik sistemi hâlâ büyük bir endişe hâline getiriyor. CA: Günümüzde olup bitene baktığında ve tarih bilimci rolüne girdiğinde, tarihte her şeyin iyi gittiği ve tek bir liderin ülkesini veya dünyayı geriye doğru çektiği anlara bakıyor musun? YNH: Birkaç örnek var, fakat belirtmeliyim, hiçbir zaman tek bir lider değildi. Yani, onu oraya birisi koydu ve birileri de orada devam etmesine izin verdi. Yani bu hiçbir zaman tek bir bireyin suçu değildir. Bu tür bireylerin arkasında birçok insan vardır. CA: Mikrofonu Andrew'e uzatabilir miyiz lütfen? Andrew Solomon: Küresele karşı ulusal konusundan bahsettiniz, fakat bana kalırsa dünyanın durumu gitgide kimlik gruplarının ellerinde olmaya başlıyor. Birleşik Devletler'de IŞİD tarafından işe alınan insanlara bakıyoruz. Ulusal sınırların dışına giden fakat hâlâ belirli otoriteleri temsil eden diğer gruplara bakıyoruz. Bunlar sisteme nasıl entegre oluyorlar ve ulusal veya küresel bir liderlik altında çeşitli kimlikler nasıl uyumlu hâle getirilir? YNH: Pekâlâ, bu tür çeşitli kimlikler sorunu aynı zamanda milliyetçiliğin de sorunudur. Milliyetçi tek, monolitik bir kimliğe inanır ve özel, en azından daha aşırı milliyetçilik biçimleri de tek bir kimliğe karşı özel bir bağlılığa inanır. Dolayısıyla milliyetçilik, kimliklerini çeşitli gruplar arasında bölmeye çalışan insanlarla büyük sorunlar yaşamıştır. Yani bu yalnızca küresel bir vizyonun problemi değil. Ve bana kalırsa, yine, tarih şunu gösteriyor; mutlaka böyle özel bir açıdan düşünmek zorunda değilsin. Bir insan için tek bir kimlik olduğunu düşünürsen eğer, "Ben yalnızca X'im, hepsi bu, birçok şey olamam, sadece buyum", bu, sorunun başlangıcıdır. Bazen özel bağlılıklar talep eden dinler ve uluslar var, fakat tek seçenek bu değil. Aynı zamanda çeşitli kimliklere sahip olmanıza müsaade eden birçok din ve ulus da var. CA: Fakat geçen sene olanlar hakkında bir açıklama şu olabilir mi; bir grup insan, tabiri caizse, liberal elitlerden bıktı, nasıl desem, yani çoğu, çoğu kimlik üzerinde baskı kuran ve onlara şöyle hissettiren, "Peki benim kimliğim ne olacak? Ben tamamen gözardı ediliyorum. Ayrıca, çoğunluğun ben olduğumu düşünüyordum?" Ve bu da aslında öfkeyi tetikledi. YNH: Evet. Kimlik her zaman sorunludur, çünkü kimlik daima, eninde sonunda gerçeklikle çatışan kurgulara dayalıdır. Neredeyse tüm kimlikler, yani, bir düzine insanın temel topluluk düzeyinin ötesinde tümü, kurgusal bir hikâyeye dayalıdır. Gerçek değildirler. Gerçeklik değildirler. Bu yalnızca insanların ürettiği, başkalarına anlattığı ve inanmaya başladığı bir hikâyedir. Dolayısıyla tüm kimlikler oldukça değişkendir. Kimlikler biyolojik gerçeklik değildir. Örneğin milliyetçiler bazen ulusun biyolojik bir oluşum olduğunu düşünürler. Toprak ve kan bir araya gelir ve ulusu yaratır. Fakat bu kurgusal bir hikâyedir. CA: Toprak ve kandan yapış yapış bir karışım olurdu. (Kahkahalar) YNH: Evet, ayrıca kendinizin de toprak ve kan karışımı olduğunu çok düşünürseniz eğer, kafanızı karıştırır. Biyolojik açıdan bakacak olursak, bugün var olan uluslardan hiçbirisi 5.000 yıl önce yoktu. İnsanlar sosyal hayvanlardır elbette. Fakat milyonlarca yıl önce insanlar ve insan atalarımız, birkaç bireyden oluşan küçük topluluklarda yaşıyorlardı. Herkes birbirini tanıyordu. Modern uluslar, hayali topluluklar olduğuna göre, bu durumda, ben bu insanları tanımıyorum. Ben de nispeten küçük bir ulustan geliyorum, İsrail'den ve sekiz milyon İsrailli var, çoğuyla tanışmadım bile. Çoğuyla da tanışmayacağım. Onlar yalnızca burada var. CA: Bu kimlik bağlamında, dışlanmış hisseden ve belki de işleri ellerinden alının bu grup, yani "Homo Deus"da aslında bu grubun genişlediğinden ve tıpkı gerçekten büyük -- sanırım buna "faydasız sınıf" diyorsun -- ekonomi açısından geleneksel olarak faydasız görülen bir sınıfla son bulacağımız gibi, teknoloji dolayısıyla da birçok insanın işlerinden olabileceğini söylüyorsun. YNH: Evet. CA: Bu nasıl bir olasılık? Bu, endişe duymamız gereken bir şey mi? Ve buna herhangi bir şekilde hitap edebilir miyiz? YNH: Bunu düşünürken çok dikkatli olmalıyız. Yani, 2040, 2050'de iş piyasasının nasıl olacağını kimse bilmiyor. Yeni işlerin ortaya çıkma şansı var, fakat bu kesin değil. Ve yeni işler ortaya çıksa bile, kendi kendini süren araçlar yüzünden işsiz kalmış, 50 yaşındaki işsiz bir kamyon şoförü için, bu iş kolay olmayabilir, işsiz bir kamyon şoförünün kendisini bir sanal dünya tasarımcısı olarak yeniden şekillendirmesi kolay olmayacaktır. Önceden, endüstri devriminin gidişatına bakarsanız, tek bir işte insanların yerini makineler aldığında, yeni iş alanlarında çözüm genellikle daha az yetenek isteyen işlerde bulunmuştu. Yani daha fazla tarım işçisine ihtiyaç yoktu, böylece insanlar düşük vasıflı endüstri işlerinden alındılar ve daha fazla makine bu işi aldıkça, insanlar düşük vasıflı servis işlerine geçtiler. Şimdi, insanlar gelecekte yeni işler olacağını söylediğinde, yani insanların yapay zekâdan, yani robotlardan daha iyisini yapabileceğini söyledikleri zaman, genelde yüksek vasıflı işleri düşünüyorlar, sanal dünyalar tasarlayan yazılım mühendisleri gibi. Şimdi, Wal-Mart'tan çıkmış işsiz bir kasiyerin kendisini 50 yaşında sanal dünya tasarımcısı olarak yeniden nasıl tasarlayacağını ve Bangladeşli milyonlarca işsiz tekstil çalışanının bunu nasıl yapabileceğini bilmiyorum. Yani, bunu yapacaklarsa, Bangladeşlilere bugünden başlayarak yazılım tasarımcısı olmayı öğretmemiz lazım ve bunu yapmıyoruz. Peki 20 yıl içerisinde ne yapacaklar? CA: Son birkaç aydır beni daha fazla endişelendiren bir sorunun altını çiziyorsun gerçekten. Bu soruyu halka sormak zor, fakat eğer birisi bunu cevaplayacak zekâya sahipse, belki de sen sahipsindir, soruyorum: İnsanlar ne için vardır? YNH: Bildiğim kadarıyla, hiçbir şey için. (Kahkahalar) Yani, içerisinde rol alabileceğimiz bir kozmik drama, büyük bir kozmik plan yok. Rolümüzü keşfetmeliyiz ve sonrasında o rolü elimizden geldiğince iyi oynamalıyız. Tüm dinlerin ve ideolojilerin hikâyesi budur, fakat bir bilim adamı olarak söyleyebileceğim en iyi şey, bunun doğru olmadığı. İnsanlara bir rol biçen evrensel bir drama yoktur. Yani -- CA: Seni bir dakikalığına böleceğim, kitabından bir sözle, çünkü "Homo Deus"ta duyarlılık, bilinçlilik ve bu sıra dışı insan kabiliyeti hakkındaki en mantıklı, en anlaşılır açıklamayı veriyorsun. Bunun zekâdan, makinelerde oluşturduğumuz zekâdan farklı olduğunu belirtiyorsun ve bu konuda çok fazla gizem var. Bu duyarlılığın ne olduğunu bile anlayamazken, bir amacımızın olmadığından nasıl emin olabiliyorsun? Yani, sana göre, insanların evrenin duyarlı nesneleri, neşenin, sevginin, mutluluğun ve umudun merkezi olmaları gibi bir şans yok mu? Ve duyarlı olamayacak olsalar bile, bunu güçlendirebilecek makineler üretemez miyiz? Bu çılgınca mı? Kitabını okurken bunu umut ettim. YNH: Günümüzde, bilimdeki en ilginç sorunun, bilinçlilik ve akıl ile ilgili soru olduğunu düşünüyorum. Beyni ve zekâyı anlama konusunda gittikçe daha iyiye gidiyoruz, fakat akıl ve bilinçliliği anlama konusunda iyiye gitmiyoruz. İnsanlar genelde zekâ ile bilinçliliği karıştırıyorlar, özellikle de Silikon Vadisi gibi yerlerde, fakat bu anlaşılır bir şey, çünkü insanda ikisi bir arada işler. Yani zekâ temel olarak problemleri çözme becerisidir. Bilinçlilik ise bir şeyleri, neşeyi, sıkıntıyı, acıyı, hissetme becerisidir. İnsanlarda ve diğer tüm memelilerde de - bu insanlara özel değil - tüm memelilerde ve kuşlarda ve diğer bazı hayvanlarda zekâ ve bilinçlilik bir arada işler. Problemleri genelde bir şeyleri hissederek çözeriz. Yani karıştırma eğilimimiz var. Fakat bunlar farklı şeyler. Silikon Vadisi gibi yerlerde bugünlerde olan şey, yapay zekâ yaratıyoruz fakat yapay bilinçlilik yaratmıyoruz. Son 50 yılda bilgisayar zekâsında muhteşem gelişmeler elde edildi ve bilgisayar bilinçliliğinde ise gelişme kesinlikle sıfır ve yakın bir zamanda bilgisayarların bilinçli hâle geleceğine dair bir belirti de yok. Öncelikle, bilinçlilik için bir tür kozmik rol varsa eğer, bu insanlara özel değil. İnekler bilinçli, domuzlar bilinçli, şempanzeler bilinçli, tavuklar bilinçli, yani böyle gideceksek eğer öncelikle ufkumuzu genişletmeli ve dünyadaki tek duyarlı varlıkların biz olmadığını hatırlamalıyız ve duyarlılığa gelince -- zekâya gelince, diğerlerine kıyasla en zeki olduğumuzu düşünmemiz için mantıklı nedenler var. Fakat duyarlılığa gelirsek, insanların balinalardan daha duyarlı olduğunu ya da maymunlardan, kedilerden daha duyarlı olduğunu söylemek için herhangi bir kanıt göremiyorum. İlk adım şu, bu yönde gidiyorsan, genişlemelisin. İkinci soru ise ne için olduğu, ben bunu tersine çevireceğim ve bilinçliliğin herhangi bir şey için olmadığını söyleyeceğim. Bana kalırsa evrendeki rolümüzü bulmamıza gerek yok. Asıl önemli olan şey kendimizi ıstıraptan kurtarmamız. Robotlara, taşlara, herhangi bir şeye karşın, duyarlı insanları karakterize eden şey, duyarlı varlıkların ıstırap çekmesi, çekebilmesidir ve odaklanmaları gereken şey, gizemli bir kozmik dramada yerlerini bulmak değildir. Istırabın ne olduğunu anlamaya, sebebinin ne olduğunu ve ondan nasıl kurtulabileceğini anlamaya odaklanmalılar. CA: Senin için büyük bir mesele olduğunu biliyorum ve bu çok anlamlıydı. Buradaki seyircilerden ve belki de Facebook seyircilerimizden ve birkaç yorumdan da birçok soru alacağız. Hızlı olalım. Bir tanesi burada. Mikrofon için elinizi kaldırın, size ulaştıralım. Soru: Çalışmanızda, doğru olarak kabul ettiğimiz kurgusal hikâyelerden bahsediyorsunuz ve biz onlara göre yaşıyoruz. Bir birey olarak bunu bilmek, yaşamınızda seçtiğiniz hikâyeleri nasıl etkiliyor ve siz de, tıpkı bizler gibi, onları doğrularla karıştırıyor musunuz? YNH: Deniyorum. Yani, benim için belki de en önemli soru, hem bilim adamı olarak, hem de insan olarak, kurgu ile gerçeklik arasındaki farkın nasıl anlatılacağıdır, çünkü gerçeklik orada. Her şeyin kurgu olduğunu söylemiyorum. Yalnızca, insanlar için kurgu ve gerçeklik arasındaki farkı söylemek çok zordur ve tarih ilerledikçe bu daha ve daha zor bir hâl aldı, çünkü yarattığımız kurgular -- uluslar, tanrılar, para ve kurumlar -- şu anda dünyayı yönetiyorlar. Yani yalnızca "Ah, hepsi yalnızca yarattığımız kurgusal varlıklar" demek çok zor. Ama gerçeklik orada. Benim için en iyi ... Kurgu ve gerçeklik arasındaki farkı söyleyen birkaç test var. En basiti, bana kalırsa en iyisi, ıstırap testi. Istırap çekebiliyorsa gerçektir. Çekemiyorsa, gerçek değildir. Bir ulus ıstırap çekemez. Bu çok, çok açıktır. Bir ulus savaşı kaybetse bile, şöyle deriz, "Almanya Birinci Dünya Savaşı'ndaki kaybıyla ıstırap çekti", bu bir metafordur. Almanya ıstırap çekemez. Almanya'nın aklı yoktur. Almanya'nın bilinci yoktur. Almanlar ıstırap çekebilir, evet, ama Almanya çekemez. Benzer şekilde, bir banka iflas ettiğinde, banka ıstırap çekemez. Dolar değerini kaybettiğinde ıstırap çekemez. İnsanlar ıstırap çekebilir. Hayvanlar çekebilir. Bu gerçektir. Eğer gerçekliği görmek istiyorsan, şöyle başlamalısın, ıstırap kapısından geçmelisin. Istırabın ne olduğunu gerçekten anlayabilirsen, bu sana gerçekliği anlamanın anahtarını da verecektir. CA: Bununla bağlantılı Facebook sorusu var, okuyamadığım bir dilde, dünyanın bir yerinden geliyor. YNH: Ah, bu İbranice. CA: İbranice. Buyrun. (Kahkahalar) İsmi okuyabiliyor musun? YNH: Or Lauterbach Goren. CA: Pekâlâ, teşekkürler. Soru şu, "Gerçeklik-sonrası dönem gerçekten yeni bir dönem mi, yoksa hiç bitmeyen bir modanın diğer bir anı veya doruğu mu?" YNH: Kişisel olarak, bu gerçeklik sonrası fikrini benimsemiyorum. Bir tarih bilimci olarak tepkim şu: Eğer bu, gerçeklik-sonrası dönemse, gerçeklik dönemi ne zamandı ki? CA: Doğru. (Kahkahalar) YNH: 1980'ler mi, 1950'ler mi, yoksa Orta Çağ mı? Yani, bir bakıma, her zaman gerçeklik sonrası bir dönemde yaşadık. CA: Burada durduracağım, çünkü sanırım insanlar daha az gazetenin olduğu, bazı şeylerin gerçekliğinin geleneklerle kontrol edildiği bir dünyanın varlığından bahsediyorlar. Bu da doğrunun önemli görüldüğü bu kuruluşların üstünlüğüyle birleştiriliyordu. Yani eğer bir gerçekliğe inanıyorsan yazdığın şey bilgidir. Bilginin gerçek anlamda gerçekliğe bağlanabileceği inancı var ve eğer bir başlık yazıyorsan, bu, gerçekten olmuş bir şeyi yansıtmanın ciddi, içten bir girişimidir. Bu hep doğru yapılmaz. Fakat şu anki endişe sanırım şu; öyle güçlü bir teknolojik sistem var ki, en azından bir süre, oldukça güçlendirilen herhangi bir şey, gerçekliğe bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, yalnızca tıklamalara ve ilgiye göre var oluyor ve bu muhtemelen zehirli bir şey. Bu mantıklı bir endişe, değil mi? YNH: Evet, öyle. Yani teknoloji değişiyor ve artık hem doğruyu, hem kurguyu ve yanlışı yaymak daha kolay. İki açıdan da işliyor. Ancak, doğruyu yaymak, eskisinden çok daha kolay. Fakat kurguları ve yanlışları yaymak konusunda herhangi bir yenilik olduğunu düşünmüyorum. Tüm bu yanlış haberler ve gerçeklik sonrası fikri hakkında -- bilmiyorum -- Joseph Goebbels'in bilmediği bir şey yoktur. O şöyle der, bir yalanı yeterince tekrar ederseniz, insanlar onun gerçek olduğunu düşünür ve yalan ne kadar büyükse o kadar iyi, çünkü insanlar böyle büyük bir şeyin yalan olacağını düşünmeyeceklerdir. Yalan haberlerin yüz yıllardır bizimle olduğunu düşünüyorum. İncil'i düşünün. (Kahkahalar) CA: Fakat yalan haberlerin zorba rejimlerle bağlantılı olduğuna dair endişeler var ve yalan haberlerde bir yükseliş gördüğümüzde bu bir felaket habericisi oluyor, karanlık zamanın yaklaştığına dair. YNH: Evet. Yani, yalan haberin kasti kullanımı rahatsız edici bir işarettir. Fakat bunun kötü olmadığını değil, yeni bir şey olmadığını söylüyorum. CA: Facebook'ta küresel yönetim ve milliyetçilik sorusuna büyük ilgi var. Phil Dennis'in sorusu şu: "İnsanların ve devletlerin güçten vazgeçmesini nasıl sağlarız? Bu bir -- bu bir -- aslında, metin öyle büyük ki soruyu tam okuyamıyorum. Bu bir gereklilik midir? Oraya ulaşmamız için savaş mı gerekli? Üzgünüm Phil, sorunu bozdum, ama bunun suçlusu metin. YNH: İnsanların konuştuğu bir fikir şu, yalnızca bir facia insanları sarsabilir ve gerçek bir küresel yönetim sisteminin yolunu açabilir ve faciadan önce bunu yapamayacağımızı söylüyorlar, fakat temelleri oturtmalıyız ki facia geldiğinde çabuk tepki verebilelim. Fakat facia öncesinde insanların böyle bir şeyi yapma motivasyonları olmayacak. Belirtmek istediğim diğer şey şu; küresel yönetime gerçekten ilgi duyan herhangi birisi, bunun yerel kimlikleri ve toplulukları yok etmediğini veya bozmadığını, bunların tek bir paketin parçaları hâline geleceğini daima açıkça belirtmesi gereklidir. CA: Bunu dinlemek istiyorum, çünkü "küresel yönetim" kelimeleri şu anda çoğu insanın zihninde neredeyse kötülüğün somut bir örneği. Ürkütücü, uzak, belirsiz görünüyor ve bu da morallerini bozuyor ve küreselciler, küresel yönetim -- hayır, defol git! Ve çoğu insan, buna inanlar için seçimleri rahatsız edici bir şey olarak görüyor. Peki bunun ürkütücü ve uzak görünmemesi için anlatıyı nasıl değiştirebiliriz? Bunun yerel kimlikler ve yerel topluluklarla uyumlu olması fikrini geliştirelim. YNH: Pekâlâ, yine insanların biyolojik gerçeklikleriyle başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Biyoloji insanlarla ve bu konuyla alakalı bize iki şey söylüyor: Birincisi, etrafımızdaki ekolojik sisteme tamamen bağlıyız ve bugün küresel bir sistemden bahsediyoruz. Bundan kaçamazsınız. Biyoloji aynı zamanda insanlarla ilgili şunu söylüyor, bizler sosyal hayvanlarız, fakat çok, çok yerel bir düzeyde sosyaliz. Ortalama 150 insandan fazlasıyla samimiyet kuramıyor oluşumuz da insanlığa dair basit bir gerçek. Doğal grubun boyutu, insanların doğal topluluğu, 150 bireyden fazlası değil ve bunun ötesindeki her şey hayali hikâye türlerine ve geniş ölçekli kurumlara dayalıdır ve yine, ikisini bir araya getirmek için ve 21. yüzyılda hem küresel düzeye, hem de yerel topluluğa ihtiyacımız olduğunu anlamak için, türümüzün biyolojik anlayışına dayalı olarak bir yol bulabileceğimizi düşünüyorum. Bunun da ötesine geçip bunun bedenle başladığını söyleyebilirim. İnsanların günümüzde yaşadığı yabancılaşma, yalnızlık ve dünyada yerini bulamama hisleri, bunlara neden olan ana problemin küresel kapitalizm olduğunu düşünmüyorum. Asıl problem, geçtiğimiz yüzyıl boyunca insanların bedensiz hâle gelmeleri, kendilerini bedenlerinden uzaklaştırmaları. Bir avcı-toplayıcı olarak veya hatta bir çiftçi olarak yaşamı sürdürmeniz için, bedeninizle ve hislerinizle daima temas içinde kalmanız gerekir, her dakika. Ormana gidip mantar arıyorsanız ve duyduklarınıza, kokladıklarınıza, tattıklarınıza dikkat etmezseniz, ölürsünüz. Yani bağlantılı olmanız gerek. Son yüz yılda insanlar bedenleriyle ve hisleriyle temas hâlinde olma, duyma, koklama, hissetme becerilerini kaybediyorlar. Ekranlara, başka yerlerde neler olup bittiğine daha ve daha fazla dikkat veriliyor. Yabancılaşma, yalnızlık ve benzeri hislerinin asıl nedeninin bu olduğunu düşünüyorum ve dolayısıyla çözüm yalnızca kitle-milliyetçiliğini geri getirmek değil, aynı zamanda bedenlerimize tekrar bağlanmamız ve eğer bedeninizle tekrar temas kurarsanız, dünyada kendinizi daha çok evinizde hissedersiniz. CA: Pekâlâ, olayların gidişatına göre yakında hepimiz ormana dönebiliriz. Odadan bir soru ve Facebook'tan da bir soru alacağız. Ama Adi-Dako: Merhaba. Ben Batı Afrika, Ganalıyım. Sorum şu: Küreselleşmenin etkileriyle tarihte haklarını kaybetmiş olan ülkelere karşı küresel yönetim fikrini nasıl sunacağınızı ve meşrulaştıracağızını merak ediyorum, ayrıca, küresel yönetimden bahsediyorsak, bu bana "küreselin" nasıl olması gerektiğine dair Batılaştırılmış bir fikirden geliyormuş gibi geliyor. Yani Gana, Nijerya, Togo ve bunlar gibi diğer ülkelere küresel fikrine karşı milliyetçiliği nasıl sunabilir ve meşrulaştırabiliriz? YNH: Tarihin oldukça adaletsiz olduğunu söyleyerek başlayacağım ve bunun farkına varmalıyız. Son 200 yılın küreselleşmesi, emperyalizmi ve endüstrileşmesinden en çok muzdarip olan ülkelerin çoğu kesinlikle bir sonraki dalgadan da en çok muzdarip olacağa benzeyen ülkeler. Bu konuda çok, çok net olmalıyız. Küresel bir yönetimimiz olmazsa ve iklim değişikliğinden, teknolojik parçalanmalardan muzdarip olursak, en çok ıstırabı ABD'dekiler çekmeyecek. Istırabı en çok Gana'dakiler, Sudan'dakiler, Suriye'dekiler, Bangladeş'tekiler, bu yerlerdeki insanlar çekecek. Yani bu ülkelerin, bir sonraki parçalanma dalgası konusunda, ister ekolojik olsun, ister teknolojik, bir şeyler yapmak için daha fazla cesareti olduğunu düşünüyorum. Yine, teknolojik parçalanmayı düşünürsek, eğer yapay zekâ ve 3B yazıcılar ve robotlar milyonlarca insanın işini elinden alırsa, İsviçrelilerden çok Gana'daki veya Bangladeş'teki insanlar için endişe duyacağım. Dolayısıyla, tarih adaletsiz olduğu için, bir felaketin sonucu da herkes tarafından eşitçe paylaşılmayacağı için, iklim değişikliğinin en kötü sonuçlarından kaçmanın bir yolunu zenginler bulabilecekken, fakirler de bulamayacaklar. CA: Facebook'ta Cameron Taylor'dan güzel bir soru var: "'Sapiens'in sonunda şu soruyu sormamız gerektiğini söylediniz, 'Ne istemeyi istiyoruz?' Ne istemeyi istememiz gerektiğini düşünüyorsunuz?" YNH: Bence, gerçekliği anlamak için, doğruyu anlamayı istemeyi istememiz gerekiyor. İstediğimiz çoğu şey gerçekliği değiştirmek, onu kendi arzularımıza, dileklerimize uydurmak ve öncelikle onu anlamamız gerekiyor. Tarihin uzun süreli yörüngesine bakarsanız, gördüğünüz şey yüzyıllar boyunca bizlerin, insanların dış dünyanın kontrolünü kazanması ve arzularına göre şekillendirmeye çalışmasını görürüz. Diğer hayvanların, nehirlerin, ormanların kontrolünü de elde ettik ve onları tamamen, yeniden şekillendirdik, kendimizi tatmin etmeksizin ekolojik bir zarara sebep olduk. Bir sonraki adım, içimize dönerek tamam, dış dünyanın kontrolünü ele geçirmek bizi tatmin etmedi demektir. Şimdi içimizdeki dünyanın kontrolünü ele geçirelim. 21. yüzyılda bu bilimde, teknolojide ve endüstride gerçekten büyük bir proje -- içimizdeki dünyanın kontrolünü ele geçirmeyi denemek ve nasıl bedenler, beyinler ve zihinler oluşturulacağını, üretileceğini öğrenmek. Bunlar muhtemelen 21. yüzyılın ekonomisinin ana ürünleri olacak. İnsanlar geleceği düşündüğünde çok nadiren şöyle düşünüyorlar, "Ah, bedenimin ve beynimin kontrolünü ele geçireceğim." Bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bir önceki tarihimizden öğrendiğim bir şey varsa eğer, o da şu; evet, yönlendirme gücü kazanıyoruz, fakat ekolojik sistemin karmaşıklığını gerçekten anlamadığımız için, şu anda ekolojik bir erimeyle yüzleşiyoruz. Ve içimizdeki dünyayı da, onu tam olarak anlamadan yeniden şekillendirmeye çalışırsak, özellikle de ruhsal sistemimizin karmaşıklığını anlamadan, içsel ekolojik bir felakete yol açabiliriz ve içimizde ruhsal bir erimeyle karşılaşırız. CA: Parçaları birleştirirsek -- mevcut politika, gelişmekte olan teknoloji, az önce bahsettiğim türden endişeler -- yani, geleceği düşündüğün zaman sen de oldukça umutsuz bir yerdesin gibi görünüyor. Oldukça endişeleniyorsun. Doğru mu? Ve umut için bir neden varsa eğer, bunu nasıl ifade ederdin? YNH: En tehlikeli olasılıklara odaklanmanın nedeni kısmen bir tarih bilimci ve sosyal eleştirmen olarak bunun işim veya sorumluluğum olması. Yani, endüstri genelde pozitif yanlara odaklanır, yani tüm bu yeni teknolojilerin daha tehlikeli olasılıklarının altını çizmek tarih bilimcilerin, filozofların, sosyologların işidir. Bunların kaçınılmaz olduğunu düşünmüyorum. Teknoloji asla belirleyici değildir. Aynı teknolojiyi çok farklı toplum türleri üretmekte kullanabilirsiniz. 20. yüzyıla bakarsanız, Endüstri Devrimi'nin teknolojilerine, trenler, elektrik ve bunların hepsi komünist bir diktatörlük, faşist bir rejim ya da liberal bir demokrasi yaratmak için kullanılabilirdi. Trenler size onlarla ne yapacağınızı söylemediler. Benzer şekilde, şu anda, yapay zekâ, biyomühendislik ve tüm bunlar -- tek bir neticeyi önceden belirleyemezler. İnsanlar mücadele edebilir ve insanların yeni bir teknolojiye karşı ayaklanmalarının en güzel örneği nükleer silahlar. 1940 ve 50'lerin sonlarında çoğu insan Soğuk Savaş'ın er ya da geç nükleer bir kargaşayla biteceğine ve medeniyetlerini yok edeceğine ikna olmuştu. Bu gerçekleşmedi. Nükleer silahlar aslında tüm dünyada insanları, uluslararası politikalarını yönetme biçimlerini değiştirerek şiddeti azaltmaya teşvik etti. Ve birçok ülke, politik araçlarından savaşı çıkardılar. Artık isteklerini savaşla yürütmüyorlar. Tüm ülkeler bunu yapmadı, ama çoğu yaptı. Uluslararası şiddetin 1945'ten bu yana çarpıcı bir şekilde inişe geçmesinin en önemli nedeni bu olabilir ve günümüzde, söylediğim gibi, savaşta ölen insan sayısından çok intihar eden insan var. Bu da sanırım bize insanların en korkunç teknoloji olsa bile ayaklanıp bir şeyler yapabileceğinin ve bundan aslında iyi bir şey çıkabileceğinin örneğini veriyor. Sorun, hata için çok az sınırımızın olması. Eğer doğru yapmazsak, tekrar denemek için ikinci bir şansımız olmayabilir. CA: Bu çok etkileyici bir nottu ve sanırım bunu bir sonuca bağlayabiliriz. Toparlamadan önce burada ve evrensel TED topluluğunda izleyen veya çevrim içi izleyen tüm seyircilere şunu söyleyeceğim: Söyleşilerde bize yardımcı olun. Bizim gibi, sizler de farklı bir sohbet türü bulmamız gerektiğine her zamankinden daha çok inanırsanız, bize yardımcı olun. Diğer insanlara ulaşın, aynı fikirde olmadığınız insanlarla sohbet etmeyi, onları anlamayı, parçaları birleştirmeyi deneyin ve bu sohbetleri nasıl ileriye taşıyabileceğimizi düşünmemizde bizlere yardımcı olun, böylece şu anda dünyada olup bitene gerçek bir katkı sağlayabiliriz. Bana kalırsa şu anda herkes politika konusunda daha canlı, daha ilgili, daha bağlı hissediyor. Riskler oldukça yüksek görünüyor, bu yüzden ona akıllıca bir tepki vermemizde yardımcı olun. Yuval Harari, teşekkürler. (Alkış)