Birkaç ay önce, bir Doğu Afrika şehrini ziyaret ediyordum ve trafikte sıkışıp kalmıştık. Bir satıcı yarı açık pencereme bir alfabe sayfası ile aniden yanaştı. Alfabe sayfasına hızlı bir bakış attım ve kızımı düşündüm. Alfabeyi yere serip sonra onunla oynayarak ona alfabeyi öğretmenin ne kadar güzel olabileceğini düşündüm. Sonra trafik biraz açıldı ve bir kopyasını kaptım ve devam etttik. Alfabe sayfasını iyice açıp daha detaylı bir şekilde inceleme fırsatım olunca anladım ki bunu kızıma öğretirken kullanmayacaktım. Aldığım için pişman oldum. Neden mi? Alfabeye bakmak bana Afrika'daki eğitim içeriğinin çok fazla değişmediği gerçeğini hatırlattı. Seneler önce benzer bir alfabe sayfası üzerinden bize eğitim verilmişti. Bu yüzden yıllarca mücadele ettim. Gerçekliğim ve gittiğim okullarda aldığım resmi eğitimi bağdaştırmak için mücadele ettim. Kimlik krizlerim vardı. Gerçekliğime baktım. Atalarıma baktım, soy ağacıma saygısızca baktım. Hayatımın bana sunacağı şeyler için çok az sabrım vardı. Niçin? "Elmanın E'si" "Elmanın E'si" "Elmanın E'si" dünyanın elma yetişen yerlerinde yaşayan çocuklar içindi; beslenme çantalarında elma olan çocuklar, anneleri ile birlikte manava giden ve renk renk her boyutta elma gören çocuklar. Böyle bir alfabe sayfasıyla çocuğu eğitimle tanıştırmak eğitimin ana fonksiyonlarından birini yerine getirir; öğreneni çevresine karşı duyarlı hale getirir ve değer katması için merakını cezbeder. Benim durumumda, büyüdüğüm zaman ve yerlerde Afrika'da elma egzotik bir meyveydi. Yılda bir veya iki kez, kahverengi noktalı sarımsı elmaları yiyebilirdim; binlerce mil ötedeki depolardan sınıflandırılarak bana gelen elmalar. Finansal durumu iyi olan ailemle şehirde büyüdüm, yani beni gerçeğim buydu, tamamen aynı şekilde "cassava fufu" veya "ugali" Amerika, Çin veya Hint mutfağında yaygın değiller... Elmalar gerçekliğimin bir parçası sayılmazdı. Bunun bana yaptığı etki şuydu, "Elmanın E'si" ile eğitime adım atmam, eğitimi soyutlaştırdı. Ulaşamayacağım bir şey haline geldi, yabancı bir konsept, o şeyi bilen insanlardan sürekli doğrulama isteyeceğim ancak bu şekilde ilerleme kaydedebileceğim bir fenomen haline geldi. Bu bir çocuk için zordur; herkes için zor olur. Ben büyürken ve akademik olarak ilerlerken benim gerçekliğim eğitimimden ayrıldı. Tarihte bana İskoç kaşif Mungo Park'ın Nijer Nehrini keşfettiği öğretildi. Bu beni rahatsız etti. Büyük büyük annem ve babam Nijer Nehri kıyısına çok yakın büyümüş. (Kahkaha) Burunlarının dibindeki nehrin keşfedilmesi için binlerce mil uzaktan Avrupa'dan birinin gelmesi mi gerekti? (Kahkaha) Hayır! (Alkış ve tezahüratlar) Onlar zamanlarında ne yaptılar? (Kahkaha) Oyunlar oynayıp taze yer elması kavurup kabile savaşı mı yaptılar? Anladımki eğitimim beni başka bir yere gitmem için için hazırlıyor o eğitimin ait olduğu başka bir çevreye bir şeyler vermem için. Bu benim çevrem, büyüdüğüm yer ve zaman değildi. Ve bu devam etti. Bu felsefe Afrika'da okuduğum tüm zaman boyunca çalışmalarımın altını çizdi. Bir fikir değişikliğine gitmem çok deneyim ve bazı çalışmalar gerektirdi. Dikkat çekici birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım. Doktora eğitimim için Washington, DC'deydim, Dünya Bankası Afrika Bölgesi bölümünde bir danışmanlık pozisyonunda işe girdim. Günlerden bir gün, ben ve yöneticim bir proje üzerinde konuşuyorduk ve belli bir Dünya Bankası projesinden bahsetti. Nijerya'da sürdürülebilirliği risk altında ve milyonlarca dolara mal olacak geniş ölçekli bir sulama projesi. Bu projenin sürdürülemediğini söyledi, kurulan tüm paketlerin bozulduğundan bahsetti. Ardından başka bir özel projeden bahsetti, Dünya Bankası projesinin başarısız olduğu aynı Nijer Cumhuriyetinde daha önce başarılı olan geleneksel bir sulama yöntemi. Bu benim ilgimi çekti. Detaylı bir araştırma yaparak Tassa'yı öğrendim. Tassa geleneksek bir sulama metodu 20-30 cm genişliğinde ve 20-30cm derinliğinde delikler tarım yapılacak tarlanın üzerine kazılır. Küçük bir baraj tarlanın çevresine yapılır ve tarlanın yüzey alanı boyunca ürünler ekilir. Yağmur yağdığında delikler suyu depolayabilir ve bunlar bitkilerin su ihtiyacını karşılayacak uygunlukta olur. Bitki hasata kadar ihtiyaç duyduğu miktarda suya ulaşabilir. Nijerya'nın %75'i kavruk çöldür, bu bir ölüm kalım meselesi ve yüzyıllardır kullanılmakta. Yapılan bir çalışmada bir deneyde iki benzer arazi kullanıldı, birinci arazide Tassa tekniği kullanılmadı. Benzer tarlalar. Diğeri üzerinde Tassa tekniği uygulandı. Ardından her iki tarla üzerine aynı tahıllar ekilmiştir. Hasat zamanı boyunca, Tassa tekniği uygulanmayan tarlada hektar başına 11 kilogram akdarı hasadı yapıldı. Tassa tekniği uygulanan tarlada ise hektar başına 553 kilogram mahsül alındı. (Alkışlar) Araştırmaya ve kendime baktım. ''12 yıldır tarım üzerine okuyorum, ilk okuldan 12. sınıfa kadar, Doğu Afrika'da söylediğimiz gibi, Batı Afrika'da SS3 veya 12. sınıf. Hiç kimse bana geleneksel Afrika'da ürün yetiştirme ve hasat konusunda hiçbir şey öğretmedi ki bunlar artık başarılı bir şekilde kullanılacak, ayrıca Batı'dan ithal edeceğimiz şeylerin başarılı olması çok zor. İşte bu zorluğu öğrendiğim zaman, Afrika' nın müfredat sorununu hayat mücadelemi buna adamaya başladım, Afrika'nın bilgi sistemi üzerine çalışmaya, araştırma yapmaya ve sektörler, sanayiler çapında eğitim, araştırma ve siyasette yaygınlaşmasını savunmaya. Dünya Bankası'nda başka bir sohbet ve deneyimimde ne yöne gideceğim konusunda nihai kararı vermemi sağlayan şeydi, yapılacak en kârlı araştırma olmasa da tamamen inandığım şeyle ilgiliydi. Bir gün yöneticim Afrika'ya gitmek istediğini söyledi, Dünya Bankası kredi ve proje müzakereleri yapmak istiyordu. Etkilenmiştim, nedenini sordum. Dedi ki; ''Afrika'ya gittiğim zaman o kadar kolay ki. Washington DC'de kredi döküman ve proje teklifimi yazıyorum, Afrika'ya gidiyorum ve hepsi imzalanıyor. En iyi anlaşmayı sağlıyorum ve dönüyorum. Patronlarım benden çok memnun.'' Sonra dedi ki: ''Asya'ya gitmekten nefret ediyorum...'' Bir ülkeden bahsetti, Asya ve bazı Asya ülkeleri. ''Beni ülkelerine en iyi anlaşmayı sağlamak için tutuyorlar. En iyisini alıyorlar. Bana şu maddenin bizim çevremizde işe yaramayacağını söylüyorlar. Bu bizim değil, Batı'nın gerçekliği. Bana diyorlar ki 'Bunu halledecek yeterince uzmanımız var. Sizin yeterince uzmanınız yok. Amacımızı biliyoruz.' Bunlarla uğraşıp duruyorlar. Bitirene kadar da en iyi anlaşmayı sağlamış oluyorlar ama çok yoruldum ve banka için en iyi anlaşmayı almak istemiyorum ayrıca bu iş.'' ''Gerçekten mi? Peki'' dedim içimden. Bir Afrika ülkesinde müzakere masasında oturduğum için ayrıcalıklıydım. Yaz boyunca danışmanlık işini yapardım, doktora öğrencisi olduğumdan beri. Sonra Dünya Bankası ekibiyle seyahat ettim, organizasyonel konularda yardım etmek isteyen biri olarak. O müzakere masasına oturdum. Yanımda genellikle Avrupalı Amerikanlar vardı, DC'den. Masanın diğer yanındaki Afrikalı kardeşlerime baktım. Gözlerindeki tedirginliği görebiliyordum. Mungo Park'ın büyük büyük torunlarına sunacak hiçbir şeyleri olmadığını düşünüyorlardı, ''Elmanın E'si''ndeki elmanın sahiplerine. Orada usulca oturdular ve ''Hadi imzalayalım.'' dediler, ''Bilgi sizde, hepsini biliyorsunuz. Nereyi imzalıyoruz? Gösterin imzalayalım.'' Onların sesleri yoktu, kendilerine inanmıyorlardı. Pardon. Böylece bunu 10 yıldır yapıyorum. Afrika' nın geleneksel, otantik, orijinal bilgi sistemi üzerinde araştırma yapıyorum. Bunun uygulandığı az sayıda vakada, inanılmaz başarı oranları elde edildi. Gacaca'yı düşünüyorum. Soykırım sonrasında kullanılan Rwanda'nın geleneksel yargı sistemi. 1994'te soykırım sona erdiğinde, Rwanda'nın milli yargı sistemi çökmüş durumdaydı: Ne hakim ne de soykırıma ilişkin savunma yapacak avukatlar vardı. Rwanda hükümeti bir fikir geliştirdi, Gacaca olarak bilinen geleneksel yargı sistemini yeniden tedavüle soktu. Gacaca toplum temelli bir sistem, toplumun üyeleri bir araya gelerek dürüstlüğü kanıtlanmış kadın ve erkekleri işlenen suçlarda avukatlık yapmak üzere seçerler. 2012'de Gacaca soykırım davalarını sonlandırana dek 12.000 toplum temelli mahkeme 1.2 milyon dava görmüştü. Bu bir rekor. (Alkış) Daha da önemlisi Gacaca Rwanda'nın geleneksel ilkelerini öne çıkardı; uzlaşma ve yeniden bütünleşme, Gacaca modern Batı sistemini destekleyen ağır ceza sistemlerine karşıydı. Karşılaştırmasam da Rwanda'nın geleneksel felsefesini öne çıkarttığını belirtmek istiyorum. Tanzanya'nın eski devlet başkanı Mwalimu Julius Nyerere - (Alkış) insanları geliştiremeyeceğimizi söylerdi. İnsanlar kendilerini geliştirirler. Ona katılıyorum. İnanıyorum ki Afrika'nın dönüşümü, ilerlemesi gerek eğitim, gerek araştırma gerek sektörel veya siyasal alanda olsun Afrika'nın geleneksel, otantik, orijinal, kendine özgü bilgi birikimi bunu anlamakta, doğrulamakta ve yaygınlaştırmada yatıyor. Bu Afrika için kolay olmayacak. Kendilerine ne yapması, ne düşünmesi söylenmesine alışmış bir halk için hiç kolay olmayacak, uzun zaman başkalarının entelektüel rehberliğe, talimatlarına maruz kalmış, bunlar ki koloni efendileri yardım sanayisi ve uluslararası medyacılık. Ancak bu ilerlememiz için yapmamız gereken bir görev. Joseph Shabalala'nın sözleri bana güç verdi, kendisi Laydsmith Black Mambazo Güney Afrikan korosunun kurucusu. Önümüzdeki görevin hiçbir zaman içimizdeki güçten daha büyük olmadığını söyledi. Bunu yapabiliriz. Kendi kendimizi küçümsemeyi bırakabiliriz. Gerçekliğimiz ve bilgimiz üzerine değer koymayı öğrenebiliriz. Teşekkürler. Çok teşekkürler (Svahilice) (Alkışlar) Teşekkürler, teşekkürler. (Alkışlar)