Bağımlılık hakkında konuşacağım,
bağımlılığın gücünden
ve ayrıca güç bağımlılığından.
Vancouver, Kanada'da çalışan
bir tıp doktoruyum
ve bazı çok, çok ağır bağımlı
hastalara bakıyorum,
bilinen her tür
uyuşturucuyu kullanan
eroin, kokain enjekte eden,
alkol, kristal meth içen kişiler
ve bu kişiler ızdırap içinde.
Bir doktorun başarısı hastalarının
hayatta kalma süresiyle ölçülürse
ben başarısızım.
Benim hastalarım çok genç ölür,
görece olarak.
Aids'den, hepatit C'den ölürler,
kalp kapakçığı enfeksiyonundan ölürler,
beyin enfeksiyonundan, omurilik, kalp,
kan dolaşımı enfeksiyonundan ölürler.
İntihar, aşırı doz, şiddet
ve kaza sonucu ölürler.
Onlara bakınca
büyük Mısırlı yazar Necip Mahfuz'un
sözlerini hatırlarsın:
"Acı bir hayatın yaptıklarını, hiçbir şey
insan bedeni kadar çarpıcı anlatamaz."
Bu insanlar her şeyini kaybeder,
sağlıklarını kaybeder,
güzelliklerini kaybeder,
dişlerini kaybeder,
servetlerini kaybeder,
sevdiklerini, arkadaşlarını kaybeder
en nihayetinde, çoğu kez hayatlarını da.
Fakat hiçbir şey onları
bağımlılıktan koparamaz.
Hiçbir şey onlara bunu bıraktıramaz.
Bağımlılıkları güçlüdür, peki neden?
Bir hastamın bana dediği gibi:
"Ölmekten değil,
aslında yaşamaktan korkuyorum."
Sormamız gereken soru şu:
İnsan yaşamaktan niçin korkar?
Bağımlılığı anlamak istiyorsan
bağımlılıkta neyin yanlış olduğuna değil
neyin doğru olduğuna bakman gerekir.
Diğer bir ifadeyle,
kişi bağımlılıkta ne bulur?
Başka yerde bulamadığı ne bulur?
Bağımlı, orada acılarına çare,
huzur, kontrol hissi bulur
sükunet bulur,
çok çok kısa sürse bile.
Öyleyse sıradaki soru:
Hayatlarında bunlar neden yok,
onların başına ne gelmiş?
Eroin benzeri uyuşturuculara bakarsan,
morfin, kodein, kokain
ve alkole bakarsan
bunların hepsi ağrı kesicidir,
şu ya da bu biçimde
hepsi ağrıyı dindirir.
Öyleyse bağımlılıkla ilgili asıl soru
"Neden bağımlı oluyorlar?" değil
"Neden acı çekiyorlar?'' sorusudur.
Keith Richards'ın biyografisini
okumayı yeni bitirdim,
Rolling Stones'un gitaristi
ve muhtemelen bildiğiniz gibi,
herkes onun hâlâ nasıl yaşadığına şaşıyor
çünkü uzun süredir ağır eroin bağımlısı.
Biyografisinde
bağımlılığı ile ilgili şunu yazmış;
bağımlılık bir unutma çabasıydı
tamamen bir unutma arayışıydı.
"Birkaç saat kendimiz olmamak için
baş vurduğumuz çarpıklık" diyor.
Ve ben bu sözleri çok iyi anlıyorum
çünkü o huzursuzluğu ben de bilirim.
Kendinden huzursuz olmayı bilirim,
o kendi zihninden kaçma arzusunu da.
Büyük İngiliz Psikiyatristi
R.D. Laing şöyle der:
"İnsanlar üç şeyden korkar:
Ölümden, diğer insanlardan
ve kendi aklındakilerden korkar"
Uzun yıllar boyu ben de dikkatimi
kafamdakilerden uzaklaştırmak istedim
çünkü onlarla baş başa
kalmaya korkuyordum.
Peki dikkatimi nasıl dağıttım?
Hiç uyuşturucu kullanmadım
ama dikkatimi çalışarak
ve bir şeyler yaparak dağıttım.
Kendimi alışverişe vurarak yaptım.
Benim tarzım klasik müzik plakları
ve diskleri toplamaktı.
Fakat bu konuda tam bir bağımlıydım.
Klasik müzik plaklarına
bir haftada 8.000 dolar harcadım,
istediğimden değil,
tekrar tekrar mağazaya
gitmeyi bırakamadığımdan.
Bir tıp doktoru olarak
eskiden çok doğuma girerdim
ve bir defasında,
doğum hâlindeki bir kadını bırakıp
klasik müzik almaya gittim.
Yine de hastaneye
zamanında yetişebilirdim
ama mağazaya girince çıkamıyorsun,
reyondaki klasik müzik
tezgahtarları cin gibi:
"Dostum, Mozart'ın son çıkan
senfoni bandını dinlemiş miydin?
"Dinlemedin mi? Ya..."
Sonuçta o doğuma yetişemedim
ve eve gelip karıma yalan söyledim.
İş ve müzik saplantım yüzünden
her bağımlı gibi yalan söylüyor
ve kendi çocuklarımı ihmal ediyordum.
Yani kendinden kaçmak nedir bilirim.
Benim bağımlılık tarifim;
geçici bir rahatlama veya zevk veren
ama uzun dönemde zararı
ve bazı olumsuz sonuçları olan
ama bu olumsuz sonuçlarına rağmen
bırakamadığın her hangi bir davranıştır.
Bu bakış açısıyla,
pek çok bağımlılık olduğunu görebilirsin.
Evet, uyuşturucu ve ilaç bağımlılığı var
ama ayrıca tüketim bağımlılığı var
seks bağımlılığı var,
internet bağımlılığı var,
alışveriş ve yeme bağımlılığı var.
Budistlerin bir aç hayaleti var.
Bu aç hayaletler, büyük
ve boş karınları olan yaratıklar
ama boyunları çöp gibi
ve ağızları da minicik
bu yüzden asla yeteri kadar yiyemiyor
ve asla içlerindeki o boşluğu
dolduramıyorlar.
Bu toplumda hepimiz aç hayaletleriz
hepimizin içinde aynı boşluk var
ve çoğumuz bu boşluğu
dışarıdan doldurmaya çalışıyoruz,
bu boşluğu dışarıdan
doldurmaya çabalamak bağımlılıktır.
Eğer bu insanların
neden acı çektiğini merak ediyorsan,
bakman gereken yer genleri değil.
Hayatlarına bakman gerekir.
Hastalarımı örmek verirsem,
benim ağır bağımlı hastalarımı,
acı çekme nedenleri çok açık.
Bütün hayatları boyunca
istismar edildiler,
istismar çocuklukta başladı.
12 yıl boyunca baktığım
bütün kadınlar, yüzlerce kadın
hepsi de çocukken tecavüze uğramıştı.
Erkekler de travmalar yaşamıştı.
Erkekler de tecavüze uğramış
ve ihmal edilmişlerdi,
fiziksel istismar, terk edilme
ve duygulsal olarak
tekrar tekrar incinmişlerdi.
İşte bu nedenle acı çekiyorlar.
Burada başka bir şey daha var:
İnsan beyni.
Zaten bildiğiniz gibi,
insan beyni çevreyle bir etkileşim kurar.
Bu sadece bir genetik program değildir.
Çocuğun içinde bulunduğu çevre
beyninin gelişimini biçimlendirir.
Size farelerle yapılan
iki deney anlatayım.
Küçük bir fareyi alıp
ağzına yiyecek koyuyorsun
ve fare bunu zevkle yiyip yutuyor
ama yiyeceği farenin birkaç
santim uzağına koyuyorsun
gidip yemiyor,
yiyeceği yemeyip açlıktan ölüyor.
Peki neden?
Çünkü bu farenin beynindeki
dopamin denen kimyasalın
reseptörleri devre dışı bırakılmıştı.
Dopamin istek ve güdü kimyasalıdır.
Ne zaman bir şey istesek
heyecanlansak, canllılık
veya merak hissetsek
yiyecek veya seks partneri arasak
dopamin salgılanır.
Dopamin olmadan istek duymayız.
Bağımlı ne peşinde sanıyorsun?
Bağımlı kokain kullandığında
kristal meth kullandığında
veya herhangi bir uyuşturucu
beyninde bir dopamin patlaması olur.
Ama soru şu;
peki, onların beynine
en başta ne olmuştu?
Uyuştucunun bağımlılık
yaptığı boş bir efsanedir.
Uyuşturucunun kendisi bağımlılık yapmaz,
uyuşturucuyu deneyen çoğu kişi
hiç bağımlı olmaz.
O zaman soru şu:
Bazı insanlar bağımlılığa
neden daha yatkın?
Yiyecekler de bağımlılık yapmaz
ama bazı insanlar için yapar,
alışveriş bağımlılık yapmaz
ama bazılarına yapar,
televizyon bağımlılık yapmaz
ama bazılarına yapar.
Öyleyse soru,
bu yatkınlık neden?
Diğer küçük fare deneyi,
bebek farelerle.
Bebek fareler annelerinden
ayrılıyorlar ama annelerini çağırmıyorlar.
Bunun doğadaki sonucu ne olur?
Sonunda bebek fareler ölür
çünkü onları sadece anneleri
korur ve sadece anneleri bakar.
Neden çağırmadılar?
Çünkü genetik yollarla
beyinlerindeki endorfin reseptörleri,
kimyasal bağlama bölgeleri
devre dışı bırakılmıştı.
Endorfinler, morfin benzeri
doğal maddelerdir,
endorfinler beynimizin
doğal ağrı kesicileridir.
Morfin ve endorfinin diğer bir işi de
sevgi hissetmeyi mümkün kılarlar,
ebeveynlere bağlanma
duygusunu sağlarlar
ve ebeveynlerin çocuklara bağlanmasını.
Yani beyninde endorfin reseptörü
olmayan bu küçük fareler
doğal olarak annelerini çağırmıyorlar.
Diğer bir deyişle,
uyuşturuculara ve şüphesiz
eroin ve morfine olan bağımlılık,
onların endorfin sistemine
yaptığı etki nedeniyledir,
böyle çalışırlar.
Öyleyse soru şudur;
insanlara ne oluyor da, bu kimyasallara
dışarıdan ihtiyaç duyuyorlar?
Olan şey şu; çocukluklarında
istismar ve tecavüze uğruyorlar
ve beyinlerinde o devreler gelişmiyor.
Eğer çok çok küçük yaşlardayken
hayatında sevgi ve bağlanma olmazsa
o zaman bu önemli beyin devrelerin
doğru dürüst gelişemez.
Ve istismar ve tecavüz durumunda
doğru gelişim olmaz
ve bu tür kişilerin beyni, uyuşturucu
kullandıklarında yatkınlık gösterir.
O zaman normal hissederler
acılarının azaldığını hissederler
ve sevgi hissederler.
Hastalarımdan biri şöyle demişti:
"Eroini ilk kullandığımda
sıcak, yumuşak bir kucaklanma hissi geldi,
bir annenin bebeğini kucaklaması gibi"
Şimdi, hastalarım kadar olmasa da
aynı boşluğu ben de hissetmiştim.
Bana olan şey şuydu;
1944 yılında, Yahudi bir ailede,
Macaristan, Budapeşte'de doğmuşum,
Almanların, Macaristan'ı
işgalinden hemen önce.
Doğu Avrupadaki Yahudilere
ne olduğunu bilirsiniz.
Almanlar Budapeşte'ye girdiğinde
iki aylıkmışım.
İşgalin ertesi günü,
annem çocuk doktorunu arar
ve şöyle der;
"lütfen gelip Gabor'a bakabilir misiniz?
sürekli ağlıyor.
Çocuk doktoru şu cevabı verir,
"Tabii, gelip çocuğa bakayım
ama şunu söyleyeyim,
benim Yahudi bebeklerin hepsi ağlıyor."
Peki, niçin?
Bebeklerin Hitler, soykırım
ve savaştan haberi mi vardı?
Hiç yoktu.
Ama huzursuzluğu, dehşeti
ve annelerimizin
sıkıntısını algılıyorduk
ve bir çocuğun beynini
bunlar biçimlendirir.
Ve tabii ki o zaman
bundan aldığım mesaj,
dünyanın beni istemediği idi,
çünkü annem mutlu değildi
ve beni istemiyor olmalıydı.
Daha sonra neden mi işkolik oldum?
Çünkü beni istemiyorlarsa bile,
en azından bana ihtiyaç duymalılardı.
Önemli bir doktor olacaktım
ve bana ihtiyaç duyacaklardı
ve böylece,
başlangıçtaki istenmeme duygusunu
telafi edebilecektim.
Bunun anlamı neydi?
Bunun anlamı sürekli çalışacaktım
ve çalışmadığım zamanlar
kendimi müzik toplamaya verecektim.
Çocuklarım hangi mesajı aldı?
Çocuklarım da aynı,
istenmedikleri mesajını aldı.
İşte bunu böyle aktarırız
travmaları böyle aktarırız
ve farkına varmadan
acıları da aktarırız,
bir kuşaktan diğerine.
Görünüşe göre, bu boşluğu
doldurmanın pek çok yolu var
ve bu boşluğu doldurmanın yolu
kişilere göre de değişiyor
ancak bu boşluk daima geriye,
küçükken alamadığımız şeye gider.
Sonra bir uyuşturucu bağımlısına
bakıp şöyle deriz
"Bunu kendine nasıl yapabilirsin?
Bu berbat maddeyi vücuduna
nasıl enjekte edebililirsin?
Bu seni öldürebilir."
Ama dünyaya yaptığımız şeye bakın.
Atmosfere, okyanuslara ve çevreye
bizi öldüren, dünyayı öldüren
her tür maddeyi enjekte ediyoruz.
Hangi bağımlılık daha büyük?
Petrol bağımlılığı mı yoksa tüketim mi?
Hangisi daha çok zarar veriyor?
Ve kalkıp uyuşturucu
bağımlısını yargılıyoruz
çünkü aslında onun da
bizim gibi olduğunu görüyoruz
ama bu hoşumuza gitmiyor.
Ona şöyle diyoruz
"Sen bizden farklısın, sen bizden kötüsün"
(Alkışlar)
9 Temmuzda, uçakla Sao Paulo
ve Rio de Jenerio'ya giderken
New York Times'ı okuyordum
ve Brezilya ile ilgili bir yazı vardı
ve yazı Nisio Gomes adındaki
bir adamla ilgiliydi,
Amazon'daki Guarani
kabilesinin bir lideriydi
ve geçen Kasım Ayında öldürüldü,
muhtemelen duymuşsunuzdur.
Onu öldürdüler, çünkü o,
Brazilya'daki Yerlilerin vatanı olan
yağmur ormanlarını ele geçiren ve yok eden
büyük çiftçiler ve şirketlere karşı
halkını koruyordu.
Bir Kanadalı olarak, aynı şeyin
orada da yaşandığını söyleyebilirim.
Hastalarım çoğu aslında
İlk Ulus, Yerli insanlar,
Kanada'nın Yerlilerinden
ve ağır bağımlılar.
Nüfustaki yüzdeleri küçük
ama hapishanelerdeki
yüzdeleri çok büyük,
bu insanlar bağımlı,
bu insanlar akıl hastası,
bu insanlar intihar ediyor, neden?
Çünkü toprakları ellerinden alındı,
çünkü nesiller ve nesiller boyunca
öldürüldüler ve suistimal edildiler.
Ama benim sorduğum soru şu:
Tamam, bu Yerli insanların
çektiklerini anlayabiliyorsun
ve bu ızdırabın onları bağımlılıkta
acılarına çare aramaya nasıl ittiğini de
ama ya o suçları işleyen insanlar?
Onların bağımlığı neydi?
Şey, onlar güce bağımlıydı,
onlar servete bağımlıydı,
onlar elde etmeye bağımlıydı.
Kendilerini daha büyük
göstermek istiyorlardı.
Güç bağımlılığını anlamaya çalışırken
tarihteki en güçlü kişilerin
bazılarını inceledim.
Büyük İskender'e baktım,
Napolyon'a baktım, Hitler'e baktım,
Cengiz Han'a baktım,
Stalin'e baktım.
Bütün bu adamlara bakarsanız,
bir şeyler çok ilginç.
Birincisi, güce neden bu kadar
çok ihtiyaçları vardı?
Çok ilginç,
fiziksel olarak hepsi
ufak tefek adamlardı,
benim kadar, hatta daha ufak.
Hepsi de kenar gruplardandı,
hiç biri nüfusun ana kütlesine
mensup değildi.
Stalin bir Gürcüydü, Rus değildi,
Napolyan Korsikalıydı, Fransız değildi,
İskender Makedonyalıydı, Yunan değildi
ve Hitler Avusturyalıydı, Alman değildi.
Yani gerçek bir güvensizlik
ve aşağılık kompleksi.
Ve kendilerini iyi hissetmek için
güce ihtiyaçları vardı,
daha büyük olmalıydılar.
Bu gücü elde etmek için savaş
yapmaya da çok istekliydiler
ve iktidarı sürdürmek için
pek çok insan öldürmeye de.
İktidar hırsı sadece ufak tefek
adamlarda olur demiyorum
ama bu örneklere bakınca
durum ilginç,
çünkü güç, güç bağımlılığı
daima boşluk duygusuyla ilgilidir
ve bu boşluğu
dışarıdan doldurmaya çalışırsın.
Napolyon, St.Helena Adasında
sürgündeyken iktidarı kaybettikten
sonra bile "Gücü çok seviyorum,
iktidarı çok seviyorum" demişti.
Kendini güç olmadan düşünemiyordu.
Dışarıdan güçle beslenmezse
bir benlik duygusu oluşturamıyordu.
Ve böylesi adamları
Buda ve Hz.İsa gibi insanlarla
karşılaştırtıdığınızda çok ilginç.
Yani, Buda ve Hz. İsa'nın
hayatına bakarsanız
her ikisini de şeytan
baştan çıkarmaya çalışmıştır
ve şeytanın teklif ettiği şeylerden
biri dünyevi iktidar ve güçtür
ama ikisi de bunu reddetmiştir.
Peki neden reddettiler?
Reddettiler, çünkü onların
kendi içlerinde güçleri vardı
ve dışarıdan gelecek güce
ihtiyaçları yoktu.
Her ikisi de teklifi reddetti çünkü
insanları yönetmek istemiyorlardı,
insanlara öğretmek istiyorlardı.
İnsanlara misallerle, hoş, latif
sözlerle, bilgelikle öğretmek istiyorlardı
zorla değil,
bu nedenle iktidarı reddettiler.
Ve bu konuda söyledikleri de çok ilginç.
Hz. İsa güç ve hakikatin dışarıda değil,
kendi içinizde olduğunu söylemiştir.
Tanrı'nın Kralllığı içinizdedir demiştir.
Ve Buda ölümünden hemen önce
rahipleri yas tutup ağlarken
ve keder içindelerken
şöyle demiştir
"Benim için yas tutmayın ve bana tapmayın
İçinizdeki feneri bulun ve
kendinizi ışıtın, içinizdeki ışığı bulun."
Bu zor dünyaya ve çevrenin
kaybedilmesine, küresel ısınmaya
ve okyanusların yağmalanmasına bakınca
bunu güç sahibi, iktidardaki
kişilerin düzeltmesini beklemeyelim
çünkü maalesef,
iktidar sahibi insanlar çoğu zaman
dünyadaki en boş insanlardır
ve bizim için bir şeyler yapmayacaklar.
O ışığı kendi İçimizde bulmak zorundayız.
Işığı topluluklarımızda bulmak zorundayız
kendi bilgeliğimiz ve yaratıcılığımızla.
iktidardaki insanların işleri
bizim için düzeltmesini bekleyemeyiz
çünkü bunu asla yapmazlar,
biz onlara yaptırmadıkça.
İnsan doğasının rekabetçi olduğu söylenir
ve insan doğasının saldırgan olduğu
ve insan doğasının bencil olduğu.
Tam tersi doğrudur,
insan doğası gerçekte iş birliğini sever
insan doğası gerçekte cömerttir,
insan doğası gerçekte toplumu düşünür.
Bu konferansta bilgiyi paylaşan
insanlar görüyoruz
insanlar bilgi alıyor ve
daha iyi bir dünya için kararlılar,
bu insanın gerçek doğasıdır.
Size söyleyeceğim söz;
eğer içindeki ışığı bulursan,
eğer gerçek doğanı bulursan
o zaman kendine daha nazik
ve doğaya da daha nazik davranırsın.
Teşekkür ederim.
(Tezahürat) (Alkışlar)