Çok teşekkürler. Ben bir gazeteciyim. İşim dünyanın her yerinde tüm kesimlerden insanlarla konuşmak. Bugün, size hayatımda bunu neden yapmak istediğimi ve neler öğrendiğimi anlatmak istiyorum. Benim hikayem Karakas, Venezuela'da, büyüdüğüm Güney Amerika'da başladı; orası, bana göre büyü ve harikayla dolu olan ve daima olacak olan yerdi. Çok erken yaşta, ailem benim dünyayı daha geniş bir açıdan görmemi istedi. Yedi yaşındayken yaşadığım bir anımı hatırlıyorum, babam bana geldi ve dedi ki: "Mariana, seni ve küçük kardeşini göndereceğim..." -kardeşim o zaman altı yaşındaydı- "...kimsenin İspanyolca konuşmadığı bir yere. Sizin farklı kültürleri deneyimlemenizi istiyorum." Sonra, Birleşik Devletlerdeki yaz kampında vakit geçirmenin faydalarını anlattı da anlattı. Küçük bir ifadeye vurgu yapmıştı ki ben o zaman çok önem vermemiştim: "Geleceğin ne getireceğini bilemezsin." O sırada, yedi yaşında olan zihnimde, Miami'deki bir yaz kampına gideceğimizi düşünüyordum. (Gülüşmeler) Belki daha da iyisi olacaktı ve biraz daha kuzeye, Orlando'ya, Miki Fare'nin yaşadığı yere gidecektik. (Gülüşmeler) Çok heyecanlanmıştım. Bununla birlikte, babamın biraz farklı bir planı vardı. Bizi Karakas'tan Brainerd, Minnesota'ya gönderdi. (Gülüşmeler) Miki Fare orada değildi (Gülüşmeler) ve cep telefonu, Snapchat ya da Instagram yoktu, hiç bir bilgiye ulaşamıyordum. Oraya vardık ve fark ettiğim ilk şeylerden biri, diğer çocukların saçlarının sarı rengin tonları olmasıydı ve çoğu mavi gözlüydü. Bu arada, biz de tam olarak şöyle görünüyorduk. İlk gece, kamp yöneticisi herkesi ateşin etrafında topladı ve dedi ki: "Çocuklar, bu yıl çok uluslararası bir kampımız var; Venezuela'dan Atencios'lar burada." (Gülüşmeler) Diğer çocuklar bize, başka gezegendenmişiz gibi baktılar. Bize şöyle sorular soruyorlardı: "Hamburgerin ne olduğunu biliyor musunuz?" Ya da, "Okula eşekle mi yoksa kanoyla mı gidiyorsunuz?" (Gülüşmeler) Bozuk ingilizcemle cevap vermeye çalışıyordum ve onlar da sadece gülüyorlardı. Biliyorum kaba olmaya çalışmıyorlardı; sadece kim oluğumuzu anlamaya ve bildikleri dünyayla ilişkilendirmeye çalışıyorlardı. Biz ya onlar gibi olabilirdik ya da Aladdin veya Orman Kitabı gibi macera dolu bir kitaptan çıkmış karakterler. Biz kesinlikle onlar gibi değildik, onların dilini konuşmuyorduk, farklıydık. Yedi yaşındaysanız, bu durum incitiyor. Ancak ilgilenmem gereken bir kardeşim vardı ve kampın her günü ağladı. Bu yüzden cesur bir yüz ifadesi takındım ve Amerikan hayat tarzı hakkındaki her şeyi kavradım. Daha sonra sekiz yıl boyunca yaz kampı deneyi" denen şeyi pek çok Amerikalı'nın bile duymadığı farklı şehirlerde yaptık. Bu anlardan en çok hatırladığım, en sonunda birisiyle anlaşmamdı. Arkadaş edinmek çok özel bir ödüldü. Herkes değer verilip kabul edilmeyi ister ve biz bunun kendiliğinden gerçekleşmesi gerektiğini düşünürüz, ama öyle olmuyor. Farklı olduğunuzda, aidiyet konusunda çalışmanız gerekiyor. Ya gerçekten yardımsever, zeki, eğlenceli olursunuz, ya da takılmak istediğiniz kişiler için havalı olabileceğiniz herhangi bir şey. Daha sonra, lisedeyken, babam yaz tatili planını genişletti ve beni Karakas'tan Wallingford, Connecticut'a gönderdi, lisenin son yılı için. Bu kez, uçakta, kilitli dolabı olan "Amerikan lisesi deneyimi" hakkında. hayal kurduğumu hatırlıyorum. Mükemmel olacaktı, aynen benim favori TV şovum: "Saved by the Bell" deki gibi. (Gülüşmeler) Oraya vardım ve bana, belirlenen oda arkadaşımın beni hevesle beklediği söylendi. Kapıyı açtım, orada, yatağın üstünde oturuyordu, başında bir başörtüyle. İsmi Fatima idi ve Bahreynli bir Müslümandı ve beklediğim gibi değildi. Muhtemelen ona baktığımda, hayal kırıklığımı hissetti, çünkü bunu gizlemek için fazla bir şey yapmadım. Bakın, bir ergen olarak, daha fazla uyum sağlamak istiyordum, popüler olmak istiyordum, belki mezuniyet balosu için bir erkek arkadaşım olabilirdi ve Fatima, utangaçlığı ve kıyafet tarzı ile ayağıma dolanmıştı. Ona, yaz kampında çocukların bana hissettirdiğini hissettirdiğimin farkında değildim. Bu ona, hamburgerin ne olduğunu bilip bilmediğini sormanın lise versiyonuydu. Kendi bencilliğim beni yiyip bitirmişti ve kendimi onun yerine koyamıyordum. Size dürüst olmak zorundayım, onunla sadece bir kaç ay kaldık, çünkü daha sonra, diğer öğrenciler yerine bir danışmanla yaşamak için gönderilmişti. Onun için, "o iyi olacak, o sadece farklı" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Görüyorsunuz, birini farklı olarak etiketlediğimizde, bir şekilde bu onları insanlıktan çıkarır. Onlar "ötekiler" olurlar. Zamanımıza değmezler, sorunumuz değildirler ve aslında, o "ötekiler" belki de sorunlarımızın nedenidirler. Öyleyse, kör noktalarımızı nasıl tanıyacağız? Bu, sizi farklı kılan şeyi anlamakla, o özellikleri sahiplenmekle başlar. Ancak o zaman, diğerlerini özel kılan şeyi takdir etmeye başlayabilirsiniz. Ne zaman sarsıldığımı hatırlıyorum. O olaydan bir kaç ay sonraydı. Balo için bir erkek arkadaş bulmuştum, bir arkadaş grubu edinmiştim ve neredeyse Fatima'yı unutmuştum, ta ki, herkesin yardım için yapılan yetenek şovuna katılmaya başvurduğu ana kadar. Açık arttırma için bir yetenek göstermeliydiniz. Herkesin özel bir şeyleri var gibi görünüyordu. Bazıları keman çalacaktı, diğerleri de tiyatro monoloğu okuyacaktı. O zaman, böyle becerileri ülkemde hiç yapmadığımızı düşündüm. Ancak, değerli bir şey bulmaya azmetmiştim. Yetenek şovunun günü geldi ve ben sahneye küçük müzik çalarımla çıktım, bir kenara koyup, "çal" butonuna bastım. Favori şarkıcım Shakira'nın şarkısı çalıyordu. "Her zaman, her yerde, birlikte olmak için yaratıldık." ve "Benim adım Mariana ve dans dersini açık arttırmaya çıkarıyorum." dedim. Sanki tüm okul bir anda el kaldırdı ve fiyat teklifi verdi. Dans dersim gerçekten dikkat çekti. o gün teklif edilen 10. keman dersinden de fazla. Yurt odama döndükten sonra, farklı hissetmedim. Gerçekten özel hissettim. İşte o zaman, Fatima'yı düşünmeye başladım, o, ilk tanıştığımda, özel olarak görmeyi başaramadığım kişiydi. O, Orta Doğuluydu, aynen Shakira'nın ailesinin Orta Doğulu olması gibi. Belki de ona açık olsaydım bana göbek dansıyla ilgili bir ya da iki şey öğretebilirdi. Şimdi, konuşmanın başında size verilen ve oraya sizi özel kılan şeyi yazdığınız çıkartmaları almanızı ve ona bakmanızı istiyorum. Eğer evde izliyorsanız, bir parça kağıt alın ve sizi özel kılan şeyi yazın. Ona bakarken kendinizi ihtiyatlı, belki biraz utanmış veya biraz gururlu hissedebilirsiniz. Ama onu sahiplenmeye başlamalısınız. Unutmayın, bu, diğerlerini özel kılan şeyi takdir etmenin ilk adımı. Venezuela'ya döndüğümde, bu deneyimlerin beni nasıl değiştirdiğini anlamaya başladım. Farklı dilleri konuşabilmek, bu farklı insanları ve yerleri keşfetmek bana eşsiz bir hassasiyet verdi. Nihayet, kendimi başka insanların yerine koymanın önemini anlamaya başlıyordum. Bu, benim neden bir gazeteci olmak istediğimin en büyük sebebi. Özellikle de, dünyanın "arka bahçe", "yasadışı yabancılar", "üçüncü dünya" ve "ötekiler" etiketlenen kısmındansanız. Bunu değiştirmek için bir şeyler yapmak istedim. O zamanlar, Venezuela hükümetinin ülkemizdeki en büyük televizyon kanalını kapattığı zamanlardı. Sansürcülük artıyordu. Ve babam bana bir kez daha geldi ve şöyle dedi: "Burada nasıl gazeteci olacaksın? Gitmelisin." Sarsıldığım zaman o andı. Beni hazırlamakta olduğu şey buydu. Geleceğin bana hazırladığı buydu. Bu yüzden, 2008'de, valizlerimi topladım ve Birleşik Devletler'e geldim. Bu kez dönüş biletim yoktu. Acı bir şekilde farkındaydım ki, 24 yaşında, bir kez daha, bir mülteci, bir göçmen ve öteki oluyordum ve bu sefer temelli. Gazetecilik okumak için burs alabilmiştim. Bana ilk görevimi verdiklerini hatırlıyorum. Başkan Barack Obama'nın tarihi seçimini yazmak. Kendimi şanslı ve ümitli hissettim. "Evet, işte bu." diyordum. Irkçılık sonrası Amerika'ya gelmiştim, onların ve bizim fikirlerimizin yavaş yavaş yok edildiği ve belki de kökünden kazınacağı yere. Yanılıyordum, değil mi? Neden Obama'nın başkanlığı ülkemizdeki ırkçı gerginliği hafifletmedi? Neden bazı insanlar hala kendilerini Birleşik Devletlerde bir yer bulmaya çalışan göçmenler, LGBTQ ve azınlık gruplar tarafından tehdit edilmiş hissediyor? O zaman cevapları bilmiyordum, ama 8 Kasım 2016'da, Donlad Trump başkan olduğunda, büyük bir seçmen grubu onları "ötekiler" olarak gördüğünde durum netleşti. Bazıları, onları gelip işlerini ellerinden alanlar olarak ya da farklı bir dil konuşan potansiyel teröristler olarak görüyor. Bu arada, azınlık grupları sıklıkla diğer tarafın nefret, hoşgörüsüzlük ve dar kafalılığıyla karşılaşıyor. Sanki biz bu balonlara sıkışıp kalmışız ve kimse patlatmak istemiyor. Bunu yapmanın tek yolu, dışarı çıkmanın tek yolu, farklı olmanın ayrıca farklı düşünmek olduğunu anlamaktır. Saygı göstermek cesaret ister. Voltaire'in dediği gibi: "Söylediğiniz şeye katılmayabilirim, ama onu söyleme hakkınızı savunmak için ölümüne savaşırım." Diğer taraftaki iyi olan şeyi görememek diyaloğu imkansız kılar. Diyalog olmadan da, aynı hataları tekrarlayıp dururuz, çünü yeni olan hiç bir şey öğrenmeyeceğiz. 2016 seçimlerini NBC kanalı için haber yaptım. Bu, ana medyadaki ilk görevimdi, ki İspanyol televizyonunu geçmiştim. Ve farklı bir şey yapmak istedim. Seçim sonuçlarını kayıt dışı ailelerle izledim. Vatandaş olmayan insanlarla bu anı paylaşmayı çok az kişi düşünür, ancak o gece kaybetme olasılığım yüksekti. Donald Trump'ın kazanacağı belli olunca, sekiz yaşındaki Angelina gözyaşları içinde bana koştu. Hıçkırarak ağladı ve bana, şimdi annesinin sınır dışı edilip edilmeyeceğini sordu. Ona sarıldım ve dedim ki: "Her şey iyi olacak," ama aslında bilmiyordum. Bu, ebediyen kalbime işleyen o gece çektiğim bir foto. Bu küçük kız Brainerd'e kampa gittiğim yaşlardaydı. O zaten, "öteki" olduğunu biliyor. Her gün korkuyla okuldan eve yürüyor, annesinin alınabileceği korkusuyla. Öyleyse, kendimizi nasıl Angelina'nın yerine koyabiliriz? Ona kendisinin özel olduğunu nasıl anlatabiliriz ve ailesiyle birlikte olmasının değersiz olmadığını? Onun ailesi ve onunki gibi ailelerle kamera önünde konuşurken, insanların onları "yasadışı yabancılar" olarak değil insanoğlu olarak görmelerine uğraştım. Evet, kanuna karşı geldiler ve bunun için ceza ödemeliler, ama ayrıca bu ülke için her şeylerini verdiler, onlardan önceki pek çok göçmen gibi. Benim kişisel gelişimimin nasıl başladığını size anlatmıştım. Son olarak, başıma gelen en kötü zorluğu size anlatmak istiyorum, ki bu beni derinden sarsmıştı. Tarih 10 Nisan 2014. Araçla stüdyoya doğru gidiyordum ve ailemden bir bir telefon aldım. "Yayında mısın?" diye sordular. Hemen kötü bir şeyler olduğunu anladım. "Ne oldu?" dedim. "Kız kardeşin kaza geçirdi." Kalbim sanki durmuştu. Ellerim direksiyona yapışmıştı ve şu sözleri duyduğumu hatırlıyorum: "Yeniden yürümesi zor." Hayatınızın bir salisede değişebileceğini söylerler. Benimki öyle oldu işte. Kız kardeşim benim başarılı diğer yarım, sadece bir yaş aramız var ve bacaklarını hareket ettiremeyecek, doğrulamayacak veya kendisi giyinemeyecek. Ve bu, durumunu sihirli bir şekilde daha iyi yapabileceğim yaz kampı gibi değildi. Dehşet vericiydi. İki yıl süresince, kız kardeşim 15 ameliyat geçirdi ve o zamanın çoğunu tekerlekli sandalyede geçirdi. Ama bu en kötüsü değildi. En kötü olan şey çok daha acıydı, şimdi bile kelimelere dökmek zor. İnsanların ona bakış şekliydi, bize bakışları, değişmişti. İnsanlar başarılı bir avukat göremiyordu ya da keskin zekalı ve iyi kalpli bir y kuşağı. Gittiğimiz her yerde, insanların sadece tekerlekli iskemlede zavallı bir kız gördüğünü fark ettim. Onun ötesinde bir şey göremiyorlardı. Bir savaşçı gibi savaştıktan sonra, şükranlıkla size söyleyebilirim ki; bugün kız kardeşim yürüyor ve herkesin beklentisinin ötesinde iyileşti. (Alkışlar) Teşekkür ederim. Ancak o travmatik sınav boyunca, berbat farklılıklar olduğunu öğrendim ve onlarda pozitif bir şey bulmak zor. Kız kardeşim, olan şeylerden dolayı daha iyi değil. Ancak bana öğrettiği şey: o farklılıkların sen tanımlamasına izin veremezsin. İnsanların gördüğü şeyin ötesinde kendini yeniden hayal etmek, en zor görev, ama en güzeli. Biliyorsunuz, hepimiz bu dünyaya bir beden içinde geliyoruz. Fiziksel ve nörolojik zorlukları olan insanlar, çevresel olarak etkilenmiş topluluklar, göçmenler, erkekler, kızlar, kız gibi giyinen erkekler, peçe giyen kızlar, cinsel saldırıya uğramış kadınlar, protesto işareti olarak dizlerini büken atletler, siyahlar, beyazlar, Asyalılar, Kızılderililer, kardeşim, siz ya da ben. Hepimiz, herkesin istediğini istiyoruz: hayal etmek ve başarmak. Ama bazen, toplum bize diyor ki, ya da biz kendimize diyoruz ki; kalıba uymuyoruz. Hikayeme bakarsanız, farklı bir yerde doğup, lisede göbek dansına, oradan da televizyonda normalde göremeyeceğiniz öyküleri anlatmaya kadar, beni farklı kılan şey, ayakta durmamı ve başarılı olmamı sağlayan şey. Dünyayı gezdim ve her kesimden insanla konuştum. Ne öğrendim biliyor musunuz? Hepimizin ortak olduğu tek şey, insan olmak. Öyleyse, ırkınızı, yani insan ırkını taraf olup savunun. Hadi buna çağrıda bulunalım. Her şeyden önce ve sonra hümanist olalım. Son olarak, şu çıkartma ve kağıdı almanızı istiyorum, sizi farklı kılan şeyi yazdığınız kağıdı ve onu bugün ve her gün kutlamanızı istiyorum, çatı tepelerinden bağırarak. Ayrıca sizi meraklı olmaya ve sormaya teşvik ediyorum: "Diğer insanların kağıdında ne var?" "Onları farklı kılan şeyler ne?" Haydi, hepimizi özel kılan kusurlarımızı kutlayalım. Umarım, bu size, hiç kimsenin "normal" kelimesi üzerinde bir iddiası olmadığını öğretir. Hepimiz farklıyız. Hepimiz sıra dışıyız ve eşsiziz ve bizi muhteşem bir şekilde insan yapan şey bu. Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)