[sakin caz müzik] Derinizin renginden nefret etmeyi kim öğretti size? Saçınızın yapısından nefret etmeyi kim öğretti size? Size, burnunuzun şeklinden, dudaklarınızın şeklinden nefret etmeyi kim öğretti ? Baştan aşağı, taa tabanlarınıza kadar nefret etmeyi kim öğretti size? Kendi türünüzden nefret etmeyi kim öğretti size? Size, birbirinizin yanında olmayı istemeyecek kadar ait olduğunuz ırktan nefret etmeyi kim öğretti? Sizler Bay Mohammad'in nefret öğretip öğretmediğini sormadan önce, kendinize sormalısınız: size, Tanrı'nın yarattığı şeklinizden nefret etmeyi kim öğretti? Bizler, siyahi insanlar, ya da bizi adlandırdıkları şekilde, 'zenci'ler, gerçekten özgür olduğumuzu sanıyorduk. Ancak bilinçaltımızda, kurtulduğumuzu sandığımız o zincirler hala duruyordu Ve bizi hayatın bir çok alanında, gerçekten motive eden şey, beyaz adam tarafından sevilme arzumuzdu. Malcolm, bu aşağılık hissin yok etmek istiyordu. Bunun, acı vereceğini biliyordu. İnsanların, bu yüzden onu öldürebileceğini biliyordu, ama bu riski almaya cesaret etti. O, kendi zamanındaki liderlerin söylediklerinden daha üstün bir şey söylüyordu. Diğer liderler, onlara zulmedenlerin evine girmek için yalvarıyorlarken, Malcolm, size kendi evinizi inşa etmenizi söylüyordu. Afro-Amerikanlar için, korkuyu kovdu. Dedi ki: "Ben, sizin düşüncelerinizi sesli olarak söyleyeceğim." Ve dedi ki, " Bakın, insanlar bizi duyacaklar ve bize zarar vermeyecekler, tamam mı? Ancak, bunu toplumun tümüne söylemeyeceğim." ********* İşte bunları, çok güçlüce söylüyordu, erkekçe söylüyordu, " Sizin bunca yıldır düşündüklerinizi dile getirmekten korkmuyorum" diyen bir tarzla söylüyordu. Ve işte, biz onu bu yüzden sevdik. Bunları yüksek sesle söyledi, kapalı kapılar ardında değil. Bizim adımıza, Amerika'yla savaştı. Ben, bir Müslüman olarak, beyaz adamın yeterince zeki olduğuna inanıyorum. Eğer kendisini, Siyahi insanların aslında nasıl hissettiğini fark ettirirsek, ve sürekli taviz vermemizi gerektiren, o eski tatlı dilli konuşmasından nasıl bıktığımızı bilse. Ama işleri zorlaştıran siz kendinizsiniz. Beyaz adam, siz o tatlı dilli konuşmaları sürdürdükçe, siz doğru söylüyorsunuz zannediyor. Çünkü o sizi buraya getirdiğinden beri, onunla tatlı dille konuşuyorsunuz. Tatlı dili bırakın! Ona nasıl hissettiğinizi söyleyin! Ona azarlanmaktan bıktığınızı söyleyin. Ona, eğer kendi evini kendisi temizlemeye hazır değilse, o zaman ev sahibi olmamasını söyleyin! [dinleyiciler: Evet, doğru!] O zaman o ev yansın, kül olsun... [alkışlar] [davul ve vokal eşliğinde Afrika müziği] Harlem'in bu sokak köşelerinde, bu yüzyılın büyük bir kısmında, Siyahi insanlar kültürlerini anmış ve Amerika'daki ırk konusunu tartışmışlardır. İşte, Malcolm burada, Harlem'in umuduna ve kızgınlığına ses veren sokak konuşmacılarına katılmıştır. Ben ulusalcılık dersi verdim ve bu demek ki ben, bu beyaz adamın ülkesinden dışarı çıkmak istiyorum çünkü ırklar arası birleşme hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Siz hayatta olduğunuz sürece, asla beyaz adamın sistemine dahil olmayacaksınız. 100. ve 25. caddelerin köşesi ile, Yedinci Bulvar, siyahi sokak konuşmacılarının eylem merkezi haline gelmişti. Malcolm buraya geldiğinde, onun kendine ait bir köşesi yoktu. [New York Şehri, devriye polisi] İşte o zaman, tabiri caizse, üssünü, Elder Michaux'nun kitapevi'nin önüne kurmuştu. Malcolm o küçük sahneye çıktığında, ilk dört beş dakika konuşamazdı. Dinleyenler ona öylesine bir tezahurat yaparlardı ki, o orada bekler, hakkı olan bu övgüyü kabul ederdi. İşte sonra konuşmaya başlardı. Bay Mohammed'in nefret öğretmeni olduğunu söylüyorlar, çünkü sizin uyuşturucudan ve alkolden nefret etmenize sebep oluyor. Bay Mohammed için, bir 'Siyahi Üstüncüsü' diyorlar, çünkü o size ve bana, bizim beyaz adam kadar iyi olduğumuzu değil, ondan daha iyi olduğumuzu, söylüyor. Evet, beyaz adamdan daha iyi. Sizler beyaz adamdan daha iyisiniz. Ve bu herhangi bir cümle değil. Bu, beyaz adamla eşit olduğumuzu söylemiyor yalnızca. O kim ki, biz onunla eşit olmaya çalışalım? Onun cildine bakın. Siz kendi cildinizi onunkiyle kıyaslayamazsınız. Sizinkisi, onunkinin yanında altın gibi kalır. Bizim, beyaz insanlara hayran olduğumuz bir zaman vardı. Onların güzel olduğunu düşünüyorduk, çünkü biz kördük, akılsızdık. Biz onları, oldukları gibi göremiyorduk. Ama sayın Elijah Muhammed geldi ve bize İslam dinini öğrettiği, bizi temizledi ve böylece biz kendi gözlerimizle o silik renkli şeyi, gerçekten olduğu gibi görebiliyoruz. Değersiz, silik bir şey olarak. Ben onu dinleyince, o toplantının hissi içimde kaldırdı. Onu bir kere dinlendiniz mi, [Harlem sakini] eskiden olduğunuz yere asla dönmezdiniz. Pozisyonunuzu değiştirmeseniz bile, en azından gözden geçirirdiniz. Biz, bizim şeytan olduğumuzu duymaya alışkın değildik. [Gazeteci] Ve bizim harika kuzey şehirlerimizde, aslında bizim de zulum uygulayıcılar olduğumuzu. O, sessiz bir grup siyahi insanı temsilen konuşuyordu ***** Ve işte bu savaş demekti. Sahneden indiğinde, ben de dinleyicilerin arasından sıyrıldım [Harlem aktivisti] ve ona doğru yürüdüm. Tabii ben ona yaklaştığımda, bodyguard'ları öne doğru atıldılar ama o, onları ittirdi. Onun karşısına dikildim ve elimi uzattım. Dedim ki: "Dediklerinin bir kısmı çok hoşuma gitti. Bütün söylediklerine katılmıyorum ama bir kısmını çok sevdim." O da bana baktı ve elimi kibarca tutarak, "Bir gün bana katılacaksın, Kızkardeşim. Bir gün katılacaksın." Mesajını netleştirmek için, Malcolm kendi hayatını, tüm Siyahi Amerikalılar'a örnek teşkil etmesi için kullandı. Hayatını hikayeleştirerek tavsiyelerde bulundu. Sonra, hayat hikayesini Alex Haley'le birlikte yazarken de, Hayatının, gelecekte nasıl yorumlanacağına ilişkin söz sahibi olmak istedi. Ben, onun kendinden bahsederken kullandığı bir tabirden çok etkilenmiştim. [otobiyografi yazarı] Derdi ki, "Ben karşılaştıklarımın hepsinin bir parçasından oluşmaktayım." Yani, hayatının erken yıllarında karşılaştığı şeyler, ona şu ya da bu şekilde bir beceri kazandırmıştır ve bu beceriler Malcolm'un kişiliğini oluşturarak, onun İslam halkı için bir temsilci olmasını sağlamıştır. Siz Omaha'da doğmuştunuz, değil mi? Evet, efendim. Sonra, siz bir yaşındayken aileniz Omaha'yı terk etmişti? Sanırım bir yaşındayken. Neden Omaha'dan ayrılmışlar? Benim anladığım kadarıyla, Klu Klux Klan, Omaha'daki evlerinden birini yakmış. Orada çok Klu Klux Klan aktivitesi varmış. Eminim, bu olay ailenizi çok mutsuz etmiştir. Mutsuz değilse de, güvensiz hissettirmiş. O halde, sizin şahsi olarak, önyargılı bir fikriniz olmalı. Yani, bu olaya, geniş, akademik bir bakış açısıyla bakamazsınız, değil mi? Ben buna katılmıyorum çünkü Omaha'da başımıza gelen o olaydan sonra, Lansing, Michigan'a taşındığımızda, evimiz tekrar yakıldı. Hatta, babamı Klu Klux Klan öldürdü. Ve, buna rağmen, kimsenin beyaz insanlarla benim kadar iç içe yaşadığını sanmıyorum. Kimsenin benim kadar, beyazların oluşturduğu toplumlarda benim gibi yaşadığını sanmıyorum. Biz, mahalledeki tek siyahi çocuklardık. [En büyük abisi] Bizim evin arkasında ormanlık bir alan vardı. Beyaz çocuklar bizim eve gelirler ve sonra da ormana oyun oynamaya giderdik. Malcolm derdi ki "Hadi, Robin Hood oynayalım". O zaman, Robin Hood oynamaya oraya giderdik. Ve Robin Hood, Malcolm'du. [kahkaha atar] Bu çocuklar da bunu kabul ederlerdi. Malcolm, Earl ve Louise Little çiftinin en açık tenli olduğunu söylemişti. Ve tenindeki açıklığın, annesinin annesine tecavüz eden beyaz adamı hatırlattığını söylemişti. 1929'da, Malcolm dört yaşındayken, marangoz ve rahip olan babası, aileyi Lansing, Michigan'a taşımıştı. Lansing küçük bir şehirdi ve siyahiler şehrin batı tarafında yaşamaktalardı. Malcolm ve ailesi, şehrin dışında yaşamışlardı [çocukluk arkadaşı] ve yaklaşık iki hektarlık bir araziye küçük bir eve sahiptiler. Bu yüzden, bir çeşit çiftçi ailesi olarak görülüyorlardı. Little ailesi taşındıktan üç ay sonra, beyaz komşular onları evlerinden çıkarmak için yasal yollara başvurdular. Bölge hakimi, tarım bölgesinde, yalnızca beyaz insanların yaşayabileceği yönünde karar kıldı. Ancak Earl Little taşınmayı kabul etmedi. Michigan'daki Klu Klux Klan üyeliği, Mississipi'dekinin beş katı kadardı; 70.000 kişiydi. Malcolm'un ailesi için, husumet hayatlarının bir parçasıydı. Evde herkes uyuyordu sonra birden, kocaman bir "buum!" sesi duyduk. Uyandığımızda her yerde yangın vardı ve herkes duvarlara ve birbine çarpıyordu. Benim hatırlardığım annemin bize, "Kalkın, kalkın, kalkın, ev yanıyor, dışarı çıkın." Ben bu kadarını tamamen hatırlıyorum. Annemin bağırışlarını, babamın bağırışlarını duyuyordum. Hepimizin ayıldığından emin olup, bizi dışarı çıkardılar. Ev kül olmuştu. İtfaiye ya da herhangi bir yardım gelmemişti. Her şeyimiz tamamen yanmıştı. Malcolm'un babası Earl Little, yerel beyazları, evini yakmakla suçladı. Polis, Earl'ü suçladı ve onu sonra, kundakçılık şüphesiyle tutukladı. Hakkındaki suçlamalar sonra düşürüldü. Bizim büyüdüğümüz şehirde, bize "kendini beğenmiş zenciler" derlerdi, ya da " şehrin güneyinde yaşayan ukala zenciler" derlerdi. O zamanlar, eğer beyaz biri size "ukala zenci" derse, bu, " Salak olmadığı için, dikkat edilmesi gereken zenci" anlamına geliyordu. Babam bağımsız bir adamdı. Kimsenin onu beslemesini istemiyordu. Kendi yemeğini kendi üretmek istiyordu. Çocukları üzerinde kimse söz sahibi olsun, istemezdi. Söz onun olsun istiyordu ve söz sahibiydi de. O hep Marcus Garvey'in düşüncelerini tekrar ederdi. Siyahi insanların kendi hayatlarını düzenlemelerini ve kimseye sorun yaşatmadan, birbirleriyle işbirliği yapmalarını ve beraberce durumlarını düzeltmeye çalışmaları gerektiğini söylerdi. Ama o günlerde bunu bile yapsanız, hala sorun çıkarıyorsunuz, demekti. 1920'lerde siyahi bir ulusalcı olan Marcus Garvey, siyahi Amerikalıların, beyaz toplumdan bağımsız olan bir ulus kurmalarını söylüyordu. Yüzbinlerce üyesi olan, Garvey'in, Birleşik Zenci Kalkınma Birliği (UNIA), Afrika ülkeleriyle daha yakın olmayı hedefliyordu. UNIA'nın kendi bayrağı vardı, kendi ulusal marşı vardı ve Afrika'da, kendi ülkesindeki ve yurt dışındaki zencileri kollamaya yemin etmiş bir ordusu vardı. ABD Federal Araştırma Bürosu, Garvey'i, " öncü Zenci eylemcilerden biri" olarak adlandırmıştı. Federal hükümet 1927'de onu ülke dışı ettiyse de, Malcolm'un ailesi, Garvey taraftarı olarak kalmışlardı. Earl, birliğe yeni üyeler katıyordu. Louise, Garvey gazetesi için yazılar yazıyordu. Bize "The Negro World" [Zenci Dünyası] isimli, Garvey gazetesini okuyan, annemdi. Ayrıca, bizimle bağımsız olmamız konusunda konuşan da oydu. Bizim kendimizi 'Zenci' ya da 'Nigger' olarak adlandırmamamızı, bizlerin siyahi olduğunu ve kendimizi 'siyahi' olarak adlandırmamızdan gurur duymamız gerektiğini, söylerdi. Sizin gerçek isminiz nedir? Malcolm. Malcolm X. Bu sizin yasal isminiz mi? Benim bildiğim kadarıyla, yasal ismim. Bana, babanızın soyadını söyleyebilir misiniz? Babam kendi soyadını bilmiyordu. Babam soyadını dedesinden almış, dedesi de kendi dedesinden, o da bunu kölelik ettiği efendisinden almış. Bizim kendi isimlerimiz yok edilmiş. Peki, kölelik esnasında, herhangi bir soyadınız var mıymış? Aile kütüğünüzün herhangi bir yerinde kullanılan bir soyad var mıydı, ve varsa bu neydi? Benim atalarımın soyadları, Evet? onlar Amerika'ya getirilip, köle yapıldıklarında, onlardan alınmış. Ve sonra onlara efendilik eden kişinin soyadları onlara verilmiş. İşte biz bu ismi reddediyoruz ve ... Yani, siz bana babanızın kabul edilen soyadını söylemeyeceğinizi mi söylüyorsunuz? Ben bu adı hiç bir şekilde benimsemiyorum. Eylül, 1931 Annesi bir gün sezgileriyle kötü bir şey olacağını sezdiğinde, Malcolm altı yaşındaydı. Evdeydik ve akşam yemeğimizi yemiştik. Annem Wesley'i, en küçük kardeşimi tutuyordu. Sanırım onu emziriyordu çünkü masadaydı. Ve bebek kucağında, masada uyuyakalmıştı. Sonra babam kalktı, yatak odasına gidip elini yüzünü yıkadı. Şehre gidip, para alacaktı. Annem o zaman uyandı ve dedi ki: "Earl, Earl. Şehir merkezine gitme." Ve şöyle devam etti "Eğer gidersen, geri gelmezsin." O gece saat 11 sularında, Earl Little, Lansing şehrinin kuytu bir yerinde, vücudu tramvay tekerlekleri tarafından neredeyse ikiye kesilmiş olarak bulundu. Polis, Earl Little'ın ölümünün bir kaza olduğunu söyledi. Bu mesele o zaman netliğe kavuşmamıştı. Earl Little'ın tramvay kazası geçirdiği değil de, tramvayın altına ittirildiğine inanılıyordu. Doğrusu, ben insanların tam da böyle dediklerini hatırlıyorum. O, tramvayın tekerlekleri altına ittirilmişti. Babamın ölümü, ailede büyük bir şok yarattı. Çünkü o güçtü. O kuvvetti. Biz bir düzen içindeydik; ailemizin belirli bir yapısı vardı. Okuldan çıkınca, ben, erkek kardeşlerim, kız kardeşlerim hemen eve gelir ve işe koyulurduk. Bahçede çalışırdık, tavuk kulübesini temizlerdik ve akşama hazırlık yapardık. Sonra da sabah kalkar, yine aynı şeyleri yapardık. Suyu pompalar, eve getirirdik. İşte bütün bunları Babam hayattayken yapardık. Çünkü yapmazsak, kırbaçlanırdık. Bu yüzden disiplinliydik. Ama babam öldürüldükten sonra, annem benim ya da Malcolm'un koştuğu kadar hızlı koşamadığı için, bizler, babam hayatta olsaydı yanımıza kar kalmayacak bir çok şey yapma fırsatı bulduk. Yani gittikçe gevşedik. Louise Little, Büyük Buhran sırasında yedi çocuğunu yetiştirirken çok zorluk çekti. Hiç bir geliri yoktu. [en küçük kız kardeş] Ara sıra iş sahibi olurdu. Çok gururlu bir kadındı. Büyük gurura sahipti. Bazen bir şeyler satardı. İnsanlara eldiven örerdi. Yalnızca devlet yardımına muhtaç olmamak için, bir çok ek iş yapardı. Ona, ne yapıp, ne yapamayacağını söylemelerinden nefret ederdi. İşte, onu en çok mahveden şeylerden biri buydu. Zaman içinde, onun eriyip gittiğini görüyordunuz. [hüzünlü caz müzik] Malcolm ergenliğe girme yolundayken, yedi yıl boyunca, annesi ailesinden gittikçe daha da uzaklaştı. 1938 senesinde, Noel'den iki gün önce, Louise Little paranoya teşhisiyle Kalamazoo Devlet Hastanesi'ne gönderildi. Bir gün okuldan geldim ve annem yoktu. Evin boş olduğunu hiç hatırlamıyorum çünkü annem bizi hiç terk etmemişti. Ve her gün, onun yokluğunun acısını hissettim. Başta, yalnızca bir kaç hafta olacaktı. Öyle sanmıştık. İyileşip, eve geri gelecekti. Ama bu durum senelere döndü. Louise Little, bundan sonraki 26 sene boyunca, Kalamazoo'da kaldı. 13 yaşındaki Malcolm, mahkeme kararıyla ailesinin parçalandığına şahit oldu. Küçük çocuklar Lansing'teki koruyucu ailelere verildi. Malcolm da 10 mil ötedeki bir beyaz mahalleye gönderildi. Geçmişte, beyaz adamın sahip olduğu en önemli silah, parçalayıp, fethetmek, olmuştur. Eğer ben elimi alıp, size tokat atarsam, bunu hissetmesiniz bile. Parmaklarım ayrı olduğundan, yalnızca birazcık canınız yanar. Ama size gününüzü göstermek için yapmak gereken yer, alıp bu parmakları birleştirmektir. [elini yumruk yapar] O, Michigan'da, sekizinci sınıf öğrencisiyken, sanırım sınıfındaki tek siyahi öğrenciydi ve okulundaki nadir siyahi öğrencilerden biriydi ve tüm 'A' olan, harika bir öğrenciydi. [Biyografi yazarı] Yani, o sekizinci sınıftaki arkadaşlarının tümünün beyaz olmasına rağmen sınıf başkanı bile olmuştu. Bunları başarabilmesi için, epey olağanüstü olması gerekmekteydi. Sonra tabii, okulu terk edip, Roxbory, Massachusetts'e giden ve tabiri caizse, 'dolandırıcılık'la ilk tanışmasını yaşayan kişi de yine Malcolm'du. [neşeli caz müzik] Ben o zamanlarda, Roxbury'de kendimi 'küçük dolandırıcı' olarak adlandırırdım. Ve işte o zamanlarda, Malcolm X Boston'a gelmişti ve üzerinde çok havalı bir takım elbise vardı, geniş kenarlı bir şapkası vardı ve dizlerine kadar gelen bir mont ve bileklerine kadar gelen bir zincir takmıştı. Ben öyle bir giysiyi en son, Cab Callowy sahnede gösteri yaparken görmüştüm. Şimdi, Malcolm Lansing'ten ayrıldığında, üzerinde sade, eski bir takım elbise vardı. Benim deyimimle, "beyaz adam takımı". Ama Boston'dan döndüğünde, aman Yarabbi, Malcolm'un üzerinde afilli bir takım elbise, geniş kenarlı bir şapka ve ta ceketinin yakasından aşağı sarkan bir zinciri vardı. Tüm mahalle onu konuşuyordu. Herkes Malcolm'dan bahsediyordu. [dans müziği] İşte o yerde dansederken, havada süzülürken, giydiği o pantalonlar da, balon gibi havada süzülüyordu. Bir de o montunu giydi mi, kanat gibi oluyordu. O kocaman şapkasıyla ve sallanan zinciriyle, dans ediyordu, oradan oraya uçuyordu. Ve işte kızlar ona deli oluyorlardı. [neşeli müzik ve vokal] Boston'da ona, "New York Red" [New Yorklu Kırmızı] diyorlardı. New York'ta ise, ona "Detroid Red" [Detroitli Kırmızı] diyorlardı. Saçını hep düzleştirirdi. Saçı kızıl renkliydi ve onun Billie Holiday'le ve zamanında siyahi dünyada ünlü olmaya başlamış bir çok kişiyle fotoğrafları vardı. Malcolm, Boston, New York ve Washington D.C. arasında hizmet veren New Haven Demiryolu'da, mutfak görevlisi olarak çalışıyordu. 1942'de Harlem'e taşındı ve 17 yaşındayken, sabaha kadar açık olan kulüplerde ve dolandırıcılık yapan insanlarla takılmaya başladı. Sonunda öyle bir noktaya geldi ki, şöyle dedi: " Kapıcılık yaparak, trenlerde sandviç satarak ve ayakkabı cilalayarak, bu hayatta başarılı olamazsınız." "Bir yerlere gelemezsiniz." O, dolandırıcı olarak tanınıyordu. Evet sokak adamıydı, ama dolandırıcı değildi. Evet düzenbazdı, evet, üçkağıtçıydı. Ona bu konuda yetenekli olduğunu söylüyorlardı. Geceleri beyaz adamlar gelip de siyahi kadınlarla beraber olmak istediğinde, o, onlara kadın ayarlıyordu. Eğer kaçak viski arıyorlarsa, o nereden bulunur, biliyordu. Eğer uyuşturucu arıyorlarsa, o, nereden bulunur biliyordu. O insanların neye ihtiyaçları olduğunu öğrenmeyi beceriyordu ve sonra da bir yerlerden getiriyordu. Bu işlerin ortasına düşerek, kar yapabiliyordu. Ve işte böylece başladı. O zamana baktığında, Malcolm kendisini üç şeyin endişelendirdiğini söylemişti: hapishane, iş durumu ve askeriye. 2. Dünya Savaşı'na katılmamak için, askerlik kuruluna, siyahi askerleri, beyazları öldürmek için organize edeceğini söylemişti. Böylece askeriye için uygunsuz bulunmuştu. Malcolm'un kumar ve uyuşturucu alışkanlıkları ve Harlem'deki gece hayatı pahalıydı. O zamana kadar, basit suçlardan ötürü iki kez tutuklanmıştı. 1945 senesinde Boston'a geri taşındığında, ileri gelen ailelerin evlerini soymak amacıyla, bir çete kurdu. Çetenin diğer üyeleri arasında, arkadaşı Malcolm Jarvis, beyaz kız arkadaşı Bea ve iki beyaz kadın daha vardı. Kızlardan biri, bir ailenin senenin o kısmında, Florida'da olacaklarını biliyordu, yani evde kimse olmayacaktı. O zaman biz de o eve girdik ve değerli eşyaları alacaktık. Malcolm da eşyaları alıp, tefeciye götürecekti, sonra da parayı kumar alışkanlığı için kullanacaktı. Bu soygundan iki hafta sonra, bu durum ortaya çıktı. Çünkü Malcolm çalmış olduğu, binlerce Dolar değerindeki bir saati tefeciye götürmüştü ve işte o zaman üç polis tarafından tutuklandı. Malcolm Little, Malcolm Jarvis ve üç kadın, haneye tecavüzle suçlanmışlardı. İki siyahi adamın, beyaz kadınlarla olması, mahkeme salonunda sorun çıkarmıştı. Malcolm iki beyaz kadınla birlikteydi ve işte bu davayı böyle önemli kılan, böyle şoke edici kılan, bu olmuştu. Kadınlar, Malcolm'un onları zorla hırsızlık yaptırdığı yönünde ifade verdiler. İki adam, bu tür suçlar için verilen en büyük cezayı aldılar: eyalet hapishanesinde sekiz ila on yıl. Hükmü verdiklerinde, ben aklımı yitirdim. Kafesin demirlerini yakaladım ve sallamaya başladım. Neredeyse demirleri yerinden çıkaracaktım. Sonra hakime bağırarak dedim ki, " Beni on yıl hapise atacağınıza, öldürün daha iyi!" Ben o 'deli zenci' dedikleri türdendim. [yarı kız kardeş] Gördüklerimin gerçek olduğunu biliyordum. Ve hiç de komik olmadığını düşünüyordum. Onlar güldüklerinde, içlerinden "Bakın zenciye ne yaptık" dediklerini biliyordum. Sonra bir de utanmadan, kızlara, bizim onlara tecavüz ettiğimiz gerekçesiyle, şikayetçi olmalarını istediler. Kızlar, bunu yapmadılar. Malcom Little yirmi yaşındaydı ve eyalet hapishanesinde sekiz ila on yıl geçirmekle karşı karşıyaydı. Anne babasının öğütlediği Garvey gururundan ve bağımsızlığından çok uzaktaydı. Şimdi o, 22843 numaralı mahkumdu. Bir kereliğine suçlu olmakta utanacak bir şey yok. Suçlu kalmaksa, utanç vericidir. Ben de önceden suçluydum. Ben de önceden hapishanede kaldım. Ben bundan utanmıyorum. Beni bununla alt etmeye kalkışan, yanılıyordur. Ben bu konuda rahatım. [tezahurat ve alkış] Onlar, İsa'yı da isyan çıkartıyor diye suçlamışlardı. Öyle değil mi? Onun, Sezar'a karşı olduğunu söylüyorlardı. O, havarilerine şöyle dediği için, onun ayrımcı olduğunu iddia ettiler: "Roma vatandaşlarına değil, kaybolmuş koyunlara gidin. Kim olduğunu bilmeyen insanlara gidin. Kendi yurdu olmayan bir yerde yabancılık çeken ve kendini tanımayan insanlara gidin. İşte bu insanlara gidin. Kölelere gidin. İkinci sınıf vatandaşlara gidin. Sezar'ın gaddarlığı altında ezilen insanlara gidin." Ve eğer İsa bugün Amerika'da olsaydı, o beyaz adama gitmezdi. Beyaz adam zulmedendir. O, ezilenlere giderdi. Alçak gönüllülere giderdi. Boynu büküklere giderdi. Toplumdan dışlanmışlara ve hor görülenlere giderdi. İşte, 'Amerikalı zenci' olarak tanınanlara giderdi. [Hapishane, 1946] Hapishane duvarlarının ardında, Malcolm kumar oyunları düzenledi, uyuşturucu alışkanlığını sürdürdü ve Tanrı'nın var olmadığına dair tartışmalara girdi. Hücre bloğundakiler ona, 'Şeytan' demeye başladılar. Bir yandan da, ondan büyük bir siyahi mahkumun cesaretlendirmesiyle, Malcolm okumaya ve İngilizce dersi almaya başladı. Malcolm hapishane hayatını detaylıca tarif ettiğinde, gerçekten yalnız ve kısıtlı hissettiğini söylüyordu. Ama bolca okumayı planladığını söylemişti ve bolca yazı da yazdı. Bana her hafta mektup yazdığı olurdu. Hapishanedeki ikinci senesinde, erkek ve kız kardeşleri ona mektuplarında, 'siyahi adamın doğal dini' olarak adlandırdıkları dinden bahsetmeye başladılar. Siyahi insanların ilk insanlar olduğunu, Tanrı'nın da siyahi olduğunu ve Allah adıyla çağrıldığını söylediler. Malcolm'a, artık İslam Ulus'unun bir parçası olduklarını ve Allah'ın elçisi Adil Muhamed'in, takipçileri olduğunu anlattılar. [İslam Ulusu Lideri] Bence İslam, bizim Amerika'daki insanlarımız için en iyi dinlerden biri. 'Amerikalı zenci' olarak bilinen grubun tamamen tekrar eğitilmesi gerekiyor ve İslam onlara bu yetkiyi veriyor. Onlar siyahi olmaktan ötürü gurur duyabilirler ve utanç duymaktan vazgeçebilirler. Ben Müslüman harekete 1947'de dahil oldum ve sonra erkek ve kız kardeşlerimi de dahil etmeye başladım. Biz zaten Marcus Garvey'in felsefesiyle eğitilmiştik, bu yüzden bizim siyahi olmaktan ötürü gurur duymamıza ilişkin olarak bizi ikna etmeleri gerekmiyordu. Biz zaten dahil olduğumuzda, bununla gurur duyuyorduk. Sonra ben Malcolm'a yazdım ve ona dedim ki, eğer Allah'a inanacak olursa, Allah onu hapisten çıkaracaktır. İşte bu kadar yazdım çünkü Malcolm'un dine karşı çok az hoşgörü beslediğini biliyordum ve işte o az hoşgörüyü de kaybetmek istemedim. Malcolm'un erkek ve kızkardeşleri, genç mahkuma, Amerika'daki siyahi insanların kaybolmuş bir soya ait olduklarını ve yakın zaman sonra, çilelerinden kurtulacaklarını, yazmışlardı. Ayrıca Elijah Mohammed'e göre, beyaz insanların iblis soyundan olduğunu ve onların bu dünyadaki hükümdarlıklarının yakın zaman sonra sona ereceğini, anlatmışlardı. Başta, Malcolm duyduklarını çok sevdi ancak bir kısmını anlayamıyordu. Anlayamadığı kısım, beyaz adamın şeytan olmasıydı. Malcolm Elijah Mohammad'e yazdı. Elijah Mohammed de, onu yanıtladı ve yanıtında, kutsal kitaptan alıntı yaptı. Ve sonra ona anahtarı verdi. Ona dedi ki " İncil bu dünyada olan her şeyi anlatan kitaptır." Yani, cehenneme gitmeniz için ölmek gerekmiyor. Hayattayken de cehennemi yaşayabilirsiniz. Ve size bunu yaşatan da beyaz adamdır. Doğrusu, beyaz adamın tarih boyunca yaptıklarına bakarsanız, bu çok ikna edici bir öğreti. Malcolm tarih, felsefe ve din konusunda okumaya başladı. W.E.B. Du Bois'yı, Shakespeare'i, Sokrat'ı, Ezop hikayelerini ve Gandi ve Nat Turner'in hayat hikayelerini okudu. Ayrıca, beyaz Hristiyanların, siyahi Hristiyanları linç ettiklerini ve beyaz Hristiyanların, Hristiyan olmalarına rağmen köle ticaretiyle uğraştıklarını öğrendi. Malcolm bunları okuyunca ve tarih üzerine araştırma yapınca, eğer bu dünyada gerçekten Şeytan varsa, bunun beyaz adam olduğunu kanıtlamaya karar verdi. Elijah Mohamad, Malcolm'a, kendini Allah'a teslim etmesini söyledi. Ancak Malcolm için, teslimiyet her zaman zor olmuştu. Dua etmek üzere yere çökmesi, bir haftasını aldı. Sonra, Elijah Mohammed'in öğretisini yaymak için, Malcolm hapishane müzakere takımına katıldı ve Harvard ve MIT gibi, ziyaretçi üniversite takımlarıyla müzakere yaptılar. İşte Malcolm'un adı ve ünü, o zaman mahkumlar arasında duyulmaya başlamıştı. İşte,o zaman mahkumlar, müzakereyi öğreten derslere katılmaya başladılar. Bu mahkumların çoğu, sırf meraktan, onu dinlemek için müzakereleri izlemeye başladılar. 1950'de, Malcolm valiye bir mektup yazarak, cezaevinde Müslüman olarak ibadet etme hakkı talep etti. Yazdığı mektuplar, sonra FBI dosyalarına karışacaktı. FBI, 1930'ların son yıllarından itibaren, İslam Ulusu'nu yakından takip etmekteydi. Malcolm, sorun çıkaran biri olarak görüldüğünden, şartlı erken tahliye hakkını kaybetmişti. O, o sırada tahliye için uygun değildi, çünkü toplum içinde bir tehdit oluşturuyordu. Onun tehlikeli olduğunu düşünüyorlardı; bilgi sahibi ve din bilgisi sahibi olduğunu düşünüyorlardı. Bin elmalık bir fıçıdaki çürük elma gibiydi. Diğer elmaları da çürütecekti. 7 Ağustos 1952'de, cezaevinde altı buçuk sene kaldıktan sonra, Malcolm tahliye edilmişti. Bundan bir ay sonra, İslam Ulusu'na kabul oldu. Malcolm Little artık, Malcolm X'ti. Müslüman hareketine nasıl katıldınız? Ben cezaevindeydim. Sayın Elijah Mohammed'in öğretisini duyana kadar, asi, geri kafalı, eğitimsiz ve suçlulara ilişkin düşünebileceğiniz tüm kötü sıfatlara sahip bir suçluydum. Ve işte bu öğretiyle, ilk defa içimde kendini düzene sokma ve rehabilite etme arzusunu hissettim. Ayrıca, bu öğretinin diğer insanların üzerinde yarattığı etki de, onu kabullenmeme sebep oldu. Ve sayın Elijah Mohammed'in öğretilerini dinledikten sonra farkettim ki, bunlar beni birden ırkımla gurur duymaya ve onur duymaya sevk etti; ben artık toplumda bir yere sahip olmak istiyordum, kendimi gerçekleştirmek istiyordum ve beyaz adama, sahip olduklarının bir kısmı için dilenmekle bir yere gelinmeyeceğini biliyordum. Benim Malcolm'u ilk görüşüm, babamın, Elijah Mohammed'in evine geldiğindeydi, diye hatırlıyorum. Ben ince, uzun, kırmızı yüzlü, genç bir adam görmüştüm. Eğer onunla tanışıyorsanız, ondan ilk alacağınız şey bir gülümsemeydi. Babam, "bu Wallace" dedi, ben de gülümsedim. Ben onu görmekten ötürü mutluydum çünkü ondan bahsedildiğini duymuştu ve o " Elçi'nin oğlu, Elçi'nin oğlu!" demişti. Elçi onu o kadar heyecanlandırıyordu ki, beni görmesi, Wallace'ı gördüğü anlamına değil, 'Elçi'nin oğlunu' gördüğü anlamına geliyordu. Malcolm tahliye olduğunda, çok alevliydi. Doğru zamanda, doğru yerdeydi ve öğretiyi yaymaya hazırdı. Detroit'e geldiğinde, böylesine güçlü olduğunu düşündüğü bu öğretiyi, böylesine az insanın benimsediğini görünce çok şaşırdı. Ve dedi ki " Siz buradayken, bu kadar çok boş sandalye olmasına şaşırıyorum. Siz buraya her çıktığınızda, buranın dolu olması gerekiyor." Ve bu, sayın Elijah Mohammed'i heyecanlandırmıştı. 1950'lerin ilk yıllarında, İslam Ulusu siyahi topluluklar içinde pek bilinmiyordu. Toplam üye sayısının dört yüzü aşmadığı tahmin ediliyor. Malcolm, öğretiyi yaymak için seyahatlere gönderiliyordu. İki sene içinde, Boston'da, Harford'da ve Philadelphia'da, tapınaklar yapılmasını organize etti. Elijah Mohammed, sonra Malcolm'u, doğu kıyısındaki en önemli tapınağın, din hocası olarak atadı; Harlem'deki yedi numaralı tapınak. Bay Mohammed Malcolm'un deneyim sahibi olduğunu, New York'u tanıdığını biliyordu. Ayrıca, insanların önüne birini koyarken gözetmeniz gereken, boy pos, konuşma tarzı ve kendini nasıl taşıdığı gibi, tüm özellikleri düşününce, Malcolm'un uygun olduğuna karar vermişti. Ayrıca, New York uluslar arası bir şehirdi. New York'a an iyi adamınızı göndermeniz gerekir ve işte Bay Mohammed, bu yüzden onu seçmişti. [hafif alkış] Elijah Mohammed, 1955'te New York tapınağını ziyaret ettiğinde, amacı bu hırslı ve açıksözlü olan ve Doğu Yakası'ndaki, dükkan önlerindeki buluşmaları, binlerce kişilik bir cemaate çeviren bu genç din adamının işini denetlemekti. Malcolm X ve Elijah Mohammed'in mesajı, insanların tekrar kendilerini insan gibi ve eksiksiz hissetmelerine yardım etmişti. Bazı kadın ve adamlar, kendi hayatlarında yeni bir anlam bulmuşlardı. Eğer Elijah Mohammed, Arab ülkelerini örnek alan, kuralcı bir İslam öğretisi yaysaydı, [arkadaş, tarihçi] beş yüz kişiyi bile kendisine çekemezdi. Ama onun ortaya çıkardığı İslam biçimi, insanların gündelik hayatlarıyla ilişkilendirebilecekleri türden bir İslam'dı. İşte o, kralsız kalmışların kralı, ve Mesih'in kendilerine gelecek kadar kıymet vermediği düşünülen insanların Mesih'i olmuştu. Sayın Elijah Mohammed'in öğretileri, benim önceden hiç görmediğim türden şeyler, ilaç gibi. Evet, bu doğru. Beni tüm hastalıklarımdan kurtaran ilaç işte burada. Doğru. Çünkü ben hasta bir adamdım. Sayın Elijah Mohammed'in öğretilerini benimsediğimde, bu öğretiler beni hastalıklarımdan kurtardı. Şimdi iyileştim. Kendimi iyi hissediyorum. Evet, doğru. Ve doktorun yanında kaldığın sürece, hep iyi hissedeceksin. Doğru, efendim. Peki sen, abicim? Ssyın Elijah Mohammed hakkında ne hissediyorsun? Sayın Elijah Mohammed ilk insanlar olan bizlere, hasta olduğumuzu göstermeye çalışıyor. Sayın Elijah Mohammed, onları uyandırmaya çalışıyor. [müzik] Müslüman tapınaklarına beyaz insanların girmesine izin verilmiyordu. Üyeler, katı kurallar ve mutlak itaat üzerine kurulmuş, kendi kendine yeten bir topluluk oluşturmaya çalışıyorlardı. Ulus, çocukları için Müslüman okulları kurmuşlardı, burada matematik, bilim, tarih ve Arapça öğretiyorlardı. [koro olarak] Bizler ilk insanlarız. İlk insanlar siyahi insanlardır. [anlaşılmıyor] Dünya Gezegeni'nde. Müslüman kadınlar, beslenme, çocuk büyütme ve eşlerinin ihtiyaçlarını karşılama konusunda dersler gördüler. Müslüman adamlar da ebeveynlik sorumluluğu, tarih ve din konusunda eğitim aldılar. İslam'ın Meyvesi adı verilen ufak bir askeri grup, göğüs göğse muhebe konusunda eğitilmişti ve amaçları, tapınakları korumak ve elçiye karşı gelen kişileri cezalandırmaktı. Ben bir kaç Müslüman ailenin evine gidip de onların Malcolm'a ve Elijah Mohammed'e olan inançlarını gördüğümde, çok şaşırmıştım. Bir babaya demiştim ki, " Bir gün oğlunuz gelip de, Müslümanlığı terk ettiğini söylerse, ne yaparsınız?" O da demişti ki, " Onu kapıdan dışarı atarım ve bir daha da içeri almam." Sonra, Malcolm'a bunun doğru olup olmadığını sordum. O da "Doğru söylemiş ve eminim, bunu yapar da." O zaman ben de dedim ki, "Yani oğlunun başına ne gelir, hiç umursamaz mı?" O da, "Hayır" dedi, " Umursamaz. O Elijah Mohammed'e sadıktır." İslam Ulusu'nu yaymak için, Malcolm " Muhammed Speaks" [Muhammed konuşuyor] isimli bir gazete yarattı ve diğer siyahi gazeteleri de, elçinin köşe yazılarına yer vermeye ikna etti. Onun gücü şuydu ki, bir kere bir şeye inandı mı, bütün gücünü, bütün enerjisini ona verirdi. Çalışırdı, işkolik olurdu. Gece gündüz bu uğurda çalışırdı. Genellikle yalnızca dört saat uyku ona yetiyordu ama bazen o kadar bile uyuyamıyordu. İşte o zaman, kim bu tempoyla başa çıkabilir, diye merak ederdiniz. Ama işte o becerirdi, günbegün böyle yaşardı.Bir yandan da sürekli okurdu. Gazeteleri okurdu, haberleri takip ederdi. İşte, hayatını öyle yaşıyordu ki, hayatın hiç bir anını bile boşa harcamazdı. 32 yaşındayken, Ulus'u kurmaya beş yılını adadıktan sonra, Malcolm, Harlem'deki yedi numaralı tapınak üyelerinden, üniversite mezunu Betty X ile evlenmek için Elijah Mohammed'in onayını istedi. Bundan sonraki senelerde, cemaatinin talepleri, ona büyüyen ailesiyle vakit geçirmesi için pek zaman bırakmıyordu. [Eşi] Bazen, eğer onu yakalayabilirseniz, çocuklara kitap okurdu. Onlar da, ondan aynı hikayeyi tekrar tekrar okumalarını isterlerdi. Tam son sayfaya gelince, yine "tekrar oku" derlerdi. "Tekrar oku, tekrar oku." O da, kitaplara farklı sonlar icat etmeye başlamıştı. Çok harika bir espri anlayışı vardı. Özellikle domuz eti konusunda benimle şakalaşır ve sırtıma bir tane patlatırdı, ve derdi ki "Sen iyi bir adamsın, zeki bir tarihçisin. Sana 100 üzerinden, 99 veriyorum, ama eğer domuz eti yemeyi bırakırsan, sana 100'de 100 vereceğim." Çok güzel bir espri anlayışı vardı ve bir de onu yakından tanıdığınızda, aslında biraz utangaç olduğunu görürdünüz. [jaz müzik] Malcolm, şimdi İslam Ulusu'nun beyin takımındaydı ve Elijah Mohammed'in en bilinen temsilcisiydi. O, Elçi'nin güvenine, binlerce Müslüman'ın da sadakatine sahipti. Bir açıdan, Malcolm kendine bir baba edinmişti. Elijah Mohammed'in de bir oğlu daha olmuştu. [siren sesleri] 1957'nin bir Nisan akşamında, Müslüman kardeşlerden biri, New York Şehri polisi tarafından dövülmüştü. Johnson Hinton, Harlem'deki bir karakolun arka odasında, kafatası çatlamış şekilde yatıyordu. Hinton'un ölmek üzere olduğu duyulduğunda, Malcolm Müslüman'ların sokağa dökülmesi emrini verdi. Diğer Harlem sakinleri de onlara katıldı. Orada yaşayanlar, uzun süre polis şiddetine maruz kalmışlardı, bir çoğu polisin bir işgalci kuvvet olduğunu düşünüyordu. 28. mıntıka, siyahilere karşı ön yargılı olmasıyla meşhurdu. İnsanlar bizim oraya çıktığımızı görünce şaşırmışlardı. Çünkü ilk defa 28. mıntıkadaki insanlar, doğru olduğunu düşünmedikleri bir şeyi protesto etmek için dışarıya çıkmışlardı. O akşam Harlem'de ne olurdu bilemiyorum, çünkü o akşam dışarıdaki hava.. Hani hava "gergindi" derler ya, İşte buradaki ortam, patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Malcolm, Hinton'un tıbbi tedavi görmesini talep etti. Uzun bir pazarlıktan sonra, polis, mahkumu Harlem Hastanesi'ne göndermeyi kabul etti. Ama o zaman bile, Müslümanlar dağılmayı kabul etmediler. Bir komiser muavini, sokağın karşısında duran Müslüman'ları dağıtmaya çalışıyordu. Malcolm da dışarı çıkıp ona dedi ki : " Bunu sen yapamazsın. Onlar senin sözünle dağılmazlar." Sonra dedi ki: "Tamam, ben onları evlerine gönderirim." Sonra karakolun önüne geçti ve bir adım atıp, elini şöyle bir salladı. O zaman insanlar geri çekildiler. Olanlara şahit olan bir polis memuru, şu yorumu yapmıştı: "Bu kadarı, bir adam için çok fazla güç" Malcolm sonra, New York şehrine karşı bir dava açarak, şehrin ödediği en büyük polis şiddeti tazminatını kazanmıştı. Onlar, bir adamın, ağzından tek kelime çıkmadan, elinin bir hareketiyle koca bir grup insanın geri çekilmesinin üzerine, fark ettiler ki, aynı adam, isteyecek olsa yine elinin tek hareketiyle bu insanların büyük bir çalkantı yaratmasına da sebep olabilirdi. İşte bence o zaman, polis kuvvetler ve New York Şehri'ndeki politikacılar, şehirde baş etmeleri gereken büyük bir güçle karşı karşıya olduklarını anladılar. İyi akşamlar, ben Mike Wallace. Geçen hafta, 13. Kanal'da, saat 6:30'da yayınlanan haber programımız Newsbeat'de, biz " Nefretin Doğurduğu Nefret" isimli bir, beş kısımlı bir program başlatarak, siyahi ırkçılığın yükselmesini incelemiş, ayrıca Amerikan zencileri arasında küçük ama büyüyen bir grubun, siyahi üstüncülüğü nasıl yaydığına bakmıştık. MALCOLM X: " Biz buraya en bilge ve en büyük kişiyi görmeye ve dinlemeye geldik..." 1959 senesindeki bu belgesel, İslam Ulus'unun iç faaliyetlerini gösteren ilk televizyon programı olmuştu. Malcolm bu programın bir fırsat olduğunu düşünmüştü. Elijah Mohammed ise buna karşıydı. Bay Mohammed ona, "olmaz" demişti; programın yarar sağlamayacağını söylemişti. "Bize, işimize ve yapmaya çalıştığımız şeye zarar verir" demişti. Ancak, Malcolm bu yanıttan tatmin olmamıştı. Israr da etmemişti ama Bay Mohammed'den izin istemeye devam etti. Sonunda Bay Mohammed istemeden de olsa, kabul etti. MALCOLM X: "Ben, beyaz adamı, dünyadaki en büyük yalancı olmakla suçluyorum. Jürinin saygıdeğer üyeleri, ben beyaz adamı, dünyadaki en büyük katil olmakla suçluyorum. Beyaz adamı, dünyadaki en büyük zinacı olmakla suçluyorum." [program sunucusu] İşte binlerce kişinin doldurduğu bir salon vardı- ve hayatımda hiç duymadığım bir organizasyondan bahsediyorlardı. İlk gördüğümde gerçek olduğuna inanamadım. Tabii ki, biz programı yayınladığımızda, programı tek izleyen grup olan New Yorklular olarak, hepimiz Siyahi Müslümanlar diye, adını hiç duymadığımız bir grubun varlığından ötürü şok olmuştuk! Dini lider Malcolm X, Müslüman olmayan bir dinleyici topluluğuna hitap ederken de kayda alınmıştı. MALCOLM X: " Nasıl olur da, böylesine az sayıdaki beyaz insanlar, bunca siyahi insana hükmeder? İşte, merak etmeniz gereken şey budur. Nasıl olur da bu kadar az sayıdaki beyaz adam bunu yapar? Beyaz adamlar size derler ki, bundan binlerce yıl önce Afrika'daki siyahi adam saraylarda yaşarmış, siyahi adam ipek giysiler giyermiş, Afrika'daki siyahi adam kendi yemeğini pişirip, baharatlarını koyarmış. Afrika'daki siyahi adam sanat ve bilimle uğraşırmış. Avrupa'daki adam dünyanın daha tepsi şeklinde olmadığını bilmezden önce, o, evrendeki yıldızların haritasını çıkarmış. Bu doğru mu, yanlış mı?" [Harlem sakini/oyuncu] Ben onun böyle açık bir dille siyahi insanlar hakkında ve beyaz insanlar hakkındaki hislerini söyleyebilme becerisine hayran kalmıştım. Beni korkutmuştu- Eminim amacı da buydu. Ve onu " Nefretin Doğurduğu Nefret"te seyrettikten sonra, bu adamı hayatım boyunca unutamayacağımı biliyordum. Ben Malcolm'u televizyonda ilk gördüğümde, beni de korkutmuştu. Ailem hemen " Kapatın o televizyonu, bu adam duymamanız gereken şeyler söylüyor" demişti. Tabii, biz de kapatmıştık. Ama, hani camdan içeri güneş girer de, siz hemen perdeleri kapatmak için yerinizden kalkarsınız da, buna rağmen, güneş biraz içeri girer ya? İşte, biz televizyonu kapatmadan az önce, azıcık güneş içeri girerdi. Belgesel bir yandan bir çok insanın dinini değiştirmeyi sağladıysa da, İslam Ulusu'nun ırk konusundaki görüşleri, beyaz tenli Amerikalıları ve siyahi topluluktaki bir çok insanı şok etmişti. Irka dayalı nefreti ve ırksal üstünlüğü desteklemek ve bu tür bir bağnazlık, gerek beyaz, gerek siyahi insanlar için kötüdür. NAACP [Renkli İnsanların Gelişimi İçin Ulusal Birlik], Zencilere karşı nefret öğretisinden bulunan beyaz radikallere karşı olduğu kadar, yalnızca beyaz oldukları için onlara karşı öğretide bulunan Zenci radikallere de karşıdır. Yurtdaşlık hakları hareketindeki bir çok kişi, ırkların birleşmesinin, Amerika'nın ırk konusundaki problemlerini çözeceğine inanıyodu. Ancak Malcolm, siyahi insanların kendi problemlerini beyazların yardımı olmadan çözmelerini öğütlüyordu. Siyahi Amerikalılar'ın kendilerini Afrika'da ve Latin Amerika'da meydana gelen özgürlük hareketleriyle bağdaştırdığı sırada, Malcolm da dünyanın bir çok yerindeki devrim liderleriyle ittifaklar kuruyordu. Siyahi Amerikalıları, kendilerini azınlık olarak değil de, dünyanın geneline bakarak, çoğunluk olarak görmelerini teşvik ediyordu. Afrika'daki ulusların orta çıkmasına ek olarak, İslam Ulusu'nun yayılması ve vatandaşlık hakları hareketi, siyahi Amerikalılar'a, Marcus Garvey hareketinin sonlanmasından sonra ilk defa böyle bir gurur sağlamıştı. MALCOLM X: " Şimdi sepeti gezdiriyorlar. Bence herkes bu sepete bir Dolar koymalı. Sizce de koymamalı mısınız? Tabii ki, koymalısınız. İşte bunlar özgürlük Dolar'ları, kardeşim! Biz, sizden bizi zengin yapsın diye para istemiyoruz. Bizler iş kuruyoruz. Sayın Elijah Mohammed, bugüne kadar Amerika'daki tüm siyahi adamlardan daha fazla iş kurmuştur." Birbirine kenetli şirketlerden meydana gelen İslam Ulusu, ABD'de, siyahi insanların sahip olduğu, en büyük iş imparatorluğuydu. 1960'ların başında, İslam Ulusu belki de en iyi günlerini yaşıyordu. Restoranlar açıyorduk, marketler açıyorduk. 'Mohammad SPEAKS' gazetesini, diğer siyahi gazetelerle birlikte görüyorduk. Malcolm'u sık sık televizyonda görüyorduk. Onunla gurur duyuyorduk. Bizim fikrimizce, o Sayın Elijah Mohammed'i ve İslam Ulusu'nu mükemmel şekilde temsil ediyordu. Şimdi, İslam'ın Meyvesi ordusunu, küçük tesislerde tatbik yaparken değil de, koca rakamlarla, yüzlercesini Şikago, New York ve Los Angeles gibi büyük şehirlerde görüyorduk. Benim İslam'ın Meyvesi'ne ait fikrim, bu askerlerin hayatımda gördüğüm en dürüst ve en güçlü kişiler olmasıydı. Aralarında cidden güçlü adamlar vardı, anlatabiliyor muyum? Yani, kimse onlara bulaşmazdı. Onlar sokağa çıktıklarında, insanlar onlara " Tamam, efendim.. Hmm..Tamam" derlerdi. İslam'ın Meyvesi'nin artan varlığı, polisin dikkatini çekmişti. Sık sık çatışmalar ve tutuklamalar olmaya başlamıştı. Malcolm, bu askerlere her zaman kanuna uymalarını, ancak saldırıya uğrarlarsa, kendilerini korumalarını söylüyordu. Amerika'nın her yerindeki polis kuvvetleri, Siyahi Müslüman'ları cezaevine sokmaya kararlıydı. Bu iki kuvvetin çarpışması, an meselesiydi.