Dilerseniz yaklaşık 24 yüzyıl önce,
Atina sokaklarında
yürüdüğünüzü hayal edin.
Bu adamla karşılaşabilirsiniz:
Kıbrıslı Zenon.
O bir tüccardı, Fenikeli bir tüccar.
Bir gemi enkazı her şeyi yok edene
ve sahip olduğu her şeyi
kaybedene kadar çok iyi gidiyordu.
Böylece Atina'ya gitti ve ne mi yaptı?
Yaptığı ilk şeylerden biri,
bir kitapçıya gitmek
ve kitap okumaya başlamaktı.
Sokrates hakkında bir kitap olan
Ksenofon'un "Hatıralar"ını okudu
ve o kadar büyülenmişti ki
kitapçıya "Bu insanlardan birini,
bu filozoflardan birini
nerede bulabilirim?" diye sordu.
Kitapçı ona doğru döndü,
"İşte, oradan geçen biri var," dedi.
Çünkü o zamanın Atina'sı böyleydi,
filozoflar oradan geçip giderdi.
(Kahkaha)
Bu geçen kişi, Kinik filozof Krates’ti
ve Zenon öğrencisi oldu,
sonra Atina'daki
önemli diğer birçok filozofla
çalışmaya devam etti.
Daha sonra, "Stoacılık" olarak bilinen
kendi okulunu kurdu
çünkü "stoa"da,
halkın içinde eğitim gördüler.
Platon Akademisi
veya Aristoteles Lisesi gibi
belirli yerlerde bulunan
diğer okulların aksine,
Stoacılar, insanlara hayatlarını ve bunu
nasıl iyileştireceklerini anlatmak için
insanların arasında olmak istediler.
Stoacılık, antik çağın ana
felsefelerinden biri hâline geldi.
Önce Helenistik dünyaya,
sonra Roma Cumhuriyeti'ne
ve son olarak Roma
İmparatorluğu'na yayıldı.
O zamanın bazı önemli
düşünürlerini ortaya çıkarttı.
Senatör olan Seneca,
oyun yazarı Shakespeare'i
ve İmparator Neron'un
talihsiz danışmanını etkiledi.
Bu Seneca için iyi bitmemişti.
Tarihteki birkaç kral filozoftan
biri olan Marcus Aurelius,
şimdi dünyanın dört bir yanındaki
milyonlarca kişi tarafından okunan
kendi kişisel günlüğü
"Kendime Düşünceler"i yazdı.
Eski felsefe için alışılmadık şekilde,
Stoacılık birçok kadını da cezbetti.
Birçok Romalı kadın,
Stoacılık hakkında konuşmak için
arkadaş toplantıları benzeri
"convivia" denilen
etkinlikleri organize ediyorlardı.
Birçoğu felsefeyi de yaşamıştı.
Bunlardan biri, en ünlü olanı,
Jül Sezar'ın baş düşmanı
Genç Cato'nın kızı
ve Sezar'ın komplocularından
Brütüs'ün eşi, Porcia Catonis idi.
Hayatta başa çıkması
gereken çok şey vardı
ve bunlara Stoacı tarzda yaklaşmıştı.
Stoacılık, tüm eski felsefe okulları gibi,
Hıristiyanlığın yükselişini takiben
ortadan kayboldu ya da kapatıldı
ancak takip eden iki bin yıl boyunca
insanları etkilemeye devam etti.
Bugün birçok insan Stoacıların
belirli fikirlerine aşina ise,
nedeni Hristiyanlığı
etkilemiş olmalarıdır,
ilk olarak Hristiyanlığın
muhtemel kurucusu Tarsuslu Paul
ve takiben Orta Çağ'ın en etkili
ilahiyatçısı Thomas Aquinas ile
ve daha modern zamanlarda,
muhtemel en önemli modern
filozoflardan biri olan René Descartes
ve etik anlayışı esasen Stoacılık
ekolüne dayanan Baruch Spinoza ile.
Ancak tarihi hakkında bu kadarı yeterli.
Stoacılık neyle ilgilidir?
İlk olarak, Stoacılık,
doğaya uygun yaşamamız gerektiği
temel önermesine dayanır.
Şimdi, gidip ağaçlara sarılmak için
çıplak olarak ormana koşmadan önce,
çünkü bununla ilgili değil,
Stoacılar, insan doğasını ciddiye
almamız gerektiğini düşündüler.
İnsan doğası temelde
iki şeyden, iki yönden oluşur.
Birincisi, son derece sosyal hayvanlarız.
Gerekirse kendi başımıza
hayatta kalabiliriz
ancak yalnızca toplum içinde,
sağlıklı sosyal bağlarımız
olduğunda gelişiriz.
İkincisi, akıl yürütme yeteneğine sahibiz.
Bildiğiniz gibi, bu her zaman
akıllı olduğumuz anlamına gelmez.
Doğrusu, aksine bunda zorlanıyoruz
ama akıl yürütme yeteneğine sahibiz.
Stoacılar için,
gerçekten sahip olabileceğiniz
en iyi yaşamın,
sosyal yaşamı, başkalarının
yaşamını iyileştirmek için
aklınıza, zekânıza müracaat ettiğiniz
bir yaşam olduğu ortaya çıkar.
Stoacı felsefenin iki temel direği vardır,
birazdan inceleyeceğiz,
hayatımıza pratik bir şekilde uygulanır.
Biri dört temel erdemdir:
pratik bilgelik, cesaret,
adalet ve ölçülülük.
Pratik bilgelik, sizin için neyin iyi
ve neyin iyi olmadığını bilmektir.
Cesaret sadece fiziksel değil,
her şeyden önce ahlaki,
göğüs germe ve doğru şeyi
yapma cesaretidir.
Adalet size neyin doğru olduğunu,
başkalarıyla nasıl etkileşimde olunacağını
ve onlara nasıl davranılacağını söyler.
Ölçülülük, ne abartarak
ne de yetersiz bir şekilde,
daima ölçülü hareket etme fikridir.
İkinci direğe "kontrol dikotomisi" denir.
Bu, bazı şeylerin bize bağlı olduğu
ve diğer şeylerin bize bağlı
olmadığı temel fikrine dayanır.
Şimdi, yaptığınız her şeyi
bu iki kategoriye ayırabilir
ve sadece ilki için endişelenebilirsiniz,
ikincisi için değil.
Örneğin, buraya slaytları kontrol
edebileceğimi düşünerek geldim.
Gördüğünüz üzere,
bu benim kontrolüm dışında.
Bunun için endişelenir miyim? Hayır.
Sizi Epiktetos ile tanıştırayım.
Antik çağın en önemli
Stoacı filozoflarından biriydi.
O bir köleydi.
Hierapolis'te, günümüz
Pamukkale, Türkiye'de doğdu.
Aslında satın alındı,
adı "edinilmiş" anlamına geliyor.
Gerçek adı bilinmiyor,
Epiktetos yalnızca edinilmiş anlamındadır.
Roma'ya, İmparator Neron'un
mahkemesine getirildi
ve burada iyi bir performans sergiledi.
Sonunda özgür bırakıldı.
Biliyorsunuz, zeki bir adamdı,
böylece Roma sokaklarında
stoacılığı vaaz etmeye başladı.
Aldığı yanıt burnuna bir yumruktu.
Böylece bunun doğru bir
yaklaşım olmadığını fark etti.
Yaklaşımını değiştirmek onun elindeydi,
bu yüzden yeniden başladı
ve İmparator Domitianus,
Stoacıları Roma'dan kovuncaya kadar
çünkü bugün de olduğu gibi İmparator,
"iktidara karşı doğruları konuşmayı"
takdirle karşılamıyordu,
çok başarılı olacak kendi okulunu kurdu.
Epiktetos böylece Yunanistan'ın
kuzeybatısındaki Nicopolis'e gitti,
okulunu yeniden kurdu
ve en ünlü antik öğretmenlerden biri oldu.
Epiktetos'u sevmemin nedeni,
açık sözlü ve alaycı bir mizah
anlayışına sahip olmasıdır
ve bir saniye içinde size
bunun tadına baktıracağım.
"Söylevler"de şöyle der:
"Bir gün ölmek zorundayım.
Eğer şimdiyse, şimdi ölürüm.
Daha sonra ise,
şimdi öğle yemeğimi alacağım
çünkü öğle yemeği zamanı geldi
ve ölüme gelince,
daha sonra ilgileneceğim."
Ölüm hakkında endişelenme,
öğle yemeği için endişelen.
(Kahkaha)
Öleceğinizi biliyorsunuz,
bu kontrolünüz altında değil.
Öte yandan, öğle yemeği
kontrolünüz altındadır.
Size, Stoacılığın iki temel
dayanağından biri olan
kontrol dikotomisinden bahsettim.
Epiktetos bunu şöyle açıklıyor:
Diyor ki:
"Bazı şeyler bizimi yetkimiz
dahilindeyken, diğerleri değildir.
Fikirlerimiz, dürtülerimiz, arzularımız,
kısaca kendi eylemlerimiz
yetkimiz dahilindedir.
Bedenimiz, mülkümüz, itibarımız,
sözün kısası kendi eylemlerimiz
harici her şey yetkimiz dışında kalır."
Bir saniye durup düşündüğünüzde
bu tuhaf gelebilir.
Bedenimin, mülkümün, itibarımın kontrolüm
dahilinde olmadığını mı söylüyor?
Bu ne demek?
Spor salonuna gitmeye ve sağlıklı
beslenmeye karar verebilirim,
tabii ki bedenim benim yetkim altında
ancak bir virüs sizi devirmediği müddetçe
ya da bir kaza geçirip
bacağınızı kırmadıkça.
Buradaki fikir, bir şeyler yapabilmeniz;
sağlığınız, itibarınız vesaire
hakkında kararlar verebilmenizdir
ancak son tahlilde,
sonucu kontrol edemezsiniz.
Peki bu pratikte ne anlama geliyor?
Bunun anlamı,
hedeflerimizi içselleştirerek,
sonuçları hakkında endişelenmemektir
çünkü bunlar bizim kontrolümüz dışındadır
ancak niyetlerimiz ve çabalarımız
hakkında endişe duyabiliriz
çünkü bunlar bizim kontrolümüz altındadır.
Stoacıların belirttiği
güzel bir okçu metaforu bulunur.
Bir hedefi vurmaya çalıştığınızı düşünün.
Kontrolünüz altındaki şey nedir?
Saatlerce okçulukta pratik yapabilirsiniz.
Kullanabileceğiniz en iyi yayları
ve okları seçebilirsiniz.
Bu yay ve oklara iyi bakabilirsiniz.
Oku atana kadar konsantre olabilirsiniz.
Ancak bundan sonrası,
tamamen kontrolünüz dışındadır.
Kuvvetli bir rüzgâr
en iyi atışınızı mahvedebilir.
Hedef hareket edebilir,
özellikle de o bir düşman askeriyse
kaçırmış olursunuz.
O hâlde ne yapmalıyız?
Cicero'ya göre,
asıl hedef seçilebilir
ancak sonucu arzulanmamalıdır.
Dolayısıyla, benliğinizi
sonuca bağlamazsınız;
sadece kontrolünüz altındaki şeye,
teşebbüsünüze bağlanırsınız.
Pratikte, gündelik yaşamda bu,
hemen hemen her şeye
bakış açınızı değiştirebilir.
Size birkaç örnek vereyim.
Diyelim ki işiniz için
bir promosyona adaysınız.
Şimdi, yapılacak normal şey
promosyonu alıp almayacağınız
konusunda endişelenmektir.
Stoacılara göre, bu bakış açısı yanlıştır,
promosyonun kendisi
sizin kontrolünüz dışındadır.
Patronunuz ters tarafından kalkmış,
üzgün olabilir
ya da aklı başka bir şeydedir
ve bu durumda mülakat iyi gitmeyecektir.
Ya da siz iyi çalışmış olsanız bile,
bir başkası promosyonu sizden
daha fazla hak ediyor olabilir
ve yine, bu size bağlı değildir.
Sizin yapmanız gereken,
mülakatınız için elinizden gelen
en iyi şekilde hazırlanmak,
mümkün olan en iyi öz geçmişi sunmak,
bu promosyonu hak etmek için
gerçekten çok çalışmaktır.
Bu sizin kontrol alanınızdır,
çabalarınıza odaklanmanız
gereken yer burasıdır.
Ya da ilişkiler ekseninde düşünelim.
Biliyorsunuz, herkes sevilmek ister
ancak bu bize bağlı değildir.
Bu, bizi sevecek
ya da sevmeyecek kişiye kalmıştır.
Bize bağlı olan,
olabildiğince samimi, şefkatli
ve onlar için orada olmaktır.
Bize bağlı kalma
ya da kalmama kararları,
kontrolümüz altında değildir.
Bu yüzden, bunu ciddiye alırsanız
Epictetus mutlu bir yaşam
süreceğinizi söylüyor
çünkü mutluluğun büyük kısmı dinginlikte,
her zaman mümkün olan
her şeyi yaptığınızı
ve yapacak daha fazla bir şey
olmadığını bilerek
yaşamı sürdürme fikrindedir.
Şöyle diyor: "Eğer neyin
size bağlı olduğu
ya da olmadığı hakkında
doğru bir fikriniz var ise --
diğer bir ifade ile, neleri kontrol
ettiğiniz ya da etmediğiniz --
asla baskı veya engele
tabi olmayacaksınız,
asla kimseyi suçlamayacak
veya eleştirmeyeceksiniz
ve her şeyi isteyerek yapmış olacaksınız."
Bu, herkesin kontrol
edemedikleri şeyler için
diğer insanları suçladığı yerden
çok daha iyi bir dünya olurdu.
Fordham Üniversitesindeki
meslektaşım Brian Johnson,
Epiktetos'un yaklaşımını bir tür
rol etiği olarak nitelendirmektedir.
Fikir, hepimizin hayatta
çeşitli rollerinin olması
ve mutlu bir yaşamın bu rolleri
olabildiğince dengelemekten
ibaret olmasıdır.
Temelde üç tür rol vardır.
Birincisi, insan olarak temel rolümüz,
hepimiz insanlığın bir üyesiyiz.
Stoacılar, asıl itibariyle "evrensel
dünya vatandaşı" anlamına gelen
"kozmopolit" kavramını ileri sürdüler.
Hepimiz insanız,
aynı yerde yaşıyoruz
ve bu aynı yeri gözetmek zorundayız.
Sonrasında, koşullar dolayısıyla
bize verilen roller vardır.
Birinin oğlu ya da kızı olabilirsiniz.
Bu sizin seçiminiz değildir,
yalnızca öyle oluvermiştir.
Sonra koşullara bağlı olarak
seçtiğimiz roller var:
kariyerimiz, anne ya da baba olmak,
bunun gibi şeyler.
Bu üç rol türü arasında
şöyle bir ilişki vardır:
Temel insan rolünüz
diğer her şeyden ağır basar.
Yaptığınız her şey için
önce kendinize sormalısınız,
bu insanlık için iyi midir?
Eğer değilse yapmayın.
Basit bir sınama.
Ayrıca bunu takip ederek
daha az şey yapmış olup
enerjinizi korumuş olacaksınız.
Geri kalan hususlarda,
basitçe denge kurmaya çalışın.
Bu roller avantaj
ve dezavantajlara sahiptir.
Hepimiz en iyi ebeveyn, oğul veya kız,
meslektaş ve arkadaş olmak istiyoruz
ama bu roller taahhütlerle birlikte gelir
ve Stoacı felsefenin öğrettiği
ve söylediği şeylerin çoğu
bu şeylerin nasıl dengeleneceğidir.
Bu rolleri nasıl oynarsınız?
En önemli şey, bunları
dürüstlükle oynamanızdır.
Bu ne anlama geliyor?
Epiktetos tekrar şöyle açıklıyor:
"Kendinizi en iyi tanıyan,
ne değerde olduğunuzu
ve kendinizi ne pahaya sattığınızı
en iyi bilen yine sizsiniz.
Benliğinizi hangi fiyata
sattığınızı iyi düşünün
ama lütfen, Tanrı aşkına,
onu ucuza satmayın ."
Bu, ne olursa olsun mükemmelliğin
amaç olmadığı anlamına gelir;
sadece olabileceğimizin en iyisi olalım.
Kendinizden ödün vermeyin
ve benliğinizi ucuza satmayın
çünkü sahip olduğunuz tek şey bu.
Kendinizi elden çıkardıktan sonra
geriye hiçbir şey kalmaz.
Fikir mükemmel olmak değil,
her seferinde küçük bir adımla
dün olduğundan daha iyi olmaktır.
Şimdi size birkaç örnek vereyim.
Epiktetos, kızı hasta olduğu için
çok perişan olan
ve bununla başa çıkamayan
bir babadan bahsediyor.
Adam evi terk eder
ve kızıyla ilgilenmesi için
karısını yalnız bırakır.
Epiktetos der ki, "Bir dakika dur,
bu şekilde hareket etme hakkın
olduğunu mu düşünüyorsun?"
Baba bir dakika düşünür ve şöyle der:
"Doğal davranıyordum.
Perişandım, elimden bir şey gelmiyordu."
Bu, bizim için doğal olan şey ile
duygularımız arasındaki farkı
ortaya çıkarıyor.
Duygularınızı kontrol edemiyorsunuz.
Kızınız hasta olduğu için
perişan bir hâldeyseniz
muhtemelen bu konuda yapabileceğiniz
veya yapmanız gereken hiçbir şey yoktur.
Ancak bu, kızınıza karşı olan
etik sorumluluğunuzdan farklıdır.
Siz onun babasısınız.
Duygusal açıdan size
maliyeti olmasına rağmen
orada kalmanız gerekiyor.
Yani burada devreye giren iki erdem,
doğru olanı yapmak,
kızıyla kalmak için cesaret
ve kızı için doğru olanı
yapmak için adalettir.
Daha önce de söylediğim gibi, farklı
sosyal rolleri dengelemek zorundayız
ve bunun diğer iki erdem ile ilgisi var:
pratik bilgelik,
sizin için iyi olan ile
sizin için iyi olmayan
arasındaki farkı bilmek
ve ölçülülük,
yaptığınız her şeye doğru
yoğunlukta enerji harcayarak
denge kurabilme fikridir.
Epiktetos bunu şu şekilde açıklıyor:
“Oynadığın diğer sosyal rolleri düşün.
Gençsen, genç olmak ne anlama geliyor?
Yaşlı isen, yaş ne anlama geliyor?
Eğer bir babaysan,
babalık neyi gerektirir?"
Görevlerimizin her biri
buna uygun eylemleri gerektirir.
Bir oyuncu olduğunuzu hayal edin,
bir rolü oynuyorsunuz.
Rolün çerçevesi tam olarak belirlenmemiş.
Örneğin bir annenin rolünü,
birçok şekilde oynayabilirsiniz.
Toplumun büyük ölçüde
size dayattığı şekilde
oynamak zorunda değilsiniz.
Yalnızca doğru olduğunu düşündüğünüz
şekilde oynamak zorundasınız.
Ama yine de siz bir anne ya da babasınız,
bu yüzden belirli görevleriniz var.
Bu görevleri nasıl ödediğiniz,
nasıl gerçekleştirdiğiniz size bağlıdır
ancak yine de bunlar
sizin sorumluluklarınızdır.
Hayattaki rollerimizi iyi bir şekilde
oynamayı nasıl öğreniriz?
Birçok yolu var --
Stoacılar, bu tür şeyler hakkında
bir dizi pratik egzersizleri ile ünlüdür.
Ama temelde, bunun
en iyi yollarından biri,
gerçekten bu konuda iyi olan insanları,
rol modelleriniz olan insanları,
kendi hayatınızı değiştirebilmek için
bir örnek olarak görebileceğiniz
ve faydalanabileceğiniz insanları
tasavvur etmektir.
Eskiler; tanıdıkları, duydukları,
hatta hayali insanlardan faydalandılar.
En sevdikleri rol modellerinden
biri Genç Cato idi.
Ondan daha önce bahsetmiştim,
Porcia Catonis'in babasıydı.
Öyle bir doğruluk timsaliydi ki,
Roma'daki insanlar yanlış bir şey,
bir hata yaptıklarında --
beklentileri karşılayamadıklarında --
"Herkes bir Cato olamaz," derlerdi.
O, bir mazeret olarak kullanıldı.
"Herkes o kadar iyi olamaz."
Doğru ama deneyebilirsiniz.
En sevilen antik rol
modellerinden bir diğeri,
iki kez ölümsüzlükten vazgeçen
ve sadece eve, karısına
ve çocuğuna geri dönmek için
10 yıl süren yolculuğa
dayanan Odysseus'du.
Ancak aralarından seçim yapabileceğiniz
çok sayıda modern rol modelleri de var.
Benim favorilerimden biri,
bildiğimiz gibi, ırkçılık
rejimiyle savaşmak için
20 yıldan fazla hapis
yatmış Nelson Mandela.
O dönemde anlaşılır
bir şekilde çok öfkeliydi.
Ancak hayatındaki
dönüm noktalarından biri,
mahkûm arkadaşlarından birinin
Marcus Aurelius'un
"Kendime Düşünceler"inin bir kopyasını
gizlice içeriye soktuğu zamandı.
Mandela bunu okudu ve ilerlemenin
öfke ya da nefret ile olmadığını;
aksine insanlara,
hatta kendisini esir alan
ve kendisine eziyet eden insanlara
bile ulaşmak olduğunu anladı.
Bu, onun ve Güney Afrika halkının
hayatını değiştirdi.
Favori rol modellerimden bir diğeri,
birkaç yıl önce ortaya çıkan
ve o sırada oldukça yaygın olan
cinsel tacizleri kınamak için
Uber şirketi ile karşı karşıya gelen
ve sesini yükselten Susan Fowler.
Kariyer ve arkadaşlıklar açısından
büyük bir kişisel risk aldı
ve bunu Stoacı bir perspektiften yaptı.
Susan'ı tanıyorum ve gerçekten
Stoacı felsefeyi pratikte uygulayan biri.
Kurgusal düzeyde en sevdiğim rol modelim,
büyük gücün büyük sorumluluk
getirdiğini söyleyen Spider-man.
Büyük güçlerimiz yok --
bizler süper kahraman değiliz --
ama gücümüz var.
Seçimlerimizi yapma gücümüz var
ve bu güç, yapabileceğimiz en iyi seçimi
yapma sorumluluğuyla birlikte geliyor.
Epiktetos'a göre genel fikir,
tıpkı antik dünyanın,
antik Yunanistan'ın aktörleri gibi,
bir takım maskeler taktığımız
ve bunları sürekli değiştirdiğimizdir.
Aynı aktör sahneye çıkıp
farklı bir maske takacak
ve maske seyirciye
o anda hangi karakteri
oynadığını söyleyecek
ve aktörün kendisine
şimdi farklı bir karakter
oynadığını hatırlatacaktı.
Fikir şu ki, mutlu bir yaşam, aslında
tüm bu rolleri mümkün olan en iyi aktör
olarak oynadığınız dengeli bir yaşamdır.
Çok teşekkür ederim.
(Alkış)