(Alkışlar)
Teşekkürler. Şunu söylemeliyim ki hem zor durumdayım hem de heyecanlıyım.
Heyecanım şundan; karşılık olarak bir şeyler verme şansı elde ettim.
Zorlanmam da şundan; genelde verdiğim en kısa seminer 50 saat olur.
(Gülüşmeler)
Abartmıyorum. Hafta sonu seminerleri veriyorum, ve yaptığım şey --
bu kadarla kalmıyor, tabii, insanlara koçluk yapıyorum --
ama ben işin içine girilmesinden hoşlanırım. Çünkü konuşmayı nasıl öğrendiniz?
Gidip temel ilkeleri öğrenerek değil,
kendinizi içinde buldunuz ve o kadar çok kullandınız ki gerçekleşiverdi.
Ve burada olmamın esas nedeni, çatlağın biri olmam dışında,
tam bir modda olduğumdur.
Buraya sizi motive etmek için gelmedim, besbelli ki; buna ihtiyacınız da yok.
Ve çoğu zaman insanların yaptığımı düşündüğü şey bu,
ama aslında alakası bile yok. Buna karşın, genelde
insanlar bana gelip, "Motivasyona ihtiyacım yok." diyorlar.
Ben de, "Ne kadar ilginç. Zaten yaptığım bu değil." diyorum.
Ben "Neden" diye soran adamım. Neyi neden yaptığınızı bilmek istiyorum.
Davranışlarınızın altında hangi güdüler yatıyor?
Bugün, hayatınızda sizi harekete geçiren ne? 10 yıl önce değil.
Yoksa hep aynı düzenin içinde misiniz? Çünkü inanıyorum ki
bizi içimizden harekete geçiren görünmez güç, etkinken,
dünyadaki en önemli şey.
Buradayım çünkü inanıyorum ki duygular hayatın temel gücü.
Buradaki herkes oldukça akıllı.
Yani, buradakilerin çoğu oldukça akıllı, değil mi?
Başka bir kategori var mı bilmiyorum, ama hepimiz düşünmeyi biliyoruz.
Ve akıllarımız aracılığıyla her şeyi mantığa vurabiliyoruz.
İstediğimiz her şeyi gerçekleştirebiliriz. İstersek -- birkaç gün önce anlatılan
şu şeye, insanların kendi çıkarları doğrultusunda çalıştığı fikrine katılıyorum.
Ama hepimiz biliyoruz ki bu bazen tamamen saçmalık.
Hep de kendi çıkarlarınız doğrultusunda çalışmazsınız,
çünkü duygular işin içine girdiğinde,
işleyişi konusundaki düzen değişiyor.
Ve de dünyadaki yaşamın nasıl olduğuyla ilgili
aklımızla düşünebilmemiz bizim için harika bir şey ve özellikle
çok akıllı olanlarımız, bunu kafasının içinde canlandırabilir.
Ama ben gerçekten sizi neyin harekete geçirdiğini bilmek istiyorum.
Ve bu konuşmanın sonunda sizi belki de
yapmaya davet ettiğim şey, bugün nerde olduğunuzu incelemeniz,
iki sebeple. Birincisi; böylece daha fazla katkıda bulunabilirsiniz. Ve ikincisi;
böylece diğer insanları daha fazla anlamakla kalmayız,
aynı zamanda onları daha da çok takdir eder ve bugün toplumumuzda
karşılaştığımız zorlukların bazılarını önleyebilecek
türden bağlar kurabiliriz.
Bu sorunlar bizzat bizi birleştiren teknoloji tarafından
gittikçe büyüyecekler çünkü teknoloji bizim
yollarımızı kesiştiriyor. Ve bu kesişim her zaman
"herkes herkesi anlıyor ve herkes herkesi takdir ediyor"
görüşünü oluşturmuyor.
Yaklaşık 30 yıldır bir takıntım var ve o takıntı da şu,
"İnsanların hayatlarının niteliğindeki farkı yaratan ne?
Performanslarındaki farkı yaratan ne?"
Çünkü yaptığım iş bu.
Sonucu hemen oluşturmam gerek.
30 yıldır yaptığım şey bu. Bir telefon geliyor,
atlet ulusal televizyonda mahvolmuş durumda
ve beş atış öndelerken
şimdi sahaya geri dönemiyorlar.
Ve sonucu almak için hemen o an bir şeyler yapmalıyım
yoksa hiçbir anlamı kalmaz. Bir telefon geliyor,
çocuk intihar etmek üzereyken
ve hemen o an bir şeyler yapmalıyım. Ve 29 yıl içinde --
bunu söylemekten minnnet duyuyorum; 29 yıl içinde bir tanesini bile kaybetmedim.
Bir gün kaybetmeyeceğim anlamına gelmez bu tabii. Ama şimdiye kadar hiç kaybetmedim
ve bunun nedeni insanların ihtiyaçlarını anlamış olmam, sizinle işte bunu konuşmak istiyorum.
Performansla ilgili telefonlar aldığımda böyle tabii.
Nasıl bir fark yaratabiliriz, ona bakıyoruz.
Ama ayrıca, insanların bir katkıda bulunma becerisini
şekillendiren, insanlara kendilerinin ötesinde bir şeyler yaptıran şeyi
görmeye çalışıyorum. Belki de esas soru şudur,
bilirsiniz, hayata bakıyorum ve diyorum ki iki önemli ders var.
Birincisi; başarının ilmi,
ki bu yapılan her şeyde en uç düzeye kadar uzmanlaşılmasıdır.
Bu "Görünmeyeni nasıl görünür hale getirirsiniz?" gibi bir şey, değil mi?
Nasıl hayal ettiğiniz şeyi alıp gerçekleştirirsiniz?
İşiniz olsun, topluma katkınız olsun, para olsun --
sizin için her ne ise -- vücudunuz, aileniz.
Ama hayatta çok nadir olarak ustalaşılan diğer ders memnuniyet sanatı.
Çünkü bilim kolaydır, haksız mıyım?
Kuralları biliyoruz. Kodu yazıyorsunuz. Uyguluyorsunuz --
ve sonuçları elde ediyorsunuz. Oyunu bildiğinizde,
gider, bahsi arttırırsınız, değil mi?
Ama konu memnuniyet olunca, bu bir sanat.
Ve nedeni de, değer bilmekle
ve katkıda bulunmakla alakalı olması. Tek başınıza bir yere kadar hissedebilirsiniz.
Esas soruyla alakalı şu soruya cevap bulmak için ilginç bir
deney yapma şansım oldu, soru da şuydu;
her şeyi verdiğiniz türden insanlara bakarsanız
bir insanın hayatındaki fark nedir? İstediklerini söyledikleri
bütün şu şeyler. 100 dolarlık bir bilgisayarı değil,
en iyi bilgisayarı veriyorsunuz. Sevgi veriyorsunuz,
mutluluk veriyorsunuz. İhtiyaç duyduklarında yanlarındasınız.
Ve bu insanlar çoğunlukla -- ve eminim ki siz de bazılarını tanıyorsunuzdur --
hayatlarının geri kalan kısmında tüm bu sevgi, eğitim, para
ve özgeçmişle kalakalıyor, hayatlarını rehabilitasyonda geçiriyorlar.
Ve bir de en en büyük acıları yaşamış -- psikolojik olarak, cinsel olarak,
ruhsal olarak, duygusal olarak istismar edilmiş -- insanlarla karşılaşıyorsunuz
ve her zaman olmasa da, çoğu kez topluma en çok katkı
sağlayan insanlardan oluyorlar.
Yani, aslında kendimize nedir diye sormamız gerek.
Bizi şekillendiren nedir? Bizler bir terapi kültüründe yaşıyoruz.
Çoğumuz yapmıyoruz bunu, ama kültür bir terapi kültürü.
Ve bununla kastettiğim bizim geçmişimizden ibaret olduğumuzu söyleyen kafa yapısı.
Ve bu salondaki herkes -- bunu teoriyi yutturmuş olsalar
bu salonda olmazdınız --
ama -- toplumun çoğu yaşam öykülerinin kader olduğunu düşünüyor.
Geçmiş eşittir gelecek. Ve tabii geçmişte yaşarsanız öyle.
Ama bu salondakilerin bildiği
ve birbirimize hatırlatmamız gereken şey de --
yani bir şeyi akıllıca düşünerek bilebilirsiniz, ne yapacağınızı bilebilir
ve onu kullanmayabilirsiniz, uygulamayabilirsiniz.
Yani aslında, kararların esas güç olduğunu
kendimize hatırlatacağız. Ki gerçekten de öyleler.
İnsanlara soruyorsunuz, "Hiç bir şeyi başaramadığınız
oldu mu?" diye.
Kaçınızın hayatında kayda değer bir şeyi
başaramadığı oldu? "Ben", deyin.
Seyirciler: Ben.
TR: Katılmak için kendinizi bu kadar zorlamasaydınız.
(Gülüşmeler)
Ama insanlara sorsanız, "Neden başaramadın?" diye,
sizin için çalışan birine, ne bileyim, ya da eşinize
ya da hatta kendinize. Bir hedefi elde etmeyi başaramadığında,
insanların başarısızlıklarının nedeninin ne olduğunu söyler?
Ne derler size? Şu şu yoktu -- şunu yeterince bilmiyordum,
yeterince -- bilgili değildim. Yeterince -- param yoktu.
Yeterince -- vaktim yoktu. Yeterince -- teknoloji yoktu. Bilirsiniz,
doğru yöneticiye sahip değildim. Al Gore: Yüksek Mahkeme.
Tony Robbins: Doğru düzgün bir Yüksek Mahkeme yoktu. (Gülüşmeler).
Ve --
(Alkışlar)
ve --
(Alkışlar)
-- bütün bunların, Yüksek Mahkeme dahil, ortak noktası ne?
(Gülüşmeler)
Bunların hepsi elinizde yeterli kaynaklar olmadığıyla ilgili iddialar ve doğru olabilirler.
Paranız olmayabilir, doğru düzgün bir Yüksek Mahkeme olmayabilir,
ama belirleyici etken bu değil.
(Alkışlar)
Ve eğer yanlışsam düzeltin.
Belirleyici etken asla kaynaklar değildir, kaynak yaratabilme yeteneğidir.
Ve bunu öylesine bir söz olarak söylemiyorum, asıl olarak kastettiğim,
eğer duygulara sahipseniz, insani duygulara, ki bu dünden önceki gün
şimdiye kadar hissettiğim en derin düzeyde senden hissettiğim
bir şey bu ve eğer bu duyguyla iletişim kurmuş olsaydın
inanıyorum ki kıçına tekmeyi basar ve kazanırdın.
(Alkışlar)
Ama, tabii ne yapması gerektiğini söylemek benim için kolay.
(Gülüşmeler)
Aptal Robbins. Ama biliyorum ki o zaman münazarayı izlediğimizde,
orada, insanların bu adamın zekasını ve kapasitesini
anlama becerilerini etkileyen duygular vardı.
Ve o gün bazı insanlarca böyle anlaşılması --
çünkü senin tarafına oy vermek isteyip vermeyen insanlar tanıyorum
ve buna üzüldüm. Ama orada -- oradaki o duygu.
Kaç kişi burada neyden bahsettiğimi biliyor? "Ben", deyin.
Seyirciler: Ben.
TR: Yani, duygular yüzünden. Ve eğer doğru duyguyu bulabilirsek,
kendimize her şeyi yaptırabiliriz. Üstesinden gelebiliriz.
Eğer yeterince yaratıcıysanız, yeterince neşeliyseniz, yeterince eğlenceliyseniz,
herkesi kendinize bağlayabilir misiniz? Evet veya hayır?
Seyirciler: Evet.
TR: Paranız yoksa ama yeterince yaratıcı ve kararlıysanız,
bir yolunu bulursunuz. Yani esas kaynak bu.
Ama insanların bize anlattığı hikaye bu değil, haksız mıyım?
İnsanların bize anlattığı şey bir sürü değişik hikaye.
Kaynaklarının olmadığını söylüyorlar, ama sonuçta,
eğer bir bakarsanız -- değiştirelim, mümkünse --
diyorlar ki, başaramamalarının nedenleri neler?
Bir sonraki, lütfen. Düzenimi bozdu, adi herif.
(Gülüşmeler)
Ama enerjiyi takdir etmedim değil, bunu söyleyeyim.
(Gülüşmeler)
Kaynaklarınızı neler belirliyor? Dedik ki kararlar kaderi şekillendirir,
ki burada odaklandığım şey bu. Eğer kararlar kaderi şekillendiriyorsa, onu
belirleyen de üç şey var. Neye odaklanacaksınız?
Şu an, neye odaklanacağınıza karar vermelisiniz.
Tam şu anda, bilinçli ya da bilinçsiz. Bir şeye odaklandığınız
dakika ona bir anlam vermelisiniz,
ve o verdiğiniz anlam her ne ise duyguyu oluşturur.
Bu başlangıç mı yoksa son mu? Tanrı beni cezalandırıyor mu
yoksa ödüllendiriyor mu, ya da bu zar atmak gibi mi?
Ve sonrasında duygu yapacağımız şeyi yaratır.
Kendi hayatınızı bir düşünün.
Kaderinizi şekillendiren kararları.
Bu biraz ağır gelebilir, ama geçen 5 veya 10 yıl içinde,
15 yıl içinde, farklı bir karar vermiş olsanız,
hayatınızın tamamen farklı olabileceği
kararlar oldu mu? Kaçınızın aklına böyle bir şey geliyor?
Dürüst olun, iyi ya da kötü? "Ben.", deyin.
Seyirciler: Ben.
TR: Yani mesela, belki nerede işe gideceğiniz seçimiydi
ve gittiğiniz yerde hayatınızın aşkıyla tanıştınız.
Belki bir kariyer seçimiydi. Burada gördüğüm Google dahileri --
Yani, başlangıçta teknolojilerini satma kararı
vermelerini anlıyorum. Ya kendi kültürlerini yaratmak yerine
o kararı verselerdi? Dünya nasıl olurdu?
Hayatları nasıl olurdu? Ya tesirleri?
Dünyamızın tarihi bu kararlardan oluşuyor.
Bir kadın başkaldırıp, "Hayır, otobüsün arkasına gitmeyeceğim." dediğinde
sadece kendi hayatını etkilemedi. O karar kültürümüzü şekillendirdi.
Ya da tankın önünde duran biri. Ya da Lance Armstrong gibi
bir durumdayken birinin size gelip "Testis kanserin var."
demesi, bu herhangi bir erkek için oldukça ağır,
özellikle de bisiklet sürüyorsanız.
(Gülüşmeler)
Beyninizde var, akciğerlerinizde var.
Ama o neye odaklanmayı seçti?
Birçok insandan farklı. Peki ne anlama geliyordu?
Bu son değil, başlangıç. Peki ne yapacağım?
Kanserden önce bir kere bile kazanamamışken, gitti ve
yedi şampiyonluk kazandı, çünkü duygusal olarak zindeydi,
psikolojik olarak güçlüydü. İşte bu etrafında bulunduğum
üç milyon insan arasında bazı insanlarda gördüğüm fark.
Çünkü bu benim deneyimle ilgili. Geçen 29 yıl boyunca
80 farklı ülkeden üç milyon insanla etkileşimde bulunma
şansı buldum. Ve bir süre sonra, benzerliği görmeye başlıyorsunuz.
Sana göre Güney Amerika ve Afrika
arasında bir açıdan bağ kurulabilir, değil mi? Diğerleriyse
"Çok saçma." diyor. Basit aslında. Şimdi, Lance'i şekillendiren ne?
Sizi şekillendiren ne? İki görünmez güç. Hızlı bir şekilde. Bir; ruh hali.
Hepimizin iyi ya da kötü zamanları olmuştur.
Sizin de bir şeyler yapıp, sonra da
kendi kendinize, bunu söylediğime inanamıyorum,
bunu yaptığıma inanamıyorum, ne kadar aptalcaydı demişsinizdir -- kimler bunu yaşadı?
"Ben.", deyin.
Seyirciler: Ben.
TR: Hiç bir şey yaptığınız, yaptıktan sonra da, gidip, "O bendim!" dediğiniz oldu mu?
(Gülüşmeler)
Değil mi? Yeteneğinizle ilgili değildi, ruh halinizle ilgiliydi.
Sizi uzun vadede şekillendiren dünyayı nasıl gördüğünüzdür.
Dünyayı görüş biçiminiz süzgeçtir. Bizi şekillendiren bu.
İnsanlara kararlar verdirten bu.
Birini etkilemek istediğimizde, onları halihazırda
neyi etkilediğini bilmemiz gerek.
Ve ben bunun üç kısımdan oluştuğuna inanıyorum.
Birincisi, hedefiniz ne? Neyin peşindesiniz?
Benim düşüncem -- bunlar istekleriniz değil.
İsteklerinizi ya da hedeflerinizi elde edebilirsiniz. Kaçınızın bir hedefi
veya isteği elde edip, hepsi bu kadar mı, dediği oldu?
Kaçınız bunu yaşadı? "Ben.", deyin.
Seyirciler: Ben.
TR: Yani, bunlar ihtiyaçlarımız. Altı insani ihtiyaç olduğuna inanıyorum.
İkincisi, sizi harekete geçiren hedefin ne olduğunu bildikten
ve bunun ne olduğunu bulduktan sonra -- onu oluşturmayacaksınız, bulacaksınız --
yol haritanızı belirleyeceksiniz;
size bu ihtiyaçları nasıl elde edeceğinizi söyleyen inanç sistemleri neler?
Bazıları için bu ihtiyaçları karşılamanın yolu dünyaya zarar vermek,
bazıları için bir şey inşa etmek, bir şey yaratmak, birini sevmek.
Ve bir de seçtiğiniz yakıt var. Hızlı bir şekilde, altı ihtiyaç.
Neler olduklarını söyleyeyim. Birincisi; kesinlik.
Şimdi, bunlar hedefler veya istekler değil, bunlar evrensel.
Acı çekmemek ve en azından rahat olabilmek için
herkesin kesinliğe ihtiyacı var. Peki, ne anlıyorsunuz bundan?
Herkesi kontrol etmek? Bir yeteneğinizi geliştirmek? Pes etmek? Bir sigara yakmak?
Bununla birlikte eğer her konuda kesinseniz, ironik bir şekilde,
her ne kadar hepimizin buna ihtiyacı olsa da --
mesela sağlığınızla ilgili ya da çocuklarınızla ilgili
ya da parayla ilgili kesin değilseniz, pek de fazla şeyi düşünmüyorsunuzdur.
Tavanın çöküp çökmeyeceğinden emin değilsiniz,
hiçbir konuşmacıyı dinlemeyeceksinizdir.
Ama, her ne kadar kesinliğe farklı yaklaşsak da, eğer her konuda kesinsek,
elimize ne geçer? Bir konuda kesinseniz nasıl hissedersiniz?
Bilirsiniz, ne olacağı konusunda, ne zaman olacağı konusunda.
Nasıl olacağı konusunda. Ne hissedersiniz?
Sıkıntıdan patlarsınız. Velhasılı, hikmetinden sual olunmayan Tanrı,
(Gülüşmeler)
bize ikinci bir insani ihtiyaç bahşetmiş, ki bu da belirsizlik.
Çeşitliliğe ihtiyacımız var. Sürprize ihtiyacımız var.
Kaçınız süprizleri seviyorsunuz? "Ben.", deyin.
Seyirciler: Ben.
TR: Saçmalık. İstediğiniz sürprizlerden hoşlanıyorsunuz.
(Gülüşmeler)
İstemediklerinize sorun diyorsunuz, ama onlara ihtiyacınız var.
Yani, çeşitlilik önemlidir. Hiç daha önce izlediğiniz bir kasedi ya da
filmi kiraladınız mı? Kim kiraladı? Bırakın bunları.
(Gülüşmeler)
Pekala. Niye yapıyorsunuz bunu? İyi olduğundan eminsiniz
çünkü daha önce okudunuz, izlediniz, ama yeterince uzun zaman
olduğunu ve unuttuğunuzu, farklı bir şeyler olduğunu umuyorsunuz.
Üçüncü insani ihtiyaç: buna dikkat -- önem. Hepimiz saygın, özel, eşsiz
hissetmek istiyoruz. Daha fazla kazanarak bunu elde edebilirsiniz.
Daha çok maneviyata yönelerek yapabilirsiniz.
İnsanların bilmek bile istemeyeceği yerlere dövmeler yaptırarak
ya da küpeler takarak yapabilirsiniz.
Ne gerekiyorsa. Bunu yapmanın en hızlı yolu,
eğer özgeçmişiniz, kültürünüz, inançlarınız ve kaynaklarınız ya da
kaynak yaratma beceriniz yoksa, şiddettir. Eğer kafana bir silah dayarsam
ve çetelerle takılıyorsam, bir anda önemli olurum.
Sıfırdan 10'a. Kaç? 10. Bana cevap vereceğinden
ne kadar eminim? 10. Ne kadar belirsizlik var?
Ne olabileceğini kim biliyor? Heyecanlı, değil mi?
Bir mağaranın içine girip, içeride yaptığınız şu
şeyler gibi. Tam bir çeşitlilik ve belirsizlik.
Ve bu önemli, değil mi? Hayatınızı bunun için riske atabiliyorsunuz.
İşte şiddet bu yüzden hep vardı ve insanlık olarak farkındalığımızı
değiştirmediğimiz sürece olacak.
Yani, önemi milyonlarca farklı yoldan elde edebilirsiniz,
ama önemli olmak için, eşsiz ve farklı olmalısınız.
İhtiyacımız olan şey şu; dostluk ve aşk -- dördüncü ihtiyaç.
Bunu hepimiz istiyoruz. Çoğu insan dostlukla yetiniyor
çünkü aşk fazla korkutucu. İncitilmek istemiyorlar.
Kimler şimdiye kadar yakın bir ilişkide incindi? "Ben.", deyin.
(Gülüşmeler)
Eğer elinizi kaldırmıyorsanız dahası da var demektir, hadi elleri görelim.
(Gülüşmeler)
Ve yine incineceksiniz.
Bu olumlu görüşmeye geldiğiniz için memnun değil misiniz?
(Gülüşmeler)
Ama doğru olan şu -- buna ihtiyacımız var. Bunu içtenlikle,
arkadaşlıkla, dualarla, doğada gezinerek yapabiliriz.
Eğer hiç biri sizin için işe yaramıyorsa, bir köpek alın. Kedi almayın. Köpek alın,
çünkü iki dakikalığına bile ayrılsanız, beş dakika sonra geldiğinizde
altı aydır yokmuşsunuz gibi davranıyorlar, değil mi?
(Gülüşmeler)
Yani, bunlar ilk dört ihtiyaç, her insan bunları karşılamak için bir şeyler buluyor.
Kendinize yalan bile söyleseniz, ancak farklı kişilikleriniz olması gerekir.
Ama son iki ihtiyaç -- ilk dört ihtiyaca kişilik ihtiyaçları
deniyor, ben öyle diyorum --
son ikisiyse ruhun ihtiyaçları.
Ve memnuniyet işte bu noktada geliyor. İlk dördünden memnuniyet
elde edemezsiniz. Dördünü karşılamak için -- sigara, alkol, ne yaparsanız --
bir şeyler bulursunuz, ama son ikisi -- beş numara:
gelişmelisiniz. Hepimiz cevabı biliyoruz.
Gelişmezseniz ne olursunuz? Eğer bir ilişki gelişmiyorsa,
bir iş gelişmiyorsa, siz gelişmiyorsanız,
ne kadar paranız olduğunun, ne kadar
arkadaşınız olduğunun, ne kadar insanın sizi sevdiğinin bir önemi yok,
iğrenç hissedersiniz. Ve gelişmemizin nedeni, bence,
sonuçta verebileceğimiz değerli bir şey elde etmemiz.
Çünkü altıncı ihtiyaç kendimizin ötesinde katkıda bulunmak.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bize ne kadar bayağı gelse de,
yaşamın sırrı vermektir. Hepimiz hayatın benimle ilgili olmadığını,
bizimle ilgili olduğunu biliyoruz. Bu kültür bunun farkında. Bu salon bunun farkında.
Ve bu heyecan verici. Burada Nicholas'ı 100 dolarlık bilgisayarı hakkında
gördüğünüzde, en tutku dolu ve heyecanlı hissettiğiniz şey,
işte bu bir dahi, ama onun bir arzusu var.
Ondaki bu farkı görebiliyorsunuz ve bu harika.
Ve bu arzu diğer insanları da etkileyebilir. Benim hayatım,
11 yaşındayken etkilendi.
Şükran günü; para yok, yemek yok. Açlıktan ölmeyeceğiz,
ama babam işleri tam anlamıyla batırmış. Annem durmadan ne kadar
batırdığını ona hatırlatıyor. O an birileri kapıya gelip
yemek getirdi. Babam üç karar verdi.
Kabaca neler olduklarını biliyorum. Odaklandığı şey: "Bu sadaka.
Ne anlama geliyor bu? Ben işe yaramazım, ne yapmam gerek?
Ailemi terk etmeliyim." Ki öyle de yaptı. O an hayatımın en acı veren
deneyimlerinden biriydi. Benim yaptığım üç seçimse bana bambaşka bir yol sundu.
Dedim ki, "'Yemeğin olması'na odaklan" -- ne fikir ama.
(Gülüşmeler)
İkincisi -- ve bu hayatımı değiştiren, beni insan
olarak şekillendiren şey -- "Bu birinin hediyesi,
kim olduğunu bile bilmiyorum." Babam her zaman derdi ki,
"Kimsenin umursadığı yok." Ve aniden, bilmediğim birisi,
bir karşılık beklemeden, aileme yemek veriyor,
ailemi kolluyor. Bu beni şuna inandırdı: "Yabancıların umursaması
ne anlama gelir?" Ve karar vermemi sağlayan şey,
eğer yabancılar beni ve ailemi umursuyorsa, ben de onları umursuyorum.
Ne yapacağım? Bir değişiklik yaratmak için
bir şeyler yapacağım. Böylece, 17 yaşımdayken, bir Şükran Günü
dışarı çıktım. Senelerdir istediğim şeydi bu,
iki aileyi doyuracak kadar param olması.
Hayatımda yaptığım en eğlenceli, en dokunaklı şey.
Bir sonraki yıl dört aileyi doyurdum. Kimseye ne yaptığımı söylemedim.
Bir sonraki yıl sekiz. Gösteriş için yapmıyordum,
ama sekizden sonra, düşündüm ki, kahretsin, biraz yardım iyi olurdu.
(Gülüşmeler)
Kendimden çok emin, gittim ve ne yaptım?
Arkadaşlarımı da dahil ettim ve şirketler kurdum
ve de 11 şirket olduğunda vakfı kurdum.
Şimdi, 18 yıl sonra, bunu söylemekten gurur duyuyorum ki, geçen yıl
vakfımız aracılığıyla 35 ülkeden iki milyon insanı doyurduk,
hepsi de bayramlarda: Şükran Günü, Noel --
(Alkışlar)
-- dünyanın dört bir tarafında birçok ülkeden.
Harikuladeydi.
(Alkışlar)
Teşekkürler.
(Alkışlar)
Bunu size övünmek için söylemiyorum, söylüyorum çünkü
insanlarla gurur duyuyorum, çünkü konuşmak yerine, bir kere
deneme şansı elde ettikten sonra katkıda bulunmaktan heyecan duyuyorlar.
Yani, son olarak -- ve sürem de bitmek üzere -- sizi şekillendiren hedef --
işte insanların arasındaki fark bu. Hepimizin ihtiyaçları aynı,
ama siz bir kesinlik bağımlısı mısınız? En çok değer verdiğiniz şey
bu mu yoksa belirsizlik mi? Şu adam eğer tüm o mağaraları
tırmandıysa bir kesinlik bağımlısı olamaz. Sizi harekete geçiren saygınlık mı
yoksa sevgi mi? Hepimizin altısına da ihtiyacımız var,
ama sizin sisteminizi yöneten her neyse, sizi başka bir tarafa yönlendirir.
Ve o tarafa doğru ilerledikçe, bir istikametiniz veya kaderiniz olacaktır.
İkinci parçası da yol haritası. Bunu nereye gideceğinizi söyleyen bir
işletim sistemi olarak düşünün. Ve bazılarının yol haritası,
"Başkaları için ölsem de hayat kurtaracağım,"dır
ve itfaiyeci olurlar. Bir başkası,
"İstediklerimi elde etmek için insanları öldüreceğim." der. Aynı
önem ihtiyacını karşılayacaklardır, değil mi? Tanrı'yı onurlandırmak istiyorlar
ya da ailelerini onurlandırmak, ama farklı yol haritaları var.
Ve yedi farklı inanç var. Hepsinin üzerinden geçemem çünkü
zamanım doldu. Son parça da duygulardır.
Bence haritanın bir bölümü de zaman. Bazıları için uzun zaman
100 yıldır. Bazıları için üç saniye,
ki benim için öyle.
(Gülüşmeler)
Son bahsettiğim, size bağlı bir şey.
Eğer bir hedefiniz varsa ve bir de yol haritanız, diyelim ki --
Google'ı kullanamıyorum çünkü Maclere bayılıyorum ve daha Macler
için yeterince iyi değil -- mesela MapQuest kullansak -- kaçınız
MapQuest'i kulanmak gibi ölümcül bir hata yaptı?
(Gülüşmeler)
Bu şeyi kullanıyorsunuz ve istediğiniz yere gidemiyorsunuz. Yani, inançlarınızın
gitmek istediğiniz yere asla gidemeyeceğinizi garanti ettiğini düşünün.
(Gülüşmeler)
Son şey de duygular.
Size duygularla ilgili şunları söyleyeceğim. İngilizce'de bir karşılığı
olan 6.000 duygu var, bu sadece
dilbilimsel açıklaması, değil mi? Dilden
dile değişiyor. Ama baskın olan duygularınız --
daha çok vaktim olsaydı, 20.000 kişiyi ya da 1.000'ini alır
ve ortalama bir hafta içinde yaşadıkları tüm duyguları yazmalarını
isterdim. Ve istedikleri kadar süre verirdim.
Bir tarafa umut veren duyguları yazsınlar,
diğer tarafa da umut vermeyenleri.
Tahmin edin insanlar kaç farklı duyguyu yaşıyor? 12'den az.
Ve onların da yarısı iğrenç hissetmelerine neden oluyor. Hepsi topu topu
beş ya da altı tane hoş duyguları var. Sanki hisleri "mutlu, mutlu,
heyecanlı, kahretsin, sıkkın, sıkkın, bunalmış, bunalımda"dan ibaret.
Kaçınız ne olursa olsun sinirlenecek bir şey bulan
birini tanıyorsunuz? Kaçınız böyle birini tanıyor?
(Gülüşmeler)
Ya da, ne olursa olsun, mutlu veya heyecanlı olacak bir şey bulabilen birini?
Kaçınız böyle birini tanıyor? Söyleyin.
11 Eylül saldırıları sırasında -- bununla bitireceğim -- Hawaii'deydim.
45 farklı ülkeden 2.000 insanla birlikteydim. Benim yürüttüğüm
bir haftalık programı simültane olarak
dört dile çeviriyorduk. Bir önceki gecenin adı
"Duyguların Üstesinden Gelmek"ti. Kalktım, bunu planlamamıştım, ve --
her yerde havai fişekler var -- ben çılgınca, eğlenceli şeyler yapıyorum --
ve en sonunda durdum -- söyleyeceğim şeyi planlamıştım ama
hiçbir zaman söyleyeceğim şeyi yapmam. Ve bir anda dedim ki,
"İnsanlar ne zaman gerçekten yaşamaya başlar? Ölümle yüz yüze geldiklerinde."
Ve bütün şu şeylerden bahsettim,
eğer bu adadan ayrılacak olsaydınız, eğer dokuz gün içinde
ölecek olsaydınız, kimi arardınız, ne derdiniz,
ne yapardınız? Bir kadın -- o gece 11 Eylül Saldırısı oldu --
bir kadın seminere gelmiş ve geldiğinde,
eski erkek arkadaşı kaçırılmış ve öldürülmüş.
Arkadaşı, yeni erkek arkadaşı, onunla evlenmek istemiş ama reddetmiş.
Ve erkek arkadaşı da, "Eğer buradan ayrılır ve Hawaii'deki o şeye gidersen, her şey bitmiştir." demiş.
O da, "Bitti zaten." demiş. Ben o geceyi tamamladığımda, erkek arkadaşını
aramış ve bir mesaj bırakmış -- bu gerçek bir hikaye -- çalıştığı yer olan
Dünya Ticaret Merkezi'nin tepesine. "Hayatım, seni seviyorum, ve seninle evlenmek
istediğimi bilmeni istiyorum. Benim aptallığımdı." Erkek arkadaşı aradığında
uyuyormuş, çünkü bizim için gece 3:00'tü, erkek arkadaşı
şöyle demiş, "Hayatım, bunun benim için ne ifade ettiğini anlatamam."
"Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum,
ama bana en büyük hediyeyi verdin çünkü öleceğim.", demiş.
Ve kadın bizim için kaydı salonda oynattı.
Daha sonra Larry King'e çıktı, erkek arkadaşı şöyle demiş, "Muhtemelen
bunun nasıl olup da iki kere başına geldiğini merak ediyorsun." Ve demiş ki,
"Sana söyleyebileceğim yalnızca şu, bu sana Tanrı'nın bir mesajı,
canım. Şu andan sonra, her gün tüm kalbini ver, tüm kalbinle sev.
Hiçbir şeyin seni durdurmasına izin verme." Bitirdiğinde, bir adam ayağa
kalkıyor ve diyor ki, "Ben Pakistan'danım, Müslümanım.
Keşke elini tutup, üzgünüm, diyebilseydim,
ama, açıkçası, bu yapılanların cezası." Devamını anlatamam
çünkü vaktim doldu.
(Gülüşmeler)
10 saniye.
(Alkışlar)
10 saniye, hepsi bu kadar. Saygılı olmak istiyorum. 10 saniye.
Size şunu söyleyeyim, bu adamı, New York'lu Dünya Ticaret Merkezi'nde
çalışmış bir adamla birlikte sahneye çıkardım,
çünkü orada yaklaşık 200 New York'lu vardı. 50'den fazlası
şirketlerinin tamamını, arkadaşlarını kaybetmiş, Palm Pilotlarındaki
isimleri çiziyorlar -- bir borsa simsarı, çelik gibi sinirleri olan bir kadın, feryat ediyor --
ölmüş olan 30 arkadaşının adının üstünü çiziyor.
Ve ben insanlara şunu sordum, "Neye odaklanacağız?
Bu ne anlama geliyor ve ne yapacağız?"
Ve grubu alıp insanların odaklanmasını sağladım,
eğer bugün birini kaybetmediyseniz, başka birine nasıl
yararınız dokunabileceğine odaklanacaksınız. Bu insanlar --
o anda bir kadın ayağa kalktı ve çok sinirliydi ve çığlık atıyordu ve bağırıyordu.
Sonrasında öğrendim ki New York'tan değilmiş, Amerikan değilmiş,
buradaki kimseyi de tanımıyormuş. Dedim ki, "Her zaman sinirlenir misin?"
Dedi ki, "Evet." Suçlu insanlar suçlu hissetti, üzgün insanlar üzgün.
Ve ben bu iki adamı alıp dolaylı uzlaşma dediğim şeyi yaptım.
Bahsi geçen bölgede ailesi olan Yahudi bir adam, o gün işte olsa
ölmüş olabilecek bir New York'lu ve terörist olmak isteyip
bunu açıkça belli ettmiş bu adam.
Ve o gün olan birleşim filme kayıtlı,
ki size göndermekten mutluluk duyarım, böylece benim anlatımım
yerine gerçekten ne olduğunu görebilirsiniz.
Ama bu iki kişi sadece bir araya gelmekle kalmayıp
inançlarını ve dünyayla ilgili doğrularını değiştirdiler,
ama, yaklaşık dört yıldan beri, birçok cami ve sinagog aracılığıyla,
barışın nasıl oluşturulacağı fikrini aktarmak için
beraber çalıştılar. Ve bir kitap yazdı, adı da
"Cihatım, Barış Yolum." Yani, dönüşüm gerçekleşebilir.
Sizi davet ettiğim şey şu; ağınızı inceleyin, buradaki ağınızı --
sizi kontrol eden ihtiyaçlar, inançlar, duygular.
İki sebeple; böylece daha çok şey verebilirsiniz ve başarabilirsiniz de,
bunu yapmayı hepimiz istiyoruz. Ama verin diyorum,
çünkü sizi tamamlayacak şey bu. Ve ikinci olarak,
böylece takdir edebilirsiniz -- sadece anlamakla kalmazsınız, zekice,
akıllıca -- bununla birlikte diğer insanları harekete geçiren şeyleri de takdir edersiniz.
Dünyamızın değişmesinin tek yolu bu. Tanrı sizi korusun.
Teşekkürler. Umarım yardımcı olabilmişimdir.
(Alkışlar)