Merhaba arkadaşlar;
Epistemoloji dersimizin bu programında
epistemoloji nedir sorusunu yanıtlamaya çalışacağız.
Dilerseniz, Kuramsal Bir İşlev Olarak
Epistemolojiyi açıklayarak programımıza başlayalım.
Epistemoloji, bilgi kavramı üzerine geliştirilen kuramsal bir çalışma türüdür.
Bilgi kavramının kendisine kuramsal bir bakış açısı getirmeyi hedefler.
Epistemoloji bilgi dağarcığımıza yeni bilgiler eklemek yerine,
bilgiyi felsefi açıdan inceler.
Sorgulama ve açıklama yapmanın ilk aşamasında epistemolojinin tam olarak
nasıl bir kuramsal çaba olduğunu sorabiliriz.
Epistemolojinin kuramsal çabası tek bir sınıf altında toplanmaz.
Çünkü bilgi üzerine yürütülen felsefi çalışmalar çeşitlilik ve kuramsal renkler içerir.
Epistemolojinin kendisine sorun olarak aldığı temel konuları gözden geçirip,
epistemoloji alanını daha somut bir tarzda anlayalım.
Bu konuların ilki, İnsan Bilgisinin Kaynaklarıdır.
Bilgi sahibi olmak bizim için en sıradan görünen olgulardan biridir
ancak bilginin kaynakları üzerinde çok fazla düşünmeyiz.
“Kaynak” kavramı, dar bir şekilde anlaşıldığında,
toplumsal yaşantımız içinde yer alan “enformasyon kanalları” şeklinde açıklanabilir.
Bilgi kavramını açık hale getirirken, bilginin tanımına ek olarak kuramcılar,
kavramsal çözümlemelerini üretme yönünde de akıl yürütmüşlerdir.
Kavramsal çözümlemeler genelde, ele alınan önemli bir düşünsel
kavramın başka kavramların bileşiminden nasıl
oluştuğunu göstermeyi hedefler.
Çözümlemeler önemli ve yararlı zihinsel eylemlerdir,
çünkü bu tür işlevlerin sonucunda ele alınan kavram daha anlaşılır
bir hâle gelir ve kavramın unsurları belirgin bir şekilde ortaya çıkar.
Felsefeciler, bilginin olanaklılığı konusunda da irdelemelerde bulunup,
genelde sormaya alışık olmadığımız soruları sorarlar.
Günlük yaşamda bilgi alışverişinde bulunur,
bilginin ne olduğunu veya gerçekten olup olmadığını sorgulamayız.
Fakat epistemolojik çalışmalarda, bilginin gerçekten
olanaklı olup olmadığı konusunda derinlikli sorgulamalar yürütülür.
20. yüzyıl felsefesinde kendine yer edinmiş olan bir sorunsal,
bilgi kavramı ve bilgi edinimi süreçleri ile toplumsallık
arasındaki ilişkinin saptanmasıyla ilgilidir.
Felsefe tarihinde, epistemoloji alanında yürütülen çalışmalarda,
toplumsal unsurlar genelde tartışmalara yansımamış
ve bilgi konusundaki araştırmalar neredeyse
“yalıtılmış” bireysel girişimler olarak kalmıştır.
Günümüzde, felsefecilerin eski çağlarda benimsemiş olduğu bilgisel,
düşünsel veya kavramsal normların belli oranda yerinden oynadığı söylenebilir.
Bu değişim, felsefenin temel alanlarında, özellikle
toplumsallık ve tarihsellik konularında, yeni bir bilincin gelişmesi yönündedir.
Epistemoloji, geçirmekte olduğu değişimlerle birlikte,
Eski Yunan’da ortaya atılan sorunsallar ışığında iş görmektedir.
Eski Yunan’ın veya Yeni Çağ’ın bilgi kuramcılarının kafa yorduğu
sorunların bir kısmı günümüzde ilginçliğini koruyor olabilir.
Buna karşın felsefenin geleneksel konularının belli bir bölümünün
bizimle ve bizim içinde yaşadığımız
dünyayla olan ilgisi son derece şüphelidir.
Bu durum da felsefe tarihinin yakından incelenmesi
ve eskinin felsefi sorunları üzerine eğilinmesi konularında
bazı soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden olur.
Felsefe tarihinin büyük düşünürlerinin irdelediği konular
ve hatta kullanılan dil zaman zaman tuhaf ve uzak görünse de
bu konuların çoğunun günümüzün felsefi problemleri
açısından önemli ipuçları taşıdığı bir gerçektir.
Bu konuda yararlı olabilecek bir yaklaşım,
bazı felsefecilerin “varsayımsal sempati” adını verdikleri bir tavır benimsemektir.
Varsayımsal sempati, eserini okumakta olduğumuz
büyük bir düşünürün söylediklerinin tahminen önemli bazı
noktalar içerdiği ve yazarın önemli bir fikri aktarma çabasında
olduğu konusunda bir tavır geliştirip ona bir “şans vermek” demektir.
Üst düzey kavramsal bir etkinlik olan epistemoloji kapsamında
kullanılan merkezcil ve kritik kavramların önemli bir kısmı
günlük dilden devralınan bildik kavramlardır.
Fakat felsefeciler zaman zaman bu kavramları daha açık hale getirerek
ve bazen de belli bir oranda dönüştürerek kullanırlar.
Şimdi bu kavramlara göz atalım.
Norm, en genel haliyle, “düzenleyici ilke veya kural” anlamındadır.
Etik kurallar normatif önermelerin en bilinen örnekleridir.
Normatif önermelerin işlevlerini ve önemini iyi anlamanın bir yolu,
bu tür önermeleri normatif olmayan ifadelerle karşılaştırmaktır.
Betimleyici, tasvir edici veya anlatıcı nitelikte olan yani yalnızca bir
durumu veya olguyu ileten cümleler,
normatif olmayan ifadeler arasında sayılabilir.
Bilgi konusu üzerine çalışan felsefecilerin çoğu
epistemolojinin normatif bir çaba olduğunu söyleyecektir.
Bunun anlamı, bilginin iyi veya doğru örneklerinin,
yani dünyaya dair inançlarımızın nasıl olması gerektiği
konusunun epistemolojinin konuları arasında yer aldığıdır.
Bilgi kavramı epistemolojinin temel irdeleme konusu olsa da
bilginin her boyutu epistemoloji alanı içinde
eşit ölçüde ilgi görmez ve irdelenmez.
Logos içeren veya logos’un içinde yer alan bilgi türleri içinde
felsefecileri en çok meşgul eden bilgi türü önermesel bilgidir.
“Önerme” deyimi, kısaca ve kabaca “bir iddiada bulunan
bir cümlenin içeriğinde barınan düşünce veya fikir” olarak tanımlanabilir.
Dilimizde “doğru” ve “yanlış” hem normatif hem de
tasvire yönelik anlamlar barındırır.
Etik kullanımda doğrunun ve yanlışın farklı bir kavram olduğu da açıktır.
Bu kullanım kendisini betimleyici bağlamda gösterir.
Betimleyici bağlamda ortaya çıkan bu kullanım kapsamında,
bir önerme için “doğru” nitelemesini kullanmak,
onun dünyada olan olgularla uyum içinde olduğunu belirtme anlamını taşır.
Bilişsellik, yalnızca felsefede değil, birçok alanda kullanılan bir kavramdır.
Bu kavram, zaman zaman “bilgisel” ile eş anlamlı olarak da kullanılır
ve “bilgi” ile olan yakın ilişkisi nedeniyle kafa karışıklıklarına neden olur.
‘Bilişsel’ sıfatı genelde, bir “üst düzey zihinsel işlevler yelpazesi” için kullanılır.
Bu yelpazenin kapsamındaki işlevlerin en önde gelenleri duyular
aracılığıyla algılama, bellek işlevleri, akıl yürütme ve bilgilenmedir.
Bu işlevlerin tümü, üst düzey zihinselliği gerektiren süreçler içerir.
“İnanç” ve “inanmak” kavramları denildiğinde akla ilk gelen dinsel bağlamlardır.
“İnanç sahibi olmak” deyiminin ilk çağrıştırdığı kavram “Tanrı”dır.
Tanrı inancı düşüncesine ek olarak, “inanç” kavramı, “güven”
ve “kararlılık” kavramları ile ilintili olarak da sıkça kullanılır.
Dünya bilgimiz açısından bakıldığında,
inanç bilgiyi hedeflemenin ve bilgiye yönelmenin bir parçasıdır.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta, bir inancın
“inanç” etiketini hak edebilmesi için, doğru olmak zorunda olmadığıdır.
İnançlarımızın bir kısmı doğru, bir kısmı ise yanlıştır.
“Kanıt”ın epistemolojik çalışmalar kapsamında önemli bir işlevi vardır.
Bu kavram, insanın bilgisel durumlarının felsefi irdelemesi sırasında sıkça kullanılır.
İnsan bilgisi, fakında olalım ya da olmayalım,
ağırlıklı olarak kanıt olgusu üzerinde kurulur.
Ancak her kanıt doğru olmayabilir.
Bazı kanıtlar bizi yanıltsa da “kanıt” kapsamında yer alır.
Gündelik bir sohbet sırasında yanlış bir önermeyi duyan
birey bu duyumu temel alarak yanlış inanç oluşturabilir.
Ancak, bu yanlış önermeye inanan insanın da kanıtsal bir zincir
içinde inanç oluşturduğunu söylemeliyiz.
Kanıtın kavramsal betimlemesi ile kanıtının yeterliliği
veya yetersizliği konuları birbirinden ayrıdır.
Son olarak, Epistemolojik Gerekçelendirme kavramını ele alalım.
“Gerekçe” kavramı aslında logos’un esas anlamlarından biridir
ve tahmin edileceği gibi, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerin başında yer alır.
Bizim sahip olduğumuz bilgilerin ezici bir çoğunluğu,
bir gerekçelendirme süreci veya yapısı sayesinde yaşam bulur.
Tersinden düşünürsek, hiçbir gerekçesi olmadan
edindiğimiz inançların önemli bir kısmı epistemolojik açıdan
ciddi sorunlar arz eder, diyebiliriz.
Evet, arkadaşlar; Epistemoloji dersimizin bu programında
epistemoloji nedir sorusunu yanıtlamaya çalıştık.
Bir başka programda görüşmek üzere, hoşça kalın.