Onur Ertuğrul Lûgat365 Biz iki kişiyiz. Eşim Banu. Ben Onur. Muvaffak olabildiğim ölçüde size kelimelere inanmamızın hikâyesini anlatmaya çalışacağım. Ben ekibin kolay inananıyım. Çok kolay heyecanlanırım. Yeni bir şey öğrenince gözlerim parlar. Yani hemen her konuda harekete geçmeye inanırım. Çünkü hareketin her zaman güzelliği beraberinde getireceğine inanırım. Eşim Banu o benim gibi değil ama. O çok temkinlidir. Exel gibi insandır kendisi. (Gülüşmeler) O benimi gibi öyle kolay heyecanlanmaz, her zaman ayakları yere bassın ister. Şimdi öncelikle bizim, yani Lûgat365 hesabını zaten çoğunuz biliyorsunuzdur diye varsayıyorum. Çok daha eskiden birkaç ay önce keşfettğimiz birkaç benim kişisel tweetimi göstermek istiyorum. Bu tweet 2009 yılında yazmıştım, 7 yıl önce. ‘’Aman yarabbim ne güzel kelimeler var: muhatap, harfiyen, kasımpatı, karınca, farkındalık, müstesna, hicazet, Zimbabwe…’’ Zimbabwe garip, o değişik bir kafaydı. 22.35 akşam on buçuk gibi yazmışım. (Gülüşmeler) Bir de hicazet diye bir kelime maalesef yok. İcazet demek istemişimdir diye varsayıyorum. Bir tane daha tweet, 2012'de yazmışım. ''teşebbüs çok güzel bir kelime ama müteşebbis daha da harika'' Müteşebbis değil ama teşebbüs Lûgat365’in ilk kelimesi olacaktı yıllar sonra. Ama bu arada bu tweetlerden daha geçenlerde tamamen tesadüfen haberdar olduk. Biz de bilmiyorduk böyle bir, yani bu hikâyenin böyle bir mazisinin olduğundan haberdar değildik. Son bir tweet daha göstereceğim, 2010'da yazmışım. ‘’bilakis ne güzel bi’ kelime. Kızım olursa adını Bilakis koyabilir miyim acaba? Bilakis Ertuğrul.’’ Bu tweeti yazdıktan 9-10 ay kadar sonra oğlum Eren dünyaya geldi. (Gülüşmeler) Olmadı. (Gülüşmeler) Şimdi işte eşim Lûgat365 projesinde emek emek beraber hayata geçirdiğim eşim Banu hamile. 1 hafta ila 10 gün içinde kızımızı bekliyoruz. (Alkış) Ama ''bilakis'' olmayacak ismi, ikna edemedim. Yaklaşık iki yıl kadar önce biz bu kelime işi diyelim. Bu iş konusunda bir yolculuğa başlarken Banu’nun da heyecanımı paylaşmasının sebebi aslında benden ziyade kelimelere ve kelimelerin gücüne inanmasındandı. Biz bu güzel kelimeler -- İşte bazı kelimeleri çok güzel olarak adlandırılmış değildik ama aramızda bu kelimeleri kullanmaktan, yazmaktan ve çevreden duymaktan daha çok büyük keyif alıyorduk. Yan masamızda birinin namütenahi dediğini duyunca hemen birbirimizi dürtüyorduk. Yani ya da işte 'hemdem' kelimesinin işte 'aynı nefesi soluyan' gibi bir etimolojik kökeni olduğunu öğrenince gerçekten gözlerimiz doluyordu. 2014'ün yazında, yaz sonuna doğru bir gün yolda yürürken karşıdan gelen birisinin tişörtünde işte yanlış hatırlamıyorsam 'Imagine' yazıyordu. Ya dedik hani şu tişört 'tahayyül' yazsa ne kadar muhteşem olur diye. Böyle de (Gülüşmeler) heyecan yaşadık. 15 dakika kadar sürdü o heyecan. (Gülüşmeler) (Alkış) Çünkü dedik ki ya biz işte üstüne sohbet muhabbet, fikir olarak hani güzel bir fikir gelmekle beraber dedik ki yani kimin ilgisini çeker ki böyle bir fikir, yani böyle bir tişört. Çünkü hani çok kanıksadığımız şekliyle tişörtlerde işte İngilizce yazar, işte Fransızca yazar. Daha öykündüğümüz medeniyetlerin diyelim, hani biraz abartı oluyor ama. O tür kelimeler yazar. Biz bu heyecanımız kısa sürede, dedik yani böyle bir şey kimsenin ilgisini çekmez. Şimdi nereden duyduğum, kimden, işte kimin anlattığını falan hatırlayamadığım bir hikâye anlatacağım. Kısacık. İki ihtiyar bir ağacın gölgesinde oturmuş sohbet ediyorlarmış. Biri diğerine ''Duydun mu otomobil diye bir şey keşfetmişler, 10 günlük yolu artık sadece 1 günde gidebilecekmişiz'' demiş. Diğeri de ''muhteşem, peki geri kalan 9 günde ne yapacakmışız?'' demiş. Ben çok çok seviyorum ve çok etkileniyorum bu hikâyeden. Bayağı bizim hepimizin hayatının özeti gibi. İletişim çünkü kendinden menkul bir şekilde her gün daha da hızlanıyor ve her gün, istisnasız her gün bunun propagandasına maruz kalıyoruz. Fakat olması gereken hepimize daha çok vakti olması. Fakat yani bu salondaki herkes eminim ki hiçbir şeye vakti yok, hiçbir şeye yetişemiyor. Hâl böyleyken, bu dünya yani iletişim hızı ve gündelik hayatın bu telaşesi, sadece hızlanmak değil, aynı zamanda katmerleniyor. Yani katman katman bir hâl alıyor. Çünkü aynı anda hem Facebook'ta olmamız lazım, hem whatsapp'ta birisiyle konuşmamız lazım, hem evimizin salonundayız, hem Instagram'da bir şey yapıyoruz, hem bir dizi izliyoruz, hem de birisiyle sohbet ediyoruz. Böyle olunca da insanın kendini ifade etmesi kendini ya da duygularını ifade etmesi, bayağı lüks hâle geliyor. Pratik olduğu ölçüde sadece kabul görüyor. Bu da bizi yeni araçlar keşfetmeye itiyor. Hepimizin yine aşina olduğu işte emojiler, smileyler, snapler, tweetler, görsel dünyanın hâkimiyetinin başladığı, yani hiyeroglif devrinin yeniden doğumuna tanıklık ettiğimiz günler, bir çağda yaşıyoruz. Biz öğretmen değiliz, dilbilimci değiliz, yazar değiliz. Biz reklamcıyız. Alelade iki tane reklamcıyız. Her ne kadar her reklamcı gibi, işte Bodrum, Kaş hayallerimiz de baki. Çünkü yani bu sektörün işte tekrarcı, garantici, risk almaktan hazzetmeyen yapısı, hepimiz, yani bu meslekteki herkesi iğdiş ediyor ve heyecanını örseliyor. Fakat biz bu kelime işine aslında ilk parıldadığı akşam ''ya'' dedik ''biz bu kelimelerin reklamını yapsak nasıl olur?'' gibi bir soru ile her şeye başladık aslında. Şimdi işin içinde pazarlama müdürleri, işte KPI'lar, datalar, gelir modelleri, yatırımcılar falan olmayacaksa olabilir dedik. O zaman kendimiz girelim, ama gel gör ki paramız da yok. Ya dedik yapabilir miyiz acaba işte çalışmaya başlayalım. Bayağı o gece işte bir taraftan kütüphaneyi indirdik. İşte Sabahattin Ali'ler, Ahmet Hamdi Tanpınar'lar, Peyami Safa'lar. İşte güzel addettiğimiz kelimeleri çıkartmaya başladık ve onların kullanımlarını. Bir taraftan da sözlükler, etimoloji sözlükleri kökenlerini iyice araştırıyoruz. Bu işin derinine girdikçe girdikçe daha da heyecanımız katmerlendi. Böyle bir üzerimizde bir sorumluluk oluşmaya başladı ya da bize öyle geldi en azından. Ya dedik bunu gün yüzüne çıkarmamız lazım tekrardan gibi böyle bir heyecana kapıldık tabiri caizse. Ve o arada bir küçük, yine başka bir şey anlatacağım izninizle. Benim küçük kardeşim arkeoloji okudu. İşte Arkeofili diye bir site yürütüyorlar. Geçen yaz Bursa'da bir kazıdayken işte şey anlatıyor. 8 bin yıllık bir kumaş bulmuşlar. İnanılmaz büyük bir heyecanla bunu anlatıyor böyle. İşte ben ilgili görünmeye çalışıyorum. Benzer durumlar yaşamışsınızdır. Ama o heyecan bende yok. ( Gülüşmeler ) İşte diyor en son hani ''Onur abi 8 bin yıllık kumaş, inanabiliyor musun'' dedi. Bende ya inanabiliyorum dedim, niye inanamayayım yani. (Gülüşmeler) Arkeologsun, kazıdasın 8 bin yani. Pek benim için büyük bir sürpriz yok orada. Hani heyecanlanamıyorum maalesef. O heyecanı paylaşamamamın sebebi benim bilgi eksikliğim aslında. Neden kumaş bulunamadığını bilmiyorum. Bulunan kumaşın arkeolojik anlamda ya da tarihsel anlamda, neye tekabül ettiği hakkında en ufak bir fikrim yok. Biz de dedik ki bizim bu işte kelimeler konusunda bu kadar gözlerimizin parlaması bu kadar heyecanlanmamızın sebebi aslında o dünyaya gömülmek. Birazcık işte o kökenleri bilince işte bilakis ile makûs kelimesinin ikisinin de akis kökünden geldiğini öğrenince ya bunu kiminle paylaşsak heyecanlanıyor garip bir heyecan yaratıyordu. Orada tatlı bir şey var, farklı bir şey var bizim için. Aslında biz bunu öğretebilirsek bir şekilde bu heyecanımızı insanların da paylaşacağını düşündük. Ve ondan sonra işte 3-4 ay kadar bayağı hummalı çalıştık geceli, gündüzlü. 1 Ocak 2015 tarihinde teşebbüs kelimesiyle projemizi başlattık. Şöyle bir projeye soyunmuştuk. Dedik ki hani 365 gün hiç ara vermeden bir oyun başlatalım, her gün bir kelime paylaşalım anlamıyla, etimolojik kökeniyle ve usta yazarların alıntılarıyla. Bu kelimeleri tam da dili derdest eden o hiyeroglif çağının yeniden başlamasının müsebbibi platformlar aracılığıyla oyunu ters yüz edelim diye bir hayal alemine, işte oyunumuza başladık. Sonra müstehzi 2 Ocak, intizar, tahayyül tişörtteki, havsala, mütereddit gibi. Böyle her gün bir kelime paylaşarak gitmeye başladık. İlk dalga diyeyim tabiri caizse, yani bu kelime heyecanını taşıyan insanlara çok kısa sürede, hemencecik, 1-2 hafta gibi kısa bir sürede ulaştık. Onlar bizim heyecanımızı alıp başka kendi yine takipçilerine yaymaya başladılar. Tek tek tabii o zamanlarda işte 10 takipçi, 15 takipçi, 100 takipçi falan, tek tek her bir takipçinin profilinde Türkçe karşılığı olmadığı için maalesef stalk'lıyorduk tek tek hepsini. Hani nasıl birisi falan diye. Ve genel olarak gördüğümüz manzara hepsi 30-40 yaş ve hatta üzeri takipçilerdi. Çünkü hani kelimelerin çoğunu biliyorlardı ya da en kötü ihtimalle aşinalıkları vardı. Ne zaman gençler de herkes genci yaşlıyı kendinden referansla söylüyor tabii. Gençler ne zaman ilgilenmeye başladı diyeyim. Biz bu kelimeleri ürünlere taşımaya başladığımız zaman. Bu kelimeler işte poster oldular, defter oldular, çanta oldular. Ve bir anda bu çok çok büyük bir dalga yaratmaya başladı bu hareketle beraber. Tahminimizden, hayallerimizden büyük değildi de, tahminimizden bayağı büyüktü. Bizim gayemiz kelimeleri görünür kılmaktı. Gündelik hayatın, en sıradan hayatın her alanında çıkıp, onları olabildiğince işte popüler modern bir tasarımla insanların ilgisini cezbetmeye çalıştık. Bu ürünleştirme çalışmaları işte katbekat farklı işbirlikleriyle daha da genişleyerek devam etti. Sonra işte Galata'da annemin yürüttüğü bir dükkân açtık. ''Güzel Kelimeler Dükkânı'' açtık. Orada yine uğraşmaya devam ediyoruz. Ve daha da çeşitlensin. Çünkü en alakası olmayan insan bile bunlara maruz kalsın istiyoruz. Her taraftan hayata sızsın. 2015 senesi 365 günlük bir söz için çok uygun bir sene de değildi bir taraftan. 2015 bayağı olaylı, çok ölümlü ve acı dolu bir yıldı. Öyle bir işe giriştik ki her gün bir sene boyu, 1 Ocak'ta başladık, 31 Aralık'ta bitireceğiz diye bir söz verdik, her gün bir güzel kelime paylaşacağız diye bir hikâyeye başladık. Gece gündüz çalışıyoruz, ama öyle olaylar oluyor ki, yani güzel kelimelerde, Lûgat365'de işte yani hep bu salonda yaşamamış hiç kimse yok yani sonuçta, her şey anlamını yitiriyor. Ne yapalım dedik bir şey yaşamamız vardı hani. Bitirelim dedik projeyi, hiçbir anlamı yok çünkü. İşte orada 18 kişi ölmüş, biz burada ne diyeyim? Müşkülpesent mi paylaşacağız yani hani? Çok saçma, hiçbir anlamı yok. Sözümüzden caymak yerine dedik ki bu acıyı tarif eden, yani acıyı da değil, aslında ne hissediyorsak o duyguları tarif eden kelimelere sığınalım. Figan, hicap, yas, ah. Bu sadece birkaçını koydum. 2015 öyle bir seneydi ki herhâlde yani tam sayısına bakmadık, 30-35 tane falan acıyı tarifleyen, çeşitli açılardan tarifleyen kelime paylaştık. Yaşanan olaylar ve insanın hissettiği duygular karşısında hiçbir emoji kâfi gelmiyordu, hiçbir snap, hiçbir gift. İnsanlar o yaşadıkları duyguları, özellikle naçizane gözlemimizdir hani hiçbir veriye dayanmıyor. Ama özellikle gençler böyle, lal oldular. Çünkü bu duyguları nasıl dile getirebileceklerini bilmiyorlardı. Herkes hep birlikte bu kelimelere sarıldı. Çünkü evet bu kelimeler anlatıyordu. Keşke bu kadar çok böyle kelime paylaşmasaydık tabii. Ama insanlara bu kadar sirayet etmesinde bunun da payı oldu. Yani insanların bizzat o kelimelere ne kadar ihtiyacımız olduğunu görmüş olduğunu var sayıyoruz naçizane. Öyle böyle bir sene bitti, 31 Aralık 2015'te Allah'a ısmarladık kelimesiyle projeyi sonlandırdık. İnanılmaz yorulduk gerçekten nasıl tarif edeyim. Bir yandan çünkü bizim diğer işlerimiz de devam ediyor ve bu işin bu kadar hayatımızın her alanına, yani bu kadar hayatımızda olacağını tahmin etmiyorduk. 365 günlük bir söz vermek bu arada, herhangi bir konu için, yani hiç aksatmadan ardışık 365 günlük bir söz vermek, tamamen cahil cesareti diyeceğim, evet yani. Ama işte öyle çok inanmıştık hakikaten. Çok yorulduk, bitti. Ama değdi. Çünkü birilerine dokunmaya muvaffak olduk. Birilerine o merakı cezbettiğimizi gördük. İşte şu iki tane örnek tweet göstereceğim. Bu iki tane Türkiye'nin farklı şehrinden öğretmen. Bir tanesi okulunun koridoruna pano yapmış Lûgat365 kelimeleriyle. Başka bir öğretmen yine şeyi söylüyor. Her gün derse işte Lûgat365'in bir kelimesini anlatarak başlıyormuş. Ve sonunda da bir de ilk günden beri hayalini kurduğumuz, bez ciltli bir kitapta bu kelimeleri toplamaktı. Burada Can Öz sağ olsun çok nazımızı kaprisimizi çekti. Ekibiyle birlikte o bez cildi oluşturmak için. Ve hani bizim için en büyük somut ödül de kitabımız oldu. Bugün işte dükkâna birisi geliyor, işte iki tane kitap alıyor diyor ki, işte birini kendime alıyorum birini de çocuğuma saklayacağım diyor. Ya da işte genç, işte 19-20 yaşında çocuklar gelip işte orada sohbet ettiğimizde, sessiz sinema oynadıklarını anlatıyorlar bu kitapla. İşte rastgele bir kelime açıp birbirlerine anlatmaya çalışıyorlarmış. Ya da işte güne, her güne bir kelimeyle başlayan, biraz da fal bakar gibi başlama şeyi de varmış, onu da öğrendik. (Gülüşmeler) Yani bunlar bizim için gerçekten tarifsiz mutluluklar oldu. İşte biz birbirimize inandık, sonra kelimelere inandık. Sonra dedik ki yani bize ve kelimelere inanan başka insanlara ulaşabilir miyiz? Her bir bize inanan ve kelimelere inanan insanla başka daha başka insanlara ulaşmaya devam ettik. Hakikaten hayalini kurduğumuz o yolculuğa biz kendi çapımızda naçizane muvaffak olduk. Bize bu yolculukta, kelimeleri, zaten onların iltifatını ben kabul edecek değilim zaten. Yani kelimeler kendinden menkul kelimeler. Onlar orada vakur bir şekilde zaten duruyorlardı. Biz keşfetmedik onları. Onlar sadece hani eski Türk filmlerindeki, işte o hayata küsmüş, yeminini bozmuş kahramanlar gibiydi onlar. Biz onları ikna ettik, gel bak bu oyunda da sana yer var diye. Bize ve kelimelere inanan herkese teşekkür ederim. Ederiz. Eşim de eder eminim. (Gülüşmeler) (Alkış) Yine son kelimemizle bitireyim ben, Allah'a ısmarladık. (Alkış)