Gerçek-sonrası bir toplumda mı yaşıyoruz? Bazen dünyada yaşadığımız bütün sorunlar konusunda anlaşmak bir yana, bu sorunların varlığı konusunda bile hemfikir değiliz gibi görünüyor. İklim değişikliği ve suç istatistikleri konusundaki şu tartışmaları düşünün. Gerçekleri saptamadaki bu beceriksizliğimiz sanıyorum sosyal medyadaki bölünmüşlükten kaynaklanıyor. İster sevelim, ister sevmeyelim, sosyal medya, kamuoyu tartışmalarının en büyük forumu haline geldi ve kitle iletişim araçlarını sonsuza dek değiştirdi. Ama trollerin sürekli saldırıları ve bitmeyen online tartışmalar bizi fikir birliğine varmaktan alıkoyuyor ve mutabakat sağlayamayan toplum ortaklaşa bilgi üretemiyor. Ortaklaşa üretim dedim çünkü bilgi daima toplumsal bir sürecin sonucunda, diyaloglar ve yapıcı tartışmaların sonucunda üretilir fakat yeni fikirlere de açık olunması gerekir. Bizimkinden farklı olan fikirlere saygı göstermeye de istekli olmalıyız. Bilgi, empatiyle ve insancıl olmakla gelir. Beni şu anda en çok rahatsız eden şey de galiba bu. Bana insanlığımızı kaybetmenin eşiğindeyiz gibi geliyor. Eğer durum buysa, iktidar sahiplerine gerçeği dikte etme iznini kendimiz veriyoruz. Arjantin'de gazetecilik yaptığım günleri hatırlıyorum. O zaman iktidarda Nestor Kirchner vardı ve o günlerde pek mutlu değildi çünkü Ulusal İstatistik Kurumu INDEC enflasyonun hızla yükseldiğini rapor ediyordu. Kirchner acilen harekete geçti ve INDEC yöneticilerini görevden aldı, bütün üst kademeyi ve yerlerine sadık ve daha düşük rakamlar verecek kişiler atadı. İşte bu! Enflasyon sorunu çözülüvermişti. Tabii markete alışverişe giden herkes fiyatların hâlâ yükseldiğini görüyordu. Bağımsız ekonomistler enflasyonun %25 civarında olduğunu tahmin ediyor fakat INDEC, %8 olduğunda ısrar ediyordu. Bu bir gazeteci için rahatsız edici olabiliyordu çünkü ne zaman hükümetin gerçeklerini veya rakamlarını bildirsem kendimi bu yalanlara ortak olmuş gibi hissediyordum. Dow Jones Haber Hattındaki haberimin başlığı şöyleydi; artık umurumda değildi ve şu kadarını söyleyeyim dedim: [ Başkan Kirchner: Zürafa bir kuştur. ] Kirchner şaibeli bilgiler yayan ne ilk ne de son lider olacak. Şimdilerde de Amerikalı gazeteciler çok benzer bir sorunla cebelleşiyor. Oysa Arjantin örneği, bize neleri tehlikeye attığımız konusunda sert bir uyarıdır. Kirchner'in gerçekleri hovardaca hiçe sayması Arjantin ekonomisine duyulan bütün güveni o derece sıfırladı ki enflasyon daha da kötüye gitti. On yıl sonra bugün, yeni hükümetin yüz yüze kaldığı enflasyon oranı %45. Katı gerçek şudur; hükümetler bilimsel bilgi kaynaklarını terkedip işportacı mantığı ile alternatif gerçekler pazarlamaya giriştiğinde ülkedeki hasar kalıcı hâle gelir. İyi de, sosyal medya çağında gerçek nedir? Eskiden ana akım medya bir tür filtre görevi görürdü: Dar bir aralıktan seçtiği kabul edilebilir fikirleri belirler, dikte eder ve halka söylem ve bilgi üretme adına bunları sunardı. Yani örneğin, aşırı sağcı bir Aryan (beyaz) ırkçısı isen veya aşırı solcu Marksist bir devrimciysen senin fikirlerin hiç gündeme gelmezdi. Ama artık patron yok, herkes sesini duyuruyor. Artık herkes her şeyin bir haber olduğunu iddia edebiliyor ve beğenmediği her habere yalan (çakma) haber diyebiliyor. Yani artık iş bize düşüyor, biz insanlara, neye inanacağız, kime güveneceğiz artık buna ana akım medya karar veremez. Galiba bu yeni ve kaotik online toplum kültürünü geliştirmeye muhtaç. İnternetten önceki uygarlık kural ve ahlaki değerler oluşturmak için bin yıl harcamıştı: Ne zaman "lütfen veya teşekkürler" demeli ne zaman konuşup ne zaman dinlemeliyiz hangi sözler yakışık alır ve hangi sözler çok kırıcı olur ve yapıcı bir sohbet yapma şansını bir anda yok eder. Bu yeni toplumun 21. yüzyıla kazasız belasız gitmesini istiyorsak benzer bir gelişim süreci -hatta daha hızlısı- bu yeni online toplumun kültüründe de yaşanmalı. Eğer bunu yapabilirsek, eğer açık fikirli ve saygılı, olumlu geribildirim kanalları oluşturabilirsek sanırım o zaman, sosyal medya düşünce özgürlüğü, yenilik ve refah için güçlü bir aygıta dönüşür. Bunu nasıl yapabiliriz? Cevap dijital para birimleri ve veritabanı teknolojisinde olabilir, şu anda çalıştığım alan bu. Buradaki araştırmalar yazılım algoritmaları ve özendiricileri toplumda mutabakat sağlamada nasıl kullanabileceğimize yoğunlaşıyor ve belki bir gün, sosyal medyanın daha adil, demokratik ve açık olmasını sağlayan bir algoritma yaratmayı umut ediyoruz. Ama şu gerçeği bilelim; hiçbir teknoloji tek başına daha iyi bir toplum yaratamaz. Bu insani bir problem, yani çözüm sende, bende, bizde. Peki, nereden başlamalıyız? Öncelikle düşünülülmesi doğru olacak şeylerden biri bu yeni kitle iletişim sisteminin öncekinden temelde ne kadar farklı olduğunu düşünmektir. Şunu söyleyebilirim ki; aslında Gütenberg'in İncilinden bu yana bilgi paylaşımında en büyük kargaşayı yaratan şey sosyal medyadır. Önceki endüstriyel sistemi, geleneksel haber kuruluşlarının bilgiyi yaydığı sisteme bakalım: Fiziksel altyapıları vardı, yani matbaa binaları, TV'leri ve radyo istasyonları kabloları, çanak antenleri ve benzeri şeyleri vardı. Ama bilgi yayma artık tamamen psikolojik bağlantılarla ilgili. Sosyal medyada verdiğiniz mesajın geniş bir kitleye ulaşmasını istiyorsanız sadece geniş bir sosyal çevreye sahip olmanız yetmiyor ayrıca mesajınızı, insanların duygusal bir bağ hissedeceği biçimde kurgulamanız da gerekiyor ki böylece o mesajı retweetlesinler, paylaşsınlar ve bloglarına alsınlar. Bilginin izlediği yol artık beynimizin nöron kavşaklarının dokuduğu girift bir rotadan, duygusal bağlanmışlıklar ve biyokimyasal tetikleyicilerden geçiyor. Bu tamamen farklı bir medya yapılanması düzlemi. Bunu iyi anlamamız gerekiyor, bu devasa ve şekilsiz bir ağ. Burada hangi haberin ne zaman ve nasıl verileceğini söyleyen yetkili bir editör yok. Hangi içeriğin ne zaman, nerede yayınlanacağını belirleyen milyonlarca özerk aktör var ve bu süreç esnasında yeni mesajlar, yeni izlekler ve yeni işaretler vb. üretiyorlar. Bu sistemi gözümüzde canlandırmak gerçekten zor, ustalaşmak ise çok daha zor. Yine de birileri bu yeni sitemde ustalaşmayı öğrendi. Ancak bu yeni dünya ile baş etmede bize liderlik edecek insanları seçme şansımız olsaydı onlar bu insanlar olmazdı. Eğer Twitterdaki takipçi sayısı bu dünyayı dönüştürme ve etkilemede temel araç ise o zaman, şu anda dünyadaki en önemli kişi galiba Katy Perry, 97 milyon Twitter takipçisi var, bu Almanya'nın nüfusundan fazla. Bu arada geriye kalanlarımız ise kafa dengi odalarda bir araya geliyor fikirlerimizi paylaşıyor, onları onaylıyor veya doğruluyor ancak bu fikirleri grup dışından birileriyle konuşmuyor ve sonuçta ortaklaşa bilgi üretmiyoruz. Ama ben bu platformun herkesin masada kendine bir sandalye bulabildiği bir ortam sağlayacağına ve böylece biz çoğunluğun sesinin, Nestor Kirchner gibi iktidar düşkünlerinin sesini bastırabileceğine inanıyorum. Ayrıca yenilik için çok güçlü bir yönlendirici olabilir. Sosyal medyayı dev bir küresel fikir pazarı gibi görüyorum; bütün pazarcılar dikkatimizi kendine çekmeye çalışıyor. Britanyalı yazar Matt Ridley şöyle söylüyor: Fikirler bu şekilde bir araya gelince sevişirler ve ilginç yavruları olur. Bunu aslında şu anda görüyoruz; bilgisayar mühendisleri, bilim insanları ve girişimciler daha önce görülmemiş bir hızda yeni fikirler ve bilimsel ilerlemeler elde etmekte açık yazılım kaynaklarından yararlanıyor ve bu küresel beyin havuzunu kullanıyor. Biyotek fütürist Andrew Hessel, Pink Army Cooperative adlı bir oluşum başlattı. Bu oluşum meme kanseri için yeni bir açık kaynak tedavi kodlaması yapan gönüllü genetik mühendislerinden oluşan bir ağdır. Bu yenilikçi havuzdan yararlandığımızda olasılıklar inanılmazdır ama önemli nokta bu çok karmaşık ve yöneticinin olmadığı sistemde bilginin nasıl gezindiği, değiştiği ve hareket ettiğini çözmektir. Bütün bu kaosta düzen nasıl? Bunun kadar karmaşık ve lideri olmayan bir düzeni anlamak için elimizdeki en iyi örnek doğanın kendisi. Oliver Luckett ve ben doğanın yedi temel biyolojik yasasına baktığımızda: Canlıların hücresel yapıları vardır, besin emilimi yaparlar, uyaranlara tepki verirler, fizyolojik dengelerini korurlar (hemostaz) büyürler, uyum sağlarlar ve evrimleşirler, sosyal medyaya ciddi derecede benzediğini gördük. Aslında, bu yasalar bize bilginin nasıl arttığını, ağın nasıl genişlediğini ve oluşturduğumuz bu online toplumun nasıl canlı bir organizma gibi davrandığını, sosyal bir organizma olduğunu gösteriyor. Buradan alacağımız önemli bir ders hoşlanmadığımız içerikleri yasaklama arzusuna karşı koymaktır. Yani kültürümüzü vücudumuzun savunma sistemi gibi düşünebiliriz bu sitemin zararlı bakteri ve virüslerle karşılaşması gereklidir, tabii vücudun onları tehdit olarak algılamasını, antikor geliştirmesini ve onları geri püskürtmeyi öğrenmesini istiyorsak. Aynı şey toplum için de söylenebilir. Kendimizi bütün fikirlere açmalıyız, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi gerçekten kötü olanlara bile. Aslında eğer bu fanatikleri yasaklar ve sansürlersek onların tıpkı antibiyotiğe dirençli süper mikroplar gibi daha güçlü bir şekilde döneceklerini söyleyebilirim. Ama sansürleme isteğine direnmek çok zor. Bu durum geçen yılki büyük Twitter savaşında açıkça görüldü, savaş Amerikalı siyahi aktör ve komedyen Leslie Jones ile ultra sağcı provokatör Mila Yiannapoulos arasındaydı. Jones, Yiannopoulos'un 300.000 kudurmuş destekçisinden gelen korkunç bir hakaret sağnağına maruz kaldı. Ona karşı kullanılan dil ve söylenenler öyle iğrençti ki o gün şu mesajla Twitter'dan ayrıldı. [ Peki, maymun dediniz, maymun kıçı hatta yüzümde sperm olan resimler gönderdiniz. İnsan ne anlama gelir anlamaya çalışıyorum haydi eyvallah]. Eğer siz de benim gibiyseniz böyle bir olayın ardından insan ne anlama gelir diye merak etmiş ve hatta Yiannopoulos'un bu nedenle Twitter'dan atılmasını alkışlamış olabilirsiniz. Fakat bu yasak geri tepti. Kısa bir süre sonra 'freemilo' etiketi trend olmaya başladı ve ünlüler yüzünden bir konuşma özgürlüğü kahramanına dönüştü. Hatta Simon ve Schuster ile 250.000 dolarlık kitap anlaşması imzaladı. Sanki cinsiyet ayrımcılığı ve ırkçılık kazanmış gibiydi. Siz de benim gibiyseniz, bunu kabullenmek çok zor. Peki ne yapmamız gerekiyor? Online dünyamızda açıklık, tolerans ve çeşitlilik isteyen ve böylece devasa bir fikir havuzu oluşturmak isteyen bizler ne yapmalıyız? Pasif bir şekilde oturup, bu kültürün gelişmesini mi bekleyeceğiz? Hayır. Daha sağlıklı bir online kültür oluşturmak için yapabileceğimiz aslında yapmamız gereken proaktif işler var. Çeşitlilik ve tolerans etrafınada toplum yararını gözeten fikirlerin bu anti-sosyal rakiplerle bu fikir pazarında rekabet edebilmesi için bu birbirine bağlı duygusal sistemi kullanmayı öğrenmeliyiz. Empati makinaları yapmalıyız. Bundan ne kastediyorum? Sözlerimi favori sosyal medya sitemden bahsederek bitireyim birilerine çok anlam ifade ediyor ve onlar bu muhteşem New York şehrinde çok zaman geçiriyor. "Humans of New York" bir Facebook sayfası, ve sıradan insanların kısa öykü ve fotoğraflarından oluşuyor. Her birinin yanında, konusu onların hayatları, aşkları, başarıları başarısızlıkları, umutları ve ve korkuları olan bir metin var ve her başlık bütün dünyadan sürekli binlerce yorum alıyor tamamen yabancı kişiler o insana iyi dileklerini ve desteklerini yazıyor, kısaca HONY diye bilinir, 18 milyon takipçisi vardır. Empati makinası dediğim şey bu. HONY'nin kurucusu Brandon Stanton herkesin kahramanı. Neden? Çünkü o, böyle bir şey yapmasını ummayacağınız birisi, eski bir Wall Street borsa simsarı ama finans krizinde işini kaybedince, yani insanlığımızı kaybettiren o büyük küresel olayda, yapmaya karar verdiği şey bu oldu. Toplum, yeni fikirleri özümseme ve ortaklaşa bilgi üretme işini çözmeli. Brandon Stanton gibi empati oluşturucu daha çok kişiye ihtiyacımız var. Yani bunu bir çağrı olarak görebilirsiniz, hepimiz insan olmakla sorumluyuz. Biz değişimin temsilcileri olmalıyız. Dünyamızda empati oluşturmalıyız, dijital dünyada, sosyal medyada ve buna şimdi başlamalıyız. Teşekkürler. (alkışlar)