Çoğunuz gibi ben de
şanslı insanlardan biriyim.
Eğitimle çok haşır neşir
bir ailede doğdum.
Üçüncü nesil doktoralıyım
ve her iki ebeveynim de akademisyen.
Çocukluğumda, babamın üniversitedeki
laboratuvarında oynardım.
Bu nedenle en iyi üniversitelerden
birkaçına girmem kolay oldu
ve bu da bana fırsatlarla dolu
bir dünyanın kapısını açtı.
Ne yazık ki dünyadaki pek çok insan
bu kadar şanslı değil.
Dünyanın bazı bölgelerinde,
örneğin, Güney Afrika'da,
eğitime erişim kolay değil.
Güney Afrika'nın eğitim sistemi,
ırk ayrımı döneminde
beyaz azınlığa göre düzenlenmişti.
Sonuç olarak bugün hâlâ,
yüksek kalitede eğitim isteyen
ve bunu hak eden pek çok kişiye
yeterli kontenjan bulunmuyor.
Bu yetersizlik, bu yıl Haziran ayında
Johannesburg Üniversitesi'nde
bir krize yol açtı.
Üniversitedeki standart kabul
işlemlerinden sonra
çok az sayıda boş kontenjan kalmıştı
ve üniversitenin kayıtlar için
açılacağı günün gecesinde
binlerce insan
kapının dışında bir buçuk
kilometrelik bir kuyruk oluşturdu,
bu kontenjanlardan birine yerleşebilmek
için sıradaki ilk kişi olmayı umuyorlardı.
Kapılar açıldığında bir izdiham oldu,
20 kişi yaralandı ve bir kadın öldü.
Oğlununa daha iyi bir hayat sağlamaya
çalışırken hayatını kaybeden bir anneydi.
Fakat Amerika gibi dünyanın
eğitimin yaygın olduğu
bazı bölgelerinde bile
ona erişim kolay olmayabilir.
Son birkaç yıldır,
sağlık hizmetlerinin artan ücretleri
çok fazla tartışılıyor.
İnsanların bu kadar
dikkatini çekmeyen diğer şey şu;
aynı dönemde,1985'ten bu yana,
yüksek öğrenim ücretleri,
neredeyse iki kat daha hızla,
toplam %559 oranında arttı.
Bu durum, eğitimi pek çok kişi
için maddi olarak imkânsız kılıyor.
Sonunda, yüksek öğrenim
görmeyi başaranlara da
fırsat kapıları açılmayabiliyor.
Birleşik Devletler'de
yüksek öğrenim gören
üniversite mezunlarının
sadece yarısından biraz fazlası
bu eğitimi gerektiren bir işte çalışıyor.
Bu durum elbette
en iyi üniversitelereden
mezun olanlar için geçerli değil.
Ancak diğer pek çok kişi
harcadığı zamanın
ve çabalarının karşılığını alamıyor.
Gazeteci Tom Friedman,
New York Times'daki son köşe yazısında,
hiç kimsenin yapamayacağı bir şekilde,
çabalarımızın ardındaki ruhu yakaladı.
Büyük ilerlemelerin, yapılmasına
şiddetle ihtiyaç duyulan şeyle,
yapılması birdenbire mümkün olan şeyin
buluştuğu anlarda gerçekleştiğini yazdı.
Şiddetle ihtiyaç duyulan şeyi söyledim.
Birdenbire mümkün olan şey
hakkında konuşalım.
Aniden mümkün olan şey,
her birine 100.000 veya daha fazla kişinin
kaydolduğu üç büyük
Stanford dersiyle ispatlandı.
Daha iyi anlamak için
bu derslerden biri olan,
meslektaşım ve ortak kurucumuz
Andrew Ng tarafından verilen
Makine Öğrenmesi dersine göz atalım.
Andrew, en büyük Stanford
derslerinden birini veriyor.
Bu Makine Öğrenmesi dersine
her açıldığında 400 kişi kaydoluyordu.
Andrew, Makine Öğrenme dersini
halka açık vermeyi düşündüğünde
100.000 kişi kayıt yaptırdı.
Bu sayıyı şöyle düşünelim,
Andrew'ın, Stanford'da ders vererek
aynı sayıda öğrenciye ulaşması
250 yılını alacaktı
ve tabii ki bundan çok sıkılacaktı.
Bunun etkisini görünce,
Andrew ve ben
en üst kalitede bir eğitimi mümkün
olduğunca fazla kişiye ulaştırmak için
çaba sarf etmemiz ve çıtayı yükseltmemiz
gerektiğine karar verdik.
Bu nedenle,
hedefi en iyi üniversitelerdeki
en iyi eğitmenlerden
en iyi dersi sağlamak
ve bunu dünyadaki herkese
ücretsiz sunmak olan Coursera'yı kurduk.
Şu anda bu platformda,
dört üniversiteden çeşitli dallarda
43 ders var ve kısaca
nasıl bir şey olduğunu
açıklamama izin verin.
(Video) Robert Ghrist:
Kalkülüs'e hoş geldiniz.
Ezekiel Emanuel:
50 milyon kişi sigortasız.
Scott Page: Modeller daha etkili kurumlar
ve politikalar tasarlamamıza yardım eder.
İnanılmaz bir ayrımcılığa uğruyoruz.
Scott Klemmer: Yani, Bush gelecekte
kafanızın tam ortasına
bir kamera takacağınızı hayal etti.
M.Duneier: Mills sosyoloji öğrencilerinden
zihin kalitesini geliştirmesini ister...
RG: Sarkan kablo
hiperbolik bir kosinüs şeklini alır.
Nick Parlante: Görüntüdeki her piksel
için kırmızıyı sıfıra ayarlayın.
Paul Offit: Aşı, çocuk felci virüsünü
ortadan kaldırmamızı sağladı.
Dan Jurafsky: Lufthansa kahvaltı ve
San Jose' mi servis ediyor? Bu komik geliyor.
Daphne Koller: Bu, seçtiğiniz para
ve bu da iki yazı tura.
Andrew Ng: Büyük ölçekli makine
öğrenmesinde bilgisayımsal bir şeyle..
(Alkışlar)
Pek şaşırtıcı gelmese de
bu bize gösteriyor ki
öğrenciler en iyi üniversitelerdeki
en iyi içeriğe
ücret ödemeden ulaşmayı seviyor.
Şubatta web sitesini açtığımızdan beri
190 ülkeden 640.000 öğrenciye ulaştık.
1,5 milyon kayıtlı kullanıcımız var,
bugüne kadar
başlatmış olduğumuz 15 derste
6 milyon sınav tamamlandı
ve 14 milyon kez video izlendi.
Ancak bu sadece rakamlar değil,
insanlarla da ilgili.
Örneğin, Hindistan'da
küçük bir kasabada yaşayan Akash
bu olmasaydı, Stanford kalitesinde
bir derse asla erişemezdi
ve buna parası asla yetmezdi.
Ya da geri dönüp yüksek lisansını
tamamlamak için
bilgilerini tazelemek isteyen
iki çocuk sahibi bekâr
bir anne olan Jenny.
Veya bağışıklık yetmezliği yüzünden
evine mikrop getirme korkusuyla
kızını riske atmak istemeyen
ve bu sebeple evden ayrılamayıp
okula gidemeyen Ryan gibi.
Söylemekten mutluyum,
geçenlerde Ryan'la yazıştık,
hikâyesi mutlu sonla bitti.
Shannon bebek, sol taraftaki,
şimdi çok daha iyi
ve Ryan derslerimizden bazılarını
alarak bir işe girdi.
Peki bu dersleri
bu kadar farklı kılan nedir?
Öncelikle, çevrim içi ders içeriği
bir süredir kullanılabilir durumda.
Bizi farklı kılan şey,
bunun gerçek ders deneyimi olması.
Belirli bir günde başladıktan sonra
öğrenciler videoları
haftalık olarak izleyip
ev ödevleri yapar.
Ve bunlar gerçek bir teslim tarihi olan
gerçek bir not verilen
gerçek ödevler olur.
Son teslim tarihleri
ve kullanım yoğunluğu grafiğine bakın.
Bunlar erteleme alışkanlığının
küresel bir olgu olduğunu gösteren zirveler.
(Gülüşmeler)
Kurs bitiminde ise
öğrenciler sertifikalarını alır.
Bu sertifikayı potansiyel
bir işverene sunabilirler
ve daha iyi bir iş bulabilirler
ve bunu yapan birçok öğrenci biliyoruz.
Bazı öğrenciler ise
sertifikalarını aldılar
ve bunu gerçek üniversite kredisi
için kayıtlı oldukları
eğitim kurumuna sundular.
Dolayısıyla bu öğrenciler,
harcadıkları zaman ve emek karşılığında
gerçekten önemli bir şey kazanıyorlar.
Bu derslerin bazı özelliklerinden
birazcık bahsedelim.
İlk özellik, fiziksel bir sınıfın
kısıtlamalarından uzaklaşıp
içeriği belirgin olarak
çevrim içi formata göre tasarladığınızda,
örneğin, bir saatlik yekpare dersi
bölebiliyorsunuz.
Materyali, örneğin her biri
8 ila 12 dakikalık, tutarlılığı olan
kısa modüler birimlere bölebilirsiniz.
Öğrenciler bu materyali, kendi temelleri
yetenekleri veya ilgi alanlarına göre
farklı biçimde tekrar inceleyebilirler.
Örneğin bazı öğrenciler,
diğer öğrencilerin hazırlık
materyallerinden yararlanabilirler.
Başka öğrenciler ise,
kişisel tercihleri gereği
belirli bir konuyla
derinlemesine ilgilenebilir.
Dolayısıyla bu format,
tek tip eğitim modelinden uzaklaşıp
öğrencilerin çok daha kişiselleştirilmiş
bir müfredat izlemelerine olanak tanır.
Tabii ki eğitimciler olarak
hepimiz biliyoruz ki
öğrenciler sadece pasif bir
şekilde video izleyerek öğrenmez.
Bu girişimin belki de
en temel bileşenlerinden biri
öğrencilerin konuyu iyi anlamaları için
materyal ile alıştırma yapmalarına
gerek görmemizdir.
Bunun önemini gösteren
bir dizi çalışma yapılmıştır.
Örneğin, geçen yıl
Science Dergisi'ndeki yazı
öğrencilerin öğrendikleri
konularda yaptığı
basit bir tekrar alıştırmasının bile
girilen başarı sınavlarının sonucunu
diğer birçok eğitim uygulamasına göre
çok daha fazla iyileştirdiğini
söylüyor.
Platforma tekrarlama alıştırması
ve çeşitli alıştırma formları
dahil etmeye çalışıyoruz.
Örneğin, bizim videolarımız
sıradan videolar değil.
Birkaç dakikada bir video duraklıyor
ve öğrencilere soru soruluyor.
(Video) SP: Şu dört şey. Beklenti teorisi,
hiperbolik indirgeme, statüko ön yargısı,
taban değer ön yargısı.
Hepsi ayrıntılı araştırılmıştır.
Yani, hepsinin rasyonel davranıştan
sapma olduğu da belgelenmiştir.
DK: Video burada duruyor
ve öğrenci kutuya cevabı yazıyor
sonrada gönderiyor.
Belli ki dikkat etmiyorlardı.
(Gülüşmeler)
Şimdi tekrar deniyorlar
ve bu sefer doğru yaptılar.
Arzu ederlerse isteğe bağlı
açıklama da var.
Ve şimdi video dersin
bir sonraki bölümüne geçiyor.
Bu basit bir soru,
öğretmen olarak benim de
sınıfta sorabileceğim tarzda bir soru
ama ben bu tarz bir soruyu
sınıfta sorduğumda,
öğrencilerin %80'i
en son söylediğim şeyi
kâğıda karalamakla uğraşıyor,
%15'i Facebook'a dalmış oluyor
ve en ön sırada cevabı kimsenin
düşünmesine fırsat vermeden
söyleyiveren çok bilmiş var,
ben de öğretmen olarak
birinin cevabı bilmesinden
son derece mutlu oluyorum
ve sonra ders devam ediyor, gerçekten,
öğrencilerin çoğu
soru sorulduğunu bile fark etmiyor.
Burada, her bir öğrencinin
kendini konuya vermesi şart.
Tabii ki bu pekiştirme,
tekrarlama soruları
hikâyenin tamamı değil.
Birinin buraya
daha anlamlı alıştırmalar eklemesi
ve birinin de öğrencilere sorular için
geri dönüşler sağlaması gerekli.
10.000 öğretim görevlin yoksa
100.000 öğrencinin
sınavını nasıl okur ve not verirsin?
Cevap; bunu senin yerine yapması için
teknolojiyi kullanman gerekir.
Neyse ki teknoloji bir hâyli yol kat etti
ve bir dizi ilginç ev ödevine
not verebiliyoruz.
Çoktan seçmeli ve videoda gördüğünüz
kısa cevaplı sorulara ek olarak,
matematik, matematiksel ifade
ve matematiksel türevleri de
notlandırabiliyoruz.
Gerek işletme sınıfındaki
finansal modeller olsun,
gerekse bilim veya mühendislik
sınıfındaki fiziki modeller olsun,
modelleri de notlandırabiliyoruz.
Ayrıca bazı oldukça gelişmiş programlama
ödevlerini de notlandırabiliyoruz.
Sizlere aslında basit
ama görselliği yüksek
bir örnek göstereyim.
Bu Standford Üniversitesi'nin
Bilgisayar Bilimi 101 dersinden.
Öğrencilerden resimdeki
bulanık kırmızı görüntüyü
düzeltmesi iseniyor.
Tarayıcıya kendi programlarını
yazıyorlar ve görüyorsunuz ki
pek beceremediler, Özgürlük Heykeli'ni
hâlâ deniz tutuyormuş gibi.
Ve sonra öğrenciler tekrar denediler,
bu defa doğru yaptılar,
doğru yaptıkları söylendi
ve şimdi diğer soruya geçebilirler.
Öğrenciler için materyal ile
aktif olarak etkileşimde olma
ve yanlış ya da doğru
yaptıklarının söylenmesi
öğrenmeleri açısından oldukça önemli.
Şimdilik tabii ki birinin tüm dersler için
ihtiyaç duyduğu çalışma alanını
notlandıramıyoruz.
Özellikle eksik olan şey,
beşeri bilimler, sosyal bilimler,
işletme ve diğer alanlarda
fazlasıyla önemli olan
eleştirel düşünme çalışmalarıdır.
Örneğin, insani bilimler ve
edebiyat fakültesini,
çoktan seçmelinin
kötü bir strateji olmadığına
ikna etmeye çalıştık.
Gerçekten iyi gitmedi.
Bu yüzden farklı bir çözüm
üretmek zorunda kaldık.
Sonunda bulduğumuz çözüm
akran puanlamasıydı.
Sadler ve Good gibi önceki araştırmalar,
akran puanlamasının
tekrarlanabilir notlar sağlamada
şaşırtıcı derecede
etkili bir strateji olduğunu
ortaya koymuştur.
Sadece küçük sınıflarda denendi
ancak burada görüldü ki,
y ekseni üzerinde
sınıflandırılmış bir öğrenci ile
x ekseni üzerinde
sınıflandırılmış bir öğretmen
aslında fazlasıyla
birbirleri ile doğru orantılı.
En şaşırtıcı olan kısım
kendini derecelendirme,
yani öğrencinin kendi çalışmasını
eleştirel olarak notlandırdığı kısım,
-onları düzgün şekilde teşvik ederseniz,
kendilerine mükemmel puanlar veremezler-
notlar aslında öğretmenlerin
notlarıyla dahada ilintililer.
Ve bu gerçekten iyi bir stratejidir,
derecelendirme ölçeği için kullanılabilir
ve öğrenciler için de
yararlı bir öğrenme stratejisidir,
çünkü aslında onlar
deneyimlerinden bir şeyler öğrenirler.
Şunu söylemeliyim ki,
birbirlerinin çalışmalarını
derecelendirdiği ve oldukça başarılı olan
on binlerce öğrenciyle
şimdiye kadar geliştirilmiş
en büyük akran derecelendirme
ağına sahibiz.
Ama bu sadece odalarında oturup
problemlerle uğraşan
öğrencilerle ilgili değil.
Derslerimizin her birinde,
bir öğrenci topluluğu ve
paylaşılan entellektüel
çabanın etrafında
küresel bir insan topluluğu oluştu.
Burada gördüğünüz,
Princeton Sosyoloji 101 sınıfı
öğrenciler tarafından oluşturulan
bir harita ve burada
kendilerini bir dünya
haritasına yerleştirmişler.
Bu tür bir çabanın
küresel boyutunu gözlemleyebilirsiniz.
Öğrenciler bu derslerde
farklı şekillerde iş birliği yaparlar.
Her şeyden önce,
öğrencilerin soru gönderdiği
ve diğer öğrencilerin cevapladığı
bir soru-cevap forumu var.
Gerçekten şaşırtıcı olan şeyse,
çok sayıda öğrenci olduğundan
biri dünyanın herhangi bir yerinde
sabahın saat 3'ünde
biri soru sorduğunda, başka bir yerde
uyanık ve aynı problem üzerinde çalışan
başka biri olacağı anlamına geliyor.
Yani, derslerin çoğunda,
soru-cevap sayfasındaki bir soruya
ortalama yanıt süresi 22 dakikaydı.
Ki bu da benim Stanford öğrencilerime
asla veremeyeceğim seviyede bir hizmet.
(Gülüşmeler)
Öğrencilerin referanslarından da
görebileceğiniz üzere
öğrenciler birbirleriyle
bu büyük çevrim içi topluluk aracılığıyla
fiziksel sınıf bağlamında
yaptıklarından daha derin
ve çeşitli şekillerde
bağlantılar kurdular.
Öğrenciler ayrıca
bizim herhangi bir müdahalemiz olmadan
çalışma grupları kuruyor.
Bunların bazıları
coğrafi zorluklara rağmen,
problemler üzerinde çalışmak için
haftada bir buluşan fiziksel gruplardı.
Bu, San Francisco çalışma grubu
ama her biri dünyanın farklı yerinden.
Diğer gruplarsa bazen
dil hatları veya kültürel hatlar
boyunca oluşan
sanal çalışma gruplarıydı
ve orada, sol altta,
insanların açıkça
diğer kültürlerden insanlarla
bağlantı kurmak istediği
çok kültürlü evrensel
çalışma grubumuzu görüyorsunuz.
Bu tür bir yapıdan elde edebileceğiniz
bazı muazzam fırsatlar var.
Birincisi, bize insan öğrenmesini anlamada
benzeri görülmemiş bir bakış açısı
verme potansiyeline sahip olmasıdır.
Çünkü buradan toplayabileceğimiz
veriler benzersizdir.
Her tıklamayı, her ev ödevi teslimini,
on binlerce öğrenciden gelen
her forum yazısını toplayabilirsiniz.
Böylece, insan öğrenmesi çalışmalarını,
hipotez temelli moddan,
örneğin biyolojide
devrim yaratan bir dönüşüm olan
veri tabanlı moda dönüştürebilirsiniz.
Bu verileri ' Etkili olan ve olmayan
öğrenme stratejileri nelerdir? ' gibi
temel soruları
anlamak için kullanabilirsiniz.
Belirli derslerin bağlamına dayanarak ise
şöyle sorular sorabilirsiniz, örneğin,
derslerde sık sık yanlış anlaşılan şeyler
nelerdir ve biz öğrencilere
bunları düzeltmede
nasıl yardımcı oluruz?
Burada yine Andrew’un
Makine Öğrenmesi
dersinden bir örneğe bakalım.
Bu Andrew’un ödevine verilen
yanlış cevapların bir dağılımı.
Cevaplar rakam çiftleri olarak dağılmış,
bu sayede iki boyutlu bir şema
üzerinde gösterilebiliyor.
Her bir çarpı işareti
farklı bir yanlış cevabı temsil ediyor.
Yukarıdaki büyük çarpı işareti ise
2.000 öğrencinin verdiği
aynı yanlış cevabı temsil ediyor.
Şimdi, eğer 100 kişilik bir sınıfta
2 kişi aynı yanlış cevabı verseydi
bunu asla fark edemezdiniz.
Ama 2.000 öğrenci
aynı yanlış cevabı verdiğinde
bunu kaçırmak bir hâyli güç.
Andrew ve öğrencileri
bazı ödevleri gözden geçirerek
bu yanlış anlaşılmanın
neden kaynaklandığını buldu.
Ardından bu yanlış cevaba göre
bir uyarı mesajı hazırlayarak
Aynı yanlışı yapan öğrencilerin
bu yanlışlarını daha verimli bir şekilde
düzeltebilecekleri
kişisel bir geri bildirim
almalarını sağladılar.
Bu kişiselleştirme ancak bu denli büyük
rakamlara ulaşıldığında başarılabilir
Kişiselleştirme muhtemelen
en büyük avantajlarımızdan biri
ve bize 30 yıllık bir problemi
çözme potansiyeli sağlıyor.
Eğitim bilimci Benjamin Bloom 1984’te,
3 farklı popülasyonu inceleyerek
2 sigma problemini ortaya attı.
Birincisi ders tabanlı
öğrenim gören bir popülasyondu.
İkincisi ise yine ders tabanlı;
ancak uzmanlık yaklaşımı gözetilerek
öğrenim gören popülasyondan oluşuyordu.
Yani öğrenciler bir konuda uzmanlaşmadan
diğer bir konuya geçemiyordu.
Ve son olarak,
özel öğretmen yardımıyla birebir
öğrenim gören öğrencilerden
oluşan bir popülasyon vardı.
Uzmanlık bazlı öğrenen popülasyonun
standart sapması yüksekti
ve bir sigma kazandırıyordu.
Diğer ders tabanlı öğrenen gruptan
daha iyi performans veriyordu.
Özel öğrenme yöntemi ise performansta
2 sigma artış sağlıyordu.
Bunu daha iyi anlamak için,
ders tabanlı öğrenen sınıfa bakalım
ve medyan performansı eşik olarak alalım.
Yani ders tabanlı bir sınıfta,
öğrencilerin yarısı bu seviyenin
üstündeyken yarısı altında.
Özel öğrenme yönteminde ise
böğrencilerin %98'lik bir kısmı
bu eşiğin üzerinde.
Öğrencilerimizin %98'ine
ortalamanın üzerinde
öğretebildiğimiz bir sistem düşünün.
Bu nedenle 2 sigma problemi de.
Çünkü toplum olarak her öğrenciye
özel bir öğretmen sağlayamayız
ama belki de her öğrenciye
bir akıllı telefon
veya bilgisayar imkânı sağlayabiliriz.
Şimdi soru şu, teknolojiyi,
grafiği sol taraftaki
mavi eğriden itibaren sağ tarafa doğru
yeşil eğri ile birlikte itmesi için
nasıl kullanabiliriz.
Bilgisayar kullanarak
uzmanlık kazanmak kolaydır;
çünkü bilgisayarlar size aynı videoyu
5 defa göstermekten yorulmaz.
Daha önce size gösterdiğim
örneklerde de gözlemlediğimiz üzere
bilgisayarlar aynı çalışmayı tekrar
tekrar değerlendirmekten bile yorulmaz.
Kişiye özel müfredat programı
ve size daha önce gösterdiğim
kişiye özel geri bildirim yöntemi ile
kişiselleştirilmiş eğitimin
başlangıcını gözlemliyoruz.
Buradaki amaç deneyerek
yeşil eğriye ne kadar
yaklaşabileceğimizi görmek.
Peki bu sistem bu kadar iyiyse, şimdiki
üniversiteler modası geçmiş kurumlar mı?
Galiba, Mark Twain
kesinlikle böyle düşünüyordu.
Mark Twain, " Üniversiteler,
profesörün ders notlarının
öğrencinin ders notlarına
ikisinin de beynini pas geçerek
doğrudan gittiği kurumlardır" demişti.
(Gülüşmeler)
Ben Mark Twain’e maalesef katılmıyorum.
Bence o üniversiteleri değil de
üniversitelerin üzerine çok zaman ayırdığı
ders bazlı sistemi eleştiriyordu.
Daha da geriye "Akıl doldurulması
gereken bir tas değil,
ateşlenmesi gereken bir tahtadır."
diyen Plutarch’a gidelim.
Belki de öğrencilerin aklını
içerikle doldurmak yerine
onların yaratıcılığını, hayal gücünü
ve problem çözme yeteneklerini
onlarla iletişim kurarak
alevlendirmeliyiz.
Peki bunu nasıl yapacağız?
Elbette, sınıflarda aktif öğrenme
teknikleri kullanarak.
Bizim çalışmamızla birlikte
birçok çalışma gösteriyor ki
öğrenciler ile etkileşim hâlinde,
aktif öğrenme teknikleri kullanıldığında
performans her alanda artış gösteriyor.
-- Katılımda, etkileşimde
ve standartlaştırılmış
bir testte ölçüldüğü üzere öğrenmede. --
Bu çalışmada görüldüğü üzere
başarım puanları
neredeyse ikiye katlanıyor.
Belki de üniversitelerde
bu şekilde çalışıyor olmalıyız.
Özetlemek gerekirse,
dünyanın her köşesine
üst düzey eğitimi ücretsiz sunabilseydik
bu ne işe yarardı? 3 şeye.
İlk olarak eğitim
dünyanın her bir köşesinde
gerekli ilgi ve donanıma sahip insanların
kendileri ve içinde bulundukları toplumu
daha iyi bir hâle getirebilecek donanımı
edinebilecekleri temel bir
hak hâline gelirdi.
İkincisi, hayat boyu öğrenme
imkânı sunardı.
Birçok insan için öğrenimin
lise veya yüksek öğrenimden
sonra bitmesi çok yazık.
Bu sistem sayesinde
ister hayatınızı değiştirmek
ister ufkunuzu genişletmek için olsun
istediğiniz zaman yeni bilgilere
erişim sağlayabileceksiniz.
Ve son olarak, bu sistem
bir yenilik dalgası getirebilir;
çünkü parlak zekâlar
herhangi bir yerde olabilir.
Belki de bir sonraki
Albert Einstein ya da Steve Jobs
Afrika’nın ücra bir köyünde yaşıyor.
Ve biz bu insanlara eğitim sunabilirsek
dünyayı hepimiz için
daha iyi bir yer hâline
getirebilecek yeniliklere
imza atabilirler.
Çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)