Adım Ryan Lobo
ve tüm dünyada belgesel film çekimi işini
yaklaşık 10 yıldır yapıyorum.
Bu filmleri yapma sürecinde
çoğu zaman kameremı sinirdendirme pahasına
kendimi fotoğraf çekerken buluyorum.
Bu fotoğrafımı neredeyse zorlayıcı buluyorum.
Bazen çekimlerin sonunda
bazı fotoğrafların tüm hikayeyi belgeselden
daha iyi anlattığı hissine kapılıyorum.
Her türlü politika ve amaca rağmen
eğer fotoğrafım varsa
elimde gerçeğin olduğunu hissediyorum.
2007'de üç tane savaş bölgesine gezi yaptım.
Irak, Afganistan ve Liberya'ya.
Orada başka insanların ızdıraplarına şahit oldum
bazı yoğun ve
duygusal hikayelere şahit oldum
ve bazı zamanlarda kendi hayatımdan endişelendim.
Her zamanki gibi Bagalore'ye geri döndüm
ve genelde arkadaşlarımın evindeki
değişik konulardaki tartışmaları dinledim,
mesela bazen barın yeni çalışma saatlerinden dem vururlardı
O barlarda içecek 14 yaşındaki hizmetçilerine
verdikleri paradan daha pahalı olur.
Bu tartışmalar sırasında kendimi çok yalnız hissederim.
Fakat aynı zamanda kendimi
ve hikaye anlatmadaki amacımı da sorguladım.
Ve şunu fark ettim ki
aynı arkadaşlarımın hikayelerinde olduğu gibi
ben de sorumluluk
almak yerine
özürler uyduruyorum.
Bir kararı niye aldığımın detaylarını söylemeyeceğim ama
siz onun alkol, sigara, diğer maddeler
ve bir kadın içerdiğini bilin.
(Gülüşmeler)
Şuna karar verdim,
hikaye anlatmada kamera ve ortam ya da
benim dışımdaki herhangi bir şey değil,
önemli olan ve ayarlanması gereken tek araç
benim kendi şahsım.
Hayatımda başarı ya da tanınmışlık gibi şeyleri elde
etmek istediğimde hep benden kaçtılar.
Ironik bir şekilde bu elemanları hiç düşünmeyip
hırs ve azim ile çalışıp
sonuçlar yerine mükemmeliyet için çalıştığımda
her şey kendi kendine geldi, tatmin olmak dahil.
Fotoğrafcılık kendiminkini de dahil olmak üzere kültürleri yüceltti.
Ve o benim için elle tutulamayanı ifade eden ve
sesi olmayan insan ve hikayelere ses veren bir araç.
Sizi hikaye anlatmadaki arzu olarak
adlandırdığım alana örnek
olabilecek 3 tane
yeni yaşanmış hikayeye davet ediyorum.
2007'de Liberya'ya gittim.
Orada General Butt Naked adlı efsanevi
ve acımasız savaş lordu hakkında
bağımsız, herhangi bir yerden kaynak almadan
ve çekimleri hala sürmekte olan bir film yaptık.
Onun adı Joshua ve bir zamanlar çocuklar dahil
insanlara eziyet edip öldürdüğü hücrenin içinde
poz veriyor.
Joshua kişisel olarak Liberya sivil savaşı sırasında
10,000'den fazla insanı öldürdüğünü iddia ediyor.
Adını tamamen çıplak olarak savaşmasından alıyor.
Muhtemelen şu an dünyadaki en azılı
katillerden biridir.
Bu kadın kardeşinin ölümüne tanık oldu.
Joshua çocuk yaştaki askerlerine inanılmayacak suçlar işletti
ve emrindekilere inanılmaz zalimlikler yaptırdı.
Bugün o çocuklardan çoğu eroin tarzı maddelere bağımlı
ve bu fotoğraftaki erkekler gibi muhtaç durumda.
Bu şekilde korkunç suçları işlediğinizi
biliyorsanız nasıl kendinizle barışık olabilirsiniz?
Bugün o general vaftiz olmuş bir Hristiyan evangelisti.
ve bir görevde...
Joshua'ya bir zamanlar öldürdüğü ve insanlara tecavüz ettiği
köyleri gezerken eşlik ettik.
Af diliyor ve
çocuk askerlin yaşamlarını
geliştireceğini vaad ediyor.
Bu gezi sırasında onun
ve onunla beraber bizim de öldürüleceğimizi düşünüyordum.
Fakat gözümü açtığımda
olası olabileceğini düşünmediğim
bir affetme hissi ile karşılaştım.
Fakirliğin ve yokluğun arasında
hiç bir şeyleri olmayan insanlar kendilerinden
her şeyi alan insanı affettiler.
Af diliyor ve kardeşini
öldürdüğü kadın
onu affediyor.
Tekerlekli sandalyede oturan Senegalli bu genç adam
bir zamanlar generalin emri altında çocuk askerdi,
sonra emre itaat etmedi
ve general onun iki ayağını da kestirdi.
Generali şimdi affediyor.
Ailelerini öldürdüğü insanlar arasında şimdi
dolaşırken hayatının riske atıyor.
Bu fotoğrafta gecekondu bölgesinde sinirli bir topluluk onu çevreliyor.
Joshua onlar öfkelerini kusarken
sessiz kalıyor.
Bu görüntü bana Shakespear'in oyunlarını hatılatıyor,
bir sürü etki tarafından çevrelenmiş bir insan
kendi yarattığı eziyetlere karşı
kendinden bir şeylere tutunmaya çalışıyor.
Bütün bunlar olurken oradan oraya gidip durdum.
Fakat burada soru şu,
af ve takdis adaletin yerini tutar mı?
Joshua suçları karşılığı
davaya çıkabileceğini söylüyor
ve onlara Monrovia'da dinleyenlerin kurbanları olduğu
bir seyirci kitlesi önünde Monrovia'daki bir kürsüden hitap ediyor.
Kilise ve devlet işlerinin ayrılması için konuşacak
en son insan belki de.
Size anlatacağım ikinci hikaye
özel barış koruyucu güçleri olan
bir grup savaşcı bayan.
Liberya Afrikan'ın en ağır
iç savaşlarından birini yaşamıştı,
200,000'den fazla kişi öldü
binlerce kadın çok geniş kapsamlı
suç ve tecavüze maruz kaldı
Liberya şimdi Hindistanlı barış sürdürenlere bağlı
olan bir kadın organizasyonuna
ev sahipliği yapıyor.
Çoğu Hindistan'daki ufak kasabalardan gelen bu kadınlar
evlerinden ve ailelerinden çok uzakta barışı sürdürmeye yardım ediyorlar.
Askeri bir müdaheleden çok pazarlık
ve hoşgörüyü kullanıyorlar.
Bir komutan bana bir keresinde
bir bayanın olası bir tehlikeyi bir erkekten
çok daha iyi tahmin edebileceğini söylemişti.
Ve onların kesinlikle bu belayı agresif olmayacak şekilde def edebileceklerini.
Bu adam çok sarhoştu
ve benim kameramla çok ilgileniyordu
ta ki onu gülümsemeyle, ve tabii ki bir de hazır AK-47 ile,
izleyen kadını görene kadar.
(Gülüşmeler)
Bu kadın bayağı şanslı gibi gözüküyor
herhangi bir zarara yol açmadı
bir sürü barış sürdürücü Liberya'da öldüğü halde.
Ve evet, ölen o insanların hepsi erkekti.
Bir çok kadının sadece çocukları var
ve dediklerine göre onların hareketlenmesinin en zor kısmı
çocuklarından ayrı kalmaları.
Bu kadınlara devriyeleri sırasında eşlik ettim
ve onların erkeklerin yanından geçerken
muhatap oldukları terbiyesiz kelimelere şahit oldum.
Bu kadınlara şok ve korkunç karşılığı ile ilgili sorduğumda
bana " Merak etme, evde de aynı şey.
Bu insanlara nasıl davranacağımızı biliyoruz" dedi
ve o erkekleri hiç takmadı.
Kadına karşı şiddetin dorukta olduğu bir ülkede
Hindistanlı bu barış koruyucuları yerel halktan
bir sürü kadını da polis gücüne katılmaya özendirdi.
Bazen savaş bittiğinde ve bütün film ekipleri gittiğinde
en ilham verici hikayeler
radarın hemen altında gerçekleşen hikayelerdir.
Hindistan'a geri döndüm ve kimse bu hikayeyi almak istemedi.
Bir editör bana "manüel işcilik hikayeleri" yapmaya
ilgi duymadığını söyledi.
2007 ve 2009 yılında Delhi Yangın Departmanı hakkında hikayeler yaptım,
onlar yazın muhtemelen en aktif yangın departmanı oluyorlardır.
2 aydan 5,000'den fazla çağrıya cevap veriyorlar.
Ve bütün bunlara sıcaklık, trafik sıkışıklığı gibi
inanılmaz lojistik sıkıntılara rağmen.
Bu çekim sırasında inanılmaz bir şey oldu.
Trafik sıkışıklığından dolayı bir gecekondu
mahallesine gitmekte gecikmiştik.
Yaklaştığımız zaman bölgedeki yüzlerce sinirli kişi
bizim aracımıza saldırdılar ve taş attılar.
Insanlar saldırdıklarında itfayeciler
dehşete düştü.
Yine de, onların düşmanca tutumlarına karşı,
itfayeciler araçtan inip başarılı bir şekilde ateşe karşı mücadele verdiler.
Sinirli kalabalığın içinden eldiven yardımı ile geçiryorlardı
ve bazıları zarar görmemek için kask giyiyordu.
Bazı insanlar hortumları itfayecilerin elinden alıp
kendi evlerine doğru tutuyorlar.
Yüzlerce ev yıkıldı.
Fakat benim kafamdaki soru şu,
insanları kendi evlerine yardıma gelen
itfaye aracına saldırmaya iten ne?
Bu kinin kaynağı ne?
Ve bizim burdan sorumluluğumuz ne?
Delhi'deki 14 milyon insanın yüzde 45'i
genelde aşırı nüfusa sahip kaçak
gecekondularda yaşıyor.
En sıradan rahatlıktan bile yoksunlar.
Bu çoğu büyük şehrimizde de olan bir şey.
DYD'ye geri dönelim. Büyük bir kimya deposu alev almıştı
ve pertokimyasallarla dolu binlerce bidon
sağa sola taşınıp etrafımızda patlıyordu.
Sıcaklık o kadar fazlaydı ki
bazı hortumlarla herhangi bir koruyucu elbisesi olmayan
itfayecileri soğutmaya çalışıyorlardı.
Hindistan'da bizim hükümet yapımız hakkında şikayet etmekten hoşlanırız.
Fakat burada DYD'nin başları olan
Mr. R.C. Sharman ve Mr. A.K.Sharman
adamlarıyla beraber yangına müdahele ediyorlar.
Manüel işgücünün genelde hakir görüldüğü
bir ülkede muhteşem bir şey.
(Alkışlar)
Yıllar süresince hikaye anlatılıcılığının gücüne olan inancım test edildi.
Onun etkisine dair ve insanlara
olan inancıma dair ciddi şüphelerim oldu.
Fakat çektiğimiz bir film hala National Geographic'de gösteriliyor.
Ve o yayınlandığında beraber olduğum o insanlardan telefon alıyorum
ve bana kendilerini tebrik eden yüzlerce arama aldıklarını söylüyorlar.
Bazı itfayeciler taş-sopa yerine teşekkür
aldıklarından dolayı motive olduklarını
bana söylediler.
Görünen o ki bu hikaye DYD hakkındaki izlenimleri değiştirdi,
en azından televizyon izleyen, gazete okuyan ve
evi yanmamış olan insanların gözünde.
Bazen contekste bakmadan kahramanlığa,
güzelliğe ve onursal olana odaklanmak
elle tutulamayan şeyler 3 şekilde yüceltir:
hikayenin kahramanını, dinleyeni ve
hikayeyi anlatanı.
Hikaye anlatıcılığının gücü bu.
Onursal, cesur ve güzel olana odaklanın
ve o büyüsün. Teşekkürler.
(Alkışlar)