1987'de, Tina Lord kendini
zor bir durumun içinde buldu.
Bu servet avcısı kadın tam da
Cord Roberts'a miras kalmadan önce
onunla evlenmek için her şeyi yaptı.
Ancak Cord, Tina'nın Cord'un parasını
Cord'dan daha fazla sevdiğini anlayınca
Tina'yı terk etti.
Cord'un annesi Maria durumdan
çok memnundu
ta ki onlar yeniden birleşene dek.
Bundan sonra Maria, Max Holden'a
Tina ile birlikte olması için para verdi.
Ve Max'in çocuğunun Tina'nın karnında
olduğunu Cord'dan gizledi.
Tina hâlâ Cord'la evliydi
ancak Cord'un onun sevmediğini düşünüyordu
Bu yüzden Max ile Arjantin'e kaçtı.
Cord da nelerin döndüğünü anladı,
peşlerinden gitti
fakat her şey için çok geçti.
Tina kaçırılmış,
bir kayığa bağlanmış
uçurumdan aşağıya yollanmıştı.
Çocuğuyla birlikte öldükleri düşünülüyordu.
Cord ilk başta biraz üzüldü,
daha sonra acısını unuttu ve
çok zeki bir arkeolojist olan
Kate ile yakınlaştı.
Muazzam bir düğün planladılar
ancak ölümden dönmüş Tina
kiliseye kucağındaki çocuğuyla daldı
"Durun!" diye haykırdı.
"Geç kalmadım değil mi?
Cord, uzun yoldan geldim.
Bu da senin oğlun."
Ve bu, bayanlar baylar,
"One Life to Live" adlı pembe dizide geçen
25 yıl sürecek aşk hikâyesinin
başlangıcıydı,
(Gülüşmeler)
Şimdi, eğer hepiniz bir
pembe dizi izlediyseniz,
oradaki olayların ve karakterlerin destansı
bir abartıya sahip olduğunu bilirsiniz.
Bu dizilerin hayranıysanız,
bu abartıyı eğlenceli bulabilirsiniz.
Ancak değilseniz,
bunların yapmacık ve
tekdüze olduğunu düşünebilirsiniz.
Hatta belki de pembe dizileri izlemenin
vakit kaybı olduğunu,
anlamsız ve eğiticilikten uzak
olduğunu düşünebilirsiniz.
Ama bence durum tam olarak öyle değil.
Pembe diziler hayatı yansıtıyor.
Sadece biraz abartarak.
İçlerinde çıkarılacak dersler var,
biz onlardan öğrenebiliriz,
ki bu pembe dizilerde görülebileceği gibi
çok önemli ve cesurcadır.
Şimdi, ben ikinci sınıftayken hayranı
olduğum "General Hospital" dizisinin
en önemli anı olan Luke ve Laura'nın
düğününün sonunu yakalamak için
otobüs durağından eve koşturdum.
(Alkışlar)
Yani tahmin edebileceğiniz gibi
"As the World Turns" dizisinde
sekiz yıl boyunca yaptığım yardımcı
oyuncu yönetmenliğini çok seviyordum.
Benim işim pembe dizileri izlemek,
senaryolarını okumak
ve dizide oynayacak
doğru oyuncuları seçmekti.
Yani ben işimi bilirim.
(Gülüşmeler)
Ve evet, pembe diziler
abartılı,
çoğunlukla dramatik,
ama hayatlarımız bir o kadar yoğunlukta
ve onlar kadar dramatik yaşayabiliriz.
Hayatımızda trajedi ve eğlence arasında
gitgeller yaşıyoruz,
tıpkı bu karakterler gibi.
Eşikleri atlıyor, kötülerle savaşıyor
ve beklenmedik şekilde kurtuluyoruz
ve bunu tekrar tekrar yapıyoruz,
aynı pembe diziler gibi,
senaryoyu değiştirebilir,
yani bu karakterlerden bir şeyler
öğrenebiliriz,
arılar gibi hareketlerle
kıvrılarak savrularak hayatımızı
sürdürürüz.
Ve biz bu dersleri kendi hayat
hikâyemizi
oluşturmak için kullanabiliriz.
Pembe diziler bize tereddütten kurtulmayı,
kapasitemize inanmayı,
cesareti, savunmasızlığı,
uyumluluğu ve esnekliği öğretebilir.
Ve en önemlisi onlar bize
hikâyemizi değiştirmek için asla
geç kalmadığımızı gösterir.
Öyleyse şimdi pembe dizi
derslerimizin birincisiyle başlayalım:
Teslim olmak bir seçenek değil.
(Gülüşmeler)
"All My Children"daki Erica Kane
Scarlett O'hara'nın televizyon sürümüydü,
içinde hırpani ve cesur biri yatan
kendince önemli ve şaşaalı bir prensesti.
Erica'nın televizyondaki 41 yılındaki
en önemli anı
ormanda yalnız başınayken
bir anda bir ayıyla yüz yüze kalmasıydı.
Erica ayıya bağırdı;
"Bunu yapamazsın!
Beni anlıyor musun?
Yanıma gelemezsin!
Ben Erica Kane'im
ve sen de pis bir yaratık!"
(Gülüşmeler)
Ve elbette ayı oradan ayrıldı,
yani bunun bize öğrettiği
engellerle karşılaştığımızda
bu engellere teslim olabilir
ya da karşı gelip savaşabiliriz.
Pandora'daki Tim Westergren
çoğumuzdan iyi bilir.
Hatta onu "Silicon Valley" dizisinin
Erica Kane'i olarak düşünebilirsiniz.
Tim ve arkadaşları iki milyon dolar
yatırım alarak
bir şirket kurdular.
Ertesi yıl beş parasızdılar.
Birçok şirket bu durumda iflas etmişti,
ancak Tim direnmeyi seçti.
11 kredi kartının tümünün limitini doldurdu
ve 6 haneli kişisel borçların altına girdi
ve bu hâlâ durumu kurtarmaya yetmedi.
İki yıl boyunca iki haftada bir
çalışanlarına gitti
ve onlardan maaşlarından feragat
etmelerini istedi
ve bu işe yaradı.
Yaklaşık 50 kişi iki milyon dolar
borcun vadesini ödeyebildiler
ve şimdi 10 yıldan fazla zaman sonra,
Pandora'nın değeri milyarlara ulaştı.
Engelleri aşmanın
bir yolu olduğuna inandığınızda
karşınızda ne olursa olsun
tümünü aşabilirsiniz,
teslim olmak bir seçenek değil.
Ki bu da bizi ikinci dersimize getiriyor:
Egonuzu feda edin ve
üstünlük kompleksinden vazgeçin.
İşte bu korkutucu.
Bu bir kabulleniş ya da
hata yapma ihtiyacıdır.
Belki öyle olmak istesek bile
özel olmadığımızı kabullenmektir.
"The Bold and the Beautiful" dizisinin
Stephanie Forrester'ı
kendinin çok olduğunu düşünüyordu.
O kadar özel olduğunu düşünüyordu ki,
vadideki ayak takımıyla muhattap olma
gereği duymadı
ve vadi kızı Brook'un bunu bildiğinden
emin oldu.
Ancak 25 yıl süren epik çatışmadan sonra
Stephanie'nin canına tak etti
ve Brook'u kabullendi.
Anlaşmazlıklar çözüldü,
baş düşmanlar can dostu oldu
ve Stephanie Brook'un kollarında öldü,
işte bizim çıkaracağımız ders bu.
Egonuzdan vazgeçin.
Hayat sizin etrafınızda dönmüyor.
Hepimiz içindeyiz,
neşe ve sevgiyi yaşama,
gerçekliğimizi geliştirme kabiliyeti
ancak kendimizi savunmasız hâle
getirdiğimizde ortaya çıkar
ve davranışlarımız ya da
tepkisizliklerimiz
için sorumluluk kabul ederiz,
tıpkı Starbucks'ın CEO'su
Howard Schultz gibi.
Harika bir CEO'luk döneminden sonra
2000 yılında istifa etti
ve Starbucks kısa zamanda büyüdü
ve hisse senedi fiyatları düştü.
Howard 2008 yılında
yeniden şirkete katıldı
ve yaptığı ilk işlerden biri
180 bin çalışanından özür dilemek oldu.
Özür diledi.
Dürüstçe yardım istedi ve
fikirlerini sordu.
Ve şimdi Starbucks Howard yeniden
katıldığından beri
gelirini ikiden fazla katladı.
Kendinizi güvende veya haklı tarafta
tutma isteğinizden vazgeçin,
bunun kimseye faydası yok,
en azından kendinize.
Egonuzdan vazgeçin.
Pembe dizi dersleri üçüncü ders:
Evrim gerçektir.
Sizler aynı kalmak için yaratılmadınız.
Televizyonda tekrar eden hikâyeler
sıkıcıdır, sıkıcı olanlar da işinden olur.
Karakterlerin büyümesi
ve değişmesi gerekir.
Dizilerde bu tür değişiklikler
zorlu geçiş dönemleri yaratabilir,
bir karakter dün başka oyuncu
tarafından canlandırılırken
bugün başkası tarafından canlandırılabilir.
Oyuncu değişikliği pembe dizilerde
sıkça yaşanır.
20 yıldan fazla süren
"General Hospital"da
dört farklı karakter hep aynı
ana karakteri canlandırdı,
o da Carly Benson'du.
Her yeni yüz karakterin hayatında
ve kişiliğinde değişikliklere yol açtı.
Carly karakterinin hep belirgin
özellikleri vardı,
ancak karakter ve olaylar
onu oynayan kişilere göre uyarlandı.
Bunun bize anlattığı şey ise:
Yaşadığımız sürece bizim
görüşünüşümüz birden değişmese de
karakterimiz değişebilir.
Etrafımıza bir çember çizerek
onun içinde kalabilir
ya da kendimizi fırsatlara açabiliriz.
Tıpkı hemşirelik öğrencisiyken otel sahibi
olan Carly gibi
ya da Julia Child gibi.
Julia İkinci Dünya Savaşı'nda ajandı,
savaş bittiğinde, evlendi,
Fransa'ya taşındı,
aşçılık okuluna gitmeye karar verdi.
Julia'nın kitapları ve dizileri
Amerika'nın yemek kültürünü değiştirdi.
Hepimiz hayatımızda gelişmeye ve
uyum sağlamaya,
sebep olacak değişikliği
başlatabilecek güce sahibiz.
Karar bizim,
ancak bazen hayat bizim adımıza seçer
ve bunu bize haber vermez.
Sürprizlerini yüzümüze vurur.
Yerde kütük gibi yatarken, havasız kalırız
ve yeniden dirilmeye ihtiyaç duyarız.
Tanrıya şükür pembe dizi
derslerinde dördüncü ders var:
Yeniden dirilmek mümkündür.
(Gülüşmeler)
(Alkışlar)
1983 yılında "Days of Our Lives" dizisinde
Stefano DiMera kalp krizinden öldü
ama bu olamaz çünkü, 1984'te
arabası limana savrulduğunda ölmüştü,
ancak yine döndü ve 1985'te
beyin tümöründen öldü.
(Gülüşmeler)
Ancak tümör onu öldürmeden önce
Merlana onu vurmuş ve yavaşça
geri adım atarak ölmüştü.
Ve bu şekilde 30 yıl sürdü.
(Gülüşmeler)
Cesedi gördüğümüzde dahi,
bunu biliyorduk.
Ona Anka Kuşu denmesinin bir sebebi vardı.
İşte bu da bizim için şu anlama geliyor;
dizi yayınlanmaya devam ettiği sürece
ya da siz nefes aldığınız sürece,
hiçbir şey kesin değildir.
Yeniden dirilmek mümkündür.
Şimdi elbette gerçek hayat gibi,
pembe diziler de büyük final yaparlar.
CBS kanalı benim de çalıştığım
"As the World Turns" dizisini 2009'da
yayından kaldırdı ve son bölümümüzü
Haziran 2010'da çektik.
Altı ay ölüm gibi geçti
ve ben o treni doğrudan
dağlara sürdüm.
Hatta biz o duraklama dönemindeyken
milyonlarca insan
iş bulmakta zorlanıyordu,
bir şekilde her şeyin
iyi olacağını düşündüm.
Brooklyn'deki apartmanımdan
eşyalarımı toplayıp çocuklarla birlikte,
eşimin ailesinin yanına,
Alabama'ya taşındık.
(Gülüşmeler)
Üç ay geçtiğinde, hiçbir şey
yolunda değildi.
Dizimin son bölümünü izlediğimde,
kötü sonu gören yalnızca dizim değildi;
bu benim de sonumdu.
İşsizdim ve kayınlarımın evinde
ikinci katta yaşıyordum
ve bu da insanın içinin öldüğünü
anlatmaya yeter.
(Gülüşmeler)
Ama hikâyemin bitmediğini biliyordum,
bu kesinlikle bir son olamazdı.
Pembe dizilerde öğrendiğim şeyleri
uygulamaya koymamın tam sırasıydı.
Erica gibi cesur olmalı,
teslim olmamalıydım,
o yüzden her gün duruma direnecek
kararlar verdim.
Stephanie gibi savunmasız olmalıydım
ve egomu bir yana bıraktım.
Birçok kez birçok eyaletten
yardım istemem gerekti.
Carly gibi uyumlu olmalıydım
ve yeteneklerimi, kafa yapımı ve
içinde bulunduğum durumu geliştirmeliydim.
Stefano gibi dayanıklı olmalıydım,
kendimi ve kariyerimi bir anka kuşu gibi
küllerinden yeniden diriltmeliydim.
En sonunda bir görüşmeye çağrıldım,
15 yıllık haber ve eğlence kariyerimden
dokuz aylık işsizliğimden sonra
ve bu görüşmede,
giriş seviyesi bir iş için teklif aldım.
37 yaşındaydım
ve yeniden dirilmiştim.
Hepimiz son olacakmış
gibi görünen şeyler yaşayacağız
ve bunun başlangıca
dönüşmesini sağlayabiliriz.
Mucizevi bir şekilde şelalenin dibinden
kurtulan Tina gibi,
ki uçurum kenarında asılı kalmaktan
nefret ederim,
Tina ve Cord boşandılar,
ancak dizi 2012 yılında yayından kalkmadan
önce üç kez daha evlendiler.
Unutmayın,
ciğerleriniz hava aldığı sürece,
hikâyenizi değiştirmek için
asla geç değildir.
Teşekkürler.
(Alkışlar)