Herkese merhaba.
Konuşmaya, tiyatroda yaptığımız
bir çalışmayla başlamak istiyorum.
Şimdi herkes ellerini sallamaya
başlasın ve gevşesin.
Rahat olduğunuz bir pozisyona geçin
ve gözleriniz kapatın.
Şimdi herkes gözünü kapattıysa
sizden olmak istediğiniz karakteri
gözünüzde canlandırmanızı istiyorum.
Bu, herhangi bir şey olabilir.
Bir büyücü, bir ajan, bir süper kahraman,
kötü karakter, hatta hayvan bile olabilir.
Yani bir karakter düşünün.
Karakteri belirlediğinizde
bir adım daha derine gidin.
Bu karakterin daha derin
katmanlarını keşfetmek isteyin.
Karakterinizin özellikleri ne
veya bir ailesi var mı?
Hedefi ne? Motivasyonu ne?
Bu karakterin hikâyesi ne?
Karakter için kısa bir bağlam kurduğunuzda
çok önemli olan şu adıma
geçmenizi isteyeceğim:
Kendinizi bu karakterden
ayrıştırdığınızı hayal edin.
Karakteri bir kutuya koyup kutuyu kapatın
ve bir kasaya yerleştirin.
Kasayı kilitleyin ve anahtarını
cebinizde güvenli bir yere koyun.
Son bir kural daha var,
bu uymanızı isteyeceğim son bir yönerge.
Kutuyu ve odanın dışındaki
kasayı asla açmayın.
Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz.
Bu garip aktivite, günlük yaşamda
hepimizin yapmış olduğu
veya hâlâ yapıyor olduğu bir şey.
İnsanların taklit etme eğilimi
ve farklı karakterleri
hayal etme eğilimi var.
İnsanlar, farklı hikâyeleri ve anlatıları
ve macera duygusunu keşfetmeye yatkın.
Bence bu, insanların
başlıca özelliklerinden biri,
hatta insan doğasının
temel özelliklerinden biri.
Mesela, gençken hepimiz
hırsız polis oyununu oynamışızdır,
bu oyun aslında
kendimizi polis veya hırsız yerine
koyduğumuz bir rol yapma oyunu
veya kendimizi bir filmin
ya da bir kitabın ana karakteri olarak
hayal etmek kadar basit.
Böylelikle, insanlar
kendilerini taklit etmeye
ve hayal etmeye
farklı koşullarda devam ediyorlar.
Fakat bu zengin hayal gücüne rağmen
günümüzün birçok toplumu, sosyal trendlere
ve normlara uyum sağlamak amacıyla
bizi bir kalıba sokuyor.
Bunu özellikle tüm dünyayla
iletişim kurduğumuz
teknoloji ve sosyal medya ile yapıyorlar.
Birbirimize bağlı olsak da tek kültürlü
bir topluma fazlasıyla boyun eğiyoruz.
Yani toplum bir şekilde yaşamın
en güzel taraflarından birini yok ediyor:
Yaratıcılığı ve çeşitliliği.
Kız kardeşim üçüncü sınıfta iken
''Küçük Deniz Kızı''
filmini henüz izlemişti.
Yanıma yüzündeki büyük sırıtışla gelip
deniz kızı olmak istediğini söylemişti.
Elbette bu gerçekleşmeyecekti.
Kız kardeşimin deniz kızı
olma arzusundaki eşsiz olan şey,
süper güçleri olan ve özel nitelikli
olan bir deniz kızı olmaktı.
Deniz kızının parlak yüzgeçleri vardı
ve Disney filmlerinde gördüğümüz
deniz kızlarından daha benzersizdi.
Böylece şunu fark ettim ki
sizin birkaç dakika önce hayal gücünüzle
yarattığınız karakterlerde
sizin duygunuz veya kişiliğiniz de olsa
hedefleriniz, motivasyonunuz da olsa
daima sizden gelen bir özgünlük var.
Bu karakterin içinde bir yerlerde
sizden bir parça var.
Bunu bir düşünün.
Eğer bu karakterleri
kilit altında tutuyorsanız
o zaman bir bakıma biz de kendimizden
bir parçayı sizden saklıyoruz demektir.
Ben uyum sağlamanın
önemsiz olduğunu söylemiyorum.
Bir dereceye kadar öyle tabii.
Örneğin, harekete geçmek, konuşmak
ve yol yordam bilmek zorundasınız.
Kişilik sahibi olmak,
belirli kıyafetler giymek zorundasınız.
Böylece başkaları tarafından yok sayılmaz
veya kaba olarak algılanmazsınız.
Bir dereceye kadar hepimiz
uymacılık yönündeki
bu harekete az çok katılıyoruz.
Arkadaşlarınızın Instagram'da giydikleri
kıyafetleri giymek oldukça cezbedici
veya çok sevdiğiniz ünlülerin Snapchat'te
yedikleri yemekleri yemek de cezbedici.
Yani bir şekilde, uymacılık ile
bireysellik arasındaki ilişkinin
orta yolunu bulamadığımız bir noktada
mahsur kalmış durumdayız.
Bu yüzden kendimize şu soruyu sormalıyız:
"Bunu nasıl dengede tutarız?"
Bu soruyu ben kendime sorduğum
zaman aklıma gelen ilk yer,
tiyatro kara kutusuydu.
Bu odada toplumsal engeller yoktu,
yargılanma duygusu yoktu.
Her kişiliği ve hissiyatı dile getirdik,
kendimize sakladığımız
her duyguyu ifade ettik.
Bense bu durumu farklı karakterleri
canlandırarak atlattım.
Bazen kendimi biraz tuhaf hissettim
ve tuhaf bir karakteri oynadım.
Ailem arasında ve arkadaşlarım arasında
kendime sakladığım tüm bu hisleri
dışa vurdum ve ifade ettim.
Bu tiyatro kara kutusu benim için adeta
mağarada yaşayan yarasa gibiydi.
Gizli kimliğimi gösterebildiğim
gizli bir barınaktı.
Yüzde yüz olduğum kişi tamamen olabildim.
Hepinize de tavsiyem şu:
Kara kutuya girmekten korkmayın.
Biliyorum ki ilk başta çok göz korkutucu.
İzleyicinin önünde ayakta dururken
ve özümüzde kim olduğumuzu
içtenlikle ifade ederken
çekingen hissediyoruz.
Bir şekilde savunmasız da hissediyorsunuz.
Fakat işi bir kere kavradığınızda
farkına varıyorsunuz ki
odadaki herkes aynı amaçla burada.
Herkes arkadaşları arasında keşfedemediği
bir parçasını keşfetmek için
ve birbirini daha iyi tanımak için burada.
Herkes toplum içinde genellikle
göstermediği, içlerindeki tüm öfkeyi,
tüm mutluluğu ve tüm coşkuyu
açığa çıkarmak için burada.
Kara kutuya girin ve uymacılıkla savaşın.
Teşekkür ederim.