Ökse otu görmek koşarak uzaklaşmanıza ya da gözünüze birisini kestirmişseniz, kar beyazı yemişlerin altında fırsat gözetmenize sebep olabilir. Peki bu neşeli ökse otu altında öpüşme geleneği nasıl ortaya çıktı? Uzun soluklu bu gelenek mitoloji ve bitkinin biyolojisini bir araya getiriyor. Ökse otunun dünya üzerinde binden fazla çeşidi bulunmaktadır. Hatta, eski Avrupalılar bitkinin sıra dışı yetişme doğasından çok etkilenmiş ve bitkiye efsane ve mitolojilerinde yer vermişlerdir. Eski Roma'da ise, Büyük Pliny, eski İngiltere'deki Druid ruhbanlığın ökse otunun Tanrılar tarafından cennetten gönderildiğine inandıklarından söz etmektedir. Bu bitkinin belirli ağaçların üst dallarındaki alışılmadık konumunu açıklamaktaydı. Ayrıca iyileştirme gücü olduğuna ve doğurganlık sağladığına inanıyorlardı. Bu sırada, İskandinav efsanesi Tanrı Baldr ve sevgi dolu, aşk, evlilik ve bereket tanrıçası annesi Frigg'in hikâyesinde bitkinin mistik özellikleri anlatılıyordu. Frigg, oğlunu o kadar çok seviyordu ki bütün bitki, hayvan ve cansız nesneye ona zarar vermeme yemini ettirdi. Bu hevesinden dolayı ökse otunu göz ardı etti. Muzip tanrı Loki bu hatayı fark etti ve Baldr'ın kalbini ökse otundan oyulmuş bir ok ile deldi. Frigg öyle bir üzüntüyle ağladı ki bu damlalar ökse otunun inci rengi yemişlerini oluşturdu, tanrıların ona acıyarak Baldr'ı diriltme kararı vermesi sağladı. Bu haberi duyan Frigg, bu sefer de o kadar sevinmişti ki ökse otunu bir ölüm simgesinden barış ve aşk simgesine dönüştürdü. Bütün kavgalar için bir günlük ateşkes yapılmasını ve dünyaya sevgiyi yaymak için herkesin otun altından geçince kucaklaşmasını emretti. 17. yüzyılda, Yeni Dünya'ya gelen İngiliz koloniciler farklı ancak çok benzer görünüşlü bir ökse otu türüyle karşılaştılar. Sihir, bereket ve sevgi öykülerini bu bitkiye atfederek ökse otu asma geleneğini Avrupa'dan Amerika'ya taşıdılar. 18. yüzyıla geldiğimizde, Britanya'da insanlar bunu bir Hristiyan geleneğine çevirdiler, ama bu gelenek hayal gücünden çok daha fazlasına dayanıyor. Bütün geleneği bitkinin ilgi çekici biyolojik özelliklerine borçluyuz. Ökse otunu neşeli bir süs olarak görüyoruz ama doğada ağaç dallarına yayılan bitki kısmen asalak bir bitki. Ökse otu haustoria olarak bilinen ve ağaç dallarını delerek kendilerini taşıyan ağaçtan su ve mineral sömüren modifiye köklerle yaşıyor. Yakın ağaçları tohumlarıyla kolonize eden ökse otu, serpilme işlemi için kuşlar ve diğer canlılardan yararlanıyor. Ökse otunun yapışkan beyaz yemişlerini yiyen kuşlar bazen bu tohumlardan ağaç kabuğuna sürtünerek kurtuluyorlar. Ya da şansın yardımıyla, sindirilmez tohumları bir ağaca dışkılıyorlar, tohumlar çimlenerek büyüyorlar. Esnekliği ve çevredeki ağaçlar yaprak döktüğünde, özlü kalan yapraklarıyla ökse otunun neden batıl inançlı atalarımızı cezbettiğini anlayabilirsiniz. Bunları bitkinin sihirli özellikleri ve verimliliğine işaret olarak gördüler. Bugün dahi, ökse otu beslediği yabani hayat çeşitliliği ile mucizeleri esinliyor. Bir asalaktan çok temel bir canlı türü olarak biliniyor. Çeşitli hayvanlar tarafından tüketiliyor, mesela karaca, Kanada geyiği, sincap, çizgili sincap, kirpi, nar bülbülü, mavi kuşlar, matemli kumru, ve Delias sınıfı kelebekleri kapsıyor. Bazı ökse otu türleri sıkı çalılar oluşturuyor, bunlar da farklı kuşlar için mükemmel yuvalar sağlıyor. Ağaçlarla olan asalak ilişkilerine rağmen, diğer bitkiler için faydası da oluyor. Örneğin, ardıçlar yemişe gelen kuşlardan faydalanmak için ökse otu çevresinde filizleniyor. Sağladığı bir çok faydayla ökse otu çeşitliliği etkiliyor ve eko-sistemin büyümesini sağlıyor. Bu ikonik bitki için yaşamın efsaneyi taklit ettiğini söyleyebilirsiniz. Ökse otu, doğada, nesneleri bir araya getirme gücüne sahip ve geleneklerimizde de bunun gerçekleştiğini görüyoruz.