Bir arkadaşım geçen gün
taksiyle hava alanına gidiyormuş
ve yolda taksi şoförü ile
sohbet ediyormuş,
şoför ona tüm samimiyetiyle demiş ki
"Gerçekten iyi bir insan
olduğunuzu söyleyebilirim."
Daha sonra bana hikâyeyi anlattığında
bunun kendisini nasıl iyi
hissettirdiğine inanamadığını,
onun için anlamlı olduğunu söyledi.
Arkadaşımın yabancı
birisinin sözlerine verdiği tepki,
güçlü bir tepki gibi gözükebilir
fakat o yalnız değil.
Ben bir sosyal bilimciyim.
İyi insanların psikolojisini inceliyorum
ve alanımdaki araştırmalar,
çoğumuzun iyi bir insan gibi hissetmek
ve iyi bir insan gibi görünmek konusuyla
derinden ilgilendiğini gösteriyor.
Şimdi, sizin "iyi insan" tanımınız
ve sizin "iyi insan" tanımınız
ve belki de taksi şoförünün
"iyi insan" tanımı --
hepimiz aynı tanıma sahip olmayabiliriz
fakat tanımımız ne olursa olsun,
ahlaki kimlik çoğumuz için önemli.
Pekâlâ, birisi ona karşı gelirse,
yani yaptığımız bir şakayı sorgularsa
veya belki de iş gücümüzün
homojen olduğunu söylersek
ya da güvenilmez bir iş masrafı yaparsak
çoğu zaman kırmızı-bölge
savunmacılığına giriyoruz.
Yani bazen marjinal gruplardaki insanlara
yardım etmemizi veya
hayır kurumuna bağış yapmamızı
ya da kâr amacı gütmeyen yerlerde
gönüllü olduğumuz
saatleri devreye sokuyoruz.
O iyi insan kimliğini
korumak için çalışıyoruz.
O, çoğumuz için önemli.
Peki ya size şöyle dersem?
Ya iyi insan olma bağlılığımız,
daha iyi insanlar olmamızı engelliyorsa?
Ya "iyi insan" tanımımız
çok darsa ve bilimsel olarak
bir karşılığının olması imkânsızsa?
Ayrıca, ya daha iyi
bir insan olmaya giden yol,
iyi bir insan olmayı
terk etmekle başlıyorsa?
Şimdi, insan zihninin
nasıl çalıştığıyla ilgili
araştırmadan biraz bahsedeyim,
açıklamak için.
Beyin, görevinin çoğunu
gerçekleştirmek için kısa yollara güvenir.
Yani çoğu zaman,
zihinsel süreçleriniz,
bilinciniz dışında yer alır,
tıpkı zihninizin ardındaki
düşük-pil, düşük-güç modu gibi.
Bu aslında,
sınırlı rasyonelliğin öncülüdür.
Sınırlı rasyonellik,
Nobel ödülü kazanmış bir fikirdir
ve insan zihninin
sınırlı depolama kaynakları,
sınırlı işlem gücü olduğunu
ve sonuç olarak görevinin çoğu
için kısa yollara güvendiğini öne sürer.
Yani örneğin
bazı bilimcilerin tahmini şöyle:
Daha iyi, daha iyi tıklama, evet?
İşte oldu.
(Gülüşmeler)
Herhangi bir anda
zihninize 11 milyon bilgi parçası gelir.
On bir milyon.
Bunlardan yalnızca
40 tanesi bilinçli olarak işlenir.
Yani 11 milyon, 40.
Yani bu hiç başınıza geldi mi?
İş yerinde çok meşgul bir gün geçirip
eve döndüğünüzde
ve kapıdan girdiğinizde
arabayı nasıl sürdüğünüzü bile
hatırlamadığınızı fark ettiniz mi,
yeşil mi kırmızı ışıklara mı
denk geldiğinizi mesela?
Hatırlamıyorsunuz bile.
Otomatik pilottaydınız.
Hiç buzdolabını açıp
tereyağını aradığınız
ve orada olmadığına yemin ettiğiniz,
ve sonra da tereyağının gözünüzün
önünde durduğunu fark ettiğiniz oldu mu?
Bizi güldüren çeşit çeşit
"ay!" anları vardır
ve yalnızca 40'ı
bilinçli olarak işlenirken
11 milyon bilgi parçasının
üstesinden gelen bir beyinde
gerçekleşen şey budur.
Sınırlı rasyonelliğin
sınırlı kısmı da budur.
Max Bazerman ve Mahzarin Banaji
adlı ortaklarımla
sınırlı ahlaklılık adını
verdiğimiz çalışmamıza
ilham veren şey
sınırlı rasyonellik çalışmasıdır.
Bu, sınırlı rasyonellik ile aynı öncül,
yani bir şekilde sınırlı olan ve kısa
yollara güvenen bir insan zihnine sahibiz
ve bu kısa yollar
bazen bizi yanlış yola götürebilir.
Zihin, sınırlı rasyonellikle
belki de bakkaldan aldığımız mısır
gevreğini veya toplantı odasında
piyasaya sürdüğümüz ürünü etkiliyor.
Sınırlı ahlaklılıkla insan zihni,
aynı insan zihni
kararlar alır
ve bu kimi işe alacağımızla
veya hangi şakayı yapacağımızla
ya da riskli iş kararıyla alakalı.
İş yerinde sınırlı ahlaklılık ile ilgili
bir örnek vereyim.
Bilinçsiz ön yargı,
sınırlı ahlaklılığın etkilerini
gördüğümüz bir yer.
Yani bilinçsiz önyargılar
zihnimizdeki ortaklıklar ile ilgili,
beyninizin bilgiyi düzenlemek için
kullandığı kısa yollar,
yüksek ihtimalle farkındalığınız dışında,
bilinçli inançlarınızla
mutlaka aynı hizada olmaz.
Araştırmacılar Nosek, Banaji ve Greenwald
milyonlarca insanın verisine baktılar
ve buldukları şey, örneğin,
çoğu beyaz Amerikalı, iyi şeyleri
siyahi insanlardan ziyade,
beyaz insanlarla
daha hızlı ve kolayca bağdaştırıyorlar
ve çoğu erkek ve kadın,
bilimi kadınlardan ziyade erkeklerle
daha hızlı ve kolayca bağdaştırıyor.
Bu bağdaştırmalar insanların
bilinçli olarak düşündükleri şey ile
aynı olmak zorunda değil.
Aslında çok eşitlikçi görüşleri olabilir.
Yani bazen, o 11 milyon ile
o 40 aynı olmazlar.
İşte başka bir örnek:
çıkar çatışmaları.
Küçük bir hediyenin --
tükenmez kalem veya akşam yemeği gibi --
bu küçük hediyenin karar almamızı
ne kadar etkileyebileceğini
hafife almaya meyilliyiz.
Zihnimizin bilinçsiz olarak hediyeyi veren
kişinin bakış açısını desteklemek için
kanıtlar sıraladığını fark etmiyoruz,
bilinçli olarak ne kadar objektif ve
profesyonel olmaya çalışırsak çalışalım.
Sınırlı ahlaklılığı da görüyoruz --
iyi insanlar olma bağlılığımıza rağmen
hâlâ hatalar yapıyoruz
ve bazen diğer insanların
canını acıtan hatalar yapıyoruz
ve en iyi girişimlerimize rağmen
adaletsizliğe neden olan
hatalar yapıyoruz
ve hatalarımızdan öğrenmek yerine
onların nedenini açıklıyoruz.
Tıpkı, örneğin
sınıfımdan bir kadın
öğrenciden e-posta aldım,
seçtiğim bir okuma metninin,
yıllardır seçtiğim okuma metninin
cinsiyetçi olduğu yazıyordu.
Sınıfımdaki aynı ırktan olan iki kişiyi
karıştırdığımda --
hiç benzemiyorlardı --
onları herkesin önünde birbirleriyle
birden fazla kez karıştırdığımda.
Bu tür hatalar bizleri, beni,
kırmızı-bölge savunmacılığına gönderir.
O iyi insan kimliği için
savaşmamızı sağlar.
Fakat Mary Kern ile birlikte sınırlı
ahlaklılıkla ilgili son çalışmamız
yalnızca hatalara eğilimli
olmadığımızı gösteriyor --
hatalara eğilimimiz, o kırmızı bölgeye
ne kadar yakın olduğumuza bağlıdır.
Yani çoğu zaman hiç kimse iyi insan
kimliğimizi sorgulamaz
ve kararlarımızın ahlaki çıkarımları
hakkında çok fazla düşünmeyiz
ve modelimiz, çoğunlukla gitgide daha
az ahlaki davranışa doğru
kıvrılıp gittiğimizi gösteriyor.
Diğer yandan, birisi
kimliğimizi sorgulayabilir
veya yansıma olarak
kendimiz de sorguluyor olabiliriz.
Dolayısıyla kararlarımızın ahlaki
çıkarımları gerçekten belirgin hâle gelir
ve bu durumlarda, daha daha iyi kişi
davranışına yöneliyoruz
veya daha net olmak gerekirse
kendimizi daha iyi bir insan hissettiren
davranışlara daha çok yöneliyoruz,
tabii her zaman aynı olmuyor.
Sınırlı ahlaklılık fikri,
ahlaki kararlarımızda rol oynayan
niçimizdeki pusulanın önemini
belki de abarttığımız anlamına gelir.
Belki de kişisel çıkarlarımızın
kararlarımızı ne kadar
tetiklediğini abartıyoruz
ve belki de kendimizi
iyi insan olarak görmemizin
davranışlarımızı ne kadar
etkilediğini fark etmiyoruz,
yani aslında o iyi insan kimliğini korumak
ve onu kırmızı bölgeden uzak tutmak için
öyle çok uğraşıyoruz ki
hatalarımızdan öğrenmek ve gerçekten
daha iyi insanlar olmak için
kendimize bir alan bırakmıyoruz.
Belki de kolay olmasını
beklediğimiz için.
Ya/ya da olan iyi insan tanımına sahibiz.
Ya iyi insansınızdır ya da değilsinizdir.
Dürüstlüğe sahipsinizdir
ya da değilsinizdir.
Irkçı, cinsiyetçi veya
homofobiksinizdir ya da değilsinizdir.
Bu ya/ya da tanımında, büyümeye yer yok.
Bu arada,
hayatlarımızın çoğu bölümünde
yaptığımız şey bu değil.
Hayat, eğer hesap tutmayı
öğrenmeniz gerekseydi
bir hesap tutma dersi alırdınız
veya bir ebeveyn olursak
bununla ilgili bir kitap alır ve okuruz.
Uzmanlarla konuşuyoruz,
hatalarımızdan öğreniyoruz,
bilgimizi güncelliyoruz,
daha iyi olmaya devam ediyoruz.
Fakat mesele iyi insan olmaya geldiğinde
efor ve büyüme faydası olmaksızın
bilmekle yükümlü,
yapmakla yükümlü olduğumuz
bir şeymiş gibi düşünüyoruz.
Bir süredir düşündüğüm şey şu:
iyi insanlar olmayı unutsaydık,
boş verseydik
ve bunun yerine daha yüksek,
daha da yüksek bir
"iyimsi" insan olma standardı
belirleseydik ne olurdu?
İyimsi bir insan kesinlikle
yine de hata yapar.
İyimsi bir insan olarak
her zaman hata yapıyorum.
Ancak iyimsi bir insan olarak onlardan
öğrenmeyi, onları sahiplenmeyi deniyorum.
Onları bekliyor ve peşlerinden gidiyorum.
Bu hataların bedelleri olduğunu anlıyorum.
Ahlak, önyargı, çeşitlilik ve dahil olma
gibi konular söz konusu olduğunda
gerçek insanlara gerçek bedeller vardır
ve bunu kabul ediyorum.
Aslında, iyimsi bir insan olarak
hatalarımı fark etme konusunda
daha iyi oluyorum.
İnsanların göstermelerini beklemiyorum.
Onları bulma alıştırması yapıyorum
ve sonucunda...
Elbette bazen utandırıcı olabilir,
huzursuzluk verici olabilir.
Kendimizi bazen
korunmasız yerlere koyuyoruz.
Fakat tüm bu korunmasızlık içerisinde,
tıpkı daha da iyi olmaya
çalıştığımız diğer her şey gibi
gelişim gösteririz.
Büyümeyi görürüz.
Daha iyi olmamıza izin veririz.
Kendimize bu izni neden vermeyelim?
Hayatımızın kalan diğer kısımlarında,
kendimize büyüme alanı bırakıyoruz --
bu kısım hariç, en önemli kısım da bu.
Teşekkürler.
(Alkış)