Bir süre önce bir deney gerçekleştirdim.
Bir yıl boyunca, beni korkutan her şeye
Evet dedim, beni endişelendiren,
konfor alanımın dışındaki şeylere
Evet demek için kendimi zorladım.
Toplum içinde konuşmayı istedim mi?
Hayır, ama aslında Evet.
Tv’de canlı yayında olmak istedim mi?
Hayır, ama aslında Evet.
Oyunculuğu denemek istedim mi?
Hayır, ama Evet, Evet.
Ve çılgınca bir şeyler oldu:
beni korkutan şeyleri yapmak
korkuyu yok etti.
Korkunç olmaktan çıktılar.
Benim toplum içinde konuşma yapma,
sosyal anksiyete korkum
bir anda yok oldu.
Bu harika bir şey, tek bir kelimenin gücü.
‘Evet’ kelimesi hayatımı değiştirdi.
‘Evet’ kelimesi beni değiştirdi.
Ancak belirli bir evet türü vardı ki,
benim hayatımı en derin şekilde etkileyen
hiç hayal etmediğim bir türde,
her şey küçük çocuğumun
bana sorduğu soru ile başladı.
Üç tane harika kızım var,
Harper, Beckett ve Emerson.
Ve Emerson herkese açıklanamaz bir
biçimde ‘tatlım’ diye hitap eder.
Güney bölgesindeki bir garson misali.
(Gülüşmeler)
"Tatlım, bardağıma eklemek için
biraz süte ihtiyacım var."
(Gülüşmeler)
Bir akşam güneyli garson
onunla oynamamı istedi.
Bir yere gitmek üzere olmama
rağmen ona ''Evet.'' dedim.
Bu evet benim ailem için yeni
bir yolun ilk adımı sayılır.
O andan itibaren kendime bir söz verdim.
Çocuklarım benimle ne zaman
oynamak isterse
bir şeyler yapıyor ya da
bir yere gidiyor olsam da
her seferinde onlara evet diyorum.
Elbette bu konuda mükemmel değilim,
ama pratik yapmak için çok çabalıyorum.
Bunun benim üzerimde
sihirli bir etkisi var.
Çocuklarım ile ailemi de
etkileyen bir durum.
Aynı zamanda çarpıcı bir yan etkisi var,
bir bütün olarak onu anladığım yakın
zamana dek, varlığı olmayan bir etki,
çocuklarımla oyun oynamaya
evet demenin aslında
kariyerimi kurtardığını söylemek mümkündür.
Bakın, birçok kişinin rüya gibi
iş dediği işe sahibim.
Ben hayal kuran, yaşamak
için üreten bir yazarım.
Rüya gibi bir iş.
Hayır.
Ben bir devim.
Rüya gibi bir iş.
Ben televizyonu, televizyon
yapımcılığı yapıyorum.
Ben televizyonu, televizyonun
büyük anlaşmasını yapıyorum.
Her şekilde, bu televizyon sezonu
dünyaya 70 saatlik program sunmak
benim sorumluluğumdur.
4 televizyon programı,
70 saatlik televizyon yayını,
(Alkışları)
Bazen tek bir seferde,
3 şov bazen de
4 şov yapım kapsamında oluyor.
Her bir şov daha önceleri var
olmayan yüzlerce işi var ediyor.
Bir televizyon ağının
bir bölümüne ayrılan bütçe
üç ile altı milyon
dolarlık bütçe aralığında.
Beş olduğunu farz edelim.
Her bir bölüm 9 günde bir
yapılıyor, dört şov için.
Her 9 günde bir 20 milyon
dolarlık bir televizyon değeri,
4 televizyon programı,
70 saatlik televizyon yayını
eş zamanlı üç şov yapımcılığı, bazen dört
tüm zamanlarda 16 bölüm mevcut.
"Grey's," 24 bölüm,
"Scandal," 15 bölüm
"How To Get Away With Murder," 15 bölüm
"The Catch," 10 bölüm,
toplamda 70 saatlik televizyon.
Bir sezon için 350 milyon dolar.
Amerika’da benim Tv şovlarım
perşembe akşamı art arda yayınlanıyor.
Dünya genelinde, yayınlarım
256 bölgede, 67 dilde yayınlanmaktadır.
İzleyici kitlemiz 30 milyon kişidir.
Benim beynim evrensel bir beyin
70 saatlik Tv yayınlarının 45 saati
benim tarafımdan oluşturulmuştur.
Sadece yayıncılık değil, bu
nedenle her şeyden önce,
benim sakin ve gerçek zamana,
yaratıcı zamanı bulmaya ihtiyacım var.
Kamp ateşi etrafında
hayranlarımla toplanıp
hikayemi anlatmam lazım.
4 televizyon programı, 70 saatlik Tv.
Eş zamanlı üç şov yapımcılığı,
bazen dört, 350 milyon dolar, dünya
genelinde yanan kamp ateşleri.
Bunu başka kimin yaptığını
biliyor musunuz?
Hiç kimse, söylediğim gibi
ben bir devim.
Rüya gibi bir işe sahibim.
(Alkışlar)
Bunları sizi etkilemek için söylemiyorum.
Bunları sana söylememin asıl nedeni,
size ‘yazar’ dendiği anda
neler düşündüğünüzü biliyorum.
Bunları bir yerlerde sıkı çalışan
kişilere söylüyorum.
Bir şirketi yönetiyor olabilirsin,
veya bir ülkeyi veya bir sınıfı
ya da bir mağazayı, belki
de bir evi yönetiyorsun.
İş hakkında konuştuğum zaman
sözlerimi ciddiye almalısın,
şunu da bir gerçek, gün boyu bilgisayarın
başında, gün boyu hayal kurmuyorum.
Şu sözleri söylediğimi duyarsınız.
Rüya gibi bir işin hayal kurmakla ilgisi
olmadığını anlıyorum.
Tamamı iş, hepsi iş, tamamı realite,
tamamı kan, ter ancak gözyaşı barındırmaz.
Ben çok çalışıyorum, çok çabalıyorum
ve işimi seviyorum.
İşimde sıkı çabaladığım, işte derinleşince
o anda başka hiçbir duygu yoktur.
İşim ince havadan oluşan, bir ulusu
inşa etmekle geçen zamanlardır.
Askerleri eğitmek misali,
bir tuvali boyamak misali.
Yüksek notayı çalmak gibi,
maraton koşmak gibi.
Yani Beyonce olmak gibi,
Ve aslında bunların hepsinin aynı
anda birleşimi demektir.
Ben işimi seviyorum.
İşim yaratıcı, mekanik, yorucu aynı
zamanda heyecan verici.
İşim harika aynı zamanda rahatsız edici
klinik ve aynı zamanda
anaç bir iştir.
Acımasız ve aynı zamanda
adaletli bir iş.
Aslında her şeyi çok iyi
yapan şey uğultudur.
Çalıştığım zamanlarda
içimde iyi hisseden
bir vardiya türü bir şeyler var sanki.
Beynimde bir uğultu başlıyor sanki.
Sonra büyüyor ve bu uğultu açık
bir yola dönüşüyor sanki.
Onu sonsuza dek sürebilirim
ve birçok kişiye uğultuyu
açıklamaya çalıştığımda,
onlara yazmak hakkında
konuştuğumu varsayarlar.
Yazmanın bana keyif
verdiğini sananlar var.
Beni yanlış anlamayın, elbette öyledir.
Ancak bu uğultu --
televizyon işlerimi gerçekleştirmeden
önce var olmamıştı.
Sonra çalışmaya başladığımda,
çalıştım ve işler yaptım.
Bir şeyleri inşa etmek,
yaratmak ve iş birliği yapmak.
Bunların ardından bu uğultuyu keşfettim.
Bu acele, bu uğultu.
Bu uğultu yazmanın da ötesinde.
Bu uğultu eylem ve aktivite.
Bu uğultu bir bağımlılık.
Bu uğultu bir müzik.
Bu uğultu bir ışık ve hava.
Bu uğultu Tanrı’nın kulaklarıma
doğrudan fısıldamasıdır.
Ve bu türde bir uğultuya
sahip olduğun zaman,
mükemmellik için çabalamaya
karşı koyamıyorsun.
Bedeli ne olursa olsun,
bu mükemmellik için
çabalamayı tetikleyen bu duyguyu,
işte bunu uğultu olarak
adlandırıyorum.
Belki de tamamı işkolik olmak sayılabilir.
(Gülüşmeler)
Belki deha sayılır.
Belki ego sayılır.
Belki de sadece başarısızlıktan korkudur.
Bilemiyorum.
Ancak şunu iyi biliyorum,
başarısızlık için yaratılmadım.
Şunu da iyi biliyorum,
bu uğultuyu seviyorum
Size şunu söylemek istiyorum, Ben bir devim.
Şunu da biliyorum ki,
bu hususu
sorgulamak istemiyorum.
Ama şu da bir gerçek ki:
ben daha çok başarılı oldukça,
daha çok şov yaptıkça,
daha çok bölüm,
daha çok engeli aştıkça,
yapılması gereken daha da
çok iş olduğunda,
havada dolaşan
cesaret var oldukça,
bana bakan, beni izleyen
gözler çoğaldıkça,
tarih daha çok izledikçe,
Daha çok beklenti oluştukça,
başarılı olmak için daha çok çalıştıkça,
benim daha çok çalışmaya ihtiyacım oluyor.
İş konusunda ne demiştim?
Ben çalışmayı seviyorum, değil mi?
İnşa ettiğim ulus,
koştuğum maraton,
askerler, tuval,
yüksek nota ve uğultu.
Uğultu, uğultu,
bu uğultuyu beğeniyorum,
bu uğultuyu seviyorum.
Bu uğultuya ihtiyacım var,
ben bu uğultuyum.
Bu uğultu benim.
Sonra uğultu bir anda durdu.
Çok çalışmaktan, çok kullanılmaktan.
Çok uygulanmaktan,
hepsi yandı.
Ve uğultu bir anda durdu.
Şimdi, üç kızım şu gerçeğe alışkınlar;
anneleri çalışkan bir dev olduğu
gerçeğine alışkınlar.
Harper insanlara
diyor ki;
"Annem orada olmayacak
ancak bakıcıya mesajını iletebilirsin."
Emerson der ki, "Tatlım,
ben ShondaLand’a gitmek istiyorum."
Onlar bir devin çocukları.
Onlar da bebek devin.
Uğultunun durduğu zamanlarda
yaşları 12, 3 ve 1 idi.
Makinenin uğultusu ölmüştü.
İşimi sevmeyi bırakmıştım.
O sıralar makineyi tekrar çalıştıramadım.
Uğultu da geri gelmek istemiyordu.
Uğultu bozulmuş, kırılmıştı.
Aynı işleri tekrarlıyordum o sırada,
her zaman yaptığım işler,
tamamı devin işleri,
günde 15 saat çalışmak,
hafta sonları dahil,
pişmanlık yok, asla vazgeçmek yok,
bir dev asla uyumaz
ve bir dev asla pes etmez,
tüm kalbi ile, berrak gözleri ile veya
artık her gerekli ise yerine getirilirdi.
Ancak artık uğultu yoktu.
İçimde bir sessizlik vardı.
Dört televizyon programı, 70 saatlik Tv yayını,
eş zamanlı üç şov yapımcılığı,
bazen de dört program
Eş zamanlı dört Tv programı,
70 saatlik Tv yayını,
yapımcılık dahilinde olan üç adet şov...
Ben mükemmel bir devdim.
Annen ile tanışması için evine
davet edebileceğin bir devdim.
Tüm renkler aynıydı,
ve ben artık eğlenemiyordum.
Kısacası benim hayatım böyle idi.
Yaptığım her şey
bunlardan ibaretti.
Ben uğultu idim ve uğultu ben idi.
Sevdiğin işin, yaptığın şeylerin
toz gibi bir tat bıraktığı anlarda
sen ne yaparsın?
Şimdi, biliyorum bazıları
şunu düşünüyor şu anda
‘benim için nehirleri ağla
seni aptal yazar Bayan dev’
(Gülüşmeler)
Ama sen de biliyorsun, sen de yapıyorsun,
eğer sevdiğin şeyleri yapar, sevdiğin işi yapar
ve yaptığın işleri seversen,
bir öğretmen olmak, bir bankacı olmak,
bir anne olmak, bir ressam olmak,
bir Bill Gates olmak,
sana bu uğultuyu ilham eden
başka bir insanı sevmek,
eğer sen de bu uğultuyu tanıyorsan
eğer bu uğultunun nasıl
hissettirdiğini biliyorsan,
eğer uğultu ile tanışıyorsan,
bu uğultu kesildiğinde,
yok olduğunda, sen kim oluyorsun?
Sen kimsin?
Ben kimim?
Hala bir dev sayılır mıyım?
Kalbimde çalan şarkı kesilir ise,
bu sessizlikte hayatta kalabilir miyim?
Sonra güneyli garson bana bir soru soruyor.
Kapıya doğru yönelmiş ve çıkıyordum,
geç kalmıştım, bana diyor ki,
''Anne, oyun oynamak ister misin?''
Tam hayır diyecektim ki,
iki şeyi fark ettim.
Birincisi, benim her şeye evet demem gerek,
ikincisi ise, güneyli garson
bana "tatlım" demedi.
Artık herkese "tatlım" demiyor.
Ne zaman oldu bu?
Bir şeyleri gözden kaçırdım,
bir dev olmak ve uğultunun yasını tutmak,
gözlerimin önünde değişim
yaşadığını gördüm.
Sonra diyor ki, "Anne, oyun oynamak ister misin? "
Ben de "Evet." diyorum.
Aslında özel bir durum yok,
oynuyoruz, kız kardeşleri de katılıyor,
çok gülüyoruz,
sonra onlara kitaptan dramatik
bir okuma gerçekleştiriyorum.
Sadece sıradanlık
(Gülüşmeler)
Aynı zamanda, aslında sıradışı sayılır,
çünkü içimdeki acı ve panik,
evsizlik ve uğultusuz olmaktan ötürü
dikkatimi vermeliyim,
Bu nedenle odaklanıyorum
Hala da öyle.
İnşa ettiğim ulus, koştuğum maraton,
askerler, tuval, yüksek nota hiç biri yok.
Var olan yapışkan bir kaç parmak,
duygusal öpücükler ve minik sesler
ile boyama kalemleri
ve vazgeçmekle ilgili olan şarkı,
Karlar Ülkesinin (Frozen Girl) vazgeçmesi
ile ilgili olan her ne ise.
(Gülüşmeler)
Her şey barışçıl ve basit.
Bu atmosfer benim için çok nadir sayılır,
güçlükle nefes alıyorum.
Nefes aldığıma güçlükle inanabiliyorum
Oyun oynamak çalışmanın tam aksidir.
Ve şu anda mutluyum.
İçimde bir şeyler çözülüyor.
Beynimde bir kapı açılıyor,
bir enerji yığını oluşuyor.
Ve bu anlık bir şey değil, ancak
gerçekleşiyor, evet gerçekleşiyor.
Onu hissediyorum.
Bir uğultu beliriyor.
Tam hacimli değil, neredeyse oluşacak,
çok sakin, onu duymak için
çok sessiz olmalıyım, ama o burada.
Uğultu değil, ama bir uğultu.
Bu sırada sanki bir sihirli sırrı
biliyormuş gibi hissediyorum.
Tamam, duygulara kapılmayalım.
Bu sadece sevgidir. Hepsi o kadar.
Sihir değil. Sır değil. Sadece sevgi.
Unuttuğum bazı şeylerden biri.
Uğultu, çalışan uğultu,
devin uğultusu,
sadece yer değiştiren.
Sana kim olduğumu soracak olursam,
sana kim olduğumu söylecek olursam,
kendimi şov koşulları ile ifade edersem,
ve televizyon saatleri ile, ve beynimin
evrensel bir şekilde iş bitiren olduğunu,
gerçek uğultunun ne olduğunu unuttum.
Uğultu bir güç değildir,
ve uğultu spesifik-iş değildir.
Uğultu spesifik keyiftir
Gerçek uğultu ise spesifik- sevgidir
Uğultu yaşam heyecanından
doğan bir elektriktir.
Gerçek uğultu öz güven ve barıştır.
Gerçek uğultu tarihi bakışı yok sayar,
ve atmosferdeki cesaret,
beklentiler ve baskı.
Gerçek uğultu tekil ve özgündür
Gerçek uğultu tanrının
kulaklarıma fısıldamasıdır,
belki de tanrı yanlış kelimeleri fısıldadı,
peki bana dev olduğumu söyleyen
tanrılardan hangisiydi?
Bu sadece sevgi.
Hepimiz birazcık daha sevgi alabiliriz,
daha çok sevgi.
Çocuklarım benimle oyun
oynamak istediğinde,
her zaman evet derim.
Tek bir nedenle sıkı bir kural yaptım,
kendime izin vermek için,
kendimi tüm işkolik suçlu hissetme
duygusundan kurtarmak için.
Bu bir kural, başka seçenek yok,
ve başka seçeneğim yok,
uğultuyu hissetmek istiyorsam.
Kolay olmasını ben de isterdim,
fakat oynama konusunda iyi değilim.
Oyun oynamayı sevmem.
İşimi yapma konusundaki ilgime
benzer bir ilgim yok o alanda.
Gerçekler oldukça mütevazidir
ve aşağılayıcıdır.
Oynamayı sevmem.
Her zaman çalışırım
çünkü çalışmayı seviyorum.
Çalışmayı evden oturmaktan
daha çok seviyorum
Bu gerçekle yüzleşmek
benim için oldukça zor,
çünkü kim işini evden
olmaktan daha çok sever ki?
Evet, ben.
Yani, dürüst olmak gerekirse
ben kendime dev derim.
bazı sorunlarım var.
(Gülüşmeler)
Sorunlardan biri, çok rahat bir kişi olmam.
(Gülüşmeler)
Bahçede koşuyoruz; bir ileri bir geri.
30 saniyelik dans partilerimiz var.
Şov melodilerini söylüyoruz,
toplarla oynuyoruz.
Baloncuklar yapıyorum, onlarda patlatıyor.
Çoğu zaman katı,
çılgın şaşkın hissediyorum.
Gözüm hep cep telefonumda.
Ama her şey yolunda.
Küçük çocuklarım bana nasıl
yaşanacağını gösteriyor, evrenin
uğultusu içimi dolduruyor.
Oyun oynuyorum, ve başta neden
oyun oynamayı bıraktığımı
merak edene kadar oynuyorum.
Evet siz de yapabilirsiniz,
çocuklarınız oyun istediğinde
her seferinde evet demelisin.
Elmas ayakkabılı bir aptal
olduğumu düşünüyor musun?
Haklısın, yine de sen de yapabilirsin.
Zamanın var.
Neden mi? Çünkü Rihanna değilsiniz
ve kukla değilsiniz.
Çocuğun senin o kadar ilginç
olduğunu düşünmüyor.
(Gülüşmeler)
Sadece 15 dakikaya ihtiyacın var.
2 ve 4 yaşındaki çocuklarım
bir kere oynamak istedi
yaklaşık olarak 15 dakika
kendilerine düşünmeden önce
bir şeyler yapmak istiyorlar.
harika geçen 15 dakika,
ama sadece 15 dakika.
Eğer ben bir şeker veya uğur böceği
değilsem, 15 dakikadan sonra görülmezim.
(Gülüşmeler)
13 yaşındaki kızımla
15 dakika konuşabilirsem
yılın ebeveyni sayılırım.
(Gülüşmeler)
İhtiyacın olan sadece 15 dakika.
Günümden kesintisiz geçecek olan
15 dakikayı koparabilirim.
Kesintisizlik anahtar kelimedir.
Cep telefonu olmadan, çamaşır
yıkamadan, hiç birşey yok.
Meşgul geçen bir hayatın var.
Masaya akşam yemeğini hazırlamalısın.
Banyo yapmaları için onları
zorlaman gerek.
Ama 15 dakikayı yaşayabilirsin.
Çocuklarım huzurum, yerimdir,
onlar benim dünyam,
çocukların olmak zorunda değil,
uğultunu besleyen yakıt,
yaşamın iyi olmaktan öte
olduğu her yerde olabilir.
Sadece çocuklarınla oynamak değil,
söz konusu keyif almak.
Genel anlamda oyundan bahsediyorum.
Kendine 15 dakika ver.
Seni iyi hissettiren bir şeyler bul.
Onu keşfet ve o alanda oyna.
Bu konuda mükemmel değildim.
Hatta bazen başarılı olduğum
kadar başarısızım da,
arkadaşlarını gör, kitap oku
boşluğu izle.
"Oynamak ister misin?" kendimi
şımartmak için kısayol oldu
ilk Tv şov sıralarında tam vazgeçecekken,
eğitimde dev olduğum sıralarda,
bilinmeyen yollarlar kendim ile
yarıştığım sıralarda,
Sadece 15 dakika? Kendime 15 dakikalığına
tüm dikkatimi versem
ne kaybederim?
Sonuç, hiç bir şey.
Çalışamamak uğultunun geri
gelmesine olanak sağladı,
sanki, uzakta olduğum sırada uğultunun
makinesi yakıtını tazeledi.
Oyun olmadan iş düzgün sayılmaz.
Biraz zaman alıyor, ama bir kaç ay sonra
bir gün bent kapakları açılıyor
ve bir acele bir telaş, kendimi
ofisimde buluyorum
tanıdık olmayan bir melodi ile dolu,
içimi dolduran harika hissiyat,
etrafımda, bana fikirler gönderiyor,
uğultunun kapısı açık, onu sürebilirim,
ve ben işimi tekrar seviyorum.
Ama şimdi, uğultuyu beğeniyorum,
fakat o uğultuyu sevmiyorum.
O uğultuya ihtiyacım yok.
Ben o uğultu değildim, uğultu ben değil,
artık değil.
Ben baloncuk kabarcığı, yapışkan eller ve
yemek masasındaki arkadaşlarım.
Ben bu uğultuyum.
Yaşam bir uğultu.
Aşk, sevgi bir uğultu.
İş uğultusu hala benim bir parçam,
ama benim tamamım sayılmaz,
ve çok minnettarım.
Ve benim için dev olmak
çokta önem ifade etmiyor,
çünkü daha önceleri Red Rover
oynayan bir dev görmedim.
Daha az işe, daha çok oyuna evet dedim
ilginçtir ki; dünyam hala dönüyor.
Beynim hala evrensel
kamp ateşlerim hala yanıyor.
Daha çok oynadıkça daha çok mutluyum
ve çocuklar da daha çok mutlu.
Daha çok oynadıkça
kendimi iyi bir anne gibi hissediyorum.
Daha çok oynadıkça
zihnim o kadar özgür oluyor.
Daha çok oynadıkça
daha iyi çalışıyorum.
Daha çok oynadıkça, uğultuyu
daha çok hissediyorum.
İnşa ettiğim ulus
koştuğum maraton,
askerler, tuvaller
yüksek nota ve uğultu, uğultu,
diğer uğultu, gerçek uğultu,
yaşam bir uğultudur.
Uğultuyu hissettikçe
bu titrek, garip, kozalaşmamış olan
ilginçtir ki; yepyeni oluyor.
Canlı dev olmayanlar
benim gibi hissediyor.
Uğultuyu hissettikçe,
kendimi daha iyi tanıyorum.
Ben bir yazarım, bir şeyler
hayal eder ve yaratırım.
İşin bir parçası
rüyayı yaşamaktır.
Rüya gibi iş buna denir.
Çünkü rüya gibi işin bir miktar
rüya içermesi gerekir.
Daha az işe ve daha çok oyuna evet dedim.
Devin gereksinimleri uygulanmaz
Oynamak ister misin?
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)