Sizi bu beş sandalye
ile tanıştırayım
çünkü konuşmamda gerçek baş rolü
onlar oynayacak.
Hepimize özel bir mesaj verecekler
ve bu mesaj
dünyaya her an sunduğumuz
tavır ve davranışlarla ilgili.
Bundan ne kastettiğimi
size yaşadığım bir olayla anlatayım.
Benim için çok önemli
olan biriyle,
partnerimin 20 yaşındaki kızıyla,
yakınlık kurmaya çalışıyordum.
Bu düşünceyle ona,
"Haydi akşam çıkıp, iki kız iyi
vakit geçirelim" dedim.
Özel bir buluşma yeri seçmiştim,
Milano Blue Note Jazz Klübü.
O gece benim en sevdiğim
caz grubu Manhattan Transfer
çalıyordu.
Buluştuk, şahane bir ortamdı.
Gayet iyi anlaşıyorduk
ve mutlu olmuştum.
Savaş sonrası kuşaktan
müziği seven biri olarak
aklıma şu geldi
"Acaba o da, bu müzikten hoşlanmış mıydı?"
ve o anda dönüp ona baktım.
Bir de ne göreyim! Şu.
Cep telefonuyla ilgileniyordu.
Peki, nasıl tepki vermeliydim?
Bazı seçeneklerim vardı.
İlk seçenek.
Pardon ama, ne yapıyor öyle?
Telefonla uğraşıyor.
Yani ben o kadar zaman ve para harcayıp
güzel bir akşam geçirsin diye
onu buraya getirmişken, bu ne şimdi?
İki dakikalığına
gözümü üstünden ayırdım,
telefona mı dalmış?
Bu gençlerin nesi var böyle?
Yani dikkatleri bir
sirke sineğininki kadar.
Tanrı aşkına.
(İç geçirme)
İki numaralı seçenek.
Bu bir hataydı.
(Kahkahalar)
Onu neden buraya getirdim ki?
Canı sıkıldı, ilgisini çekmedi,
bu müziği de sevmedi.
Hangi akla uydum ki ?
Hem bu müziği neden sevsin?
Bu şeyler 60'lıklara göre.
Herhalde içinden, geceyi
bir dinozorla geçiriyorum diyordur.
Ah, Tanrım!
Üç numaralı seçenek.
Biraz bekle bakalım.
Ona kadar say, derin bir nefes al.
Çabuk karar verme.
Telefonla ne yaptığını bilmiyorsun.
Rahatla. Acele etme.
Bir içki daha al.
(Kahkahalar)
Dört numaralı seçenek.
Şimdi, biliyorsunuz
benim için asıl önemlisi
birlikte geçirdiğimiz gecenin özel olması
ve bu geceden sonra onun bana
içini açabileceğini hissetmesi
bana güven duyması ve -
kapımın ona daima açık olduğunu
bilmesi benim için çok önemli.
Böyle olacağını ümit ediyorum-
Sadece ümit ediyorum.
Beş numaralı seçenek.
O neye önem veriyor acaba?
Acaba kendi dünyasında neler yaşıyor?
O neye önem veriyor?
Onunla iletişim kurmayı çok istiyorum.
Bunun için ne yapmam gerekir?
(İç geçirme)
Ben bu sorulara cevap bulmada
ciddi sorunlar yaşarken
tam o anda bana döndü ve
şöyle söyledi
" Louise, burası bütün Avrupa'daki
tek Blue Note'muş, biliyor muydun?
Bir tane New York'ta ve
iki de Japonya'da varmış
ama burada bir tek Milano'da varmış.
Bu inanılmaz;
İtalyanlar açmış."
Ve ekledi
" Manhattan Transfer'i de araştırdım.
40 yıldır birlikte çalıp söylediklerini
biliyor muydun?
İnanamıyorum!"
Ve devam etti " Ayrıca şuna bak" dedi
ve telefonu bana uzattı;
Facebookta bir mesaj paylaşmış,
şöyle yazmıştı " Milano Blue Note'da
Manhattan Transfer
ve Louise ile birlikteyim, süper!"
Kıl payı kurtarmıştım.
Yani her şeyi berbat edebilirdim.
Ona şu sandalyeden
ters bir bakış atabilir
ve o da içinden benimle ilgili
şöyle şeyler düşünebilirdi;
Louise, kontrolcü biri.
Zor biri.
İnsanı geriyor, gibi.
Ve niyetim hiç de öyle değilken.
Ama aslında o tamamen ilgiliydi.
Oradaydı
ve aynı anda dijital bir iş yapıyor
ama o anımıza zenginlik katıyordu.
Yani saliseler içinde
birlikte geçirdiğimiz
o güzel anı mahvedebilirdim.
Bu sürekli yaptığımız bir şeydir;
dünyaya sunacağımız davranışlarla
ilgili seçimler yapmak.
Yaptığımız bu seçimler de,
girdiğimiz sohbetleri,
kurduğumuz ilişkileri
ve genel olarak yaşam kalitemizi
doğrudan etkiler.
Peki bu konuda uygulama seviyesinde
bilincimizi artırmada ne yapabiliriz.
Bize bunu okulda öğretmiyorlar.
Okul müfredatlarında
nasıl iyi davranılır konusu yok.
Öyleyse ne yapabiliriz?
Bu beş sandalye fikri bana
dokuz günlük şiddet içermeyen
iletişim kursuna,
kurucusu ve dünya barışı için çok şey
yapan olağanüstü insan, müteveffa
Marshall Rosenberg ile katıldığımda geldi
ve o andan itibaren
bir bakıma hayatım değişti.
O andan itibaren bunun
iş yerlerine ulaştırmam gereken
bir mesaj olduğuna karar verdim.
Hayatımın çoğunu
bir özel eğitimci, yardımcı
veya eğitmen olarak
iş yerlerinde geçirdim.
Ve ayrıca en tartışmaya açık
ve bazen zehirleyici (yıkıcı) olan
davranışlar sergilediğimiz yerlerde.
Bu beş sandalye fikri
frene basmamıza ve
hayatımızın her anındaki
davranışlarımızı ve olanları
analiz etmemize yardımcı olmak içindir.
Şimdi bu beş sandalyeye
daha yakından bakıp
onları açıklayalım.
Kırmızı sandalye.
Bu çakal sandalye.
Anlamı; çakallar olağanüstü zeki
ve olağanüstü fırsatçı hayvanlardır.
Saldırı için daima tetiktedirler.
Aslında yanlış davranışlarımızın
çoğu bu sandalyede yapılır.
Bu sandalyede iken suçlama, şikayet,
cezalandırma ve dedikoduya bayılırız
fakat bu sandalyenin
en büyük oyunu yargılamaktır.
Eğer bana inanmıyorsanız
sizi zihinsel bir diyete davet ediyorum;
sizi herhangi bir kişiyle
bir saat geçirmeye ve bu sürede
aklınızdan onu yargılayan
tek bir düşünce bile geçip
geçmediğini izlemeye davet ediyorum.
Yani kendimizi takip edelim
Kapıdan biri girse
hemen vızzzt:
Sevdim, sevmedim, çok ilgimi çekmedi.
Halbuki o kişi hakkında
hiçbir şey bilmiyoruz.
Yani bu sandalye
yargılama sandalyesi.
Bu sandalyenin sevdiğim
başka bir oyunu daha var;
"ben haklıyım" oyunu.
Ben bu oyunu eskiden,
sürekli ama sürekli oynardım
ta ki bir gün erkek kardeşim
tepki verene kadar.
Anneme bunu çok yapardım
çünkü annem abartmayı sever.
Annem şöyle bir şey demişti
" Ah evet, aile toplantısında
30 kişi vardı"
İşi onu düzeltmek olan ben, hemen
"Hayır anne 30 değil,
13 kişi vardı" dedim.
Yani polisliğe soyunmuştum.
Erkek kardeşim koluma dokunup
" Fark etmez, boş ver " deyince,
tepkiyi koydum;
" Ne demek fark etmez! Tabii ki
fark eder. Yanlış söylüyor.
Kendi iyiliği için düzeltiyorum" dedim.
Kardeşim tekrar koluma dokundu
ve şunu sordu;
" Annenle iyi bir ilişkin
olmasını mı istiyorsun
yoksa, haklı olmayı mı?''
Büyük bir dersti.
O andan itibaren,
annemin bütün abartmalarına
bir tür bolluk olarak bakmaya başladım.
Yani bu sandalyede otururken
diğer insanlardaki doğrulardan çok
yanlışları görme eğilimde oluruz.
Rahibe Teresa şöyle diyor;
" İnsanları yargıladıkça onları
sevdiğimiz zaman kısalır"
Sıradaki sandalye kirpi sandalye,
sarı sandalye.
Şimdi kirpi-
Kirpi gibi davrandığımızda
kendimizi çok kırılgan hissederiz
kendi kabuğumuza çekilir ve
zalim dünyadan korunmaya çalışırız.
Ve bu sandalyede
acımasızca kendimizi yargılarız.
Yani kırmızı sandalyeyi
kendimize döndürmüş gibi.
Kendimize şu tür şeyler deriz
" Yeterince zeki değilim.
Yapamam. Bana kimse inanmıyor"
Ve belli başlı korkularımız vardır,
reddedilme, hayal kırıklığına uğrama,
başarısız olma korkularımız vardır.
Ve ayrıca kurban rolü oynarız.
Yani " Kimsenin umurunda değilim,
hiç sevenim yok" durumu.
Ama aslında,
şirketlerde bunu uyguladığımda
yöneticilere şunu sorduğumda
" Zamanınızın çoğunu nerede geçirirsiniz?"
neredeyse hiçbiri
bu sandalyeye oturmaz.
Çünkü zayıf olduğunu kabullenmek
bazen oldukça zor gelir.
Çok cesur olmamız gerekir.
Ama yine de hepimiz kendimizden
şüphe ederiz.
Kendimizden şüphe etmesek
gerçekten nasıl olur?
Vazgeçip kabullenir miyiz?
Yoksa, hayır mı deriz?
Kaynaklara ulaşıp büyümeyi isterdim.
Krishnamurti çok güzel
bir şey söylüyor;
" Zekânın en yüksek biçimi
kendini yargılamadan
gözlemleme yeteneğidir.
Sıradaki sandalye.
Mirket (firavun faresi) sandalye.
Bilmem hiç mirket gördünüz mü?
İtalyada pek bulunmazlar
ama inanılmaz hayvanlar.
Nöbet tutarken
bir saat boyunca aynen böyle durabilirler;
bir saat boyunca sadece
başlarını hareket ettirirler,
son derece dikkatlidirler.
Ve bu sandalyede bizim
yaptığımız da odur.
Dikkatli ve farkındayızdır
gözlemleriz, dururuz, duraklarız.
Derin bir nefes alırız
ve bilincimiz keskindir.
Bu BEKLE sandalyesidir. BEK-LE.
Ne düşünüyorum?
Kendime ne söylüyorum?
Burada çok meraklı oluruz.
Eğer biri öfkelenmişse, ona
"Tanrı aşkına: çocukluk yapma, büyü biraz"
demek yerine " Acaba neden kızdı?"
diye düşünürüz.
Ve bu ilgimizi çeker.
Buradaki sandalye...
Nietzsche' yi hatırlayınca
bu sandalyeye uyan
önemli bir alıntı yapayım
Şöyle diyor; " Senin bir yolun var,
benim de bir yolum var.
Tek doğru yola gelirsek;
yok öyle bir yol.
Yani bir seçim yapmalıyız.
Kırmızı hap mı yoksa mavi hap mı ?
(Gerçek mi hayal mi?)
Bu açılan sürgülü kapı sandalyesi.
Ve doğru seçimi yaptığımız o anda
başarılı bir yaşama giriş yaparız.
Sıradaki sandalye.
Burada saptama dünyasına gireriz.
Şimdi, neden saptama?
Saptama çünkü kendimizin
dedektifi oluruz,
kendimize Sherlock Holmes oluruz.
Elimize bir büyüteç alır ve
kendi davranışlarımızı inceleriz.
Güzel bir sandalyedir
çünkü kendimizi tanırız.
Kim olduğumuzu ve
ne istediğimizi biliriz.
Nereye doğru gittiğimizi biliriz.
Kendi gerçeğimizi konuşmaktan korkmayız.
Ama aynı zamanda
kendi sınırlarımızı yaratırız.
Kendimize bu sandalyede bakarız.
Ama çok çok güçlüyüzdür.
Gücümüzü kimseye de vermeyiz.
Gücümüzü başkasına burada veririz.
Burada büyürüz, özgürleşiriz.
Tam gücümüze ulaşırız.
Hakkımızı savunur ama saldırgan olmayız.
Aristo şöyle demiş; " Kendini tanımak
bütün bilgeliğin başlangıcıdır."
Bütün hayatımız boyunca burada olabiliriz.
Neden yunus?
Çünkü yunus muhteşem bir hayvandır.
Oyuncudur, zekidir
ve güzel iletişim kurar.
Yunusları düşününce
insan olarak en iyi hâlimiz aklıma gelir.
Ve sıradaki sandalye.
Bu zürafa sandalye.
Çok güzel bir sandalye
ve çok zor.
Bilir misiniz bilmem,
kara hayvanları içinde
en büyük kalp zürafanın kalbidir.
Şu boyutlardadır.
Zürafa, sadece en büyük kalbe değil
en uzun boyuna da sahiptir.
Yani görüş açışı inanılmazdır.
Yani bu sandalyedeyken
empati yapar, şefkat duyar
ve anlayış gösteririz.
Bu sandalyede egomuzu arkaya atar
ve insanları dinleriz.
İnsanları kendimizden önde tutar
ve onları önemseriz.
Kendini başkasının yerine koymak
ve onları anlamak
büyük bir âlicenaplıktır.
Abraham Lincoln bir seferinde şöyle demiş;
" Şu adamı sevmedim.
Onu daha iyi tanımalıyım."
Yani bu sandalye bir davettir,
diğer görüş açılarını anlamaya
diğer gerçekleri kabullenmeye
çeşitliliği kabullenmeye
ve gönlü geniş olmaya davettir.
Bu sandalyenin en önemli
sorusu şudur; önümde duran
bu kişi için önemli olan ne?
Ve bu sandalyede amaç (niyet),
ne olursa olsun bağlantıyı koparmamaktır.
Sandalyeler bunlar.
Bunu gündelik hayata nasıl uyarlarız?
İşe gittiğini haya et
belki gidip bir sunum yapıyorsun
ve gayet güzel geçiyor.
Yani buradasın " Şahane, muhteşem"
diye düşünüyorsun.
Sonra bir toplantıdasın
ve işler kötü gidiyor,
şu sandalyeye çöküyorsun.
Her gün bu dengeyi nasıl
sağlayacağını anlaman gerekiyor
buraya mı oturacaksın, şuraya mı.
Buraya oturursan hayat
o kadar da mutlu geçmiyor.
Ama eğer buraya oturursan
bu sandalyelere
daha akılcı ve daha açık olursun;
daha zeki olursun,
daha düşünceli olursun.
İlk okuduğumda beni çok çok
derinden etkileyen bir şey vardı
bu Viktor Frankl'ın kitabı
İnsanın Anlam Arayışı idi
şöyle diyordu " İnsanın bir şeyi
hariç her şeyi elinden alınabilir.
O şey insanın son özgürlüğü,
şartlar ne olursa olsun davranışını
seçebilme özgürlüğüdür.
Bu çok güçlü bir söz.
Yani içinden çocuklara bağırıp
çağırmak geçerse
sevgilinle, eşinle tartıştırsan
veya iş yerinde birini cezalandıracaksan
bu sandalyeye gelip
düşünmeyi dene.
Ve eğer şans eseri
kendini bu sandalyede bulursan
sıklıkla olur-
" Özür dilerim" deme cesaretini gösterip
işleri düzeltebilecek misin?
Sana önerim bu sandalyeleri
yanına alıp eve götür.
Onlarla oyna. Senin olsun.
Çocuklarına öğret,
bunu hemen kaparlar.
İş yerinde yönetim kurulu odasına koy
ve toplantıların nasıl iyileştiğini izle.
Ve biri yine sinirlerine dokunduğunda
sadece bu beş sandalye
ve beş seçeneği düşün.
Evlerimizi, işyerlerimizi ve dünyayı
daha iyi bir yer yapmaya
girişebilir miyiz?
Her seferinde bir davranış.
Teşekkürler.
(Alkışlar)