Temsiliyet, günlük yaşamın birçok farklı alanıyla ilgili geniş bir kavramdır: dil, medya, ekonomi, politika, kültür ve sosyal kimliğin kendisi. Temsilin işlevlerinin farklı yollarını anlamak, gücün işleyişini anlamak için çok önemlidir. Devletler ve kapitalistler tarafından kullanıldığında, temsiliyet, manipülasyon, insanları haklarından mahrum bırakma ve baskı için güçlü bir araç olabilir. Temsiliyet, en yaygın olarak bir şeyin ya da birinin görsel, yazılı veya sesli tasviri olarak anlaşılır. Geniş bir şekilde ifade edebilir imgelerin ne anlama geldiği ve bu anlamları nasıl kazandıkları kastedilir. Ayrıca bir bireyin belirli bir topluluğa, bir siyasi parti veya ideolojiye vekalet etme süreci olarak da görülebilir. Temsil kavramı, anarşizm için önemlidir, çünkü sosyal- politik hiyerarşilerin üretilmesinde ve yeniden üretilmesinde oynadığı temel rol oynar.  Anti-otoriter perspektifler, temsilin neyin gerçek olduğu,neyin normal kabul edildiği, diğerleri hakkında ne düşünmemiz gerektiği, kendimiz hakkında ne düşünmemiz gerektiği ile ilgili kavramları belirlediğini analiz eder ve anlamaya çalışır. Temsiliyet yüzyıllardır bir güç biçimi ve bir kontrol aracı olarak kullanılmaktadır. Güçlü uluslar, statülerini her zaman sadece askeri güç düzeniyle değil ideolojinin yayılmasıyla korumuştur. Ve ideolojiyi yaymanın en başarılı yollarından biri, temsiliyet fikri yoluyla olmuştur. Sömürgeciliğin tarihi sadece bir dizi askeri fetihten ibaret değildir. Aynı zamanda dini hükümlerin, kurgusal edebiyatın, akademik yazıların, bilimsel raporlamanın, müze sergilerinin tarihidir. Batı Avrupa ülkeleri, baskın gruba ait olmayan ve bu nedenle temelde farklı olan bireyleri, toplulukları ve bütün ulusları tanımlamak için "öteki" denen kavramı resmetti. Başka bir deyişle, insanlar "normdan" farklı olarak, nasıl temsil edildiklerine göre tanımlandılar veya ya daha değerli ya da daha aşağılık olarak nitelendiler. Bu ırkçı temsil sistemi aracılığıyla insanların uzun süre sömürgeleştirilerek boyun eğmeleri, yerleşimci-sömürge kültürlerinin ve siyasi sistemlerin temelinde yatar. Bazı etnik ve ırksal grupların sömürge tasvirleri, beyaz üstünlüğü ve ataerkil cinsiyet kavramları gibi diğer baskı biçimlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Egemen sınıflar, ortak düşmanların imajlarını ve mecazlarını yaratarak kontrollerini sürdürürler. Bu düşman, ister terörist, göçmen, homoseksüel veya anarşist bir figür olarak gösterilsin, ortak kimlik bağlarıyla halkın bir bölümünü yöneticilerine bağlayarak yurtsever duyguları körüklemeye ve bize karşı onlar duygusunu geliştirmeye yardımcı olmak için kullanılabilir. Temsiliyetin bu şekildeki kullanımı ulus-devletlerin oluşumu için temeldi. Ve bugüne kadar, iç ve dış düşmanların canavar gibi gösterilen temsilleri popüler kültüre nüfuz etmektedir. Toplumların kolektif ruhunu şekillendirir ve yeni gerici tabiyet biçimleri oluşturur. Temsil, siyasetin can damarıdır. Siyasi aktörler, siyasi arenada başkalarının tarafını her etkilediğinde ve siyaset yaptıklarında temsiliyet oyunun içindedir. Liberal demokrasilerde, seçilmiş temsilcilerin çoğunluğun iradesini yansıttığı düşünülür. Bu politikacılar, seçmenlerinin çıkarlarını temsil ettiklerini ve böylece yasa çıkarmada onların söz sahibi olmalarını sağladıklarını iddia ederler. Bu, her sene daha az insanın inandığı bir yalandır. Bir devlet ister liberal demokratik kurumlar, ister askeri diktatörlükler, tek parti yönetimi veya kalıtsal hanedanlar tarafından yönetilsin, temsiliyet, meşruiyet ve gücün korunması için anahtardır. Perde arkasında, takas, görsel algı, rekabet, manipülasyon, adam kayırmacılık ve bir dizi altta yatan sosyal dinamikler, her zaman otoritenin nasıl korunduğunu ve sürdürüldüğünün faktörü olmuştur. Ancak halka göre, kutsal devlet kurumları ve karizmatik liderler, çoğunluk yönetimi ve ulusun özgürlüğü gibi soyut kavramlar için bir duruşu temsil ederler. Temsili demokrasi, gücü kullanmanın tek yolunun bizi kimin temsil edeceğini seçmek olduğu fikrini destekler. Bu, kendi gücümüzü nasıl kullanacağımızı öğrenmemizi engelliyor. Demokrasi, illüzyonlarında daha etkili olsa bile, bunda yalnız değildir. Tüm yönetim kurumları, bireyleri pasifliğe ve boyun eğmeye zorlar, ardından insanları kolektif eylemde bulunmaktan alıkoyan hiyerarşileri ve bölünmeleri sürdürmek için temsiliyetin diline bel bağlar. Sıradan insanların aktif katılımcılar olduğu fikri, iyi niyetli bir siyasi sistemde, sorumlu insanlar arasındaki bir sıçan yarışının, az çok seyircisi olduğumuz gerçeğini gizlemeye yarayan rahatlatıcı bir yalandır. Çeşitli kurumların bölünmüş, güçsüz ve egemen sisteme bağlı kalmamız için temsiliyeti nasıl kullandığını anlamalı ve bununla yüzleşmeliyiz. Politikacılar, şirketler, medya kuruluşları, organize dinler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, geniş ölçekli marjinalleşme, boyun eğdirme, önyargı, mikro-saldırılar ve hatta ölümle sonuçlanan tehlikeli ideolojileri yaymaya devam ediyor. Irk, cinsiyet, etnisite, din, cinsellik ve daha fazlasıyla ilgili ana akım temsilin zararlı etkileri göz ardı edilemez. Aynı zamanda, Daha olumlu şekillerde temsil edilmenin sosyal, politik ve ekonomik özgürleşmeyle eşit olduğu efsanesinin tuzağına düşmemeliyiz. İnsanlara bakış açıları ve onların kendilerini görme biçimleri, devrimci mücadelenin temel bileşenleridir. Ancak liberal demokratik kapitalist rejimler altında, eşitlik anlayışı genellikle temsiliyet ile bağdaştırılarak yutturulur. Büyük şirketler, kar amacı gütmeyen kuruluşlar ve akademik kurumlar, tarihsel radikal taban hareketlerinin kendi içerisindeki baskı ilişkilerini nasıl ele aldıklarına dair fikirleri kullanarak, daha ilerici bir temsiliyete yönelik reformist, şiddet içermeyen adımlara öncelik vermeye çalıştılar. Bu ortak siyasi taktik, neoliberal küreselleşmenin yükselişi ve bireyciliğe yönelik artan ilgiyle tam olarak örtüşüyordu. Neoliberalizm, küresel pazarı dünya çapında bir işgücü havuzu olarak yeniden yapılandırdı. Buna, özelleştirmeye ve bireysel sorumluluğa büyük önem veren bir ideoloji eşlik ediyor. Bu sistemde, devletler ve sermaye, küresel bir topluluk illüzyonunu örmek için temsiliyeti kullandılar; "özgür ve açık" piyasaların neoliberal düzenin ne kadar "demokratik" ve "hoşgörülü" olduğunun kanıtı olduğu fikrini desteklemek için egemen sınıflar arasında çeşitliliğin artmasına işaret ederler. Neoliberalizm, siyasi temsiliyeti bir yapıdan ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve kapitalizm içinde gelişen diğer tüm adaletsizlik biçimlerine, baskının maddi temelini oluşturan muazzam servet ve gelir eşitsizliklerine değinmeden siyasi ve ekonomik eliti çeşitlendirme talebine dönüştürdü. Sonuç olarak, gerçek dünyayı, sistemik meseleleri görmezden gelse bile farklılığa rağbet gösteren yeni bir tür çok kültürlü evrenselcilik gelişti. Bugün, kapitalizmin marjinalleşmiş toplulukların temsilinden kar etme yeteneği her zamankinden daha aşikardır. İnternet, birden fazla hesap ve kimliğin yaratılmasını ve sürekli şekillendirilmesini teşvik ederek, sosyal medya profillerimizin her türlü benzersiz, sonsuz şekilde özelleştirilebilir yollarla farklı taraflarımızı dış dünyaya gösterebileceğimizi öne sürüyor. Sözde 'geç kapitalizm', temsilin gücüne ilişkin algımızı çarpıtıyor. Bize eşitlik tanımaktansa, bizlere bir ürün satılıyor: eşitliğimizi elimizden alan sistemlerden bir "eşitlik" temsili. Temsiliyet sadece kültürümüzü şekillendirmez. Gerçeklik algımızı da etkiler. Ve kitlesel temsiliyet sistemlerini yaratarak gerçekliğin ne olduğunu tanımlayanlar yine insanlardır. Bu, hepimizi sistemik haklardan mahrumiyetimiz ve yabancılaşmamızla dürüstçe yüzleşmeden hiç bitmeyen bir manzaraya hapseder; bu ayrıca, yapısal eşitsizliğin kökenine asla değinmeyecek olan bir statükonun devamı için sürekli değişkenlik gösteren bir tuzaktır. Toplumsal değişim için tavan ve turnusol testi olarak temsiliyetin artmasını reddetmeliyiz. Bunun yerine, çeşitliliğimizi kutlamak ve kendi sanatsal ve kültürel üretim araçlarımızı tanıtmak için yeni yollar oluşturmaya odaklanmalıyız. Bu, yer aldığımız herhangi bir temsiliyetin, mevcut dünya düzenine meydan okurken, özgünlüğe, topluluğun güçlendirilmesine ve yeni, daha özgürleştirici bir dünya inşa etmeye yönelik belirgin bir dürtüye öncelik vermesi gerektiği anlamına gelir. Anarşizm, birilerinin başka birinin gerçek ihtiyaçlarını temsil edebileceği fikrini reddeder. İktidardakilerin halkın arzularını ve çıkarlarını koordine etmesi gerektiği fikrini reddeder. Anarşist felsefenin temelinde birbirine bağlı, yönetilemez bir dünya için derin bir arzu yatar. Kitle sistemi içindeki hiçbir temsil veya temsilci, o dünyayı inşa etmemize asla yardımcı olmayacaktır. Bunu kendimiz için yapmak zorundayız. Çeviri: Anarşist Akademi