Yeryüzüne, altı bin ışık yılından
fazla bir uzaklıkta
"Black Widow Pulsar" isimli hızla
dönen bir nötron yıldızı,
her 9 saatte
birbirlerinin etrafında dönerken
yörüngesindeki kahverengi cüce yıldızı
radyasyonla bombalıyor.
Dünya'dan bu olayı gözlerken,
bu vahşi dansın sadece bir izleyicisi
olduğunuzu düşünebilirsiniz.
Ama aslında iki yıldız da
sizi kendilerine çekiyor.
Siz de onları çekiyorsunuz,
kilometrelerce uzaktan etkili
yer çekimi sayesinde.
Yer çekimi kütlesi olan iki nesne
arasındaki çekim kuvvetidir—
kütlesi olan herhangi iki nesne.
Bu da demektir ki evrendeki her nesne
diğer bütün nesneleri kendine çeker.
Her yıldız, kara delik,
her insan, akıllı telefon ve atom
sürekli çekim içindelerdir.
Öyleyse neden dört bir yandan
çekildiğimizi hissetmiyoruz?
iki nedenden ötürü: Kütle ve mesafe.
İki nesne arasındaki yer çekimi kuvvetini
açıklayan ilk denklemi
1687'de Isaac Newton yazmıştır.
Bilim insanlarının yer çekimini anlayışı
günümüze kadar değişti
ama Newton'un evrensel kütle çekim yasası
çoğu durumda iyi bir yaklaşım.
Denklem şöyle:
İki nesne arasındaki yer çekimi
nesnenin kütlesi
çarpı ikinci nesnenin kütlesi,
yer çekim değişmezi olarak
adlandırılan
çok küçük bir sayının çarpımının
iki nesne arasındaki
mesafenin karesine bölünmesine eşittir.
Eğer nesnelerden birinin kütlesini
iki katına çıkarırsanız,
aralarındaki çekim de iki katına çıkar
Eğer aralarındaki mesafe
iki katına çıkarsa
aralarındaki çekim dörtte birine düşer.
Sizin ve dünyanın arasındaki yer çekimi
sizi dünyanın merkezine doğru çeker,
bu çekimi ağırlık olarak tecrübe ederiz.
Bu çekimin deniz seviyesinde durduğunuzda
800 Newton olduğunu varsayalım.
Eğer Ölü Deniz'de dursaydınız,
çekim kuvveti çok az miktarda artardı.
Ya da Everest Dağı'nın zirvesinde
olsaydınız, yine çok az bir miktarda
çekimin kuvveti azalırdı.
Daha da yükseğe tırmanmak yer çekiminin
daha çok azalmasına yol açardı,
ama kaçmaya yetecek kadar değil.
Yer çekimi uzay-zamanda oluşan
bükülmeler arası fark sonucu oluşur—
uzayın üç boyutu ve zaman—
kütlesi olan her nesnenin
etrafında bükülür.
Dünya'nın yer çekimi
400 kilometre yükseklikte olan
Uluslararası Uzay İstasyonu'na
neredeyse Dünya'daki oranda etki eder.
Eğer uzay istasyonu devasa bir
kolonun üzerinde sabit dursaydı,
yine de yeryüzündeki çekim kuvvetinin
yüzde doksanını hissederdi.
Astronotların ağırlıksız
hissetmesinin sebebi
uzay istasyonun sürekli Dünya'ya
düşmesinden kaynaklanır.
Neyse ki istasyonun yörüngedeki hızı
Dünya'ya düşmemesini sağlıyor.
400.000 kilometre uzakta olan
Ay'ın yüzeyine vardığınızda,
Dünya'nın üzerinizdeki yer çekimi
Dünya'da hissettiğinizin
yüzde 0,03'üne iner.
Hissettiğiniz tek yer çekimi
Dünya'nın çekiminin altıda biri
gücündeki Ay'ın çekimi olur.
Daha da uzaklaştıkça
Dünya'nın üzerinizdeki çekimi
azalmaya devam eder,
ancak asla ortadan tamamen kaybolmaz.
Güvenle Dünya'ya bağlıyken bile
uzaktaki gök cisimlerinin ve
dünyadakilerin zayıf çekimine uğruyoruz.
Güneş size yarım Newton'luk bir
çekim uyguluyor.
Eğer akıllı telefonunuzdan
birkaç metre uzaktaysanız,
birkaç piconewton kuvvetinde
karşılıklı bir çekim uygularsanız.
Bu çekim, 2,5 milyon ışık yılı uzakta
ama güneşten bir trilyon kat büyük olan
Andromeda Galaksisi ile aranızdaki
çekimle aynı kuvvettedir.
Konu yer çekiminden kaçmaya geldiğinde
bunun ilginç bir yolu var.
Eğer etrafımızdaki her şey
bizi aynı anda çekiyorsa,
Dünya'nın merkezine kazdığınızda,
bunu ezilmeden ya da pişmeden
yapabildiğinizi varsayarsak,
yer çekimi bundan nasıl etkilenirdi?
Eğer kusursuz küre şeklinde olan dünyanın
merkezine bir çukur kazsaydınız,
Dünya'nın şekli öyle değil
ama olduğunu varsayalım,
tüm yönlerden eşit derecede
bir çekim hissederdiniz
ve sadece diğer gök cisimlerinin
uyguladığı az çekim gücü ile
asılı, ağırlıksız kalırdınız.
Yani böyle bir düşünce deneyinde
Dünya'nın yer çekiminden kaçmak mümkün—
ama ancak ona doğru giderek.