Baskıcı bir ülkede yaşadığınızı hayal etmenizi istiyorum. Yalandan seçimlerin olduğu, aynı liderin her defasında oyların yüzde yüzünü aldığı, güvenlik güçlerinin dokunulmazlığı olan muhalif liderleri dövdüğü ve kalanları da rahat bırakmadığı. Şu an bu odada olduğunuz için fişlenebileceğiniz bir ülke bu. Şimdi diyelim ki artık bıktınız ve bunu birçok insanla gizliden gizliye paylaşıyorsunuz. Açlık Oyunları'ndan bahsetmiyorum, olsaydı harika olurdu gerçi! (Gülüşmeler) Ne yazık ki, birçok insanın şu anda karşı karşıya olduğu gerçek dünya şartlarından bahsediyorum. Bir şeyler yapmaya karar verdiniz diyelim, sisteme meydan okumanın ve bir yenisini yaratmanın en iyi yolu ne olurdu? Bu soruya benim cevabım son birkaç yılda değişti. 2006'da burada, Boulder Üniversitesi'nde siyaset bilimi doktora öğrencisiydim ve bitirme tezim halkların ülkelerinde siyasal dönüşüm için nasıl ve neden şiddet kullandığı üzerineydi. Örneğin size biraz önce çizdiğim senaryoda, o zamanlar benimsediğim fikir, gücün silahın namlusunun ucunda olduğuydu ve her ne kadar trajik olsa da bu tip durumlarda insanların değişim için şiddete başvurmasının mantığa uygun olduğunu söylerdim. Bir gün Uluslararası Şiddetsiz Çatışma Merkezi tarafından düzenlenen bir akademik çalıştaya davet edildim. Bir hafta boyunca benim gibi insanları kendi sınıflarında şiddetsiz direniş üzerine eğitim vermeye ikna etmeyi deniyorlardı. O zamanlar bütün bu çabaların iyi niyetli ama tehlikeli derecede saf olduğunu düşünüyordum. Öyle ki, çalıştay öncesi bana gönderdikleri okumalar gerçekten zorlu siyasal dönüşümler için en iyi yolun şiddetsiz veya sivil direnişler olduğunu öne sürüyorlardı. Sivil direnişi, savunmasız sivillerin değişim talebiyle protesto, boykot, gösteri ve diğer birçok kitlesel itaatsizlik gibi yöntemleri kullandığı etkin bir çatışma biçimi olarak tanımlıyorlardı. Ekim 2000'de Sırbistan'da, Balkan Kasabı olarak da bilinen Slobodan Milošević'in şiddet içermeyen bir devrim yoluyla devrilmesi ve 1986'da Filipinler'de, Halkın Gücü Hareketi'nin Ferdinand Marcos'u koltuğundan etmesi gibi örneklerden bahsediyorlardı. Bense çalıştayda, "Bunlar muhtemelen istisnalardı. Sizin öne sürdüğünüz, başarıya ulaşmış her vakanın karşılığında ben de Tienanmen Meydanı gibi başarısız bir vaka sayabilirim. Ayrıca Rus, Fransız ve Cezayir devrimleri gibi, şiddetin sonuç verdiği örneklerden de bahsedebilirim. Çevre, cinsiyet ve işçi hakları üzerine reform talep ediyorsanız, şiddetsiz direniş belki işe yarayabilir ama bir diktatörü devirmeyi veya yeni bir ülke kurmayı deniyorsanız genellikle işe yaramaz. Özellikle de karşı koyduğunuz otoriter lider işini bilen, zalim ve acımasız biriyse hiç işe yaramaz." gibi şeyler söyledim. Bir haftanın sonunda, tahmin edersiniz ki, pek sevilen biri değildim. (Gülüşmeler) O sırada yakında birlikte bir kitap çıkaracağım Maria Stephan yanıma geldi ve "Haklıysan, neden bunu ispatlamıyorsun? Bu konuyu ciddi ve deneysel bir şekile araştıracak kadar merak ediyor musun?" diye sordu. İster inanın ister inanmayın, kimse bunu daha önce sistemli olarak yapmamıştı ve her ne kadar şüpheyle yaklaşsam da merak ediyordum. Eğer onlar haklı ve ben haksızsam, biri bunu ortaya çıkarmalıydı. Takip eden iki yıl boyunca, 1990'dan beri bölgesel bağımsızlık veya hükûmet devirme amacıyla gerçekleşen, şiddet içeren ve içermeyen tüm büyük hareketlerle ilgili veri topladım. Topladığım veriler, dünyanın her yerinde en az bin kişinin katıldığı, bilinen her vakayı kapsıyordu. Yüzlerce vakadan bahsediyorum. Sonrasında verileri analiz ettiğimde, sonuçlar beni şoka uğrattı. 1900 ile 2006 yılları arasında, dünya genelindeki şiddetsiz hareketler, şiddet içeren ayaklanmalara oranla iki kat daha başarılıydı. Fazlası da var. Bu trend zamanla yükseldi ve son elli yılda, şiddet içeren ayaklanmalar gitgide daha ender ve başarısız olurken, şiddet içermeyen hareketler daha yaygınlaşıp daha başarılı oldular. Bu durum, benim normalde başarısız olmasını beklediğim son derece otoriter ve sert şartlara karşı gelen şiddetsiz direnişler için de geçerli. Peki neden sivil direniş, silahlı mücadeleye oranla çok daha etkili? Cevap halk gücünün kendisinde yatıyor. Araştırmacılara göre, dünyada hiçbir hükûmet yoktur ki nüfusun yüzde beşinin katıldığı bir ayaklanmayı atlatabilsin. Bizim verilerimize göre, rakam daha düşük olabilir. Analiz ettiğimiz zaman diliminde, halkın %3,5'inin etkin ve devamlı katılımının sağlandığı hiçbir hareket başarısızlıkla sonuçlanmadı. Hatta birçoğu çok daha düşük oranlarla başarılı oldu. %3,5 hiç de küçümsenecek bir oran değil. Bugün, ABD'de 11 milyon kişiye denk geliyor. Ama şuna bakın: Nüfusun en az %3,5'inin katıldığı hareketlerin hepsi şiddet içermeyenlerdi. Hatta, şiddet içermeyen hareketler ortalama olarak, şiddet içeren hareketlere oranla dört kat daha kalabalık ve genellikle cinsiyet, yaş, ırk, siyasi parti, sınıf ve kent-taşra ayrımı bakımından çok daha kapsayıcı ve temsiliyetçiydi. Sivil direniş farklı seviyelerde fiziksel beceriye sahip insanların katılım sağlamasına olanak sağlıyor ki bu, yaşlıların, engelli insanların, kadınların, çocukların ve isteyen herkesin katılabileceği anlamına geliyor. Düşündüğünüzde, her insan şiddete başvurmadan direnebileceği doğal fiziksel bir beceriye sahip olarak doğar. Aranızda çocuğu olanlar varsa bilir, yerinden kalkmak istemeyen bir çocuğu kaldırmak veya yemek istemeyen bir çocuğu yedirmek nasıl zordur. Diğer yandan, şiddet içeren direniş ise biraz daha fazla fiziksel çaba gerektirir ve bu da direnişi biraz daha dışarıya kapalı kılar. Ben ise, üniversitedeyken Askeri Bilimler dersi alıyordum, çünkü Yedek Subay Eğitim Birliği'ne girerek orduda subay olmayı planlıyordum. Halatla iniş yapmak, poligonda atış yapmak, tabii ki harita okumak ve üniformalar hoşuma giderdi. Ne var ki benden sabahın köründe kalkıp kusana kadar koşmamı istediklerinde pek memnun değildim. Sonunda oradan ayrıldım ve çok daha az çaba gerektiren profesörlüğü seçtim. (Gülüşmeler) Hayatta herkes aynı riskleri almak istemez ve birçok insan, onu güvende hissettirecek sayıda insan yoksa ortaya çıkmayacaktır. Protesto gösterileri gibi, birçok sivil direniş yönteminin görünebilirliği risk almayı sevmeyen insanların da katılımını olanaklı kılar. Bir dakikalığına kendinizi tekrar o baskıcı ülkede düşünün. Diyelim ki güvenilir bir arkadaşınız ve komşunuz geldi ve dedi ki, "Bizim davamızı desteklediğini biliyorum. Bu akşam saat 8'de aşağıdaki caddede kitlesel bir miting yapacağız. Umarım sen de gelirsin." Sizi bilmem ama ben saat 7:55'te çıkıp neler oluyor diye bakacak insanlardan değilim. Muhtemelen saat 8:30'da pencereden neler olduğuna bakarım. Meydanda toplanmış 6 kişi görürsem gitmem. Ama 6.000 kişi görürsem, işte o zaman katılabilirim. Söylemek istediğim şu ki, sivil direniş eylemlerinin görünebilirliği, kararsız insanların daha aktif ve çeşitli katılımına olanak sağlıyor ve onlar işin içine girdiğinde, direniş hareketinin, güvenlik güçleriyle, devlet görevlileriyle, ekonomi, eğiitim ve iş dünyasından elitlerle, kamu medyası ve dini mercilerle bağ kurması neredeyse garanti oluyor ve o insanlar devlete bağlılıklarını gözden geçirmeye başlıyorlar. Hiçbir ülkede, rejime sadık bir kişi halktan büsbütün izole olarak yaşamaz. Arkadaşları vardır, aile üyeleri vardır, hâlihazırda, liderin kalmasından veya gitmesinden bağımsız olarak, uzun vadede sürdürmeleri gereken ilişkileri vardır. Sırbistan'da, yüzbinlerce Sırp Milosevic'in görevi bırakmasını istemek amacıyla Belgrad sokaklarına çıktığında, polis memurları göstericilerin üstüne ateş açma emrine karşı gelmeye başladılar. Aralarından biri, neden emre karşı geldiği sorulduğunda, "Çocuklarımın kalabalığın içinde olacağını biliyordum." dedi. Aranızda, "Deli mi bu? Ben haberleri izliyorum ve protestocuların vurulduğunu görüyorum." diye düşünenler var. Evet, bu doğru. Bazen çok sıkı önlemler alınıyor ama bu tip durumlarda bile, şiddet içermeyen hareketler, şiddet içerenlerin iki katı başarılı olmuş. Anlaşılan güvenlik güçleri savunmasız aktivistleri dövdüğünde, tutukladığında ve hatta ateş ettiğinde, grupça hareket etmek daha çok güvenlik sağlıyor. Büyük, iyi koordine olmuş hareketler protesto veya miting gibi bir noktada toplanma yöntemleri ile, insanların toplanmalarının beklendiği yerlerden uzak durdukları, dağılma yöntemleri arasında değişim gösterebilirler. Grev organize eder, tencere tava çalar, evde oturur, günün ayarlanan bir vaktinde elektriklerini kapatırlar. Bu yöntemler çok daha az risklidir, sağlamdır ya da en azından bastırılmaları çok maliyetlidir ama hareket düzen bozan özelliğini korur. Peki ortalık yatıştığında bu ülkelerde ne olur? Anlaşılır ki, direnme yöntemi uzun vadede de önem taşır. Çarpıcı bir şekilde, şiddet içermeyen bir mücadelenin yürütüldüğü ülkelerde, şiddet içeren bir mücadelenin yürütüldüğü ülkelere kıyasla, demokratik kurumların ortaya çıkması çok daha muhtemel. Mücadelenin şiddet içermediği ülkelerin iç savaşa dönme ihtimali %15 daha az. Veriler net: İnsanlar sivil direnişe inandığında, sayıları artıyor ve geniş kitleler baskıcı rejim ile iş birliğini kestiğinde, şans onların yanında oluyor. (Gülüşmeler) Ben ve benim gibi birçok kişi, yalnızca patlayan şeyleri araştırmak adına, dünyanın her tarafında sivil direnişi ustaca kullanan milyonlarca insanı görmezden gelmiştik. Eski düşünce tarzımla ilgili birkaç soru kaldı bana. Neden şiddetin işe yaradığını düşünmek benim için çok kolay ve tatminkârdı? Neden şiddetin koşullardan veya zorunluluktan ötürü, neredeyse kendiliğinden ortaya çıktığını, bazı durumlardan çıkışın tek yolu olduğunu farz etmeyi kabul edilebilir buldum? Sanırım, milli bayramlarda savaş kahramanlarını anan bir toplumda şiddet ve cesaretin birbirinin aynısı olduğuna ve gerçek zaferlerin iki taraftan da kan dökülmeden gelmeyeceğine inanarak büyümek normaldi. Ancak, bugün burada sunduğum bulgu şunu gösteriyor ki, ciddi olarak değişim isteyen insanların önünde gerçekçi alternatifler var. Düşünsenize şimdi nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk, eğer bu alternatiflere biraz inanç beslememize izin verseydik. Tarih derslerimiz Bağımsızlık Bildirgesi'nden sonra gelen savaş yerine, ondan önce gelen ve kitlelerin sivil itaatsizliği ile geçen on yılın üstünde dursaydı? Sosyal Bilimler ders kitaplarımız Gandhi ve King'den sonradan bahsetmek yerine kitabın ilk bölümünde vurgulasaydı? Peki ya her bir çocuk ilkokulu bitirdiğinde herkese eşit oy hakkı talep eden hareket hakkında, Bunker Tepesi Muharebesi hakkında bildiğinden daha çok şey bilseydi? Protesto etmek çok tehlikeli hâle geldiğinde, hareketi sağlam ve aktif tutacak, şiddet içermeyen birçok çekilme yönteminin olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek olsaydı? Şimdi 2013 yılında Boulder, Colorado'dayız. Aranızda şöyle düşünenler olabilir, "Sivil direnişin işe yarıyor olması harika. Peki ben ne yapabilirim?" Çocuklarınızı geçtiğimiz 200 senenin şiddet içermeyen pratiklerini öğrenmeye teşvik edin ve halkın gücünün potansiyelini keşfedin. Seçilmiş temsilcilerinize sivil bir ayaklanmada ilk silahlanan grupları destekleyerek, şiddetle bir yere varılabileceğine dair oluşan yanılgıdan vazgeçmelerini söyleyin. Her ne kadar, sivil direniş ihraç veya ithal edilebilen bir şey değilse de, artık resmi yetkililerimizin farklı bir düşünce tarzını benimseme vakti; hem kısa hem de uzun vadede, sivil direniş, insanların daha özgür ve barış içinde yaşayabileceği toplumlara öncülük ediyor. Madem ki şiddetsiz çatışmanın gücü hakkında bildiğimiz şeyi biliyoruz, ben bunu daha çok insana yaymayı ortak sorumluluğumuz olarak görüyorum, böylece gelecek nesiller, şiddetin tek çıkış yolu olduğu mitine kanmayacaklardır. Teşekkürler. (Alkışlar)