Sizi 1400 sene geriye götüreceğim, Suudi Arabistan'ın Medine şehrine. Peygamber Muhammed'e, kadınların şehirde saldırıya uğramasına bir çözüm bulma görevi verildiği bir zamana. Durum şuydu: Yıl 680 civarıydı, kanalizasyon ve modern tuvalet geliştirilmeden çok önceydi. Bir kadın gecenin yarısı uyanıp tuvalete gitmek istediğinde, dışarı çıkıp tek başına şehrin eteklerini geçerek, uzak bir yere yürümek zorundaydı. İster inanın ister inanmayın ama bir grup erkek, kadınların bu gece yürüyüşlerini bir fırsat olarak görmeye başladı. Şehrin eteklerinde beklemeye başladılar. Kim oldukları karanlıkta anlaşılmadan seyrediyorlardı. Eğer bir kadın gelirse ve cilbab giyiyorsa, ki bu manto gibi bir dış giysiydi; erkekler onu rahat bırakırdı. Yüzyıllar öncesinde cilbab, bir statü sembolüydü; bugünkü Burberry pardesü ya da Chanel ceket gibi. Kadının özgür olduğunu ilan ediyordu ve özgür bir kadın, kendi kabilesi tarafından korunurdu. Saldırgana karşı sesini yükseltip onu açığa çıkarması hiç sorun olmazdı. Ama eğer gece dışarı çıkan kadın cilbab giymemişse, biraz daha rahat giyinmiş olursa, o zaman erkekler onun köle olduğunu anlayıp, ona saldırırlardı. Toplumda endişelenen kişiler, konuyu Peygamber'e anlattı. Muhammed'in peygamberliği sırasında karşılaştığı diğer pek çok sosyal, siyasi ve ailevi meselede olduğu gibi, bu meseleyi de Allah'a teslim etti ve Müslümanların kutsal kitabı Kuran için bir ayet vahiy oldu. "Ey Peygamber" diyordu, "eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına, dış kıyafetlerini giymelerini söyle. Bu onların tanınmamaları ve rahatsız edilmemeleri için daha iyidir." Temel olarak, ayet tüm kadınların benzer şekilde giyinmesini tavsiye ediyor, ki böylece biri diğerinden ayırt edilmesin, hedef olmasın ve saldırıya uğramasın. Şimdi, bu ilk bakışta, soruna nispeten kolay bir çözüm gibi görünüyor; fakat öyle olmadığı ortaya çıktı. İlk Müslüman toplumu kabileydi ve sosyal statülere derinden bağlıydılar. Bir kölenin, özgür bir kadın gibi görünmesi fikri neredeyse aşağılayıcıydı. Ayrıca uygulanabilirlik sorunu vardı. Bir köle işini nasıl yapacaktı? Üzerindeki mantonun içine sıkışmışken, nasıl iş yapacaktı? Nasıl yemek pişirecek, temizlik yapıp su taşıyacaktı? En sonunda, erken dönemlerin Müslüman âlimleri, bir kadının giyinme şeklini iki etkene bağladı: Kadının toplumdaki işlevi - yani rolü, ki biz buna işi diyebiliriz - ve toplumun özel gelenekleri. Diğer bir deyişle, bulunduğu yerin kuralları. Müslümanlar tarihi kuralları alıp modern çağa uygulamayı sever. O zaman öyle yapalım. Bir kadının giyim şekli, geleneğe ve işleve bağlı olmalı. O hâlde, bugün Amerika'da yaşayan benim gibi müslüman bir kadın için bu ne anlama geliyor? İlk olarak, benim toplumda bir işlevim, bir rolüm, yapabileceğim bir katkım var. İkinci olarak, örtünmenin gelenek olmadığı bir toplumda yaşarken ve bu katkıyı yaparken, örtünmek beni sıkıntıya sokabiliyorsa, o zaman geleneksel giysiyi giyişim, yani bir elbise, kot pantolon veya yoga pantolonu giyişim hem kabul edilebilir, hem de önerilir. Ama bir dakika, bu doğru olabilir mi? Her şey bir yana, hepimiz müslüman bir kadının örtünmesi gerektiğini, örtünmenin onun inancının mecburiyeti olduğunu düşünmüyor muyuz? Hatta hepimizin, müslüman kadının örtüsüyle ilişkilendirdiği bir terim bile var; -farkında olalım ya da olmayalım- hepimizin kullanıldığını duyduğumuz Arapça bir terim var: "Hicab." Belki de gözden kaçırdığım bir şey vardır. Belki de kadının örtünmesi şartı, Kuran'ın başka bir bölümündedir. Bilmeyenler için söyleyeyim, Kuran 114 bölümden oluşur; her bölüm, şiirlerin dizeleri gibi olan ayetler şeklindedir. Kuran'da 6.000'den fazla ayet var. 6.000'den fazla ayetin içinden 3 tanesi kadının nasıl giyinmesi gerektiğinden söz eder. İlki, size demin anlattığım ayet. İkincisi ise doğrudan Peygamber'in eşlerine hitap eden bir ayet; onun eşleri olarak toplumdaki rollerinden, işlevlerinden dolayı, onların biraz daha mütevazi giyinmeye başlamalarını istiyor. Üçüncü ayet ise şu açıdan ilkine benziyor: Tarihsel bir duruma doğrudan yanıt olarak vahiy olmuş. İlk döneme ait kayıtlar gösteriyor ki, gelenek, yani İslam öncesi dönem boyunca süren moda, kadınların başlarına "himar" denilen bir eşarp takmalarıydı. Bu örtü kulakların arkasından bağlanıp, arkadan aşağıya salınırdı. Önde ise kadın korse türü dar bir yelek giyerdi; ki bu da onun göğüslerini açıkta bırakırdı; "Game of Thrones" dizisindeki görüntü gibi. (Gülüşmeler) İslam, Arap yarımadasında yayıldığında, kadınların bu örtüyü veya başka bir dış giysiyi, göğüslerini örtmek için kullanmalarını isteyen bir ayet indi. İşte hepsi bu kadar. Aslında Kuran'da kadının nasıl giyinmesi gerektiğiyle ilgili şeyler bundan ibaret. Görünüşe bakılırsa, Tanrı bir kadının vücudunun görünmesini istemediği tüm kısımlarını madde madde listelememiş. Elbette bu tartışılabilir ve tartışılıyor. Müslüman âlimlerin çoğunun, bu ayetlerin kasıtlı olarak belirsiz bırakılma sebebinin, kadının kendi kültürüne ve zamanın ilerlemesine göre giyinme tercihi olabileceğini yeterince tartıştığını söyleyemem. Tahmin edin "hicab" teriminin anlamı ne? Bu üç ayetin hiç birinde yok. Aslında, Kuran'ın hiçbir yerinde kadının örtüsü anlamına gelen bir şey yok. Bu, "hicab" sözcüğünün Kuran'da hiç görülmediği anlamına gelmiyor. Çünkü görülüyor. Ama görüldüğü yerde, gerçekten de doğru kullanılmış; yani engel veya ayraç anlamında. Tanrısal ile biz insanlar arasında veya inananlar ile inanmayanlar arasında varolan engel veya ayraç gibi. Ya da Muhammed zamanında erkeklerin, onun eşleriyle konuşurken arkasında durmaları istenen fiziksel bir perde gibi bir engel anlamına gelir. Veya inziva anlamına gelir; Meryem'in İsa'yı dünyaya getireceği zaman aradığı gibi. Bu ayrılma ve inziva, hicab anlamına geliyor; o fiziksel perde, hicab anlamına geliyor; o engel, o ayraç, hicab anlamına geliyor. Hicab, kadın örtüsü demek değil. Yine de bu terimin; perdeyle ayırmak, bölmek, engellemek, ayırmak gibi gerçek anlamının, bizim Müslüman kadın dendiğinde aklımıza gelen sözcüklerin aynısı olması garip değil mi? Neden gelmesinler ki? Hepimiz, dünyanın her yerinde müslüman kadınlara nasıl davranıldığını görüyoruz: Eğer okula gitmek isterse, kafasından vuruluyor; araba kullanmaya kalkışırsa, hapse atılıyor; eğer sesini duyurmak ve insan yerine konmak için ülkesindeki siyasi eylemlerde yer almak isterse, halkın saldırısına uğruyor. Karanlıkta şehrin eteklerinde saklananları boşverin; artık bazı erkekler, bütün dünyanın gözü önünde, kaldırımda yürüyen bir kadına saldıracak kadar rahat hissediyor kendini. Kimliklerini saklamayı umursamıyorlar bile. Onlar uluslararası manşetlere çıkmakla daha çok ilgileniyorlar. Yaptıklarıyla övünmek adına video yapmak ve onları YouTube'a yüklemekle çok meşguller. Suçlarını neden gizleme gereği duymuyorlar? Çünkü herhangi bir suç işlediklerini düşünmüyorlar. Suçu ancak kadınlar işler. Kafalarında gülünç fikirler olanlar ancak kadınlardır; onları evden çıkarıp topluma yönlendiren, bir katkıda bulunabileceklerini düşündüren fikirler. Hepimiz biliyoruz ki, onurlu kadınlar evde oturur; onurlu kadınlar görünmez kalır. Tıpkı Peygamber'in zamanında, kadınların onurlu olmak için uyguladığı gelenek gibi. Bu doğru mu? 1400 yıl öncesi, feminizmden çok önceydi. Kadınlar kapılar arkasına kilitlenip, örtülerle görünmezleştiriler miydi? Aslında, Peygamber'in ilk eşinin, bizim bugün CEO dediğimiz konumda olduğu ortaya çıktı. O, kervanları diğer tüm tüccarların kervanlarının toplamına eşit olan başarılı bir tüccardı. Esasen başarılı bir ithalat-ihracat şirketini yönetiyordu. Muhammed'i kendisiyle çalışmak için işe aldığında, onun dürüstlüğünden çok etkilendi ve sonunda ona evlenme teklifi etti. (Gülüşmeler) Bugün, kaç kadın bir erkeğe evlenme teklifi yapacak kadar rahat olur, bilemiyorum. Peki ya Muhammed'in ikinci eşi? O da boş gezen biri değildi. Savaşa, devesi üstünde gitti; ki bu, bugün bir kadının savaşa dört çeker askeri araç veya tankla katılması gibiydi. Ya diğer kadınlar? Erken döneme ait kayıtlar gösteriyor ki; kadınlar, İslami devrimde Peygamber'in etrafında yer almayı talep etmişler. Bir kadın, erkeklerden oluşan ordusunu savaşta idare edip bir isyanı bastırarak ünlü bir general olmuştu. Erkekler ve kadınlar birbirleriyle özgürce bağlantılıydılar; hediyeleşirlerdi. Bir kadının kendi kocasını seçmesi ve teklif etmesi gelenekti. İşler yolunda gitmediğinde ise boşanmayı başlatması da. Hatta kadınlar, yüksek sesle Peygamber ile tartışırdı. Bana öyle geliyor ki, fundamentalistler, şimdiki İslam toplumunu 680 yılındakine çevirmek istiyorlar. İleriye yönelik dev bir adım olabilir. (Gülüşmeler) İlerleme. (Alkışlar) Ancak halen önemli bir soruyu cevaplamak zorundayız. Eğer İslam tarihinden veya Kuran'dan kaynaklanmıyorsa, nasıl oluyor da biz modern çağda, müslüman kadınları hicab ile ilişkilendiriyoruz? Toplumdan dışlanmışlık, tecrit edilmişlik ve yalıtılmışlık, temel insan haklarından mahrum bırakılmışlıkla? Bunun kazara olmamasının, sizi şaşırtmayacağını umuyorum. Son birkaç on yıldır, birkaç farklı müslüman toplumunda, Kuran'ı okuma ve yorumlama gibi önemli bir görev verilen insanlar, bazı vaizler, kadınlarla ilgili bu üç ayetin içine, belli bir anlam sokuşturuyor. Örneğin, size daha önce söylediğim ayet: "Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, dış kıyafetlerini giysinler, bu onların tanınmamaları ve rahatsız edilmemeleri için daha iyidir." Bazı din adamları, hepsi değil ama bazıları, buna birkaç kelime daha eklediler. O yüzden bazı Kuran tercümelerinde, ayet şöyle okunur: "Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, dış kıyafetlerini giysinler, parantez içinde, dış kıyafet, tüm başı ve yüzü, boynu ve göğüsleri ayak bileklerine ve el bileklerine kadar örten bir örtüdür. Kadının vücudunda, gittiği yeri görebilmesi gerektiği için bir gözü hariç olmak üzere her yer örtülüdür ve eller eldivenlerle örtünmelidir. Çünkü, tabii ki, o zamanki Suudi Arabistan çölünde muhakkak çok eldiven vardı. (Gülüşmeler) Vesaire, vesaire, vesaire, parantezi kapat, ki böylece tanınmazlar ve saldırıya uğramazlar." İşte bu sözde din adamları, bu tür eklentilere dayanarak, kadının tek bir işlevi olduğu sonucuna vardılar. O işlevin ne olduğunu anlamak için tek yapmanız gereken, bazı fetvaları ve hükümleri okumak, ki bunları o sözde din adamları başlattı ve onayladılar. Size bir örnek vereyim. Bir kadının evlenmeden önce sadece ilkokulu bitirmiş olması gerekiyor. Bu da onu, ne yapıyor, 11, 12 yaşlarında mı yapıyor? Bir kadın Tanrı'ya olan dini görevlerini, önce kocasına olan fiziksel görevlerini yerine getirmeden yapamaz. Eğer erkek kadını deve üzerinde arzularsa, kadın bunu yerine getirmeli. İslam kadının sütyen giymesini yasaklar; çünkü sütyen göğüsleri kaldırarak kadını daha genç gösterir ve bu kandırma olarak düşünülür. Benim favori örneğim: eğer bir erkeğin kafasından ayağına kadar irin akan çıbanı olsa ve kadın bunu yalasa, yine de kocasına olan görevini tamamlamış olmaz. Bunlar ve bu gibi pek çok hükümler, kadınları şuna indirger: Kadınların en iyisi, aralarında en onurlusu, eğitimsiz olanı ve güçsüz olanıdır; köleden pek farkı olmayanıdır. Bu yüzden şikayet etmeden ve sütyen giymeden evde oturur. (Gülüşmeler) Her zaman kocasının her arzusunu yerine getirmek için hazır ve nazır olarak, hatta bu, onun tüm vücudunu yalamak olsa bile; ne zaman çağırırsa onu tatmin ederek, ister yatağında, ister deve üstünde. Bunlar size hiç Tanrı'nın isteği gibi geliyor mu? Bunlar size hiç kutsal yazılar gibi geliyor mu? Yoksa bunlar size garip ve rahatsız edici bir şekilde erotik olan, bir çeşit kadın düşmanı fantezi gibi mi geliyor? Bu sözde din adamları ve onları destekleyen fundamentalistler ve aşırılıkçılar, gerçekten İslam'ı içinden temizleyip, olması gereken şekline mi çeviriyorlar? Yoksa bu adamların, şehrin eteklerinde, karanlıkta bir kadına saldırmak için sabırsızca bekleyen o adamlardan hiç farkı yok mu? Teşekkürler. (Alkışlar)