Auschwitz toplama kampı ve benzeri görüntüler,
20. yüzyıl boyunca bilincimizin içine işlemiş
ve bize kim olduğumuza, nereden geldiğimize ve nasıl bir zamanda yaşamakta olduğumuza
dair yeni bir anlayış vermiştir.
20. yüzyıl boyunca Stalin, Hitler, Mao, Pol Pot,
Ruanda ve diğer vahşetlere tanıklık ettik.
Ve 21. yüzyıl henüz yedi yaşında olmasına rağmen,
şimdiden Darfur'da devam etmekte olan soykırıma
ve Irak'ın her günkü dehşetine tanık olmaktayız.
Bu, durumumuz hakkında yaygın bir anlayışa öncülük ediyor,
şöyle ki: modernite bize korkunç bir şiddeti getiriyor ve belki de
ilkel insanlar, bizim risk alıp terkettiğimiz, bir uyum hali içinde yaşadılar.
İşte bir örnek.
Birkaç yıl önce, Boston Globe'da Şükran günü üzerine yazılmış
bir okur makalesinden. Yazar şöyle diyor; "Yerlilerin yaşantısı
zor bir yaşantı, ama işsizlik sorunları yok,
toplumsal uyum güçlü, madde bağımlılığı bilinmiyor,
suç neredeyse yok, kabileler arasındaki savaşlar
büyük ölçüde ayinsel ve nadiren rastgele
veya toptan bir katliamla sonuçlanıyor." Evet, bu ballandırılmış ifadeye hepiniz aşinasınız.
Bunu çocuklarımıza öğretiyoruz; televizyonda
ve hikaye kitaplarında duyuyoruz. Şimdi, bu oturumun asıl başlığı
"Bildiğiniz Herşey Yanlış" ve ben de yaygın anlayışımızın bu parçasının
yanlış olduğuna dair kanıtlar sunacağım:
aslında atalarımız bizden çok daha şiddetliydiler;
şiddet uzun zamandır düşüşte
ve bugün, muhtemelen türümüzün varolduğu süre içindeki en barışçıl zaman diliminde yaşıyoruz.
Evet, Darfur ve Irak olaylarının olduğu bir onyılda
böyle bir beyanat, sanrısal olmak ile edebe aykırı olmak arasında bir yerlerde görünebilir.
Ama sizi bunun doğru resim olduğu konusunda
ikna etmeye çalışacağım. Şiddetin düşüşü
kendini tekrarlayarak süregelen bir olgudur. Her ne kadar 16. yüzyılda
Akıl Çağı'nın başlangıcında bir devrilme noktası var gibi görünse de,
şiddetin düşüşünü binyıllar, yüzyıllar, onyıllar ve yıllar
süresince görebilirsiniz.
Bu, homojen bir biçimde olmasa da, tüm dünyada görülebilir.
Aydınlanma çağında, İngiltere ve Hollanda'dan
başlayarak, özellikle batıda aşikardır.
İzninizle, sizi bir 10'un kuvvetleri seyahatine çıkararak --
binyıllar ölçeğinden yıllar ölçeğine --
bu konuda ikna etmeye çalışayım. 10,000 yıl öncesine kadar tüm insanlar
yerleşik bir düzen ya da idare olmaksızın avcı-toplayıcı olarak yaşadılar.
Ve yaygın olarak
ilkel uyum biçiminde düşünülen durum budur. Ama arkeolog,
Lawrence Keeley, bu yaşam biçimi hakkındaki kanıtların
en iyi kaynağı olan ölüm oranlarına bakarak
biraz daha farklı bir sonuç ortaya koymakta.
İşte, onun çok sayıda göçebe ya da avcı-toplayıcı toplulukta
savaş nedenli erkek ölüm yüzdelerini
bir araya getirdiği grafiği.
Kırmızı çubuklar, dağlık Yeni Gine ve Amazon Yağmur Ormanları'ndaki
çeşitli göçebe topluluklarda, doğal nedenlerle ölüme karşılık,
bir erkeğin bir başka erkeğin elinden
ölme olasılığını gösteriyor.
Ve bir erkeğin bir başka erkek tarafından öldürülmesi olasılığı
neredeyse yüzde 60'dan Gebusi örneğindeki yüzde 15'e kadar
bir aralıkta uzanıyor. Grafiğin sol alt köşesindeki, mavi, küçük çubuk
20. yüzyılda Amerika ve Avrupa'daki istatistiklere ilişkin
ve her iki dünya savaşındaki tüm ölümleri
içeriyor. Eğer 20. yüzyıl boyunca kabile savaşlarındaki ölüm oranları
üstün olsaydı, 100 milyon yerine iki milyar ölüm olacaktı.
Ayrıca binyıl ölçeğinde, İncil'de tarif edilenlere benzer
erken uygarlıkların yaşam biçimine bakabiliriz.
Ve bu, ahlaki değerlerimizin sözümona kaynağında
savaş halindeki beklentilerin tarifleri okunabilir;
aynen Çölde Sayım, bölüm 31'de olduğu gibi: "Ve onlar
Tanrı'nın Musa'ya verdiği buyruk uyarınca Midyanlılar'a savaş açıp
bütün erkekleri katlettiler. Musa onlara
'Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?' diye çıkıştı. Öyleyse şimdi bütün erkek çocukları
ve erkekle yatmış bütün kadınları öldürün,
yalnız erkekle yatmamış genç kadınları
kendiniz için sağ bırakın." Bir başka deyişle,
erkekleri öldürün, çocukları öldürün, bakire görürseniz
sağ bırakın ki, onlara tecavüz edebilesiniz.
İncil'de bu türden dört veya beş pasaj bulabilirsiniz.
Ayrıca İncil'de homoseksüellik, zina,
dine küfür, putperestlik,
anne-babaya karşı gelmek -- (Gülüşmeler) -- ve Şabat günü çubuk toplamak
gibi suçlar için kabul edilen cezanın ölüm olduğu görülebilir.
Peki, merceğimizi bir derece daraltalım
ve yüzyıl ölçeğinde bakalım.
Orta Çağ'dan modern zamanlara kadar olan süredeki
savaş hali için istatistikler olmasa da,
geleneksel tarihten biliyoruz ki,
şiddetin sosyal yaptırıma uğramış formlarında bir azalma olduğunun
kanıtları burnumuzun dibinde.
Örneğin; sosyal tarih, sakatlama ve işkencenin
suçluyu cezalandırmanın rutin formları olduklarını gösterecektir.
Bugün para cezasına çarptırılan kanun ihlali, o günlerde
dilinizin kesilmesi, kulaklarınızın kesilmesi, kör edilmeniz,
ellerin kesilmesi ve benzeri biçimlerde sonuçlanacaktı.
Sadistçe idam etmenin sayısız dahiyane biçimi vardı:
kazığa bağlayıp yakmak, bağırsaklarını deşmek, tekerlekle ezmek,
atlar tarafından çekilerek parçalanmak ve daha niceleri.
Ölüm cezası, uzun bir şiddet içermeyen suçlar listesi için uygulanan bir yaptırımdı:
kralı eleştirmek, bir somun ekmek çalmak. Kölelik, elbette,
işgücü tasarrufu sağlayan, tercih edilen bir yoldu ve zulüm
eğlencenin popüler bir biçimiydi. Belki en etkili örnek,
kedi yakma uygulamasıydı. Kedi bir sahnede yukarıya çekilir
ve bir askıyla ateşe doğru indirilirdi.
Acı içinde feryat eden kedi ölmek üzere yakılırken,
izleyicilerin kahkaları ortalığı inletirdi.
Peki ya birebir cinayetler? Evet, pek çok yerel yönetim
ölüm nedenini kaydettiği için iyi istatistikler var.
Kriminolog Manuel Eisner,
Avrupa'yı boydan boya gezerek
köy, mezra, kasaba, vilayetlerde bulabildiği cinayetlerin
tarihi kayıtlarını araştırdı ve
ülkeler bu istatistikleri tutmaya başladığında onları ülke verileri ile tamamladı.
Bunların, Ortaçağ'daki yaklaşık ölüm oranlarına tekabül eden
her yıl 100.000 kişide 100 ölüm verisine dayanarak,
logaritmik bir ölçekte grafiğini çıkardı. Grafik, yedi ya da sekiz Avrupa ülkesinde
her yıl 100.000 kişide bir cinayetten daha azına doğru
sert bir düşüş gösteriyor. Ardından, 1960'larda
küçük bir artış var. Rock'n roll ahlaki değerlerin azalmasına
neden olacak diyen insanların söylediklerinde aslında bir gerçeklik payı var.
Ama orta çağlardan bugüne cinayet oranlarında, büyüklük sıralamasının en azından
iki basamağı itibariyle bir düşüş var
ve dönemeç 16. yüzyılın başlarında oluşuyor.
On yıllık ölçeğe inelim.
Böyle istatistikler tutan
sivil toplum kuruluşlarına göre, Avrupa ve Amerika'da 1945'den beri
ülkeler arası savaş, ölümcül etnik ayaklanmalar ve
askeri darbelerde belirgin bir düşüş var.
Hatta Güney Amerika'da bile. Dünya çapında ülkeler arası savaşlardaki
ölümlerde belirgin bir düşüş var. Buradaki sarı çubuklar
1950'den bugüne her bir savaşta yıllık ölüm rakamlarını gösteriyor.
Görebildiğiniz gibi ölüm oranları, 1950'lerdeki çatışma başına yıllık
65.000 ölümden bu on yıldaki çatışma başına yıllık
2000 ölüme düşüyor, ki bu haliyle de korkunç.
Şiddetin düşüşü yıllık ölçekte bile görülebilir.
Soğuk savaş bittiğinden beri daha az iç savaş,
daha az soykırım -- aslında İkinci Dünya Savaşı'ndaki yükselişten beri yüzde 90'lık bir iniş --
ve hatta 1960'larda cinayet ve şiddet suçlarındaki yükselişin tersine dönüşü var.
Bu, FBI Suç İstatistikleri'nden: 50'lerde ve 60'larda
şiddetin oldukça düşük oranda olduğunu,
ardından on yıllarca yükselişe geçtiğini ve 1990'lar itibariyle
neredeyse 1960'daki düzeye kadar gerileyen
sert bir düşüşün başladığını görebilirsiniz.
Başkan Clinton, eğer buradaysanız, teşekkürler.
(Gülüşmeler)
Öyleyse soru şu: Neden bu kadar çok kişi
bu denli önemli bir konuda yanılıyor? Sanırım pek çok neden var.
Bunlardan biri, daha iyi bir raporlamamız olması: " 16. yüzyıl keşişlerine kıyasla
Associated Press bu dünyadaki
savaşlar için daha iyi bir tarihçi."
Bilişsel bir illüzyon var: biz bilişsel psikologlar biliriz ki, birşeyin
belirli örneklerini hatırlamak ne kadar kolaysa
buna vereceğiniz olasılık da o kadar yüksektir.
Gazetede dehşet verici görüntüler eşliğinde okuduğumuz şeyler
ilerlemiş yaşlarda yataklarında ölen çok daha fazla insana dair
raporlardan daha çok hafızamıza yazılır. Görüş ve savunuculuk piyasasında
dinamikler vardır: bugüne kadar kimse
"herşey daha iyiye gidiyor" diyerek
izleyici, savunucu ve bağışçıların dikkatini çekmemiştir.
(Gülüşmeler)
Bunda modern entelektüel yaşamda ilkel insanları
ele alış biçimimiz ve batı kültüründeki herhangi bir şeyin
iyi olabileceğini kabullenmekteki isteksizliğin kabahati var.
Ve elbette standartlarımızdaki değişiklikler, davranışlarımızdaki değişiklikleri
geride bırakabiliyor. Şiddetteki düşüşün nedenlerinden biri
insanların kendi dönemlerindeki vahşet ve zulümden nefret etmeleri.
Bu devamlılık gösteren bir sürece benziyor,
ama günün standartları davranışların ötesine geçerse
davranışlar, günün standartlarına kıyasla, tarihsel standartlara kıyasla olduklarından
daha barbarca görünürler. Bu yüzden bugün, Teksas'da bir avuç katil
15 yıllık bir temyiz sürecinden sonra enjeksiyonla idam cezasına çarptırılırsa
harekete geçiyoruz -- ki doğru olan da budur. Onların birkaç yüzyıl önce
10 dakika süren bir duruşmanın ardından
kralı eleştirme suçuyla yakılarak idam edilme cezası alıp
yakılabileceklerini hesaba katmıyoruz -- ve aslında bu
sürekli tekrarlanacaktı. Bugün, bizler ölüm cezasına
standartlarımızın ne kadar yükseldiğinin bir kanıtı olarak
değil de, davranışlarımızın ne kadar dibe vurduğunun bir kanıtı olarak bakıyoruz.
Peki, şiddet neden azalmakta? Kimse tam olarak bilmiyor,
ama dört açıklama okudum ki, bence hepsi
bir miktar akla yatkın. Birincisi: belki
Thomas Hobbes haklıydı. O, doğal haldeki
yaşamın "yalnız, zavallı, nahoş, hayvani ve kısa" olduğunu söyleyen
biriydi. Ona göre bunun nedeni,
insanların ilkel kana susamışlığı
ya da agresif içgüdüler ya da mülki zorunluluklar değil;
anarşinin mantığı idi. Anarşi halinde
komşularınız sizi işgal etmeden ilk saldırıyı gerçekleştirerek
onları işgal etmenin değişmez bir cazibesi var. Daha yakın dönemde Thomas Schelling,
zemin katta hışırtı duyan bir evsahibi benzetmesini yapar.
İyi bir Amerikalı olarak, komidininde bir tabancası vardır,
silahını çeker ve merdivenlerden aşağı iner.
Ve gördüğü de elinde silahı olan bir hırsızdır.
Her biri düşünüyor,
"Aslında bu adamı öldürmek istemiyorum, ama o beni öldürecek.
O beni vurmadan önce onu vursam iyi olur,
eğer beni öldürmek istemiyorsa bile, özellikle
tam da şu anda o beni öldürmeden önce onu öldürebileceğimden
endişelendiği için." Böyle sürer gider.
Avcı-toplayıcı insanlar açıkça bu düşünce zincirinin içinden geçerler
ve sıklıkla komşularına ilk akın edilen olma korkusu zincirinde akın edeceklerdir.
Bu problemle başa çıkmanın bir yolu caydırıcılıktır:
ilk vuran değilsiniz ama eğer istilaya uğrarsanız
öldüresiye bir misilleme yapacağınıza dair kamuya açıklanmış bir prensibiniz var.
Tek mesele, bu prensipte
blöfün görülmesinin söz konusu olabilmesidir ve bu yüzden sadece güvenilirse
işe yarar. Bunu güvenilir kılmak için tüm saldırıların öcünü almalısınız
-- ki bu, kanlı intikam döngüsüne yönlendirir.
Yaşam the Sopranos dizisinin bir bölümü olur. Hobbes'un çözümü,
Leviathan, şiddetin meşru kullanımı için varolan otorite
bir tek demokratik birime bahşedilirse -- bir leviathan (canavar) --
böyle bir devlet şiddetin cazibesini azaltacaktır,
çünkü her türlü saldırganlık cezalandrılacak,
saldırganın kazancı sıfır olacaktır. Bu, ilk hücum edeceğiniz korkusuyla
saldıracaklara önceden saldırmanızın cazibesini yok edecektir.
Bu, caydırıcılık tehdidinizi güvenilir kılmak için
hızlıca çekilen bir tetik ihtiyacını da yok eder. Dolayısıyla bu,
bir barış devletine yönlendirecektir. Eisner -- önceki slayt'da göremediğiniz
cinayet oranlarının grafiğini çıkaran kişi --
Avrupa'da cinayetlerin azalmasındaki zamanlamanın
merkezi devletlerin yükselişi ile çakıştığını ileri sürdü.
Bu, leviathan kuramı için bir parça destektir.
Ayrıca bugün anarşi bölgelerinde şiddetin patlaması da bunu destekler:
örneğin; başarısız devletler, çökmüş imparatorluklar,
sınır bölgeleri, mafyalar, sokak çeteleri ve benzerleri.
İkinci açıklama, pek çok zaman ve mekanda
yaşamın ucuz olduğuna dair yaygın bir his olduğudur.
Acı çekme ve erken ölümlerin kişinin kendi yaşamında yaygın olduğu
eski zamanlarda, başkalarına zarar vermek ile ilgili daha az tereddüt vardı.
Teknoloji ve ekonomik yeterlilik yaşamı
daha uzun ve zevkli kılarken, genel olarak kişinin yaşama verdiği değer artar.
Bu, siyaset bilimci James Payne'in argümanından.
Bir üçüncü açıklama "sıfır toplamlı olmayan oyun" kavramına başvurur
ve gazeteci Robert Wright tarafından Non-Zero kitabında
çözüldü. Wright, belli koşullarda
şiddetten kaçınmayı içeren işbirliğinden her iki tarafın da bir etkileşim içinde
faydalanabileceğine işaret eder. Aynen iki tarafın artan miktarları
takas ettiğinde her iki tarafın da karlı çıkması veya iki taraf
silahlarını bıraktığında daimi olarak savaşmamakla
sonuçlanan barış mükafatının bölüşülmesi gibi.
Wright'a göre teknoloji mal, hizmet ve fikirlerin uzun mesafeler
ve geniş gruplar arasında takas edilmesine izin vererek,
insanların karmaşık bir sisteme dahil olma eğilimi gösterdiği
“artı toplamlı oyunlar”ın sayısını artırıyor.
Sonuç, diğer insanların canlıyken ölü olduklarından daha değerli olmaları
ve şiddetin bencil nedenlerle azalması. Wrigth'ın belirttiği gibi
"Pek çok neden arasında, Japonları bombalamamamız gerektiğini düşündüren
bir neden, arabamı onların yapmış olması."
(Gülüşmeler)
Dördüncü açıklama, filozof Peter Singer'ın
Genişleyen Çember adlı kitabının başlığında yakalanıyor.
Peter Singer, evrimin insanlara bir empati duygusu, yani
başka insanların menfaatlerini kişinin kendi menfaatlerine benzer biçimde
ele alma becerisini, miras bıraktığını ileri sürüyor. Ne yazık ki, gıyaben
bunu sadece arkadaşlar ve aileden oluşan çok dar bir çembere uygularız.
Bu çemberin dışında kalanlara alt-insan muamalesi yapılır
ve onların sömürülmesi cezasızdır. Ama tarih boyunca,
çember genişledi. Tarihsel kayıtlarda, bunun köyden
klana, kabileye, ulusa,
diğer ırklara, her iki cinsiyete genişlediğini görebiliriz
ve Singer'in kendi argümanına göre, bunu diğer duygu sahibi
diğer türleri de dahil ederek genişletmeliyiz. Soru şu;
eğer bu oluyorsa, bu genişlemeyi sağlayan ne?
Pek çok olasılık var. Robert Wright'ın ileri sürdüğü
anlamda karşılıklılık çemberinin artması.
Altın kuralın mantığı: diğer insanları ne kadar düşünür ve onlarla
etkileşim içine girerseniz, kendi menfaatlerinizi onlarınkinin
üstünde tutmanın savunulamaz olduğunu o kadar kavrarsınız,
en azından istediğiniz sizi dinlemeleri değilse.
Üzerinde durduğum nokta evrenin eşsiz bir parçasıdır
çünkü tam da şu dakikada ben burada duruyorum
diyemeyeceğiniz gibi sizinkilere kıyasla
benim çıkarlarım daha özeldir diyemezsiniz.
Bu kozmopolitlik tarafından da sağlanıyor olabilir: yani
kendinizi önceden alt-insan muamelesi yaptığınız
diğer insanların yaşamlarına katıp yansıtmanıza izin veren
ve ayrıca yaşamdaki konumunuzun tesadüfi olumsallığını,
"oradayım ama tesadüfen" hissini farketmenize izin veren tarihçeler, gazetecilik,
hatıralar, gerçekçi kurgular, seyahat ve okur-yazarlık tarafından sağlanıyor olabilir.
Nedenleri her neyse, şiddetin azalmasının
derin etkileri var. Bu bizi sadece "Neden savaş var?"
sorusuna değil, "Neden barış var?" sorusuna da itmeli.
Sadece "Neyi yanlış yapıyoruz?" değil, "Neyi doğru yapıyoruz?".
Çünkü birşeyleri doğru yapmaktayız
ve bunun ne olduğunu bulmak kesinlikle iyi olacaktır.
Çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)
Chris Anderson: Bu konuşmayı sevdim. Sanırım bu salonda bulunan pek çok kişi
Peter Singer'in sözünü ettiği ve senin de konuşmanda değindiğin
şu genişlemenin aynı zamanda teknoloji tarafından,
diğerlerinin daha görülebilir olması ve dünyanın gittikçe küçüldüğü hissi
tarafından yönlendirildiğini söyleyecektir. Yani, bunda da bir gerçeklik payı var mı?
Steven Pinker: Hem de çok. Bu Wright'ın kuramındaki
gittikçe daha geniş çemberlerde işbirliği yaparak
faydalar elde etmemize de izin veriyor. Ama ayrıca
sanırım bu, başka biri olmanın nasıl olduğunu tasavvur etmemize de yardım ediyor.
Sanıyorum, orta çağlarda yaygın olan bu korkunç işkenceleri okuduğunuzda
nasıl olup da bunları yapmış olabileceklerini,
nasıl olup da bağırsaklarını deştikleri o kişiyle empati kuramamış
olabileceklerini düşünüyorsunuz. Fakat açıkça
onlara göre, bu sadece
kendilerininkine benzer hisler taşımayan bir yaratık. Sanırım,
bir başkasıyla alışveriş yaptığınızı tasavvur etmenizi kolaylaştıran
herhangi bir şey, bunun diğer kişiye yönelik
ahlaki yükümlülüğünüzü artırması anlamına geliyor.
CA: Evet, Steve, her haber yayın organı patronunun gelecek yıl bir noktada
bu konuşmayı duymasını isterdim. Bence bu gerçekten önemli. Çok teşekkürler.
SP: Benim için zevkti.