Günaydın sınıf. İlk olarak, burada olmak bir onur. Teşekkür ederim, müteşekkirim. Birkaç sene önce, bir panele katılma onuruna eriştim, Philadelphia'daki Bilim Liderliği Akademisi'ndeki bir konferanstı. Derek McCoy adında siyahi bir eğitmene sürdürülebilirlik hakkında ve çalışırken onu hep güçlü tutan şeylerin ne olduğu hakkında soru sorulmuştu. Tereddüt etmeden verdiği cevap ise şuydu: "Jose Vilson'un blogunu okudunuz mu? Onun gönderileri bana bu gücü veriyor." "Affedersiniz?" Çok şaşırmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum. Ben orada paneldeyken onun da orada olduğunu bile bilmiyordum ve onunla tanışmamıştım. İlk kez tanışacaktım. Binlerce, binlerce kilometre uzaktaydı ama şimdi ise gönderilerimden ve blogumdan ilham aldığını söylüyordu. Ben öğretmen sesi hakkında konuştuğum zaman tam zamanlı bir öğretmen olmanın ne anlama geldiğini daima düşünüyorum. Washington Heights, New York'ta tam zamanlı bir matematik öğretmeniyim ve bu görevi temsil etmekten onur duyuyorum. Bu yüzden de biliyorum ki söylediğim ve yaptığım şeylerde çok dikkatli olmam gerekiyor. Çünkü şöyle diyen çok insan var: "Öğretmenler seslerini yükseltmemeliler, biz tüm konuşmaları yaparken onların konuşmalarının mantığı yok." "Pardon? Tamam o zaman yapacağımız bazı işler var." Öğretmenin sesi. Anlamlı profesyonel görüşün bireysel ve kolektif ifadesi, sınıf deneyimi ve uzmanlığına dayanır. Öğretmen sesi hakkında konuştuğumda daima temel aldığım ve odaklandığım dört esas ilke ve dört parça var. İlki bireysel unsur. İnsanlar, "Esas değişikliği yapmak, bireyden başlayarak olur." dediğinde kimliklerimiz, kültürlerimiz, var oluş biçimlerimiz, eğitimimizi ve sınıflardaki kültürlerimizi etkiliyor böylece mümkün olduğunca en iyi uygulayıcılar olmak için ve bu işte gerçek bir öğretmen olabilmemiz için çocuklarımızla olan ilişkilerde düşünceli olmaya mecbur kalıyoruz. Ayrıca, lütfen unutmayın ki sınıfta daima en iyi konuşmacı olmak zorunda değiliz çünkü en iyi dinleyiciler olmalıyız. İkinci unsur, kollektiflik çünkü duvarın dışındaki insanı düşünmeden, yan kapıdaki insanı ve koridorun ötesindeki insanı düşünmeden, belki de şehirdekileri, eyalettekileri ve ülkedekileri düşünmeden kendi mesleğim üzerine düşünemem, değil mi? Lütfen şunu düşünün. Eğer iyi bir öğretmenseniz kim olduğunuzu bilirsiniz. Aynı dili konuşmadığınızda bile veya aynı kültüre sahip olmasanız bile birbirimiz ve kendimiz için iyi öğretmen olmamızı sağlayan ve bütün deneyimlerimiz hakkında olan unsurlar var. Öğretmenlik mesleğini veya mesleğin nasıl bir şey olduğunu bildiğimiz bazı şeyler var. Bu yüzden, kollektiflik hakkında fikrinizi sorduğumda sadece ülkedeki insanları düşünmüyorum, hatta dünyadaki insanları ve kurumları düşünüyorum. Bu yüzden, cezaevlerimizde ve müzelerimizde eğitmenler var. Bütün bu öğretmenlerimizi düşünmemiz gerek. Sonra da tekrar bir araya geldiğimizde en başarılı öğretmenlerimizi de kutlasak veya birlikte birçok eyalette eylem de yapsak seslerimiz bir araya geldiğinde en yüksek sesi çıkarır. Üçüncü unsur tecrübe. Tecrübeden bahsetmek, hikâyelerimizin de önem taşıdığını gösterir. Araştırma, politika, deneyim üzerine düşündüğünüz zaman kesinlikle oralarda bir yerde bir öğretmenin olduğuna inanın. Bizi öylece yok sayamazsınız, bizi de dahil etmek zorundasınız. Sonra da biz dahil edilmediğimizde buna direnmek zorundayız. Önünüzde gördüğünüz kişi, iki yıl önce performans gelişim değerlendirmesi veren bir öğretmen. Öğretmenlik uygulamalarım "etkili" idi ama maalesef sonucu "yetersiz" idi, yani ortalarda bir yerde "gelişiyordu." Tabii ne var ki öğrencilerimin beşte dördünün bilgileri gizemli bir şekilde kayboldu, bu da benim kafamı karıştırdı ve neler olduğunu bilmiyordum. Ama hâlâ daha çok fazla çalışmış olduğumu düşünmek beni biraz incitti, yapılan değerlendirmeler bizi ve sınıfta verdiğimiz emeği yansıtmıyordu. İşte tam burada uzmanlık devreye giriyor. Çünkü öğrencilerimiz hakkında bildiklerimiz var. Her gün öğrencilerimiz hakkında düşündüğümüz şeyler var. Bildiğimiz tek şey ders planı, ısınma ve kapanış aktivitesi hazırlamak değil. Ayrıca sınıflarımızda nasıl topluluk oluşturacağımızı da biliyoruz. Çocuklarımıza soru sordurmayı ve bize öğreteceklerini biliyoruz. Çünkü bu dinleme bölümünün önemli bir parçası. Biliyoruz, evet biliyoruz ve bildiğimizi söylemekte bir sorun yok. Bu, bütün çalışmanın önemli bir parçası. Çünkü her ne zaman, ne hakkında da konuşsam çocuklarım aklıma geliyor. Sınıfımdaki çocuklara karşı daima anlayışlıyım. Göçmen çocukları, işçi çocukları, çocuklarının iyi eğitimli ve yaşadığımız bu dünyaya hazır olmalarını sağlamam için yıllardır her gün çocuklarını bana emanet eden ailelerin çocukları. İnsanlar, değil mi? Bu arada, bu gördüğünüz fotoğraf, öğrencilerimin, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'ndeki Theodore Roosevelt heykeli ile çektikleri fotoğraf. İlk başta bu fotoğrafı çekmek istemedim. Ama düşündüğümde kendime şöyle dedim: Teddy'nin göçmen insanların yanında oturduğunu hayal et, kim bu ülkeye göçmek istemezdi ki? Öğrencilere inanan bir öğretmen hayal et. Peki, öğrencilerine inanan bir öğretmenin demokrasimizin özü olduğunu size söylersem işte bu, size bahsettiğim fotoğraf. Bu konuya tutkun olan öğretmenleri düşünüyorum. Öğrencilerin, sınıfta ve mahallede adalet hissettiklerinden emin olmak için rızkını ve hayatını feda eden, her gün buralarda olan, kiliseleri ziyaret eden, veli toplantısına giden, işe yaramayan çoğu politikadan doğrudan etkilenmenin nasıl bir şey olduğunu bilen öğretmenleri düşünüyorum. Ben onlar için çalışıyorum çünkü tetikte olmamı sağlıyorlar. Onlar en iyi eğitmenler. Bu arada, evimizdeki en iyi eğitmen seyirciler arasında olmakla kalmayıp aynı zamanda, oğlumuz Alejandro'ya muhtemelen en iyi anne olabilir. Luz'u ve Alejandro'yu düşünürsem onlar her gün bana ders veriyorlar, bana sürekli ders veriyorlar. Ben de daima şöyle düşünüyorum; "Aman Tanrım, benim denemeye çalıştığım her şeyde onlar benden çok daha iyiyken nasıl daha iyi öğretmen olabilirim? Ama sesim titrediğinde bile onlar tetikte oluyorlar. 13-14 yıldır, öğretmenlik onurunu ve keyfini yaşayan binlerce, binlerce öğrenciyi düşünüyorum. Birçok yaşamı içeren bir kariyer gibi hissettiriyor. Ne zaman bu öğrencilere baksam şöyle diyorum; "Aman Tanrım, size bir şey öğrettim!" Birçok öğrencim, birçok farklı yere gitti. Ya benim muhakkak mutlu olduğum yerlere gitmediklerinde? Benim sınıfımda birey olarak hissettiklerinden emin olmak için yapılacak her şeyi yaptığımı biliyorum. İşte mesele bu. Bu, zaman zaman benim uykumu kaçırıyor. Masama gittiğimde ve uyandığımda başaramamayı, başarmayı ve yine başaramamayı ve başarmayı düşündüğümde bunu biliyorum. Ayrıca biliyorum ki çocukları meşgul edecek ders planları hazırlıyorum, onların katılımını sağlıyorum ve günaydın diyorum. Veliler geldiğinde "A su orden." diyorum. Bu da hizmetinizdeyim demek, sizin için buradayım, çocuklarınızı eğitmek için buradayım. Nasıl bir karşılama? Bunlar geceleri benim uykumu kaçıran şeyler, bunlar beni, sabahları da erkenden uyandıran şeyler. Bu, iş aşkı. Bu, sürekli mücadele ettiğimiz şey, Bu yüzden ben Öğretmen Sesi dediğimde bu sadece en yüksek ses anlamına gelmiyor. Eylemlerimizi kullanmak ve onları yaptığımız ve yaptığımızı söylediğimiz işle karşılaştırmakla ilgili. Çocukların müfredattaki şeyleri, uygulamalarımızı ve eğitimimizi yansıtmalarını istiyoruz ve onların bir yere ait olduklarını hissetmelerini istiyoruz. Bir evinizin olduğunu hissetmeniz nasıl bir şey? Yalnızca asıl eviniz değil. Birçok çocuğun evi yok. Hakikaten bir ev yaratmak, ve onu yaratma gücüne sahip olmak nasıl bir şey? Bilmiyorum ama neyi bildiğimi biliyorum. Dahası, bu işi sonsuza dek yapmak istediğimi de biliyorum. Bu işe tutkuyla bağlıyım ve devam edeceğim. Siz bana katılacak mısınız?