Görünüşte Troy, her şeyin mümkün olduğunu düşünen bir Y kuşağı insanı. Kibirli, benmerkezci, insanların düşündüğünden daha zeki olduğuna ikna olmuş. Favori sohbet konuları kızlar, spor ayakkabılar ve arabalar -- sadece birkaç yıl önce ergen olan biri için büyük bir sürpriz değil. Ama Troy'un kişisel özellikleri -- korkmuş, sıkıntılı ve gelecekten emin olmayan birinin izlerini ortaya çıkarıyor. Troy aynı zamanda jenerasyonunun bilinen birçok pozitif özelliğini de bünyesinde barındırıyor. Girişimci bir ruh, bağımsız bir özellik ve ebeveynlerine bağlılık. Sıkı çalışmaya inanıyor, hem yasal hem de kayıt dışı ekonomilerde işler denemiş ama bir şansı olmamış ve sadece yolunu bulmaya çalışıp hâlâ iki dünya arasında dans ediyor. Birkaç yıl önce Troy ile tanıştığımda yerel bir golf kulübünde takım taşıyıcılığı yapıyordu, çoğunlukla varlığının farkında bile olmayan zengin insanların çantalarını taşıyordu. Ondan önce Facebook'ta spor ayakkabı satıyordu. Çubuk şeker ve su satmayı bile denedi ama ailesine yardım edebilecek veya bir araba alacak yeterli parayı biriktirmekten çok uzaktı. Troy, Jamaikalı göçmen annesinin ne kadar çalıştığını ve ne kadar az karşılık aldığını gördü ve bir ant içti -- farklı bir yönde gitmeye ant içti. Kendini uyuşturucu satarken buldu. Sonra yakalandı ve şimdi sonraki adımlarını planlamaya çalışıyor. Paranın güce eşdeğer olduğu bir ülkede, hızlı para, kısa süreliğine de olsa onun gibi genç insanlara hayatları üzerinde kontrol hissi veriyor ama o, bunu daha çok istikrar istediği için yapmıştı. Bana "İyi bir hayat istedim" dedi. "Açgözlü davrandım ve yakalandım." Ama Troy ile ilgili harika olan şey hâlâ Amerikan rüyasına inanıyor olması. Hâlâ sıkı çalışarak, tutuklanmış olmasına rağmen, yükselebileceğine inanıyor. Troy'un hayalleri gerçekleşti mi bilmiyorum. Girdiği sorunlu gençler programında ortadan kayboldu ve unutulmaya yüz tuttu ama konuştuğumuz o günde, şunu söyleyebilirim ki Troy her şeyden çok biri hayallerini dinlediği ve geleceğini sorduğu için mutluydu. Bu yüzden ne zaman bir sürü genç, siyahi Y kuşağının hayallerini gerçekleştirmek için yüzleştiği gerçekliği düşünsem Troy ve iyimserliğini düşünüyorum. Onlara sıkı çalıştıkları sürece istedikleri her şey olabileceklerini söyleyen ama gerçekten oturup onların hayallerini dinlemeyen, mücadelelerini anlamayan bir dünyada bir sürü siyahi Y kuşağı gencin katlanmak zorunda olduğu tüm zorlukları düşünüyorum. Eğer ilerleyen, sağlıklı ve medeni bir toplum istiyorsak bu jenerasyonu gerçekten dinlememiz gerekiyor çünkü beyaz ırktan olmayan Y kuşağı, ABD ve dünya nüfusunun büyük bir bölümünü onlar oluşturuyor. Y kuşağı hakkında konuşurken yani sıklıkla ayrıcalıklı olduğunu düşünen, tembel, fazla eğitimli, suya sabuna dokunmayan ve narsist olarak etiketlenen bir grup, konuşmalar genelde avokadolu tost, pahalı latteler ve yurt dışında havalı işler etrafında dönüyor -- tüm bunları muhtemelen daha önce duydunuz. Ama Y kuşağı, tamamen birbirine benzeyen bireylerden oluşmuyor. Oyuncu Lena Dunham bu jenarasyonun medyadaki temsilcisi olabilir ama Troy ve onunki gibi sesler de hikâyenin parçası. Hatta Y kuşağı bu ülkedeki en geniş ve en kapsamlı yetişkin popülasyonu. Amerikalı Y jenerasyonunun yüzde 44'ü beyaz ırktan değil ama genellikle bunu hiç bilmezsiniz bile. Tabii, 1981 ve 1996 arası doğan bu popülasyon içinde benzerlikler var. Belki birçoğumuz avokadolu tostu ve latteleri seviyoruz -- ben seviyorum, değil mi? Ama aynı zamanda olağanüstü farklılıklar da var, genelde beyaz olmayan ve beyaz Y kuşağı arasında. Hatta hepsinden çok, neredeyse farklı dünyalarda yaşıyormuşuz gibi görünüyor. Siyahi Y kuşağı, son zamanlarda yazdığım bir kitap için araştırdığım bir grup, bu gruba geldiğimizde mükemmel örnek veya sahip olduğumuz kör nokta. Örneğin, ev sahipliği oranımız daha düşük, öğrenci borcumuz daha yüksek, seçmen kaydı kabinlerinde daha çok kimlik sorgulamamız var, daha yüksek oranda hapse atılıyoruz... daha az para kazanıyoruz, işsizlik oranımız daha yüksek -- üniversiteye gitsek bile, bunu söylemeliyim-- ve daha az oranda evleniyoruz. Dürüstçe, bu aslında sadece başlangıç. Bu sıkıntıların hiçbiri özellikle yeni değil, değil mi? Amerika'daki genç siyahi insanlar hikâyelerini anlatmak için yüzyıllardır gerçekten mücadele ediyor. 1800'lerdeki İç Savaş'tan sonra Yeniden Yapılanma, köleliğin bitişiyle gelecek olan eşitliği sağlamakta başarısız oldu, bu yüzden genç insanlar ayrımcı Jim Crow politikasından kaçmak için Kuzey'e ve Batı'ya taşındı. Sonra, ülkenin büyük kısmında ayrımcılık şiddetle devam ederken 1950 ve 1960'larda genç siyahiler insan hakları mücadelelerine öncülük ederek yardımcı oldular. Ondan sonra, bazı insanlar siyah gücünü benimseyip Kara Panterler oldular ve sonraki jenerasyon, seslerinin duyulduğundan emin olmak için hip-hop'a başvurdu. Sonra Barack Obama, o da bir fark yaratmayı umuyordu. Bu başarısız olduğunda, hâlâ vahşice hırpalandığımızı fark ettiğimizde, dünyaya bizim hayatlarımızın hâlâ önemli olduğunu haber vermek zorundaydık. Şimdi, teknoloji, acımızın ve mücadelemizin dünyaya yayınlanmasına izin verdiğinde merak ediyoruz, sırada ne var? Ülkemiz her zamankinden daha kutuplaşmış ama bize hâlâ pantolonumuzu yukarı çekmemizi, saygı göstermemizi, daha az kızgın olmamızı, daha çok gülmemizi, sıkı çalışmamızı söylüyorlar. Y jenerasyonunun kendi tavırlarının bile güncellemesi gecikmiş. Bu "uyanık" grup hakkında 2015'te Washington Post'un yaptığı araştırmada beyaz Y jenerasyonunun %31'inin siyahilerin daha tembel olduğunu düşündüğü ve %23'ünün siyahilerin, onlar kadar zeki olmadığını söylediği bulundu. Bunlar benim için şaşırtıcı ve şok edici şeyler. Ve bu cevaplar, geçmişteki jenerasyonlardan çok da farklı değil, bu da maalesef gösteriyor ki bu jenerasyon, geçmişteki basma kalıp yargıları ve klişeleri tekrar ediyor. 2014'te David Binder ve MTV tarafından yürütülen bir araştırma -- ailelerinin, genç Y jenerasyonunun %84'üne herkesin eşit olması gerektiğini öğrettiğini ortaya çıkardı. Bu çok güzel bir şey, gerçekten pozitif bir adım. Ama bu grubun sadece yüzde 37'si aileleriyle gerçekten ırk hakkında konuşmuş. Bir şeylerin neden bazı insanlara karışık geldiğini anlayabiliyorum. Kesinlikle başarı elde eden siyahi Y jenerasyonlular var. Marvel'ın "Kara Panter"i, siyahi bir Y jenerasyonlu Ryan Coogler yönetti, başkaları sergilendi, türlü türlü rekor kırdı. Donald Glover, Lena Waithe, Issa Rae gibi yaratıcıların televizyon dizileri var. Beyoncé tam bir kraliçe, değil mi? O her şey. Genç siyahi yazarlar ödüller kazanıyor, Serena Williams hâlâ tenis kortlarına hükmediyor, onu sevmeyenlere rağmen ve adaylığını koyan bir sürü yeni siyasetçi ve aktivist var. Ben de zevk aldığım tüm bu siyahi neşe anlarını öldürmek istemiyorum ama şunu açıklamak istiyorum, bu kazançlar, 400 yıldır burada olan insanlar için fazla seyrek. Bu çılgınca, değil mi? Ve çoğu insan hâlâ büyük resmi anlayamıyor, değil mi? Hikâyelerimiz hâlâ yanlış anlaşılmış, vücutlarımızdan hâlâ faydalanılıyor ve sesimiz? Her gün verdiğimiz mücadeleyi hâlâ pek de önemsemeyen bir dünyada sesimiz susturuluyor. Bu yüzden hikâyelerimiz anlatılmalı, çok çeşitli şekillerle, bir dizi ses tarafından, çeşitli ve incelikli konularda konuşulmalı ve gerçekten dinlenmeliler. Üstelik sadece Amerika'da değil, değil mi? Tüm dünyada böyle. Y jenerasyonu, dünya popülasyonunun yüzde 27'sini oluşturuyor. Bu yaklaşık iki milyar insan demek. Birleşmiş Milletler'in yanı sıra Hindistan'da, Çin'de, Endonezya'da, Bali'de dünyadaki Y jenerasyonunun %50'sini oluşturan bu yerlerde, Y jenerasyonunun beyaz, genelde erkek, heteroseksüel hikâyesi, hikâyenin sadece yarısını anlatıyor. Paleti genişletmeye çalışan bir sürü insan var. Hikâyelerini anlatmaya ve Y jenerasyonu kalıp yargısını kırmaya çalışıyorlar. Güney Afrika'da Cecil Rhodes heykellerini protesto eden öğrenciler de, İngiltere'den bizi güldüren Michaela Coel de, Nijeryalı hayatı hakkındaki görüşleri online olarak şekillendiren Uche Eze de. Ama şunu belirtmek istiyorum-- şunu herkese açıklamak istiyorum, bir şeylerin 20. yüzyılda olduğundan daha eşit görünmesi, her şeyin adil olduğu anlamına gelmiyor. Deneyimlerimizin adil olduğu anlamına gelmiyor ve kesinlikle ırkçılığı aşmış bir toplumun, hakkında bu kadar çok konuştuğumuz şeyin, gerçekleşmeye yaklaştığı anlamına gelmiyor. Joelle'i düşünüyorum, orta sınıflı 20 yaşlarında her şeyi "doğru yoldan" yapan biri ama hayallerindeki okula gidemedi çünkü çok pahalıydı. Veya Jalessa, beyaz yaşıtları gibi işini orta derecede yapamayacağını bilen biri. Veya Trina, eğer beyaz bir kadın olsaydı insanların alışılmadık ailevi kararlarını daha farklı yargılayacağını bilen biri. Veya oyuncu AB, Hollywood'da aldığı rollerin ten rengi yüzünden farklı olduğunu bilen biri. Bir de Simon var. Simon, şüphesiz bir şekilde bir başarı örneği olurdu. San Francisco'da bir teknoloji şirketinin mali işler müdürü, MIT'den mezun olmuş ve dünyanın en yeni teknoloji şirketlerinin bazılarında çalışmış. Ama Simon'a Amerikan rüyasına ulaşıp ulaşamadığını sorduğumda cevap vermesi biraz zaman aldı. Gerçekten rahat bir hayatı olduğunu kabul ederken, kabul etti ki farklı şartlar altında daha farklı bir yol seçebilirdi. Simon fotoğrafçılığı çok seviyor ama bu, onun için hiç gerçek bir seçenek olmamış. "Ailem bana böyle bir şey için para yardımı yapamazdı," dedi Simon. "Belki bunu çocuklarım yapabilir." İşte bu tarz hikâyeler -- daha sessiz olan, göze çarpmayanlar -- genelde Y jenerasyonunun eşsiz ve söylenmemiş hikâyelerini ortaya çıkarıp topluluklar arasında hayal etmenin bile nasıl farklı olduğunu gösteriyor. Bu yüzden bu jenerasyonun hikâyelerini gerçekten dinlemeli ve duymalıyız, her zamankinden çok şimdi, 1946-1964 arası doğanlar yaşlanıp Y jenerasyonu öne çıkarken. İstediğimiz kadar Brooklyn'de iş paklamaları veya avokadolu tostlar hakkında konuşabiliriz ama siyahi Y jenerasyonunun, nüfusun büyük bir kısmının seslerini ve hikâyelerini duymazdan gelmek sadece bölünmeyi arttıracaktır. Bu yüzden siyahi ve beyaz olmayan Y jenerasyonunun ve tüm renklerdeki insanların hikâyeleri anlatılmalı ve aynı zamanda dinlenmeli. Ülkemiz ve dünyamız çok daha iyi bir durumda olur. Teşekkürler. (Alkış)