İnsanoğluna özgü olan eşsiz herhangi bir şey var mı?
Var.
Tümüyle gelişmiş ahlak anlayışına
sahip olan tek canlılar bizleriz.
Sosyal yaratıklar olarak ahlak konusunda takıntılıyız.
İnsanların yaptıklarını, ne için yaptıklarını bilmeye gereksinim duyuyoruz.
Ve kişisel olarak ben ahlaka kafayı takmış durumdayım.
Hepsi bu kadın yüzünden
Rahibe Mary Marastela,
kendisi annem olarak da bilinir.
Çocukken kilisede çok fazla tütsü soludum
ve bazı ifadeleri Latince söylemeyi öğrendim,
ama aynı zamanda annemin tepeden tırnağa
ahlakının her insana uygulanıp uygulanamayacağı
hakkında düşünmek için zamanım oldu.
Şunu gördüm ki, dindar olan ve olmayan insanlar
ahlak konusunda aynı oranda takıntılı.
Düşündüm ki, belki de ahlaki kararlar için
bir takım maddi esaslar vardır.
Beynimizin bizi ahlaklı yaptığını
söylemek yerine daha ileriye gittim.
Ahlakın kimyası olup olmadığını bilmek istiyordum.
Ahlak molekülü olup olmadığını
bilmek istiyordum.
10 yıl süren deneylerden sonra
onu buldum.
Görmek ister misiniz? Biraz yanımda getirdim.
Bu küçük şırınganın içinde
ahlak molekülü var.
(Kahkahalar)
Oksitosin olarak adlandırılıyor.
Oksitosin yalnızca memelilerde bulunan
çok basit ve çok eski bir molekül
Kemirgenlerde, annelerin yavrularına
bakmasını sağladığı biliniyordu
ve bazı canlılarda, yuva paylaşımına
tahammül etmede göz önünde bulunduruldu.
Fakat insanlarda, sadece kadınlarda doğumu ve
emzirmeyi kolaylaştırdığı ve cinsel ilişki sırasında
iki cinsiyetin de salgıladığı biliniyordu.
Böylece, aklıma oksitosinin ahlak molekülü olabileceği fikri geldi.
Çoğumuzun yapacağını yaptım ve bunu bazı iş arkadaşlarım üzerinde denedim.
Biri bana dedi ki:
"Paul, bu dünyanın en aptalca fikri"
"Bu" dedi, "sadece dişi bir molekül,
bu kadar da önemli olamaz."
Fakat karşı çıktım, "Ama bunu erkeklerin beyni de yapıyor.
Bunun bir sebebi olmalı."
Doğrusu haklıydı, aptalca bir fikirdi.
Ancak denenebilecek kadar aptalcaydı.
Başka bir deyişle, oksitosinin insanları daha ahlaklı yapıp yapmadığını
görmek için bir deney tasarlayabileceğimi düşündüm.
Ortaya çıktı ki, o kadar da kolay değildi.
Her şeyden önce, oksitosin utangaç bir molekül.
Salınım için herhangi bir uyarıcı olmadığında,
normal seviyeleri sıfıra yakın.
Ve salınım olduğunda ise, yarılanma ömrü üç dakika,
ve oda sıcaklığında hızla bozuluyor.
Yani bu deney, oksitosinin artmasına neden olmalı,
onu hızlıca toplamalı ve soğuk tutmalı.
Sanırım bunu yapabilirim.
Şimdi şansa bakın ki, oksitosin hem beyinde
hem de kanda üretilebiliyor,
yani bu deneyi sinir cerrahisi öğrenmeden yapabilecektim.
Ardından ahlakı ölçmeliydim.
'Ahlak' ı büyük harf "A" ile üstlenmek kocaman bir proje
Bu yüzden küçükten başladım.
Yalnız bir erdem üzerine çalıştım:
Güvenilirlik.
Neden mi? 2000'lerin başında
daha yüksek oranda güvenilir insana sahip ülkelerin
refah düzeylerinin daha fazla olduğunu göstermiştim.
Yani bu ülkelerde, daha fazla ticari hareket gerçekleşiyor
ve daha fazla zenginlik meydana geliyor,
yoksulluk azalıyordu.
Yani fakir ülkeler, genelde az güven ülkeleriydi.
Böylece, eğer güvenilirliğin kimyasını anlayabilirsem,
yoksulluğu azaltmaya yardımcı olabilirdim.
Fakat, aynı zamanda bir şüpheciyimdir.
İnsanlara sadece "Güvenilir misiniz?" diye sormak istemedim.
Bunun yerine, araştırma için
Jerry Maguire yaklaşımını kullandım.
Eğer gerçekten de erdemliyseniz,
bana parayı gösterin.
Laboratuvarımda şunu yaptık: insanları,
para kullanarak erdemli ya da ahlaksız olmaya doğru kışkırttık.
Bunu nasıl yaptığımızı sizlere açıklayayım.
Deney için biraz insan topladık.
Hepsi, eğer katılırlarsa, 10 dolar alacaklardı.
Onlara bir takım talimatlar verdik ve onları hiçbir zaman kandırmadık.
Ardından, hepsini bilgisayar yardımıyla eşleştirdik.
Ve bu çiftte; bir kişi şu mesajı aldı:
"Burada olduğun için hakettiğin 10 dolardan
vazgeçerek, bunu laborutuvardaki başka birine
göndermek ister misin?
Püf nokta, onları göremeyeceksin,
onlarla konuşamayacaksın.
Bunu bir sefer yapacaksın.
Şimdi, neden vazgeçtiysen
bunun üç katı diğer kişinin hesabına geçecek.
Onları çok daha varlıklı yapacaksın.
Ve onlar da bilgisayardan şöyle bir mesaj alacak:
Kişi 1, sana şu kadar para gönderdi.
Hepsini kendine mi alacaksın,
yoksa bir kısmını geri göndermek ister misin?
Şimdi, bir dakika bu deney hakkında düşünün.
Bu sert sandalyelerde bir buçuk saat boyunca oturacaksınız.
Bir takım deli bilim adamları kolunuza bir iğne batıracak
ve dört tüp kan alacaklar.
Ve siz şimdi benden bu paradan vazgeçip, başkasına göndermemi mi istiyorsunuz ?
Aslında bu vampir ekonomisinin doğuşuydu.
Bir karar ver ve bana biraz kan ver.
Aslında, deneyci iktisatçılar
bu testi dünyanın çeşitli yerlerinde yapmışlardı
ve hem de daha fazla ödüllendirme ile,
ve ortak görüş şöyleydi:
birinci kişiden ikinci kişiye ölçülen değer, güvenin ölçüsüdür,
ve ikinci kişiden birinci kişiye aktarılan ise
güvenilirliği ölçer.
Ama aslında, iktisatçıların neden ikinci kişinin parayı
geri göndermek isteyeceği konusunda kafası karışmıştı.
Paranin iyi olduğunu varsayıyorlardı,
o zaman neden hepsini kendine saklamasın ki?
Bizim bulduğumuz bu değildi.
Birinci karar vericilerin %90'nin parayı gönderdiğini,
ve parayı alanların %95'inin de
paranın bir kısmını geri gönderdiğini gördük.
Ama neden?
Evet, oksitosin seviyesini ölçerek
gördük ki, ikinci kişiler daha fazla para aldıkça,
beyinleri daha fazla oksitosin üretiyor,
ve daha fazla oksitosin oluştukça,
daha fazla parayı geri gönderiyorlar.
Yani güvenilirliğin biyolojisini elde ettik.
Ama bekleyin, bu deneyde yanlış olan ne?
İki şey.
Birincisi, vücutta hiçbir şey diğerlerinden bağımsız şekilde olmaz.
O zaman, biz de oksitosinle etkileşen diğer dokuz molekülü ölçtük
ancak hiçbir etkileri yoktu.
İkinci ise,
hala oksitosin ile güvenilirlik arasında doğrudan
olmayan bir ilişki vardı.
Kesin olarak oksitosinin güvenilirliğe
sebep olduğunu bilemiyordum.
O zaman deneyi yapmak için,
biliyordum ki beynin içine gitmeliydim
ve oksitosini doğrudan değiştirmeliydim.
Matkap dışında herşeyi, oksitosin maddesini
kendi beynime koymak için kullandım.
Ve bunu bir burun spreyi ile
yapabileceğimi buldum.
Sonra Zürih'teki meslekdaşlarımla beraber,
200 erkeğe oksitosin ya da onun plasebosunu verdik,
aynı para deneyini uyguladık,
ve gördük ki, oksitosin yalnızca daha fazla güven ortaya çıkarmıyor,
aynı zamanda tüm parasını bir yabancıya gönderen
kişi sayısını iki katına çıkarıyor --
hepsi ruh halini ve bilgi yetisini değiştirmeden oluyordu.
Buna göre, oksitosin güvenin molekülüydü,
ama ahlakın molekülü müydü ?
Oksitosin burun spreyini kullanarak,
daha fazla çalışma yaptık.
Oksitosin vererek, tek taraflı
parasal transferlerde cömertliğin
%80 arttığını
gösterdik.
Hayır kurumlarına yapılan bağışların
50% arttığını gösterdik.
Ayrıca, oksitosin seviyesini ilaç kullanmadan
yükselten yöntemleri inceledik.
Bunlar, masajı, dans etmeyi ve
dua etmeyi kapsıyor.
Evet, annem sonuncusu nedeniyle epey mutluydu.
Ve her ne zaman oksitosin seviyesini yükseltsek,
insanlar gönüllü bir şekilde kesenin ağzını açıyor
ve yabancılarla paralarını paylaşıyorlar.
Fakat neden bunu yapıyorlar?
Beyniniz oksitosin ile dolup taşarken
ne hissediliyor?
Bu soruyu incelemek için; insanlara
evladının ileri derece beyin kanseri olduğu
bir baba ve 4 yaşındaki oğlunun
videosunu izlettirdik.
Videoyu izlemelerinden sonra, duygularını derecelendirmelerini istedik
ve hepsinden önceki ve sonraki oksitosin düzeyini ölçmek için kan aldık.
Oksitosin düzeyindeki artış
empati duygularını öngördü.
Yani bizi diger insanlara yakınlaştıran
empati duygusuydu.
Empati bizi diğer kişilere yardım ettirtiyordu.
Empati bizi ahlaklı yapıyordu.
Şimdi bu yeni bir fikir değil.
O zamanlarda pek bilinmeyen felsefeci Adam Smith,
1759 yılında "Ahlaksal Duygular Kuramı" adında
bir kitap yazmıştı.
Bu kitapta, Smith bizlerin yukarıdan aşağıya bir sebeple değil
aşağıdan yukarıya olan bir sebeple
ahlaksal yaratıklar olduğumuzu iddia ediyordu.
Bizlerin sosyal varlıklar olduğumuzu,
yani diğerleriyle duygularımızı paylaştığımızı belirtiyordu.
Yani, eğer sizin canınızı yakacak bir şey yaparsam, bu acıyı ben de hissederim.
O zaman, bundan kaçınmalıyım.
Eğer seni mutlu eden bir şey yaparsam, seninle neşeni paylaşabilirim.
Buna göre, bunları yapmaya meyilliyim.
17 yıl sonra, aynı Adam Smith,
"Milletlerin Zenginliği" adında iktisatın
kuruluş belgesi olan minik kitabı yazacaktı.
Ama aslında, ahlak felsefecisiydi
ve neden ahlaksal olduğumuz konusunda haklıydı.
Ben sadece onun arkasındaki molekülü buldum.
Ama bu molekülü bilmek değerlidir,
çünkü bu davranışı nasıl açığa çıkaracağımızı
ve nasıl söndürebileceğimizi söylüyor,
Özellikle, neden ahlaksızlık
gördüğümüzü açığa çıkarıyor.
O zaman, ahlaksızlığı incelemek icin
sizi 1980 yılına geri götüreyim.
Santa Barbara, Kaliforniya'nın kenar mahallelerinde
bir benzin istasyonunda çalışıyordum.
Tüm gün benzin istasyonunda durarak,
çok fazla ahlaklılık ve ahlaksızlık görebiliyorsunuz. Öyle ki:
Bir pazar günü öğleden sonrasında, bir adam elinde güzel bir
mücevher kutusuyla kasiyer külübeme doğru yürüdü.
Kutuyu açtı ve içinde inci bir gerdanlık vardı.
Ve şöyle dedi: "Selam, tuvaletteydim ve orada bunu buldum.
Sence bununla ne yapmalıyız?"
"Bilmem, kayıp eşya bürosuna bırakın."
"İyi ama, bu çok değerli bir şey.
Bunun sahibini bulmalıyız". "Evet" dedim.
Ne yapacağımız konusunda karar veriyorken,
telefon çaldı.
Ve bir adam heyecanlı bir şekilde,
"Biraz önce benzin istasyonunuzdaydım,
ve karıma bir mücevher almıştım ve şimdi bulamıyorum" diyordu.
"İnci gerdanlık mı?" dedim. "Evet" dedi.
"Onu buldum"
"Ah, hayatımı kurtardın. İşte bu benim telefon numaram.
Ona bir yarım saat beklemesini söyle.
Oraya geleceğim ve ona 200 dolar ödül vereceğim."
Harika, ben de bulan kişiye "Rahat olabilirsin.
Kendine iyi bir ödül al. Hayat güzel" dedim.
"Bekleyemem ki, 15 dk. içinde Galena'da
bir iş görüşmem var ve
bu işe ihtiyacım var, gitmek zorundayım." dedi.
Ardından yine bana sordu, "Sence ne yapmalıyız?"
Ben liseye gidiyorum. Hiçbir fikrim yok.
Ona dedim ki "Senin için bende durabilir."
"Biliyor musun, çok iyisin, ödülü ikiye bölelim."
"Ben sana mücevheri bırakayım, sen bana 100 dolar ver,
ve sahibi gelince ..."
Gördünüz mü? Dolandırıldım.
Aslında bu klasik bir dolandırıcılık olan "güvercin düşürme"ydi
ve ben de güvercindim.
Yani aslında çoğu dolandırıcının yöntemi,
dolandırıcının kurbanı kendine güvendirmesi değil,
dolandırıcının kurbana güvendiğjni göstermesidir.
Artık ne olduğunu biliyoruz.
Mağdurun beyni oksitosin salgılar
ve kesenin ağzını açar, parayı verir.
Peki bizim oksitosin sistemimizi ustalıkla
yönetebilen bu insanlar kimler?
Binlerce bireyi test ederek bulduk ki,
nüfusun %5'i uyaran karşısında
oksitosin salgılamıyor.
Yani eğer onlara güvenirseniz, onların beyinleri oksitosin salgılamıyor.
Eğer masada bir para varsa, tümünü kendilerine alırlar.
Bu kişiler için laboratuvarımda kullanılan bir sözcük var.
Biz onları "piç kuruları" olarak adlandırıyoruz.
(Kahkahalar)
Bu insanlar beraber bira içebileceğiniz kişiler değil.
Psikopatların birçok özelliğine sahipler.
Bu mekanizmayı baskılayabilecek başka yöntemler de var.
Biri, uygunsuz bakılıp ve büyütülmekten.
Bu sebeple cinsel istismara uğraşmış kadınlar üzerinde çalıştık
ve yaklaşık yarısını uyaran karşısında oksitosin salgılamadığını gördük.
Bu sistemin düzgün gelişebilmesi için
yeteri kadar doğru bakılıp büyütülmeye gereksiniminiz var.
Ayrıca, aşırı stres de oksitosini baskılar.
Peki o zaman, hepimiz şunu biliyoruz, aşırı strese
girdiğimizde yapabileceğimizin en iyisini yapamıyoruz.
Oksitosinin baskılandığı diğer yöntem ise, bu ilginç --
testesteronun etkisi.
Biz de deneylerimizde erkeklere testesteron uyguladık.
Ve para paylaşmak yerine,
bencil oldular.
Fakat ilginç bir şekilde,
yüksek testesteronlu erkekler kendi paralarını, bencillikleri yüzünden
diğerlerini cezalandırmak için kullanmaya eğilimli olmalarıydı.
(Kahkakalar)
Şunu bir düşünün. Demek ki, kendi biyolojimiz içinde
ahlakın "yin"i (karanlığı) ve "yang"i (aydınlığı) var.
Bizleri diğer insanlara yakınlaştıran ve onların
hissettiklerini bize hissettiren oksitosine sahibiz.
Ve aynı zaman da testesterona.
Ve erkeklerin kadınların on katı testeronları var.
Yani erkekler bunu kadınlardan daha fazla yapıyor --
ahlaksız davranan insanları cezalandırmamızı
istettiren testesteronumuz var.
Tanrı'ya ya da devlete bize ne yapmamızı söyleyecekleri icin ihtiyacımız yok.
Hepsi bizim içimizde.
Peki şunu merak ediyor olabilirsiniz:
Bunlar çok hoş laboratuvar deneyleri,
bunlar cidden gerçek yaşamımızda geçerli oluyor mu?
Evet, bunun için ben de endişeleniyordum.
Bu yüzden, bunun günlük yaşamımızı etkileyip etkilemediğini
gözlemlemek için laboratuvarın dışına çıktım
Bu sebeple geçen yaz, Güney İngiltere'de bir düğüne katıldım.
Viktorya döneminden bir köşkte 200 kişi.
Bir tek kişiyi bile tanımıyordum.
Ve oraya kiralık bir Vauxhall'la gittim.
Ve yanımda bir santrifüj makinası, kuru buz,
iğneler ve tüpler götürdüm.
Gelin ve damattan, düğündekilerden ve
aileden ve arkadaşlardan nikah töreni
öncesi ve hemen sonrasında kan aldım.
(Kahkahalar)
Ve bilin bakalım ne oldu?
Düğünler oksitosin salgılanmasına sebep oluyor,
ama bunu kendine özgü bir yöntemle yapıyor.
Düğün güneş sisteminin merkezinde kim vardır?
Gelin.
En fazla oksitosin artışı onda oluyor.
Düğünleri neredeyse gelin kadar başka kim sever?
Gelinin annesi, evet doğru.
Annesi iki numarada.
Sonra damadın babası, sonra damat,
sonra aile, sonra
güneşin etrafındaki gezegenler gibi
gelinin etrafında dizili arkadaşlar.
Bu bana göre gösteriyor ki, bu töreni
bizleri yeni çifte yakınlaştırması için tasarlamışız,
bizi duygusal olarak yakınlaştırması için.
Neden? Çünkü onların başarılı olmasına insan neslinin
sürdürebilmesi için ihtiyacımız var.
Ayrıca, küçük miktarlı parayla yapılan güven deneylerim için yaşamımızda
ne sıklıkta yabancılara güvendiğimiz hususunu yakalamadıgı için endişeliydim.
Ancak yükseklik korkum olmasına rağmen
Geçenlerde kendimi başka bir insana iple bağladım
ve 12000 feet'teki bir uçaktan atladım.
Öncesi ve sonrasında kan örneğimi aldım
ve çok büyük oksitosin sıçraması olmuştu.
İnsanları birbirine yakınlaştıracak birçok yol var.
Örneğin, sosyal medya yoluyla
Bir çok insan şu anda tvit gönderiyor.
Bu yüzden sosyal medyanın rolünü de inceledik
ve gördük ki sosyal medyayı kullanmak
oksitosin seviyesinde kesintisiz iki haneli bir artış yaratıyor
Geçtiğimizde bu deneyi Koreli bir yayın organı için yaptım.
Yapımcılarının ve muhabirlerinin deneye katılmalarını sağladılar.
Bu kişilerden birinin, 22 yaşlarında olmalı,
oksitosin seviyesinde %150'lik bir sıçrama oldu.
Gerçekten, hayrete düşürücü; hiç kimsede bu kadar olamaz.
Sosyal medyayı özel yaşamında kullanıyordu.
Korelilere raporumu yazarken dedim ki,
"Bakın, bu adam ne yapıyordu bilmiyorum,
ama benim tahminimce annesi ya da kız arkadaşı ile etkileşim içindeydi"
Kontrol ettiler.
Kız arkadaşının Facebook sayfasında etkileşim içindeymiş.
İşte bu. Yakınlaştırma budur.
Yani bizi diğer insanlara yakınlaştıracak bir sürü yöntem var
ve görünüyor ki hepsi evrensel düzeyde.
İki hafta önce,
dağlık bölgerinde, çok soyutlanmış,
1000 yıl boyunca yaşamış gibi duran,
kendine ancak yetebilen çiftçi kabilelerine gittiğim
Papua Yeni Gine'den daha yeni dönmüştüm.
Dağlık bölgerinde 800 farklı dil konuşuluyor.
Bu insanlar, dünyadaki en ilkel insanlar.
Ve aslında onlar da oksitosin salgılıyorlar.
Yani oksitosin bizi diğer insanlara yakınlaştırır.
Oksitosin diğer insanların hissettiklerini bize de hissettirir.
Ve insanların beyinlerinin oksitosin
salgılamasını sağlamak çok kolay.
Nasıl yapıldığını biliyorum
ve aynı zamanda en sevdiğim yöntem,
aslında en basiti. Sizlere göstereyim.
Buraya gelin. Bana bir kucak verin.
(Kahkahalar)
İşte bu.
(Alkışlar)
Bu diğer insanları kucaklama arzum
bana Dr. Aşk takma adını kazandırdı.
Dünyada biraz fazla sevgi paylaşıyor olmaktan mutluyum,
çok harika bir şey,
fakat buyrun Dr. Aşk'tan reçeteniz:
Günde sekiz kucaklama.
Şunu gördük ki, daha fazla oksitosin salgılayan insanlar
daha mutlu insanlar oluyor.
Daha mutlular çünkü
her yönden daha iyi ilişkilere sahipler.
Dr. Aşk der ki, günde sekiz kucaklama.
Günde sekiz kucaklamayla -- daha mutlu olacaksınız
ve dünya daha iyi bir yer olacak.
Tabii ki, eğer insanlara dokunmayı sevmiyorsanız, bunu her zaman
burnunuza sokabilirim. (Kahkahalar)
Teşekkürler.
(Alkışlar)