Haziran 2014'tü.
30 yaşındaydım.
Doktorun ofisinden bir çağrı aldım.
Test sonuçlarım gelmişti.
Yemek molamda onu görmeye gittim
ve doktorum bana,
göğüs kanseri olduğum için çok üzgün
olduğunu söyledi.
Ona inanmak istemedim ve
ilk başta inanmadım.
Anlarsınız ya, ben bir avukatım ve
kanıta ihtiyacım vardı.
Bu yüzden size bunu söylemekten
çok utanıyorum,
ayağa kalktım ve doktorumun oturduğu
yere kadar gittim,
omzunun üzerinden bakabileyim ve
önündeki sayfada
ne yazılmış kontrol edebileyim diye.
(Gülüşmeler)
Kötü huylu karsinom.
Fakat, hala inanmak istemeyerek
dedim ki:
"Şimdi, kötü huylu karsinomun kanser
olduğuna emin misiniz?"
(Gülüşmeler)
Bana, emin olduğunu söyledi.
İşe döndüm, kanserim yayılmış mı
görmek için daha fazla
test yaptıracağım dönemde yapılması
gereken acil işlerimi teslim ettim.
Fakat o anda,
iş önceliğim değildi.
Aileme ve arkadaşlarıma
kanser olduğumu
nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.
Onların durumun ne kadar kötü olduğuna,
iyileşebileceğime ilişkin sorularına
nasıl cevap verecektim,
cevabını kendim bile bilmezken.
Eşim ve benim bir aile kurmak için
bir fırsatım olacak mıydı merak ediyordum.
Ve anneme nasıl söyleyeceğimi
çözmeye çalışıyordum.
Annem bana hamileyken göğüs kanserine
yakalanmıştı.
Nasıl hissettiğimi bilebilirdi.
Beni neyin beklediğiyle ilgili bir fikri
olabilirdi.
Ama onun kanser deneyimini tekrar
yaşamak zorunda kalmasını da istemiyordum.
O zamanlar kıymetini bilmediğim şey ise,
tedavimde ve iyileşmemde büyük bir rol
oynayacak olan işimdi.
Çalışma arkadaşlarım ve işim,
bir istatistikmişim gibi
hissedebileceğim zamanlarda
beni değerli ve insan hissettirenlerdi.
Birçok zor kişisel kararla ve
birçok belirsizlikle
uğraştığım zamanlarda bana bir rutin
ve istikrar sağlayan
yine işim olacaktı.
Mesela, ne tür bir meme rekonstrüksiyonu
olacağım gibi.
Ve bu gibi zamanlarda,
ailemin ve arkadaşlarımın desteğine
başvurabileceğimi düşünebilirsiniz.
Ve evet, tabii ki başvurdum.
Fakat, sonuç olarak iş arkadaşlarım
günlük yaşamımda büyük bir rol
oynayanlardı.
Beni güldürenler yine onlardı.
Anlayacağınız, epey samimi bir takımdık
ve gerçekten de iyi şakalar
yapıyorduk.
Mesela, birinin bana saçımın
nasıl bu kadar
parlak ve muhteşem olduğunu sormasına
kulak misafiri oldular.
Onun tabii ki de bir peruk olduğunu
bilmiyorlardı.
Ve bilirsiniz baya da güzel bir peruktu,
sabahları hazırlanmamı çok kolaylaştırdı.
(Gülüşmeler)
Bunun gibi zamanlarda onların desteğinin
ne anlama geldiğini anladım
ve bu çevrem olmadan ne yapacaktım
merak ettim.
Çok fazla kişiyle konuştum,
özellikle kadınlarla,
bu çevreye sahip olma şansı olmayanlarla,
çünkü onların tedavisi boyunca çalışma
fırsatı yoktu.
Ve bunun birkaç nedeni var.
Fakat bence bu çoğunlukla aşırı
ataerkil işverenlerden geliyor.
Bu işverenler işten uzaklaşıp
kendine odaklanmanı istiyor.
Ve daha iyi olduğunda geri dönmeni.
Bu tür cümleler kullanıyorlar.
Ve bu yanıtlar iyi niyetliyken,
bana sağlayacağı faydaları bilirken,
beni inanılmaz derecede hayal kırıklığına
uğratan
insanların çalışamayacağımı veya
çalışmamam gerektiğini söylediği zamandı,
onların yapmamı istediği ve fiziksel
olarak yapabileceğim zamanda.
Bu yüzden, birine kanser
teşhisi konulduğu zaman
işvereninin ne yapması gerektiğini
araştırmaya başladım.
Avustralya yasasında kanserin bir engel
olarak değerlendirildiğini buldum.
Eğer normal işlerini yerini getiremiyorsan
işverenin Engelli Ayrımcılığı Yasası'na
göre
çalışmaya devam edebil diye
iş sözleşmene göre uygun ayarlamalar
yapmak zorunda.
Bu uygun ayarlamalar bana nasıl görünecek?
Teşhisimin iş üzerinde yaratacağı kesin
etkileri biliyordum.
Tıbbi randevular iş saatleri sırasında
olacaktı
ve cerrahi işlemlerden sonra iyileşmek
için zamana ihtiyacım olacaktı.
Yine, tipik bir avukat olduğumdan,
tedaviden ne beklediğim üzerine bir durum
tespiti yaptım.
Kuşkusuz ki bunun birçoğu
Doktor Google üzerinden oldu,
en iyi hareketim değildi ve bunu
kimseye tavsiye etmiyorum.
(Gülüşmeler)
Bütün fiziksel yan etkilere hazırken
beni asıl korkutan şey, kemo beyin
denen şeydi.
Kemo beyin kendini hafıza kaybı,
konsantrasyonda zorluk
ve problemleri çözmede zorluk olarak
gösterir.
Ve eğer bu bana olsaydı,
avukat olarak işimi nasıl yapacağımı
merak ettim.
İşi bırakmak zorunda mı kalacaktım?
Ve nasıl etkilendiğimi bilmediğim halde,
çalışma düzenlemelerimde makul
ayarlamalar hakkında
yöneticimle nasıl bir tartışma
yapabilirdim?
Önceden somut bir plan
şart koşan yerine,
işlerin nasıl gittiğini görmekten
mutlu olan
destekleyici bir yöneticiye sahip
olduğum için şanslıydım.
Bu makul ayarlamalar konseptinden
haberdar olmasa bile
ona göre, sadece sağduyulu
olduğu için şanslıydım.
Fakat bunun herkes için sağduyu
olmadığını öğrendim.
Herkes onları nasıl etkileyeceğini
ve kısıtlamalarının ne olduğunu
öğreneceği tedavilerden
geçiyordu.
Ve bunun için ayarlamayı
öğrenecekler.
Benim için, tedavinin kendisi hakkında
öğrendiğim ipuçları ve kısayollar vardı,
mesela kemoya gitmeden önce,
hemşirelerin damarlarını bulmalarına
yardımcı olduğu için
susuz kalmadığından ve sıcak olduğundan
emin olmalısın.
Ve kemodan önce veya sonra
favori yiyeceğini yemediğinden
emin ol,
çünkü onu kusacaksın
ve ona bir daha bakmak bile
istemeyeceksin.
(Gülüşmeler)
Ben bunu zor yoldan öğrendim.
Ve sonra iş akışımı düzenlemek
için ipuçları vardı.
Kemoyu pazartesi sabah ilk
iş olarak ayarladım.
Kanser tedavi unitesini
terk ettikten sonra,
sis ekranı gelmeden ve tekrar hasta
hissetmemden önce
yaklaşık dört saatim olduğunu
biliyordum.
Bu zamanı gelen kutumu boşaltmak ve
acil aramaları yapmak için kullanacaktım.
Hastalığın en kötü kısmı yaklaşık 48
saat içinde gitmiş oluyor.
Ve sonra evden işe geri girerim.
Tedavi sürerken neleri beklemem
gerektiğini biliyordum.
İş ortaklarımla yapabileceklerim
ve yapabildiğim zaman çerçeveleri
hakkında makul beklentiler belirledim.
Fakat sıra birşeyler rica etmeye
gelince seslerindeki tereddütü
hala hatırlayabiliyorum.
Ve benden kesin bir zamana kadar
bir şey yapmamı istediklerinde.
Bana güvenin, bu insanlar
düzgün bir son gün belirleme konusunda
korkan kişiler değiller.
(Gülüşmeler)
Zor bir tedavi sürecinden geçerken
üzerime ekstra basınç koymak
istemedikleri izlenimine kapıldım.
Ve ben bu duyguları takdir ederken,
aslında son günlere ihtiyacım vardı.
Benim için bu, kontrol altında
kalamayacak
bir sürü şey varken benim
kontrolümde olan
ve kontrolüm
altında kalabilen bir şeydi.
Ve evden çalışıyordum,
iki Avustralyalı erkek ve kadından birine
85 yaşında kanser tanısı konacakken,
işverenlerimizin şu anki
yaşımızda
makul düzenlemeler
kavramını nasıl
kullanmaları gerektiğini düşünüyordum.
Daha ileriki yaşlarda daha fazla
çalışmaya devam ettikçe,
iş gücündeyken ciddi
bir hastalığa yakalanma ihtimalimiz
artıyor.
Ve teknoloji her yerde ve her zaman
çalışmamıza izin veriyor,
makul düzenlemeler artık
fiziksel olarak
fiziksel bir
ortamda çalışmaya
devam edip etmeyeceğine
bağlı değil.
Makul düzenlemeler
daha güzel olsa da, daha uzun molalar
veya daha rahat koltuklarla
alakalı değiller.
En azından,
aile sorumlulukları olan kişiler
için olduğu gibi,
diğer senaryolar için geliştirdiğimiz
esneklik politikalarını ve
stratejilerini uygulamak zorundayız.
Ancak, bir yöneticinin ilk cevabı
“Ah hayır, daha iyi olana kadar işe
geri dönme” olduğunda,
insanların makul ayarlamaların nasıl
görünebileceği konusunda bir
konuşma yaptıklarından
nasıl emin olabiliriz?
Ve benim için bir ışık yandı.
İşverenlerin çalışanları ile
bu konuşmaları
yapmaları zorunlu olmalı.
Ve benim gibi tedavi sürecinde
gerçekten çalışma imkanı olan
insanlardan öğrenilenler,
daha geniş bir alanda paylaşılmalı.
Ve bu konuşmalara yol gösterecek
daha neler yapılabilir diye düşündüm,
ardından harika meslektaşlarımdan
biri olan Camilla Gunn
''Kanserle Çalışma'' denen bir araç
geliştirdi.
Bu araç teşhis koyulmuş kişiler
için bir sistem sağlıyor;
onların müdürleri, bakıcıları ve çalışma
arkadaşlarının kanser hakkında
bir konuşma yapmalarını ve çalışma
desteği göstermelerini sağlıyor.
Camilla ile birlikte diğer kuruluşlara
bu araç hakkında
konuşmak ve konuşma sürecinde
yardımcı olmasını anlatmak
için gittik,
çünkü bazen gerçekten tuhaf
konuşmalar oluyor.
Ve şunu söylemekten memnunum;
bu aracın kavranması artıyor.
Bir kişi hasta olduğunu söylediğinde
ve işlerini nasıl etkileyeceğini
bilmediklerinde
bir müdürün cevabı ne olmalı?
Şöyle olmalı:
''Yapabildiğin ve istediğin kadarıyla,
tedavi sürecinde çalışmaya devam
edebilmen için
sana bir düzenleme yapmayı
çok isteriz.''
Ciddi hastalıklara sahip insanları
uzaklaştırmak yerine
pozitif bir şekilde
onları iş gücünde tutmak için
çabalamalıyız.
Size hikayemi anlattım
çünkü tedavi sürecinde
çalışmanın sunduğu faydaları
bilmenizi istedim.
Eğer tedavi gören birinin sıkıldığını,
kırılgan olduğunu ve sürekli
kustuğunu düşünüyorsanız;
algılarınızı değiştirmenizi istiyorum.
Ve evet, bu şeyler bazen
doğru olabiliyor,
zamanın çoğunda değilse bile,
fakat her zaman yaptığım kadar
kendimi işe itmem için kararlıydım.
Ve ben bunu yapabildim çünkü,
işverenim bu seçeneği sundu.
Her şeyden önemlisi
bunu söylüyorum çünkü,
bir kişiye görünürde seçenek sunmak
her zaman
o kişiye teklif sunulduğu veya
onun cesaretlendirildiğini göstermez.
Ve bu olmalı.
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)