Berlin'de Alte Nationalgalerie'deyiz ve
Caspar David Friedrich'in
'Meşe Ormanındaki Manastır' ismindeki tablosuna bakmaktayız.
Oldukça büyük bir tablo,ve aynı sanatçının
'Deniz Kenarındaki Keşiş' ismindeki resmiyle
ikili bir set oluşturuyorlar.
Oldukça kasvetli bir görüntü var.
Bu resim, insan hayatıyla veya Tanrıyla ilgili konuları
tasvir edebilmek için Friedrich'in peysajı ne denli etkin kullandığını
gösteren bir örnek.
Resimde bir manastırın kalıntılarını görüyoruz,
oldukça eski bir manastır.
Harabe halindeki bu manastıra doğru yürüyen bir sıra insan var,
ve bu insanlar bir tabut taşıyorlar.
Gördüğümüz bu sahne bize zamanın akıp gitmekte olduğunu ve
insanoğlunun faniliğini hissettiriyor.
Görüldüğü kadarıyla kış mevsimindeyiz, karakış.
Belki günbatımı zamanı.
Sol taraftaki kalıntılara baktığımızda
terk edildiklerini, metruk halde olduklarını düşünüyoruz.
.
Sivri kemerli eski pencere harap halde.
Hiç camı kalmamış.
Mekanın orijinal halinde ne kadar görkemli gözükeceğini hissedebiliyoruz,
ancak bu binadan geriye kalanlar sadece şu an gördüklerimiz.
Şu an gördüklerimiz de bize insanoğlunun çabasının, tecrübesinin ne kadar beyhude olduğunu gösteriyor.
Doğanın sonsuz olduğunu, insan eliyle yapılanların ise
geçici olduğunu görüyoruz.
Keşişler, eski dönemlerden kalan cenaze ritüellerini
uyguluyorlar.
Karda etraflarını çevreleyen mezarlık pek bakımlı değil,
kendi haline bırakılmış,
harap halde gözüküyor.
Manastır Ortaçağ geleneklerine göndermede bulunuyor,
ama artık göçüp gitmiş.
Meşe ağaçları ise manastırdan da eskiler.
Friedrich bu resimde meşe ağaçları ile Druid geleneklerine,
Hristiyanlık öncesi dönemin geleneklerine gönderme yapıyor olabilir.
Bu yaşlı meşe ağaçları, boğum boğum gövdeleri ve
ürkütücü görünüşleriyle Hristiyanlıktan da eski
geleneklere şahitlik ediyorlar.
Bunların arkasında ise gökyüzünü ve hilali görüyoruz.
Bu resim bize kalıcı olanın tabiat olduğunu vurguluyor,
ağaçların bile büyümesinin ve yaşlanıp ölmesinin ötesine uzanan,
zamanın ötesine geçen,
insanoğlunun çabasıyla inşa edilen binalarla kıyaslandığında
sonsuz olan, kalıcı olan doğadır.
Ay dünyadaki mevsimlerin ötesinde,
kainatla bile bağlantılı değil.
Bu resimde insan için zamanın ne anlama geldiğini,
doğa için zamanın anlamını ve sonrasında da
Tanrı'nın yarattığı kainatın zaman kavramını hissediyoruz.
Eğer bu resimde iyimser bir şey varsa,
o da bu hilal.
Hilal en ince olduğu döneminde,
bir süre sonra yeni aya dönecek,
bu da yeniden doğuş olasılığına gönderme yapıyor.
Şimdi karakış,
ancak bahar gelecek.
Bu soğuk ve kasvetli alaca karanlık ortamda bize çok uzak gibi gözükse de,
yenilenme olacağını, canlanacağını hissediyoruz.
Ayın hallerinin,
mezarlıktaki haçların,
manastırın harabesinin bir bölümü oluşturan haçın,
yenilenmeyi, yeniden doğuşu simgelediğini söyleyebiliriz.
Sanatçının, bir manzara resmine bu kadar ciddi
anlamlar yükleyebilmesini çok ilginç buluyorum.
Bu tarz bana eski dönemlere ait Hristiyan resimlerinde gördüğümüz
referans vermeyi, imgelerle canlandırmayı anımsatıyor.
Friedrich zamandan bağımsız bu insani hisleri, evrendeki yerimizi
anlatacak modern bir dil bulmaya çalışıyor,
daha önce bahsettiğimiz zaman katmanlarını hissetmemizi
sağlamaya çalışıyor.
Bu ilahi fikirleri canlandırmak için
yeni bir dil oluşturmaya çalışıyor
ve bu çabası akla yatkın geliyor, zira 19. yüzyılın başlarındayız.
Sanatçının yaşadığı dönemin değer yargıları,kültürü rasyonel görüşlere ve akla yatkınlığa önem veriyor
dolayısıyla da Rönesans döneminin ve hatta Barok dönemin
sembolizmalarını kullanma fikri akla yatkın değil.
Sanatçı, geçmiş dönemin ikonografisini kullanmak istemiyor.
Ve Baltık denizine kıyısı olan ve o zamanlar İsveç'e ait olan
Greifswald'da doğup büyümüş olan
ve sonraki yıllarda sanat eğitimini Kopenhag'da almış olan Friedrich,
öncesizliğe, sonsuzluğa, ezeli ve ebedi olana ilişkin görüşlerini
yansıtmak için bu çok çok soğuk Kuzey manzarasına bakıyor.
.