Arkadakiler, beni net duyabiliyor musunuz? Tamam, güzel. Bir soruyu hiç nasıl düşündüğünüzün parçası olacak kadar uzun süre aklınızda tuttunuz mu? Hatta belki kim olduğunuzun bir parçası olacak kadar? Benim yıllardır aklımda bir soru vardı ve o da şu soruydu: "Öğrenmeyi nasıl hızlandırabilirsin?" Bu, çok enteresan bir soru çünkü öğrenmeyi hızlandırırsan okulda daha az zaman harcayabilirsin. Ve eğer gerçekten çok hızlı öğrenirsen, muhtemelen okula gitmene hiç gerek kalmaz. Ben gençken, okul aşağı yukarı güzel bir yerdi ama okulun çoğu zaman öğrenmeye engel olduğunu fark ettim. O yüzden aklımda bu soru vardı: Daha hızlı nasıl öğrenebilirsin? Ve bu bende çok, çok küçükken başladı, 11 yaşımdayken, hipnopedi hakkında Sovyetler Birliğindeki araştırmacılara mektup yazdım. Hipnopedi uykuda öğrenme demek, bir kayıt cihazı edinip, yatağınızın yanına koyuyorsunuz gece yarısı siz uykudayken açılıyor ve sizin bundan öğrenmeniz gerekiyor. Güzel fikir, ne yazık ki işe yaramıyor. Ancak, hipnopedi diğer alanlarda araştırma yapmak için kapı açtı ve ilk soruyla başlayan öğrenme yolları hakkında inanılmaz keşifler yaptık. Buradan devam ettim ve psikolojiye tutkulu oldum ve bu noktaya gelinceye kadar psikolojiyle pek çok farklı yönden iç içe oldum. 1981'de Çin'e gittim ve 2 yıl içinde Çince'yi yerli gibi konuşabilmeye karar verdim. Şimdi, şunu anlamanız gerek, 1981'de herkes, Çinçe'nin çok, çok zor olduğunu ve bir Batılının 10 yıl veya daha fazla çalışsa bile asla çok iyi olamayacağını düşünüyordu. Aklıma başka bir fikir daha geldi, o zamana kadarki psikoloji araştırmaları sonuçlarını alıp öğrenme sürecine uygulamak. Harika olan şey, altı ay içinde mandarin Çincesinde akıcı olmamdı ve yerli seviyesine ulaşmam biraz daha zaman aldı. Ancak etrafıma baktım ve farklı ülkelerden insanların Çinceyle korkunç mücadelesini gördüm. Çinliler de İngilizce ve diğer dilleri öğrenmek için çaba sarf ediyorlardı. Sorum şuna indirgendi: Normal bir yetişkine, yeni bir dili hızlı, kolay ve etkili bir şekilde öğrenmesi için nasıl yardım edebilirsiniz? Bu soru, günümüz dünyasında gerçekten çok, çok önemli. Çevreyle ilgili büyük sorunlarımız var. Toplumsal düzenin bozulması, savaşlar, binbir çeşit şeyle ilgili büyük sorunlarımız var. Ve eğer iletişim kuramazsak, bu sorunları çözmekte gerçekten zorluk yaşayacağız. Bu nedenle, birbirimizin dilini konuşabilmeliyiz, bu, çok ama çok önemli. O halde soru şu: Bunu nasıl yaparsınız? Aslında gerçekten kolay. Bunu halihazırda yapan kişileri arayın, halihazırda işe yarayan durumları tespit edin ve sonra prensipleri tanımlayın ve onları uygulayın. Buna modelleme deniliyor ve dil öğrenmeye bakıyorum ve dil öğrenmeyi yaklaşık 15-20 yıldır modelliyorum. Ve benim bundan çıkardığım sonuç ve gözlem şu: her yetişkin ikinci bir dili altı ay içinde akıcı olarak öğrenebilir. Şimdi, çoğu kişi benim çılgın olduğumu ve bunun mümkün olmadığını düşünüyor. Öyleyse insani ilerleme tarihindeki herkesi hatırlatayım, bu tamamen sınırlarımızı genişletmekle ilgili. 1950'de, herkes bir mili dört dakikada koşmanın imkansız olduğuna inanıyordu ve Roger Bannister bunu 1956'da başardı ve o zamandan sonra bu süreç gittikçe kısaldı. 100 yıl önce herkes, ağır maddelerin uçamayacağına inanıyordu. Ancak uçuyor ve hepimiz bunu biliyoruz. Ağır madde nasıl uçar? Materyali, doğayı -burada kuşları- gözlemleyerek öğrendiğimiz prensipleri kullanarak tekrardan düzenliyoruz. Ve bugün daha da ileri gittik... O kadar ileri gittik ki, bir arabayı uçurabiliyorsunuz. Bunlardan birini bir kaç 100 bin dolara alabilirsiniz. Şimdi dünyada uçan arabalarımız var. Ve uçmak için sincaplardan öğrendiğimiz başka bir yol da var. Tek ihtiyacınız, uçan bir sincabın yaptığını kopyalamak, atlayış tulumu denilen bir tulum yaparsanız sincap gibi uçurabilirsiniz. Şimdi çoğu kişi, pek çok insan, herkes diyemem ama pek çok kişi çizemeyeceğini düşünür. Ancak bazı anahtar prensipler var, uygulayabileceğiniz beş prensiple beş günde çizmeyi öğrenebilirsiniz. Eğer, böyle çiziyorsanız, bu prensipleri beş günde öğrenin ve uygulayın ve beş gün sonra da böyle bir şey çizebilirsiniz. Bunun doğru olduğunu biliyorum, çünkü bu benim ilk çizimimdi ve bu prensipleri uyguladıktan beş gün sonra bunları çizebildim. Buna baktım ve: "Vay be!" dedim. Beynimi patlatacak kadar çok yoğun olarak konsantre olduğumda işte böyle görünüyorum. Öyleyse, herkes çizmeyi beş günde öğrenebilir ve aynı yoldan, aynı mantıkla, herkes ikinci bir dili altı ayda öğrenebilir. Nasıl mı? Beş prensip ve yedi eylemle. Bir kaç tane daha vardır ama bunlar kesinlikle temel olanlar. Onlara girmeden önce, size iki efsaneden bahsetmek istiyorum, onları yok etmek istiyorum. İlki bir yeteneğiniz olması gerektiği. Size Zoe'yu anlatayım. Avustralyalı Zoe Hollanda'ya gitti ve Flemenkçe öğrenmeye çalışıyor, müthiş bir çabayla ve sonunda insanlar diyordu ki: "Sen tamamen işe yaramazsın," "sen yetenekli değilsin," "vazgeç," "sen zaman kaybısın" ve o da depresyona girdi. Sonra bu beş prensiple karşılaştı, Brezilya'ya taşındı ve onları uyguladı ve altı ay içinde Portekizcede akıcı hale gelmişti, yani yeteneğin önemi yok. İnsanlar yeni bir ülkede yoğun pratiğin dil öğrenmenin bir yolu olduğunu düşünür. Ancak Hong Kong'a bir bakın, 10 yıldır burada olan, tek kelime Çince konuşamayan batılılara bakın. Amerika'da, Britanya'da, Avustralya'da, Kanada'da yaşayan Çinlilere bakın, 10, 20 yıldır oradalar ve İngilizce konuşmuyorlar. Yoğun pratik tek başına işe yaramıyor. Neden? Çünkü boğulan adam yüzmeyi öğrenemez. Bir dil konuşmadığınızda, bir bebek gibisiniz. Kendinizi, yetişkinlerin yanıbaşınızda ıvır zıvır konuştuğu bir ortama atarsanız, öğrenmeyeceksiniz. Öyleyse, önemsemeniz gereken beş prensip ne? İlki: dört kelime, önem, anlam, alaka ve hafıza. Ve bunlar çok önemli şekillerde birbirleriyle bağlantılı. Özellikle de öğrenmeden bahsederken. Benimle ormanda bir yolculuğa gelin. Ağaçların arasında yürüyorsunuz ve şöyle bir şey görüyorsunuz... Bir ağaçta küçük işaretler. Dikkatinizi çekebilir de, çekmeyebilir de. 50 metre daha gidiyor ve bunu görüyorsunuz... Dikkatinizi veriyor olmalısınız. Bir 50 metre daha gidiyorsunuz, dikkat etmediyseniz bunu görürsünüz... Ve bu noktada dikkatinizi veriyorsunuz. Ve bunun önemli olduğunu öğrendiniz, konuyla alakalı çünkü bu anlama geliyor. Ve hayatta kalmanızla ilgili her bilgi dikkat edeceğiniz şeylerdir ve bundan dolayı bunu hatırlayacaksınızdır. Eğer bu şahsi hedeflerinizle ilgiliyse, o zaman dikkatinizi vereceksiniz. Eğer ilgiliyse, hatırlayacaksınız. Bu yüzden, dil öğrenmenin ilk kuralı, ilk prensibi, sizinle ilgisi olan dilin içeriğine odaklanmak. Ki bu da bizi aletlere getirir. Bu aletleri kullanarak ustalaşırız ve bizimle ilgili olduklarında bu aletleri en hızlı yoldan öğreniriz. Size bir hikaye anlatayım. Klavye bir alettir. Çinceyi belli şekilde tuşlamak için metotlar var. Bu bir alet. Yıllar önce bir meslektaşım vardı, akşam okuluna gitmişti; Salı ve Perşembe akşamları, iki saat sürüyordu, evde pratik yapıyordu, dokuz ayını harcadı ve Çince tuşlamayı öğrenemedi. Ve bir gece bir kriz yaşadık. Çince eğitim kılavuzunu teslim etmemiz için 48 saatimiz vardı. Ve o işi aldı ve sizi temin ederim ki, 48 saat içinde Çince tuşlamayı öğrendi. Çünkü ilgiliydi, anlamlıydı, önemliydi, bir değer yaratmak için bir aleti kullanıyordu. Öyleyse bir dil öğrenmenin ikinci prensibi, dilinizi, ilk günden iletişim kurmak için bir araç olarak kullanmak. Bir çocuğun yaptığı gibi. Çin'e ilk vardığımda, tek kelime Çince konuşamıyordum. İkinci haftamda, bir gece süren bir tren yolculuğu yapmak zorunda kaldım. Sekiz saatimi yemek vagonunda tren görevlilerden biriyle konuşarak geçirdim, bir sebepten o da bana ilgi gösterdi ve tüm geceyi Çince konuşarak geçirdik. Resimler çiziyordu, el hareketleri ve yüz ifadeleri yapıyordu ve tane tane çok daha fazlasını anladım. Ama gerçekten harika olan şey, iki hafta sonra insanlar etrafımda Çince konuşurken, bu konuşmaların birazını anlıyordum ve bunu öğrenmek için herhangi bir çaba sarf etmemiştim bile. Ne mi olmuştu? Trendeki o gece bütün bunları özümsemiştim, ki bu bize üçüncü prensibi getiriyor. Mesajı ilk anladığınızda, dili bilinçsizce kazanacaksınız. Ve bu gerçekten iyi belgelenmiş bir şey, buna anlaşılabilir girdi deniliyor. Bunun üzerine 20-30 yıllık araştırmalar var. Alanda lider olan Stephen Krashen bu farklı çalışmaların tüm türlerini yayınladı ve bu sadece onlardan biri. Bu mor çubuklar, farklı dil testlerindeki puanları gösteriyor. Mor insanlar, dil bilgisi ve resmi eğitimle öğrenmiş olanlar, yeşil insanlar ise, anlaşılabilir girdiyle öğrenmiş olanlar. Öyleyse, anlama işe yarıyor. Anlama bir anahtar. Dil öğrenimi, çok fazla bilgi biriktirmek demek değildir. Pek çok yönden fizyolojik eğitimle alakalı. Tayvan'dan tanıdığım bir kadın İngilizceyi okulda çok iyi öğrenmiş, okul hayatı boyunca da hep A almış, üniversiteye gitmiş, hep A almış, sonra Amerika'ya gitmiş ve orada insanların ne söylediğini anlamadığını keşfetmiş. Ve insanlar ona "Sağır mısın?" diye sormaya başlamışı: Ve öyleydi. O İngilizceye sağırdı. Çünkü beynimizde, aşina olduğumuz sesleri süzerek içeri alan filtreler var ve bunlar aşina olmadığımız dillerin seslerini dışarı süzüyor. Ve eğer duyamazsanız, anlamayacaksınız, eğer anlamazsanız, öğrenmeyeceksiniz. Bu nedenle bu sesleri duyabilmek zorundasınız. Bunu yapmanın yolları var ama ama bu fizyolojik eğitim. Konuşma kas gerektirir. Yüzünüzde 43 kas vardır. Bu kasları, diğer insanların çıkardığınız sesleri anlayacağı şekilde koordine etmelisiniz. Eğer bir kaç gün içinde yeni bir spor yaptıysanız, vücudunuz nasıl olur? Ağrır, değil mi? Eğer yüzünüz ağrıyorsa, doğru yapıyorsunuzdur. Ve son prensip ise durumdur. Psiko-fizyolojik durum. Eğer kederli, kızgın, endişeli, üzgünseniz, öğrenmeyeceksiniz. Nokta. Eğer mutlu, rahat, Alfa beyin durumunda ve meraklıysanız, gerçekten çok çabuk öğreneceksiniz ve özellikle anlam karmaşasını tolere etmeniz gerekiyor. Eğer siz de her duyduğunuz kelimeyi yüzde 100 anlamak isteyenlerdenseniz, kafayı yersiniz, çünkü mükemmel olmadığınız için hep üzgün olacaksınız. Eğer neyi ne kadar öğrendiğinize bakmaz ve sadece anladığınıza dikkatinizi verirseniz, iyi ve rahatlamış olacaksınız ve çabucak öğreneceksiniz. Peki, bu beş prensibe dayanarak uygulayacağınız yedi eylem nedir? Bir: Çok dinleyin. Ben buna beyni daldırma diyorum. Kendinizi bir dili defalarca ve defalarca duyduğunuz bir ortama koyuyorsunuz ve anlayıp anlamamanız önemli değil. Tekrarlayan ritimleri, kalıpları dinliyorsunuz. Göze çarpan şeyleri dinliyorsunuz. (Çince) Pào nǎozi. (İngilizce) Öyleyse, beyninizi bunun içine daldırın. İkinci eylem önce anlamı anlamak, kelimelerden bile önce. "Bunu nasıl yapacağım? Kelimeleri bilmiyorum!" diyorsunuz. Bu farklı duruşların ne anlama geldiğini anlıyorsunuz. İnsan iletişimi pek çok yönden beden dilidir, çok fazla beden dili. Beden dilinden çok fazla mesajı anlayabilirsiniz, bu yüzden, anlaşılabilir girdi ile anlıyor ve yakalıyorsunuz. Ve ayrıca bildiğiniz kalıpları da kullanabilirsiniz. Eğer Mandarin ve Kanton dili konuşan bir Çinliyseniz ve Vietnam'a giderseniz, günlük konuşmada size söylediklerinin yüzde 60'ını anlayacaksınız. Çünkü Vietnamca yüzde 30 Mandarin ve yüzde 30 Kantoncadan oluşur. Üçüncü hareket: Karıştırmaya başla. Belki de bunu hiç düşünmediniz. Ama elinizde 10 fiil, 10 isim ve 10 sıfat var. 1.000 farklı şey söyleyebilirsiniz. Dil yaratıcı bir süreçtir. Bebekler ne yapar? "Beni", "yıka", "şimdi". Böyle iletişim kurarlar. Öyleyse karıştırmaya başlayın, yaratıcı olun ve eğlenin, mükemmel olmak zorunda değil, sadece işe yaramalı. Ve bunu yaparken, merkeze odaklanın. Bu ne mi demek? Her dilin yüksek sıklık içeriği vardır. İngilizcede 1.000 kelime günlük iletişimde söyleyeceğiniz şeylerin yüzde 85'ini kapsar. 3.000 kelime ise size günlük konuşmada söyleyeceğiniz şeylerin yüzde 98'ini verir. 3.000 kelimeniz var, dili konuşuyorsunuz. Geri kalanı pastanın kreması. Ve yeni bir dile başladığınızda, alet kutunuzla başlayın. Birinci hafta, yeni dilinizde şunları söyleyin: "Bunu nasıl söylersin?" "Anlamıyorum," "tekrar edin lütfen," "bunun anlamı ne?" hepsini hedef dilinizde söyleyin. Onu alet olarak kullanıyorsunuz, onu size faydalı kılıyorsunuz, dille ilgili diğer şeyleri öğrenmenizle ilgili. İkinci haftada, şunları söylüyor olmalısınız: "beni," "bu," seni," "şu," "ver," "sıcak," basit zamirler, basit isimler, basit fiiller, basit sıfatlar, bir bebek gibi iletişim kurarak. Ve üçüncü veya dördüncü haftada, "bağlama kelimeleri"ni öğreniyorsunuz. "Rağmen," "ama," "bu yüzden," bunlar mantıklı dönüştürücülerdir ki bir dilin parçalarını birbirine bağlar ve daha karışık bir anlam yapmanızı sağlar. İşte o noktada, konuşuyorsunuz. Ve bunu yaparken, kendinize bir dil ebeveyni edinmelisiniz. Çocukların ve ebeveynlerin nasıl etkileşim kurduğuna bakarsanız, bunun anlayacaksınızdır. Bir çocuk konuşurken, basit kelimeleri, basit birleşimleri, bazen oldukça garip, bazen çok garip telaffuzları kullanır, aile dışındaki insanlar anlamaz. Ancak ebeveynler anlar. Bu nedenle çocuk güvenli bir çevreye sahiptir ve güven kazanır. Ebeveynler çocuklarla beden diliyle ve çocuğun anladığını bildikleri basit dille konuşurlar. Bu yüzden güvenli bir anlaşılabilir bilgi çevreniz var, işe yarayacağını biliyoruz; aksi takdirde hiçbiriniz ana dilinizi konuşamazdınız. Yani kendinize bir dil ebeveyni bulun, kişisel olarak sizinle ilgilenen, eşit olarak sizinle iletişim kuracak, mesajı anlamanızı yardım etmek için size kulak verecek biri. Bir dil ebeveyninin dört kuralı vardır. Eşler bunda iyi değiller. Ancak dört kural, her şeyden önce, ne dediğinizi anlamak için çok çalışacaklar yanlış yapsanız bile. İkinci olarak, asla hatalarınızı düzeltmeyecekler. Üçüncüsü, söylediğinizi anladıklarıyla ilgili geri bildirim yapacaklar ki böylece doğru olarak cevap verebilir ve o geri bildirimi alabilir ve sonra sizin bildiğiniz kelimeleri kullanabilirsiniz. Yapmak zorunda olduğunuz altıncı şey, yüzü kopyalamak. Kaslarınızın doğru çalıştırmalısınız ki insanların sizi anlayacağı şekilde söyleyebilin. Yapacağınız birkaç şey var. Biri, ne hissettirdiğini duymak ve kulağa nasıl geldiğini hissetmek. Yani, yüzünüzde işleyen bir geri bildirim döngüsü var gibi. Ancak tercihen, eğer yerli bir konuşana bakabilir ve yüzünü nasıl kullandığını gözlemlerseniz, bilinçaltınızın kuralları içine çekmesini sağlayın, sonra onları toplayacaksınız. Eğer bakacak bir yerli konuşanınız yoksa, şöyle bir şey kullanabilirsiniz... (Kadın sesi) Sing, song, king, stung, hung. (Chris Lonsdale) Ve son fikir, yapmanız gereken son eylem "doğrudan bağlantı" dediğim şey. Bunun anlamı ne peki? Çoğu insan ikinci bir dil öğreniyor, ana dilinden ve hedef dilden kelimeleri alıyorlar ve üzerinden geçiyorlar tekrar tekrar deneyerek hatırlamaya çalışıyorlar. Gerçekten verimsiz. Yapmanız gereken şey, bildiğiniz her şeyin kafanızda bir imaj, bir his olduğunun farkına varmak. Ateşten bahsediyorsanız, dumanı koklayabilirsiniz, çıtırtı sesi duyabilirsiniz, alevleri görebilirsiniz, yaptığınız şey, o hayale ve o anıya girmek ve başka bir yolla çıkmak. Ben buna "aynı kutu, farklı yol" diyorum. O yoldan çıkıyorsunuz ve zamanla onu bina ediyorsunuz. Sonra yeni sesleri elinizdeki görüntülerle ilişkilendirmede daha fazla beceri kazanıyorsunuz. Ve hatta zamanla o süreçte doğal olarak iyi olacaksınız ve bu bilinçsiz olacak. Öyleyse, çalışmanız gereken beş prensip, yedi eylem var. Herhangi birini yaparsanız gelişeceksiniz. Ve bunların bir öğrenici olarak kontrolünüz altında olduğunu hatırlayın. Hepsini yapın ve altı ay içinde ikinci bir dilde akıcı olacaksınız Teşekkürler. (Alkışlar)