Çok teşekkürler. Bir müzik grubunun içine doğduğum doğru; bu konuda ciddiyim, çok ciddiyim. Daha ben doğmamışken, müzik yapan dört ağabeyim aile müzik grubunu tamamlamak için (Gülüşmeler) bir bas gitariste ihtiyaçları olduğunu biliyorlardı. Ben bunun için doğmuştum. Şimdi yaşlanmış hâlimle geriye bakıyorum, bir öğretmen olarak geçmişe bakıyorum. Geçmişime, müzik eğitimime baktığımda, aslında bir eğitimin söz konusu olmadığını görüyorum. Bu yüzden müziğin bir dil olduğunu söylüyorum. Eğer ana diliniz üzerine düşünürseniz, ben ve buradaki birçok insan için bu İngilizce sanırım, ben de bu örnek üzerinden gideceğim. Nasıl öğrendiğinizi düşünürseniz, kimsenin size öğretmediğini fark edersiniz. İnsanlar sizinle sadece konuştular. Ama en güzel yanı, ki iş burada ilginçleşiyor, siz de onlarla konuşabiliyordunuz. Müzik örneğine geri dönersem, çoğu durumda yeni başlayanların daha iyi müzisyenlerle çalmaya izinleri yoktur. Başlangıç sınıfında tıkılı kalırsınız. Orada birkaç yıl kalmanız gerekir, ta ki orta seviyeye, sonra ileri seviyeye gelene kadar; ileri seviyeyi de bitirdikten sonra hâlâ yapmanız gereken birçok şey vardır. Ama dili ele alırsak, müzikal terimiyle, bebekken dahi profesyonellerle "doğaçlarsınız". Sürekli. Acemi olduğunuzu unuttuğunuz ana kadar. Kimse size "Seninle şimdi konuşamam-- Senin orada beklemen gerekiyor. Yaşlandığında seninle konuşabilirim." demez. (Gülüşmeler) Bunu yaşamayız. Kimse size ne demeniz gerektiğini söylemez. Bir köşeye çekilip çalışmak zorunda bırakılmazsınız. Hatta yanlış yaptığınızda dahi düzeltilmezsiniz. Bir düşünün; 2-3 yaşlarında bir kelimeyi sürekli yanlış söylediğinizde, kimse sizi düzeltmez. Eğer yeterince kez yanlış söylerseniz, sizi düzeltmek yerine ebeveynleriniz sizin gibi konuşmaya başlar. (Gülüşmeler) Onlar da yanlış söylemeye başlarlar! Bunun en güzel yanı da konuşmanızla özgür olmanızdır. Böylece yıllarca öğrenmek durumunda kalmaz ve sesinizi aramak zorunda kalmazsınız. Sahip olduğunuz sesi aslında hiç kaybetmediniz. Kimse bunu sizden çalmadı. İşte gençken ben böyle öğreniyordum; İngilizce'yi ve müziği aynı anda ve aynı şekilde öğreniyordum. Genelde insanlara şöyle diyorum: "Evet, iki üç yaşlarındayken başladım." Çünkü böylesi daha inandırıcı. İngilizce konuşmaya ne zaman başladınız? İki üç yaşına kadar beklediniz mi? Hayır. Muhtemelen doğmadan önce konuşuyordunuz. Duyabildiğiniz an genellikle öğrenmeye başladığınız andır. Bu bence ağabeylerimin çok güzel ve zekice bir tutumu. - beşi arasındaki en büyük ağabeyim... Ben en küçüğüm, Reggie en büyüğümüz - Benden sadece sekiz yaş büyük. Nasıl bu kadar zeki olduğunu bilmiyorum. Bence asıl soru bu. Asıl TED konuşması bu olmalı. Biz küçük kardeşlerine çalmayı öğretmemesi gerçekten de onun yaratıcı düşünme yetisini kanıtlıyor. Elime bir bas gitar vererek beni müziğe alıştırmadı. Hayır. Yaptıkları ilk şey, en eski hatıralarımdan aklımdan kalan, benim etrafımda müzik yapmaktı. Hawaii'de olduğumu hatırlıyorum, ağabeylerim ekipmanlarını kurarlardı, plastik bir tabure gördüğümü hatırlıyorum. Çoğu zaman ön bahçeye kurulurduk ve orada üstünde plastik bir oyuncak duran bir tabure, Mickey Mouse'lu oyuncak bir gitar duruyor olurdu. Kimse bana o oyuncağın benim için olduğunu söylememişti. Kimsenin konuşma sırasının size geldiğini söylememesi gibi. Nasıl olacağını bilirsiniz ve ben de o taburenin benim için olduğunu biliyordum. O enstrüman benim içindi. Plastik telleri vardı, kurardınız ve bir şarkı çalmaya başlardı. Ama tellerinden ses çıkartamazdınız, amaç zaten ses çıkartmak değildi. Bir enstrüman tutabilecek yaşa geldiğimde, bana sadece tutmam için bir şey verdiler, beni gelecek yıllara hazırlamak için. Amaç o enstrümanı çalmak değildi. Bizim, müzik öğretmenlerinin, çoğu zaman yaptığı hata bu: Çocuklar müziği anlamadan onlara enstrüman çalmayı öğretiyoruz. Çocuğa hecelemeyi öğretmezsiniz. Bir çocuğa, daha o çocuk uzun yıllar boyunca o sütü içmeden "süt"ü hecelemeyi öğretmek pek mantıklı değil, değil mi? Ama nedense bunun müzikte mantıklı olduğunu düşünüyoruz. Çocuklara önce kuralları ve enstrümanı öğretiyoruz. Ben iki yaşımdayken ve elime o oyuncağı tutuşturduklarında, müzikle çoktan ilgiliydim, çünkü müziğe doğuştan yetenekli olduğumuza inanırım. Herhangi birinin sesini dinleyin. Herhangi bir çocuğun sesini. Bundan daha saf bir müzik yoktur. Ağabeylerim müziğe yetenekli doğduğumu, bir şekilde biliyorlardı ve bir bas gitarist olmamı istiyorlardı. Yeterince büyüdüğümde elime bir oyuncak verdiler ve çalmaya başladılar. Ben de yerimde hoplayıp zıplayarak elimdeki oyuncağımla ritim tuttum. En harika şey, bunun enstrümanla alakalı olmamasıydı. Müzik yapmayı öğreniyordum, enstrüman çalmayı değil. Umuyorum ki, buna bugün de devam ediyorum. Öğrendiğim şey, ağabeyim dört ölçülük melodinin sonunda ziline vurduğunda bunun ne anlama geldiğiydi. Ya da bir melodiyle diğerinin arasındaki fark. Tıpkı bir bebeğin annesinin ses tonunu yükseltmesi ve babasının ses tonunu alçaltması arasındaki farkı bilmesi gibi. Bu şeyleri bilirsiniz, kelimeleri anlamasanız dahi karşınızdakini anlayabilirsiniz. Bütün bu şeyleri öğreniyorsunuz. Bir bebek anlamlı bir kelime söyleyebildiğinde, dile dair birçok şeyi biliyor oluyor. Ben de müziği böyle öğreniyordum. Elimde enstrüman tutabildiğim anda, hâlihazırda müziği biliyordum. Üç yaşına geldiğimde, Reggie altı telli gitarlarının birinin iki telini söktü. Alttaki iki ince teli söktü ve o benim ilk gerçek enstrümanım oldu. Reggie bana hâlihazırda bildiğim şarkıları çalmak için, gereken sesleri çıkartmak için parmağımı nerelere koymam gerektiğini öğretmeye başladı. Sıfırdan başlamıyordum. Müziği zaten biliyordum. Şimdi o müziği bir enstrümanla ifade etmem gerekiyordu sadece. Düşünüyorum da, konuşmayı da aynı şekilde öğrenmiştim. Marifet ilk enstrümanı öğrenmekte değildi. Konuşmak için kullandığınız enstrüman kimin umurunda? Önemli olan ne söylediğiniz. Müzikal anlamda sesimi hep korudum. Hep söyleyecek bir şeylerim oldu. Enstrümanım aracılığıyla nasıl konuşacağımı öğrendim. Birkaç şey hakkında düşünecek olursak, alıştırma yapmaya zorlanmamak, söylemeniz gerekenlerin dikte edilmemesi - yine İngilizce'ye döndüm - söylemeniz gerekenlerin dikte edilmemesi. Öğretmen size yeni bir kelime öğrettiğinde, onu bir cümlede kullanmanızı ister; alakalı bir bağlamda, hemen o anda. Bir müzik öğretmeni gidip alıştırma yapmanızı söyler. Alıştırma yapmak da işe yarar ama bir bağlamda ifade etmekten daha yavaş işler. Bunu İngilizce'den biliyoruz. Ben de böyle öğrendim. Büyüdüğümde, yaklaşık beş yaşındayken, beşimiz aslında bir tura çıkmıştık. Curtis Mayfield isimli bir soul müzisyeninin konserinde açılış yapabilecek ve onunla tura çıkabilecek kadar şanslıydık. Beş yaşındaydım, en büyük ağabeyim yalnızca 13 yaşındaydı. Durup düşündüğümde, o yaşta İngilizce'yi güzel konuşabiliyorduk. Neden müzik olmasın? O zamandan beri müziğe hep bir dilmiş gibi yaklaştım, çünkü onu da aynı anda ve aynı şekilde öğrendim. En güzel yanı da çocukların içlerinde taşıdığı bir şeyi koruyabildim: O da özgürlük. Birçoğumuz ilk müzik dersimizi aldığımızda, müzikal özgürlüğümüzden uzaklaşmaya doğru itiliyoruz. Bir öğretmene gidiyoruz, o öğretmen hemen hemen hiçbir zaman ona neden geldiğimizi bilmiyor. Çoğu zaman, bir çocuk hayali gitar çaldığında, doğrunun ve yanlışın olmadığı anda, doğru ya da yanlış notalar veya enstrümanla değil bu aslında. Çalıyor çünkü çalmak iyi hissettiriyor. Duşta şarkı söylemenizle aynı şey. Ya da arabanızda işe giderken; şarkı söylüyorsunuz. Doğru notaları ya da doğru gamı bildiğiniz için söylemiyorsunuz, söylüyorsunuz çünkü bu iyi hissettiriyor. Kahvaltıda bir hanımefendiyle konuştum, "Duştayken, Ella Fitzgerald'ım" dedi. (Gülüşmeler) Elbette ki haklı! Peki bu neden dışarıdan biri dinlerken değişiyor? Bu özgürlük, biz büyüdükçe ve öğrendikçe yok oluyor ve o özgürlüğü korumanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Bu başarılabilir! Sonsuza dek yok olmuş değil. Hayali gitar çalan bir çocuk yüzünde bir tebessümle çalacak. Ona ilk müzik dersini verin, o tebessüm yok olur. Çoğu zaman bütün müzikal yaşamınız boyunca o tebessümü geri kazanmak için çalışmanız gerekir. Öğretmenler olarak, eğer doğru davranırsak, o tebessümü koruyabiliriz. Ben müziğe bir dil olarak yaklaşın diyorum, öğrencinin özgürlüğünü korumasını sağlayın. Biraz daha büyüdükten ve ağabeylerimle turlara çıkıp fazlaca müzik yapmaya başladıktan sonra, annem, ancak yaşlanıp kendi çocuklarım olduktan sonra anlayabileceğim bir soru sorardı. Biz çocuklarına şunu sorardı: "Dünya başka iyi bir müzisyene neden ihtiyaç duysun?" Bir düşünün. Ben müzik diyorum ama kendi kariyerinizi koyun oraya. Dünya size neden ihtiyaç duysun? Yaşlandıkça bir şeyin farkına varmamı sağladı, müzik bir dilden de fazlası, bir yaşam tarzı. Benim yaşam tarzım. Yanlış anlamayın, birçok müzisyenin sürdüğü hayattan bahsetmiyorum. Çünkü sevdiğimiz eski müzisyenlere bakıp müzikal anlamda çok başarılı olduklarını ancak hayatta bir o kadar başarısız olduklarını görebiliriz. Birkaçının ismini verebilirim ama kimseyi üzmek istemiyorum; ama müzikal kahramanlarımız hakkında düşünürsek çoğu öyleydi. Sanırım ebeveynlerimiz bizi o anda bilmediğimiz bir şeye hazırlıyorlardı, sanırım annem ileride neler olabileceğini görebiliyordu. "Dünya başka iyi bir müzisyene neden ihtiyaç duysun?" Biz ise sürekli alıştırma yapıyoruz. Tüm evimizi mahallemizden, eyaletin farklı yerlerinden gelen müzisyenlerin buluştuğu bir müzik evine çevirdik. Alıştırma yapardık, ailem olmayan paralarını en yeni enstrümanlara sahip olmamız için harcardı. Her Noel'de, Noel Baba en yeni şeyleri getirirdi. Neden öyleydi? Sadece para kazanmamız için miydi? Sahnenin tadını çıkarmamız için miydi? Şimdi anlıyorum da bundan çok fazlasıydı. Müzik benim yaşam tarzım. İnsanlarla bir öğretmen olarak müziği paylaşabilmek için ciddi manada müzik çalışmaya başladıktan sonra, müzikten öğrenip hayatlarımıza uygulayabileceğimiz birçok şeyin olduğunu gördüm. İyi bir müzisyen olmak için iyi bir dinleyici olmalısınız. Ne kadar iyi bir bas gitarist olduğumun bir önemi yok. Ne kadar iyi olduğum önemsiz. Dünyanın en iyi beş müzisyenini bu sahneye çıkartabiliriz. Ama her biri birbirinden bağımsız bir şekilde iyi çalacak olursa, yaptıkları müzik çok kötü olacaktır. Eğer birbirimizi dinler ve beraber çalarsak, her birimizin en iyi olmasına gerek kalmadan, çok daha iyi müzik yapabiliriz. Birkaç yıl boyunca yeni gelen öğrencileri karşılamak ve bir müzik grubu oluşturmak amacıyla Kaliforniya'daki Stanford Üniversitesi'ne davet edildim. Müziği kullanarak onlara önlerindeki dört senenin nasıl geçeceğine dair bir fikir verebildik. Müzik kullanarak bunu yapmak eğlenceli oldu, çünkü müzik hassas konuların konuşulmasını kolaylaştırıyor: Politika, ırkçılık, eşitlik, eşitsizlik ve din gibi. Müzik kullanarak bunları hem konuşup hem güvende olabilirim. İzleyiciler arasından daha önce hiç enstrüman çalmamış birini sahneye alabiliyorduk. Genellikle bir kadını alıp boynuna bas gitarı geçiriyorduk ve grubun çalmasını işaret ediyordum. Grup çalmaya başlar başlamaz, sahneye çıkan öğrenci şunu yapıyor. (Gülüşmeler) Ben de "İşte müzik bu" diyordum. Eğer o bas gitarı dükkândaki bir enstrüman gibi dinlerseniz, öylece duruyorken bir ses çıkartmaz. Ondan müzik istiyorsanız, müziği kendiniz oraya yerleştirmelisiniz. O boynunuzdaki ritmi alıp enstrümana koymanız gerekiyor sadece. Ben de sol eliyle gitarın klavyesini tutturdum ona - herkes enstrüman tutmasını bilir, yeni bir şey değil bu - klavyeyi tut ve sağ elini telin üstünde dans ettir. O notayı çalmaya başladıktan sonra grup da onunla çalmaya başlıyor. Birdenbire, o artık bir bas gitarist. Daha da fazlası, bir müzisyen. Bir dansçı dans etmeye başlamadan önce asla soru sormaz. Bir solist genellikle hangi anahtarda olduğumuzu sormaz. Müzisyenler birçok soru sormak durumundadırlar. Bu deneyim bana şunu öğretti: "Biz harika olduğumuz için onun bir şey bilmeye ihtiyacı yok." (Gülüşmeler) Müzik yaptığımız yere o anda biri gelecek ve sahnedeki grubu görecek olsa, sahnede bu yeni gelen müzisyenle birlikte, yeni gelen müzisyenin kim olduğunu anlayamazdı. Bu da bana şunu öğretti: "Eğer kendi başarımı doğru kullanırsam, başkalarının yükselmesini sağlayabilirim." Stanford'da yaptığımız bu etkinliğin en güzel yanı bas gitarın artık ona ait olmasıydı. (Gülüşmeler) Geçenlerde gördüm, hâlâ bas gitar çalıyor, bu çok güzel. Dinlemek müzikten hayata uygulayabileceğimiz önemli bir şey, birlikte çalışarak, başarılı olarak diğer insanların da başarılı olmasını sağlamak. İnsanları sizi övdüğünde, alçakgönüllülük yapıp övgüyü reddetmeyin. Övgüyü benimseyin, çünkü o övgüyü size layık görmeleri, sizin iyi olduğunuzu ifade eder. Olduğunuz yerde kalıp onları da yanınıza çekin. Bu, sizin onların yanınıza inmenizden daha hızlı gelişmelerini sağlayacaktır. Yani müzikte iyi olduğumuz için bu insanlara yardım edeceğiz. Müzik söz konusu olduğunda siz demedikçe ben iyi olduğumu iddia edemem. "Bütün bu Grammy Ödülleri'ni kazandı" diyorlar. Siz olmadan hiçbirini kazanamam. Annemin bize öğrettiği bir başka şey de: "Siz zaten başarılısınız. Sadece dünyanın geri kalanı henüz bunu bilmiyor." O zamanlar anlamamıştım ama şimdi gerçekten anlayabiliyorum. Buradan gitmeden önce hızlıca şunu düşünmenizi istiyorum: İki nota çalıyor olsaydım, diyelim ki bir "do" - hayalgücünüzü kullanın sadece - Eğer aynı oktavda bir do ve do diyez çalarsam, bu notalar çarpışıyor gibi ses çıkartırlar; "Yanlış!", "Çirkin!" Ama do'yu bir oktav yukarı alırsam, do diyez ve do'yu tekrar çalalım. Birdenbire kulağa çok güzel gelir. Aynı iki nota. O do, do diyeze majör yedili olur; bir akoru çok güzel yapmakta önemli bir elementtir bu. Peki aynı iki nota nasıl bir durumda kulağa kötü gelirken diğer bir durumda kulağa çok güzel gelir? Bunu alıp hayata uygulayın. Hayatta kötü, berbat, korkunç bir şey gördüğümüzde, belki de ona yanlış oktavda bakıyoruzdur. Belki bakış açımızı değiştirebiliriz. Aslında eğer kötü bir şey görüyorsanız, onu yanlış oktavda gördüğünüzü bilerek bakış açınızı değiştirmek için bir yol aramanız gerektiğini bilmelisiniz. Müzikal bir terim kullanmak gerekirse- oktavınızı değiştirmelisiniz. Ülkeler insanları incitmek, korku salmak, öldürmek, bir şeyler kanıtlamak için bombalar yapıyorlar. Ülkeler, devletler bombaları yollamadan önce onları kutsuyorlar. Bu, yukarıdan aşağıya devlet dayatmasıyla gerçekleşmekte. Cevabımız burada saklı. Çözümün aşağıdan yukarı gelmesi gerektiğini gösteriyor bana. İnsanların sizi sevmesini sağlayan bir bomba üzerinde çalışan biri var mı? Belki bir Eros bombası? Hâlihazırda olduğunu düşünüyorum: Müzik. Her ülke kendi versiyonuna sahip. İşe yarıyor. İnsanları bir araya getiriyor. Onu anlamak için bir şey bilmenize gerek yok. Bir dil. Bir yaşam tarzı. Dünyayı kurtarabilir. Benim adım Victor Wooten. Ben bir müzisyenim. Bana bu savaş alanında katılmanızı umuyorum. (Gülüşmeler) Teşekkürler. (Alkışlar)