[ Yetenek ve Yaratıcılık] Yetenek nedir? Sesi güzel olan bir erkek mi? Resim yapan bir erkek mi? İyi bir futbol oyuncusu mu? Nedir yetenek? Yetenek, insanın gerçekleştirdiği ve yaratıcı sayılan bir faaliyettir. Bir kişi bir başkasından daha iyi resim yapabiliyorsa, bir başkası da ilk kişiden daha iyi resim yapmasını öğrenebilir. O zaman yetenek, bir kişinin beceri seviyesini temsil eder. Bir kişi güzel resimler yapabilir, bir diğeri sıradışı derecede güzel şarkı söyleyebilir, bir diğeri ise hayret verecek şekilde dans edebilir. Ancak bir resmin güzel, bir sesin melodik ve de bir dans rutininin ritmik olması için onları bir şeyle ilişkilendirmen gerekir. Bu şey de kültürdür, içinde bulunduğun çevredir. Mona Lisa'ya, bu iyi bilinen tabloya bakalım. Çoğu insana göre bu büyük bir başarıdır, sanattır, yüce bir şeydir, şaşalıdır ve değerlidir. Ama neden? Resmin kendisi midir sıradışı olan? Yoksa onu önemli olan yapıldığı yıl mıdır? Sanat dünyasında etkisi midir? Ressamın kim olduğu mudur? Bu resme değerini veren nedir? Eğer bu tabloyu daha önce duymadıysanız, ve ilk kez bilgisayarınızda bir resim olarak görüyorsanız fikriniz ne olurdu? Kültürel etkilerin veya çevrenin etkisinin altında kalmadan ne düşünürdünüz? Düşün! Aynı şey, ses için de geçerli. Sağır bir adam, etkisini bilmediği için böyle bir yeteneği anlamazdı. Senin gibi beğenemezdi. Ya da bir köpek, daha hassas kulaklara sahip olduğu için güzel sayılan bir sesten rahatsız olabilirdi. Yeteneğin ne olduğunu kültür tanımlar. Yeteneği yaratan beceri seviyesi ve yetiler özneldir. İnsanlar pek çok şeye isim verirler. Eğer güzel resimler yapan bir çocuk görürlerse, çocuğun yetenekli olduğuna karar verirler. Bu da, altı yaşında bir çocuğun nasıl olup da insan profilini mükemmel şekilde çizdiğini hiç anlamadıklarını gösteriyor. Dedikleri şu: Bir kişi yeteneklidir dediklerinde, bu yeteneğin nasıl ortaya çıktığını hiç bilmezler. Balıklar, anneleri olmadan doğdukları yerin binlerce mil ötesine yüzüp çiftleşecekleri yere varıyorlar. Dünya haritasını açıp çiftleşecekleri yere nasıl ulaşacaklarına bakmalarına gerek yok. İnsanlar, bunun için de bir kelime icat etti: içgüdü. Bu da, 'balıkların bunu nasıl yaptığı hakkında en ufak fikrim yok' anlamına geliyor. İçgüdü ölü bir kelimedir, gürültüden ibarettir. Bize hiç bir şey ifade etmez. Ancak bu kelime aynı zamanda, 'Balıkların bunu nasıl yaptıklarını anlamaya çalışacağım' anlamına da geliyor. Dolayısıyla Gulf Stream'deki manyetik alanları inceliyorlar. Balıklar bu manyetik dalgaları takip ediyor. Kuşların da manyetik akımları takip ettiğini öğreniyorsun. Kuşun kafasına küçük bir mıknatıs takarsan, göç etmeyi bırakır. Kafası karışır. Buna yıllar önce mekanik dünya görüşü deniyordu. Ve insanlar bu kelimeden nefret ediyordu. Mekanik mi? Ben bir makine değilim! Et ve kandan oluşuyorum. Düşünüyorum, hissediyorum. Mekanik dünya görüşünü terkettiler. Bu da topluma sonsuz miktarda zarar verdi. Çünkü mekanik dünya görüşü diyor ki: Eğer gerekli kaslara ve bu kasları besleyen sinir hücrelerine sahip değilsen gözüne sağa çeviremezsin. Eğer doğru şekilde uzanan kaslara sahip değilsen, kolunu çeviremezsin. Bunlar hep mekanik dünya görüşünün ispatladığı şeyler. Ancak bir şey olmuyor. Mekanik dünya görüşü hiç bir şeyin kendi kendine olmadığını öne sürer. Bu da insanların kabullenmekte en çok zorluk çektiği iddia. Basitleştirirsek, rüzgar hareket ettirmediği sürece yelkenliler yerinden oynamaz. Bitkiler büyümez, bütün bu saçmalıkları hala tartışıyoruz. Bitkilerin, ısıya, sıcağa, neme ve yer çekimine ihtiyacı var. Tüm bu şeyler gerekli, aralarındaki ilişkiyi göremesen bile! Bunların hepsi bir birine bağlı. Canlılar bilgilerini esrarengiz yollarla edinmiyorlar. Kafalarını çarparak buzda kayıp düşerek öğreniyorlar. Sonra da kaymayı önleyici sistemler geliştiriyorlar. Önce buzda kayıp düşmen lazım. Benim bildiğim kadarıyla hiç bir hükümet geleceği tahmin edemedi. 'Gideceğimiz yol bu, dolayısıyla sosyal değişikler için hazırlıklı olalım' demedi. Hayır, yapmaya çalıştıkları şey, herşeyin aynı kalmasını sağlamak. Herkes Leonardo da Vinci gibi bir sanatçı olabilir. Bu doğuştan gelen bir yetenek değil. Doğuştan gelen yetenek bir masaldan ibaret. Yaratıcı olmanın ne anlama geldiğini bilmeyen, yaratıcı insanları ortaya çıkaran şartlanmaları, deneyimleri anlamayan insanlar tarafından anlatılan bir masal. Yaratıcılık, bilinen parçaları alıp onları yepyeni şekillerde bir araya getirmekten başka bir şey değil. Tüm hikayelere, yazılara, kitaplara bak. Hikayeler hep aynı, sadece karakterler değişiyor. Televizyondaki diziler, hepsi aynı hikayenin farklı bir şekilde dizilmesinden ibaret. O kadar orijinal değiller. Leonardo da Vinci gibi birini duyguğunda da, 'Aman tanrım, çağının ne kadar ötesinde bir adam' diye düşünüyorsun. Hayır, çağının ötesinde değildi. Birlikte vakit geçirdiği insanlar çıkrıklardan ve dişlilerden bahsediyordu. Okul kitabında eksik olan şey de bu. İnsanlar, Leonardo da Vinci'nin tüm fikirlerinin orijinal olduğunu düşünüyorlar. Bu doğru değil. Birlikte vakit geçirdiği insanlar farklı şeylerden bahsediyordu. Arkadaşları normal olmayan insanlardı. Normal insan, toplum tarafından mahvedilen insandır. Keşke o hafızalı metallerden getirseydim. Bunları icat eden adamın aklına nasıl böyle bir şey gelmiş? Metalleri karıştırarak daha güçlü bir metal üretmeye çalışan İsveçli bir adam vardı. Titanyum ve nikeli karıştırdı. Kıvırıp ne kadar güçlü olduğunu görmeye çalıştı. Ondan sonra ısı veren bir lambanın yanına, masaya koydu. Geri geldiğinde metal tekrar düzelmişti. Fransa'da bir adam bir metrelik bir kanat yaptı ve sırtına taktı. Eyfel kulesinin tepesine çıktı, atladı ve öldü. Kardeşi Orville, daha büyük kanatlar yaptı. Sence fikir nereden çıktı? Kimse baştan nasıl bir uçak yapacağını bilemez. Edison, lambanın içindeki teli icat etmeden 7000 şey denediğini söylemişti. Kimse gerçekten bir şey icat etmedi. Bunların hepsi keşif. Büyürken size gösterilen şeylerin hiçbiri, sinema yıldızları, televizyon dizileri, tüm bu saçmalıklar size hiç biri size bir şey öğretmiyor. Avustralya'da büyümüşsen 'Nasılsın dostum?' dersin. Amerika'nın güneyinde, eğitimsiz insanların yanında yetişmişsen, 'Bir zenci bulup onu paralayacağım!' diyebilirsin. Bunu söyleyen sen misin, çevrenin etkisi mi? Bireysellikten bahsediyorsan, bu tamamen yalan. Öyle bir şey yok. Eğer bir bireysen, kimseyle konuşamazsın. Neden bahsettiğini kimse anlamaz. Aynı diğer insanlar gibisin. Soruların ise yeni değil. Yıllardır hiç yeni soru duymadım. Çünkü bir birimize çok benziyoruz. [ Alternatif Çözümler ] Dansın evrilme hikayesi şu: Savaşa gitmek üzere olan bir kabilenin üyeleri iyice gerilmişti. Sonra ateşin etrafında dans ettiler, bağırdılar ateşin etrafında dans edip, savaşa gitmeden önce rahatladılar, gevşediler. Askerler yürürken şarkı söyler. Bunun amacı ise 'Hayatım nasıl gidiyor?' sorusunu kafalarından atmaktır. Acaba çocuklarım nasıl? Bunları düşünmemeleri için, komandolara 'Kan çimleri yeşertir' diye şarkı söyletiyoruz. Evlerini kafalarından atmaya çalışıyoruz. Onları küçük oyunlarla, dansla, sporla meşgul edip sosyal problemleri unutmalarını sağlarsan işin daha kolaylaşır. Box, güreş, gelecekleri sporların hiç biri böyle olmayacak. Kimse kimseye vurmayacak, çünkü bu darbeler beyne zarar verir. Şimdi kimsenin bunu düşündüğü yok. Seyretmeyi seviyorlar. Yaşlanınca balerinler, ayak bileklerinden rahatsızlanırlar. Yaptıkları şey, vücutları için faydalı değil. Uzun saatler prova yapıyolar. Ve vücutlarına zarar veriyorlar. Biz baleyi ön plana çıkarıyoruz, çünkü seyretmeyi seviyoruz. Eski Romalıları düşün, Hristiyanları aslanlara atarlardı. Çocuklar da babalarına dönüp, haftaya tekrar gelip hristiyanların aslanlara yem olmalarını seyredebilir miyiz derdi. Baba, uslu dur diyebilirdi. Bu çocuklar akıl hastası değil, sadece çarpık bir toplum içinde yetişmişler. Çarpık bir toplumda yaşıyoruz. Normal insanların sevdiği şeylerden bahsetmem kolay değil. Anlıyor musun? Bir kızılderiliye gidip, neden ateşin etrafında dans ediyorsun diye sormak gibi. Tüy şapkan da gülünç duruyor. Kızılderili dönüp sana 'Aa, sağol. Hiç böyle düşünmemiştim.' demez. Görmüyor musun? İnsanlar bir konuşma dinleyerek veya bir film seyrederek kültürlerinin dışına çıkamazlar. Bu, çok uzun zaman alır. Bu şeylerin nereden geldiğini, nasıl ortaya çıktığını, nasıl geliştiklerini görmek zaman alır. Şimdi, kulaklarına dekoratif şeyler takıyorsun. Kulağını delip, delikten bir şey sarkıtıyorsun. Başka bir gezegenden biri gelse ve kolundaki saati görse 'Bu nedir?' diye sorabilir. Sen de bu makineyle zamanı kesin bir şekilde ölçebiliyorum diyebilirsin. Gözüne taktığın o transparan şeyler ne? Görüşüm zayıflıyor, okuyamıyorum, uzaktaki şeyleri göremiyorum diyebilirsin. 'Eşinin kulağından sarkan o şeyler ne?' dese O öyle bir aksesuar... -Peki, nedir yani? Anlıyor musun? İlkel insanlaırn yüzlerini farklı renklere boyayıp kötü ruhları uzak tutmaya çalışması gibi. Bunu ciddiyetle söylüyorsun. Yaptığın şeyin ilkel bir şey olduğunu söyleyemezsin. Birey olmak, yüzünde veya burnunda kaç piercing olduğuyla, saç renginle, saç modelinle ilgili değil. Önemli olan giysilerin değil, nasıl düşündüğün. Farklı modaların da ne işe yaradığını düşünmen gerek. Modayı her sene değiştirerek büyük paralar kazanan insanlar var. Bunların hepsinin arkasındaki motivasyonları dikkate alman gerekiyor. Aynı şey arabalar için de geçerli. Kuyruk takıyorlar, krom kaplıyorlar... Bunların hepsi suni. Ben bu paranın hepsini güvenlik için harcardım. Kuyruk almak yerine... Eğer gaziler için bir anıt dikince, gaziler bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyor. Bence bu, berbat bir fikir. Eğer anıt yapacak paran varsa, parayı askeri hastaneye bağışla! MRI makineleri, röntgen makineleri yap, gazilerin sağlıklı olmak için ihtiyaç duydukları şeyleri sağla. Anıt dikme. Eskiden kameralar yoktu, ondan insanlar bir birinin resmini çiziyordu. Resimler epey iyiydi. Ancak bugün, fotoğraf makinelerimiz var. Röntgen makineleriyle insanların ta içine kadar bakabiliyoruz. İnsanların portre çizmeye artık ihtiyacı yok. Çoğu zaman fotoğraf makinesi daha iyi bir iş çıkarıyor. Ancak bunu zorla kabul ettiremezsin, çünkü insanlar sanattan keyif alıyor. Gelecekte yok olacak bir sürü faydasız inancımız var. İnsanların bir konuşmama gelip tamamen değişmesini beklemiyorum. Ama düşüneceklerini umuyorum. Diyorsun ki tüm bunların bir faydası yok, ancak gelecekte insanlar hala bu günahları işlemeye devam edecek. Fotoğraf makineleriyle, enstrümanlarla, tüm bu suni aletlerle, insanlar bu suni törenleri gerçekleştirmeye devam edecek. Evet. Geçiş sürecinde. Geçiş sürecinde? Normal insanların bunlara ihtiyacı var... 'Normal' dediğimiz insanların... Normal bir Nazi, Nazi sistemini kabul eder, Fransız Fransız sistemini, normal bir kafa avcısı da kafa avcılığını. Bir noktada bu tip günahlara ihtiyacımız olmayacak. Yeni sanat formları gelişecek. Sanat kelimesini kullanıyorum, çünkü insanlar böyle şeylere sanat diyorlar. Ancak gelecekte, yeni sanat formları olacak. Biraz anlatayım... Yeni sanat formları şu demek: Mobilyayı sanatçılar veya tasarımcılar değil anatomi veya fizyoloji uzmanları tasarlayacak. İnsan vücuduna göre mobilyalar yapacaklar. Sandalye ayağa kalkmak istediğinde sana yardım edecek. Sandalye, basınca tepki gösterecek. Sen sandalyede devamlı hareket ederek basınç noktalarını ayarlamak zorunda kalmayacaksın. Sandalye hareket edecek. Anatomi uzmanı dediğimde kastettiğim bu. Akşam yemeğini de insan fizyolojisini bilen insanlar tarafından tasarlanacak. Tasarlanan çatallar ve bıçaklar insanın özelliklerine mükemmel bir şekilde uyum gösterecek. Sanat, yüz yıl öncesi için müthiş bir şeydi. Ancak insanların hiç fikri yoktu. Onlar da gidip herkes gibi Kennedy tipi sallanan sandalye alıyorlardı. Kennedy tipi sallanan sandalye dünyadaki en rahatsız sandalye. Ancak Kennedy'de bir tane vardı. O da önemli biriydi. Dolayısıyla insanlar onu taklit ettiler. Bu, insan vücudu için en faydalı şey değil. Bir sürü film, bir çok eğitim gerekiyor. Tıbbi bir ortama girmeden doktorlar yapamazsın. Önce tıp fakültesinde okuman gerekiyor. Mühendis olmak istiyorsan, mühendislik fakültesine gideceksin. Mühendislik ortamına girmen gerekiyor. Dolayısıyla bu şekilde yetişiyoruz. Bir sürü sorunumuz var. Daha pek çok yeni sorun yaratıp, bir yığın da kanun yapıyoruz. Kanunlar sorunları çözmez. Onlar, sorunları hızlı yoldan çözmeye çalışır. Ama sorunun özüne dokunmazlar. Seri katilleri üreten koşulları ortadan kaldırmamız lazım. Gelecek bir değişim dönemi olacak. Golf sahaları, tenis kortları, bunların hepsi değişecek. Birden bire yeni bir toplum ortaya çıkarıp, insanların alıştığı, şartlandığı şeyleri yasa dışı hale getiremezsin. Bunları, bilgilendirerek yapacağız. Şehirlerde kiliseler olacak. Sorunlar böyle çözülmez. Yapacağın tek şey bu insanları yer altına itmek olur. İşe yaramaz. Dünyayı duyularınla gözlemlediğini düşün. Duyuyorsun, görüyorsun, kaslarını hareket ettiriyorsun. Sen, çevrenin bir ürünüsün. Kolayca etki altında kalıyorsun. Atomları ve evrenin ne kadar büyük olduğunu düşün. Şimdi de yeteneği düşün. Yetenek öznel bir güzelliktir. Yeteneği bir değer veya bir rekabet haline getirmeden keyfini çıkaralım..