Antik Yunanlıların harika bir fikri vardı:
Evren basittir.
Zihinlerinde, bunu yapmak için
gereken dört element vardı:
Toprak, hava, ateş ve su.
Diğer teoriler arasında,
bu güzel bir tanesidir.
Sadeliği ve zarafeti vardır.
Dört temel elementi
farklı şekillerde birleştirerek
evrenin tüm harika çeşitliliğini
üretebileceğinizi söylüyor.
Örneğin, toprak ve ateş,
size kuru olan şeyleri verir.
Hava ve su, ıslak olan şeyleri verir.
Ama bu teorinin bir problemi vardı.
Ölçülebilen hiçbir şeyi öngöremedi
ve ölçüm, deneysel bilimin temelidir.
Daha da kötüsü, teori yanlıştı.
Ancak Yunanlılar iyi bilim insanlarıydı,
ve MÖ 5. yüzyılda Miletli
Leukippos şimdiye kadarki
en kalıcı bilimsel fikirlerden
birini ortaya attı.
Gördüğümüz her şey atom denilen
küçük, bölünemez parçalardan oluşuyor.
Teori basit ve zarifti,
ve toprak, hava, ateş
ve su teorisinin aksine doğruydu.
Yüzyıllarca süren bilimsel
düşünceler ve araştırmalar
atomlarına ayrılabilen hidrojen, karbon
ve demir gibi gerçek elementler bulmuştu.
Leukippos'un teorisinde atom,
hala hidrojen, karbon
veya demir olarak tanınabilen
en küçük bölünemez parçadır.
Leukippos'un fikrinedeki tek yanlış,
atomların gerçekte
bölünebilir olduklarıydı.
Dahası sonradan anlaşıldı ki
onun atom fikri evrenin neyden oluştuğunun
sadece küçük bir kısmını açıklıyordu.
Evrenin sıradan gibi görünen şeyleri
aslında oldukça nadirdir.
Leukippos'un atomları
ve onların yapıtaşları
aslında orada olduğunu bildiklerimizin
sadece %5'ini oluşturuyor.
Fizikçiler evrenin geri kalan %95'ini
karanlık madde ve karanlık enerjiden
oluşmuş karanlık evren olarak biliyorlar.
Bunu nasıl mı biliyoruz?
Biliyoruz çünkü etrafımıza bakıyoruz
ve görüyoruz.
Bu, çok basit görünebilir
ama aslında oldukça derindir.
Atomlardan yapılan her şey görünebilir.
Işık üzerinden yansır
ve bu sayede görebiliriz.
Uzaya baktığımızda
yıldızlar ve galaksiler görürüz.
Bizim yaşadığımız gibi bazıları
uzayda zarif bir şekilde dönen,
güzel spiral şekillerdir.
Bilim insanları 1930'larda ilk kez
galaksi gruplarının hareketini ölçtüğünde
ve içerdikleri madde
miktarını tarttıklarında,
şaşırdılar.
Bu gruplarda, onları bir arada tutmak için
yeterince görünür şey olmadığını buldular.
Daha sonradan yapılan
galaksilerin ölçümleri
bu şaşırtıcı sonucu onayladı.
Galaksilerde, onları
bir arada tutacak kadar
yerçekimi sağlayacak yeteri
kadar görünür malzeme yoktu.
Görebildiğimiz kadarıyla
parçalanmaları gerekiyordu
ama parçalanmıyorlardı.
O zaman, orada bizim
göremediğimiz şeyler olmalıydı.
Bu şeylere karanlık madde diyoruz.
Bugün karanlık madde için en iyi kanıt,
Büyük Patlamadan gelen kozmik
mikrodalga arka planı denilen
bir şeyin ölçümlerinden geliyor
ama bu başka bir hikaye.
Elimizde olan tüm kanıtlar,
karanlık maddenin orada olduğunu söylüyor
ve gökleri dolduran o güzel sarmal
galaksilerde olan bir sürü şeyi açıklıyor.
Peki, bu bizi nerede bırakıyor?
Uzun zamandır, göklerin bizim
etrafımızda dönmediğini
ve bizim oldukça sıradan
bir galaksinin bir sarmal kolunda
oldukça sıradan bir yıldızın
etrafında dönen,
oldukça sıradan bir gezegenin
sakinleri olduğumuzu biliyoruz.
Karanlık maddenin keşfi bizi olayların
merkezinden bir adım uzağa götürdü.
Bize oluştuğumuz şeylerin
evreni oluşturan şeylerin
sadece küçük bir kısmı olduğunu söyledi.
Ama dahası da vardı.
Bu yüzyılın başlarında
evrenin dış alanlarını
inceleyen bilim insanları,
sıcak, yoğun, büyük bir patlamayla
başlayan bir evrenden bekleyeceğiniz gibi
yalnızca her şeyin birbirinden
uzaklaşmakla kalmayıp
aynı zamanda evrenin genişlemesinin
hızlanıyor gibi göründüğünü doğruladılar.
Bu da ne oluyor?
Ya tıpkı bir aracı hızlandırmak için
enerji sağladığınız gibi
bu ivmeyi iten bir tür enerji var
ya da yerçekimi tam olarak
düşündüğümüz gibi davranmıyor.
Çoğu bilim insanı,
ivmeyi harekete geçiren
bir çeşit enerji olduğunu yani
birincisi olduğunu düşünüyor.
Buna "karanlık enerji" diyorlar.
Günümüzün en iyi ölçümleri,
evrenin ne kadarının karanlık
olduğunu bulmamıza izin veriyor.
Görünen o ki karanlık
enerji evrenin %68'ini
ve karanlık madde
evrenin %27'sini oluşturuyor.
Bu bize ve görebildiğimiz her şeye
sadece %5'ini bırakıyor.
Peki, karanlık şeyler neyden yapılmış?
Bilmiyoruz
ama "süpersimetri" adında
bir kısmını açıklayabilecek bir teori var.
Süpersimetri veya kısaca SUSY
bir kısmı karanlık maddeyi oluşturabilecek
yeni bir dizi parçacığı öngörüyor.
Eğer SUSY için kanıt bulursak
evrenimizin görebildiğimiz
%5'ini anlamaktan
üçte birini anlamaya kadar gidebiliriz.
Bir günlük iş için fena değil.
Karanlık enerjiyi anlamak büyük
ihtimalle daha zor olacaktır
ama ortada doğru yöne işaret edebilecek
bir kaç kuramsal teori var.
Bunların arasında
birkaç dakika önce bahsettiğimiz
eski Yunanlıların ilk büyük fikrine,
yani evrenin basit olması gerektiği
fikrine dönen teoriler var.
Bu teoriler, tüm evrenin
harika çeşitliliğinin
tek bir unsurdan geldiğini öngörmektedir:
Titreşen bir ip.
Buradaki fikir, bugün
bildiğimiz tüm parçacıkların
ipte farklı harmonikler olduğu.
Ne yazık ki sicim teorisi
günümüzde hala test edilemiyor.
Ama evrenin büyük bir kısmı
keşfedilmeyi bekliyor
ve kazanılacak çok şey var.
Bütün bunlar sizi küçük hissettiriyor mu?
Hissettirmemeli.
Onun yerine bildiğimiz kadarıyla
evrendeki harikaları kavramaya
başlayabilen tek türün bir üyesi olduğunuz
ve anlayışımızın daha da
genişlediğini görmek için
doğru zamanda yaşadığınız
gerçeğine hayret etmelisiniz.