Gece gökyüzüne bakarken
uçsuz bucaklığına hayret ederiz.
Peki, gözyüzü milyarlarca yıl
sonra nasıl görünecek?
Kozmolog olarak adlandırılan
bilim adamları zamanlarını
işte bu sorunun cevabını düşünmekle geçirir.
Evrenin sonu içeriği ile yakından
iliişkilidir.
Yüzyıldan uzun bir süre önce,
Einstein evrenin neden oluştuğu ve şekli
arasındaki ilişkiyi
anlamamızı sağlayan
denklemlerden oluşan
Genel Görecelik Teorisini geliştirdi.
Evren bir top veya
küre gibi kavisli olabilirdi.
Biz buna pozitif kavisli veya kapalı diyoruz.
Evren bir eyer şeklinde de olabilirdi.
Biz buna negatif kavisli veya açık diyoruz.
Ya da evren düz olabilirdi.
Şekli evrenin nasıl yaşayacağını
ve sona ereceğini belirliyor.
Evrenin neredeyse düz olduğunu artık biliyoruz.
Buna rağmen, evrenin bileşenleri hala
nihai kaderini etkileyebilir.
Bugün evrendeki çeşitli
bileşenlerinin
enerji yoğunluğunu ölçersek, evrenin zamanla
nasıl değişeceğini tahmin edebiliriz.
Peki evren neden oluşmaktadır?
Evren yıldız, gaz ve gezegenler gibi görebildiğimiz
şeylerin hepsini içerir.
Biz bunlara sıradan veya baryonik madde diyoruz.
Bunları çevremizde görmemize rağmen,
bu bileşenlerin toplam enerji yoğunluğu aslında
oldukça azdır. Bu bileşenler
evrendeki enerjinin yaklaşık olarak %5'ini oluşturular.
O zaman şimdi diğer %95'i konuşalım.
Geri kalan enerji
yoğunluğunun yaklaşık %27'si
karanlık maddeden oluşur.
Karanlık maddenin ışık ile etkileşimi çok zayıftır. Yani,
karanlık madde, yıldız ve gezengenler gibi
parlamaz veya ışığı yansıtmaz; fakat
bunun dışında
sıradan madde gibi davranır --
cisimleri yerçekimsel olarak kendine çeker.
Aslında karanlık maddeyi saptamanın tek yolu
bu yerçekimsel etkileşimdir. Yani cisimlerin
karanlık madde etrafında
nasıl döndüğü, karanlık maddenin
etrafındaki boşluğu döndürürken ışığı nasıl büktüğüdür.
Karanlık madde parçacıklarını henüz saptayamadık;
fakat dünyadaki bilim adamları bu bulunması zor
parça veya parçacıkları ve karanlık
maddenin evren üzerindeki etkilerini araştırıyor.
Fakat yine de toplam %100 olmuyor.
Evrendeki enerji
yoğunluğunun kalan %68'i karanlık
maddeden daha da gizemli
olan karanlık enerjiden oluşur.
Bu karanlık enerji bildiğimiz diğer
maddeler gibi davranmaz ve daha çok
yerçekim karşıtı bir güç olarak davranır.
Biz buna sıradan madde ve karanlık maddede
bulunmayan yerçekimsel basınç diyoruz.
Yerçekiminin yaptığı gibi evreni bir arada
tutmak yerine, evren her zamankinden
daha hızlı bir şekilde
genişliyor.
Karanlık enerjiye ilişkin ana fikir
bu enerjinin kozmolojik sabit olduğudur.
Yani, karanlık enerjinin tuhaf bir özelliği vardır.
Uzayın hacmi genişledikçe, enerji yoğunluğunu sabit
tutmak için karanlık enerji de genişler.
Yani, evren şu anda olduğu
gibi genişledikçe
karanlık enerji daha da artacak.
Buna karşın karanlık madde ve
baryonik madde
evrenle birlikte genişlemez
fakat seyrelir.
Kozmolojik sabitin bu
özelliğinden dolayı
gitgide evrenin geleceğine karanlık enerji
hakim olacak.
Evren daha da soğuyacak ve
daha da hızlı genişleyecek.
Sonunda, evrendeki yıldızları oluşturmak için
gerekli gaz bitecek
ve yıldızların da yakıtı biterek yıldızlar
sönecek.
Evrende sadece kara delikler kalacak.
Zamanla bu kara
delikler de buharlaşacak ve evren
tamamen soğuk ve boş bir yer olacak.
Biz buna evrenini ısısal ölümü diyoruz.
Varlığını soğuk ve hayattan
yoksun olarak sonlandıracak
bir evrende yaşama fikri
kulağa moral bozucu gelse de
aslında evrenin nihai kaderi
sıcak ve kızgın başlangına göre
güzel bir simetri oluşturur.
Biz bu hızlanarak devam eden evrenin
nihai durumuna ''de Sitter evresi'' diyoruz.
Bu evre adını Hollandalı Willem de Sitter'den
almaktadır.
Buna karşın, evren varlığının
en başlarında bir başka
''de Sitter genişlemesi'' daha
yaşadı.
Biz bu erken döneme eflasyon(şişkinlik) diyoruz.
Büyük Patlamanın ardından evren
kısa bir süre içinde oldukça hızlı bir şekilde
genişledi.
Bu yüzden evren
varlığının başlangıcında olduğu gibi
hızlanarak sona erecek.
Evrenin yolcuğunu anlamaya
başladığımız ve gözyüzünde
bizim için oynanan
bir tarihi görebildiğimiz
bir zamanda,
evrenin varlığının olağandışı
bir zamanında yaşıyoruz.