Mooji Baba'yla Yürüyüş [Mooji] Çok güzel bir soru sordun bana bu sabah, "Egosuz olmak ne demektir?" Yaşam demektir, hakiki yaşam. Egosuz Olmak Ne Demektir? 03-01-2018 [Mooji] Duyguların boyunduruğu altında değilsindir, hayatın, 'kişi' oluşunun hizmetinde değildir. Şöyle ki birçoğumuz için hayatımız, 'kişi' oluşumuzun hizmetindedir öncelikle, nasıl olduğumuz gibi mesela: "İyi değilim", "Buna ihtiyacım var", "Hiç param yok," Her şey sadece biz, biz, biz ile ilgili. Ve bu öyle bir ... Hayatlarımız hizmet için olmalı ve ... Şöyle ki kendisine değil de, yaşama hizmet halinde olan bir hayat, eğer hizmeti doğru dürüst yaparsan, yüzlerce insana, birçok insana neşe yaşatır. Kendine hizmet eden bir hayat bencildir ve son derece müsrif bir yaşam olduğu söylenebilir. O kadar çok güç var ki içinizde ve bu güç, sizin 'kişi'niz için değil. Öyleyse, egosuz olmak ... Kişi, egosuz olmak istediğinde, 'kişi' hâlâ oradaysa, bu çok zordur. O iyi olmaya çabalamaktır ve bu da makbuldür; bu da çok geniş bir yoldur. Kitabı Mukaddes'i okuyan birçok insana şunlar söylenir: "Birbirinizi sevin", "Size kötülük edenlere siz iyilik edin." Bu cinsten şeyler. İnsanlar da ellerinden geldiğince sevecen ve nazik olmaya çalışırlar ve bu iyidir. Gayet iyi sonuçlar verir, fakat size iyi olmalısınız dendiği için böyle yapıyorsanız, bazen bunda sahte olan bir şeyler vardır. Ödül arıyoruzdur: "İyi olan şeyi yaparsam, bir şey elde ederim." Yani bu hâlâ kendimiz içindir, bir açıdan. Fakat kendimizin Öz olduğu Hakikat'ine uyandığımızda, Öz, her şeyi, herkesi gözetir. Bu farklıdır bir şekilde. Hayat çok daha hafiftir, sanki hiçbir kişisel problem yokmuşçasına, kişisel problemlerinize dair hissiniz yok oluverir. Ortada problemi olacak bir 'kişi' yoktur. Hayatın getirdiği şeyler olur, belki biri çıkıp, "Seni beğenmiyorum!" diyebilir ve bu hissedilecektir ve eğer bu sözlerde çok fazla zehir varsa, hüzün hissedebilirsiniz, ama bu sizi hiçbir zaman ağır bir şekilde etkilemeyecektir. Üstelik doğru olan şeyi yapıp,"Allah'ın rahmeti üstüne olsun," demeye dahi muktedir olursunuz. Bazen önlerinde söylemezsiniz bunu, çünkü bu onları huzursuz bile edebilir, ama kalbinizde bunu kabullenir ve kendi içinizden zehri çıkarırsınız. Ego, bir insanın hayatının içindeki zehirdir, işleri kötüye götürür sadece, her zaman bencildir, her zaman kendisine enerji çeker, her zaman haklı çıkmak ihtiyacındadır, vs ... Son derece zehir doludur o. Fakat bazen, başka bir yol bilmediğimizden, "İşte, ben böyleyim," gibi hissedilir. Kişinin ardındaki daha derin Hakikat alanına uyanmaya başladığınızda, işte tam burada, öz-araştırması veya 'Davet', sizi bunun içinden çıkarır; o alandan çıkarıp, onun ardındaki alana, daha fazla aydınlığın ve genişliğin bulunduğu, o saf akıl alanına getirir. Daha o anda mutlu ve hafif hissetmeye başlarsınız ve mutluluğunuz ve aydınlığınızda, doğal olarak, doğru olduğunu hissettiğiniz şeyi yapmak istersiniz. Sanki doğru olduğu hissedilen şey, doğal bir şekilde kalbinizde belirir ve bencillik, sizi terk eden bir zehir gibi hissedilir ki böylece onu baz alarak düşünmezsiniz pek. Sizi mutlu eden bir şey bulduğunuzda, mümkün olduğu kadar çok insanı mutlu etmek için, paylaşmak istersiniz bunu. Siz bir kapıdan geçip, bir genişliğe çıkarsınız, mümkün olduğu kadar çok insanı da geçirmek istersiniz. İşte, egosuz olmak böyle bir şeydir. Ego ne kadar azalıp yok oluyorsa - bu ağır "Ben, ben, ben," ego cübbesi - o kadar fazla genişlik ve alan mevcut olur. Bu sebepten dolayı, 'İlahi Alan'a geldiğinizi söylüyorum ben. İlahi Alan'da kıskançlık olmaz, tüm bu şeyler çekip gider: Bencillik, şiddetli arzular ... Öyle bir alandasınızdır ki o, doğal olarak özen gösterir, itina eder ve her şey onun içinde derlenir. Sizin hayatınızın ve sevdiklerinizin hayatlarının her yönünü kollayıp gözetir o. Ama sevgiyi hissettiğiniz yer durmaz, gitgide daha da genişler. İşte, egosuz olmak budur. Tüm dünyadaki en güçlü şeydir. Ego, dünyadaki en karanlık güçtür. Egodan özgür oluş, dünyadaki en aydınlık ve güzel kuvvettir. Ve benim için, insanoğlu olarak yaşamanın karşısındaki zorluk budur: Ego kimliğini aşmak. Ama dünyamızda çok ender bir şeymiş gibi görünüyor bu, çünkü 'kişi'ye çok şey yükleniyor, ilk aşkımız gibi bizim; biz o ilki çok seviyoruz. Fakat Öz'ü sevmemiz gerekiyordu, 'kişi'yi değil. Önce Öz'ü sev. Ama biz onu en son sevmeye meyilliyiz. Bu böyle. Güçlü bir kimlikle yetişiyoruz ve sadece 'ben, ben, ben' ile, fakat böyle hiçbir zaman mutlu değiliz. Bir dolu şeye ihtiyacımız var: Paraya ihtiyacımız var, arkadaşlığa ihtiyacımız var, eşe ihtiyacımız var, mutlu olmak için güzel şeylere ihtiyacımız var. Ama egodan özgür olan biri, nasıl olursa olsun mutlu olabilir. Onu nereye koyarsanız koyun, mutludur. Hırslı, rekabetçi değildir, ilişkilerinde, muamelelerinde açıktır, başkalarının hislerini göz önünde bulundurur her zaman. Bu çok güzel ve benim dileğim, duam o ki mutlu olmak salgın hale gelsin yeniden, varlıklar bunun keyfine varsınlar ... Grup aktiviteleri yaptığımızda, bazı insanlar, beraber çalışıp güzel bir şey ortaya çıkarabileceklerini görmeyi öğreniyorlar ve bu çok hoşlarına gidiyor. Monte Sahaja'da, ortam ve titreşimler öylesine yükseldi ki şimdi, sevgi hissi çok kolay. İnsanlar seviyormuş gibi yapmıyorlar, samimi olarak bu titreşimi hissediyorlar. Bu titreşim nereden geliyor? Buraya geldiğimiz ve buranın çok özel topraklar olduğu ve ağaçların bir titreşim yaydığı söylenemez. Hayır! Bu titreşimi, yaşayan Öz'ü biz getiriyoruz, hareketlerimizle, düşüncelerimizle, meditasyonla, kavrayışla, Mevla'ya ya da saf bilince hürmet ve çekimle. Bunların hepsi titreşimi yükseltiyor ve titreşim çok güçlü hale geliyor. Bu şeylerden anlamayan insanlar bile, geldiklerinde bir şey hissediyorlar: "Burada kendimi iyi hissediyorum. Burada olmak hoşuma gidiyor." Etkilendikleri ne? Bu yerin titreşiminden etkileniyorlar. İhtimalen bunun felsefesini bilmiyorlar, bu önemli değil. Önemli olan, o felsefenin sebep olduğu hareket, kılavuzluğun - kabul edildiği zaman - ortaya çıkardığı güç. Kabul edilmediğinde, kılavuzluğun hiçbir gücü olmaz. Kabul edildiğinde, uyanır ve hareket etmeye başlar ve işte o vakit her şeye ... Ağaçlara geçer, toprağa geçer, her şeye geçer. Bu yüzden, bazı yerlerde, o kişi artık orada olmadığı halde, o yerin titreşimini hissedebilirsiniz. Ben Hindistan'da böyle yerlerde bulundum. Jamaika'da, Bob Marley'in evinde bile bu titreşimi hissettim aslında. Yatağının yanında terliklerinin durduğu odasına girdim, hiçbir şey beklemiyordum ama sevgi hissi çok güçlüydü. Harikuladeydi bu! Hindistan'da, Gandhi'nin yerinde ve bulunduğum başka yerlerde, o his: "Aman tanrım!" Çok fazla değil ama bayağı bir yer... Bu titreşimi hissediyorsunuz; duvarlarda yaşıyor o, kiremitler bile taşıyor o titreşimi. İçeri giriyor ve "Bu evde mutluluk vardı," diye hissediyorsunuz. Ve o mutluluk yaşıyor. O insanlar bedenlerinden ayrıldıkları halde, mutluluk evin içinde. İnanılmaz bir şey bu! Bazen karanlık da bir evde yaşayabilir. Bunlar güçlü çekim, ihtiras, korku, sevgi enerjileri ... Bunlar, insanlık âlemindeki büyük kuvvetler ve toprağa bile etki ediyorlar, o titreşimi bırakıyorlar orada. Ormana gider bazen insanlar, doğada olmayı çok sevdiklerini söylerler. Doğa insan karanlığıyla kirletilmemiş olduğu için böyledir bu. Dolayısıyla da onun 'bundan boş' olduğunu hissederler. Daha çok, ağaç bilincine, ve yere, toprağa, toprak bilincine geçerler. Bilincin insan suretini tecelli ettirdiği bir yere geldiğinizde, onun ifadesi çok daha zengin, çok daha çeşitlidir. Eğer bilinç nüfuz ettiyse ve bilinç ile dopdoluysa, öylesine güçlüdür ki! Bu yüzden, İsa 2100 yıl önce fiziki olarak burada, yeryüzündeydi ve İlahi bilincin somut ifadesi olan tek bir insanoğlu vasıtasıyla, bedenini terk ettikten 2100 sene sonra dahi, insanlar hâlâ İsa'nın müritleri, veya Buda'nın takipçileri, ya da 5000 sene evvel burada olan Krishna'nın, binlerce yıl evvel burada olan Rama'nın takipçileri oluyorlar, diyorum ben. Neden? Çünkü titreşim orada, kabul ettiklerinde. Yani, bu çok güçlü bir şey! Bir insanoğlu kendini unuttu ve o zamandan beri tüm dünya onu unutamıyor, diyordum önceden. Bu çok güçlü bir şey! Kendini unutmak demek, egoyu geçersiz kılmak, onu dinlememek demektir. Onu (egoyu) aştı onlar. Ve onların tesirleri, mevcudiyetleri ve sözleri, milyonlarca varlığın yaşamını etkiledi. Demek ki örnekler mevcut. Ve bu insanların her biri, bizimkiyle tam olarak aynı kana sahipti, aynı aya, aynı yıldızlara, aynı güneşe baktı, tıpkı bizim gibi. Onların da iştahları vardı, yoruldular, bazen uyumadıkları oldu, arkadaşlıkları oldu, nefret edenleri oldu. Bunlara rağmen yine de, Hakikatin ruhunda, Tanrı'nın ruhunda parıldıyorlardı. İşte, bana göre, bir insan hayatının tam olarak yerine getirilmiş olması, gerçekte kim olduğunun hakikatine uyanmaktır, ve Tanrı işte budur; kalbinin içindeki İlahi âlemdemsindir. Olan budur. Kutsal metinleri sadece yüzeysel olarak takip eden bir insan ... Bu yeterli olmaz. Yaşamı değişir, başkalarının yaşamlarına da tesir eder, fakat hafif bir şekilde. Ne var ki egosunu terk eden ve Tanrı okyanusuna bütünüyle dalan birisi, işte bu kişi yükselir ve dünyada bir rehber olur, konuşmasa bile. Bazı varlıklar konuşmaz, fakat mevcudiyetleri son derece kuvvetlidir, çünkü Tanrı'nın mevcudiyeti, varlıklarının tabiatına öylesine içkindir ki insanlar sadece onların huzurlarında bulunarak dönüşüme uğrarlar. İşte, egosuz olmak demek budur bana göre, dünyadaki en güçlü şeydir bu! Eğer birisi Venüs'te altı ay yaşamış, diğeri ise bir karton kutuda, Allah'ı tefekkür ederek altı ay yaşamış ve uyanmış iki insanla tanışsaydım, her defasında bu ikincisiyle beraber olmayı tercih ederdim. Hayat hakkında bir astronotla konuşmak zorunda değilim, çünkü o da bir o kadar egoyla dopdolu olabilir. Fakat kendi içinde egoyu aşmış olan kişi, işte benim kutlu buluşmam bu olurdu. Sadece bununla olmak için, Tanrı'yı seven, Hakikat'i arayan varlıkların ortamında olmak için, orada gidip oturmayı tercih ederdim. Kutsal refakat budur. Sadece Hakikat'ı arayanların refakatinde olmak hayırlıdır da. Bu yüzden, doğru yerde olduğumuzu, gitgide daha çok varlığın, hakiki mutluluğu bulduğunu hissediyorum, "Dünyayı fethedeceğiz!" seferi değil bu. Hayır. Sadece birer birer bulmaları yeterli, o ışığın dünyada hareket etmesi de bir şey. Çünkü dünyanın ruhaniyetle ilgili daha fazla kitaba ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Hakikat'ten bahseden kitaplardan ziyade, Hakikat'i kendilerinde somutlaştıran insanlara ihtiyaçları var! Yaşayan kitabı görmek istiyorlar, kağıttan kitabı değil. Kendileri gibi olan, yaşamıyla onların içindeki bir şeyi açığa çıkaran veya zorlayan ya da o şeye karşı duran bir insanoğlunun kitabını görmek istiyorlar. O kalibrede bir insanla karşılaşınca, varlıkları, Tanrı'yla karşılaştığını inkâr edemez. Ateist olduklarını ileri sürüp de kendilerine böyle bir etkide bulunan bir canla karşılaşınca, "Vay be, bunun ne olduğunu bilmiyorum, ama kalbimde tüm bu değişimlere sebep oluyor," diyen insanların hikayelerini defalarca işitmişizdir. Çünkü onlar hakiki bir ateist olamaz, bir gariplik bu sadece. Bu yalnızca cehaletin derinliğini gösterir, evrenin düzenini kontrol eden ve belirleyen, her şeyi gözeten yüce bir gücün var olduğunu kabul etmediğini gösterir. Bunu yapan insanlar değil; bu ağaçların büyümesine müsaade eden ve yağmuru gönderen ve havayı değiştiren ve sadece bir güneş sistemindeki değil, tüm güneş sistemlerindeki bütün farklı gezegenleri gözeten, insanlar değil! Bundan bahsetmek bile insanın güçsüz hissetmesine sebep oluyor. O Yüce Varlığın ihtişamını ve gücünü kavrayamazsınız. O Varlık, bir şeyleri gerçekleştiren ayrı bir teşekkül değildir, o şeylerin kendisinin içindedir. Tıpkı ... Tanrı sadece bir suret olamaz, veya Tanrı, tüm suretlere içkin ve onların da ötesindedir. Suretler sürekli değişiyor, çünkü O, onlara zaman ve büyüme bahşediyor ve büyüyen herhangi bir şey, dönüşüp değişmek zorunda. Halbuki Tanrı-Öz değişmez, buna rağmen değişimi ortaya çıkarır ve ifadesinin tüm farklı değişimlerine göz kulak olur. Bazen, onu bir tür enerji alanı gibi tasvir etmek istiyorum, ama o bir enerji değil sadece, o bir akıl ve bir ruh ... Bu onun görünen ifadesi ve ondan meydana çıkıyor, birçok ipucu veriyor, bakarsan tabii. Birinin kafasındaki saça bakıp görüyoruz ki uzayıp duruyor, ama nereden? Kafanın içine bakarsan, içinden çıkan saç falan yok. Hiçbir şey yok, sadece uzuyor. Şunu gösteriyor sana: "Tüm bu şeyleri yoktan yaratır, onlara güç verir ve onları yokluğa geri döndürürüm." Hakkında konuşulamayacak kadar muhteşem! Bazı canlar, bu gücün ihtişamı karşısında kendilerinden geçerler. İşte bu güç, senin kendine, Öz'üne dair hissinin kaynağı. Bunu bilmek, anlamasan da, hayatını ateşe vermiş olmalı bile, gidip oturmak zorunda kalmalısın. Hayatının Tanrı'dan kaynağını almış olmasına duyulacak şükür duygusunun ucu bucağı yok. Bunu hakikaten anlamayan birisi için ... Bunu bir süre için hissetmeyen canların olması da o güç tarafından tayin edilmiş ve onlar da eninde sonunda kendi içlerinde buna uyanmak zorundalar. Benim için hayırlı, kutlu bir hayat, farkında olan ve bu farkındalık içinde yaşayan ve sonra da bu farkındalık olarak yaşayan birinin aksine, varlığın içinde körlük yaratan ve sadece dünyevi şeylerle alakadar olmamıza neden olan egodan uzaklaşan yaşamdır. Farkındalık olarak yaşamaya başlarsan, halihazırda cennettesindir, halihazırda o alandasındır. Hatta, cennetten bile daha öte, derdim, böyle söyleyebilirsem eğer. Bu his belirdiğinde, birden, "Bu kafirce bir şey mi?" diye düşündüm. Hissettim ki eğer cennet, görüntü ve nesnelerden ibaret ise, onlar da bir şekilde zaman içerisindedir. Belki de Tanrı'nın bir günü, binlerce insan yılı olabilir. Kim bilir? Ama her ne olursa olsun, değişim olmak zorunda. Eğer varlıklar farklı kademelerde iseler, o zaman tabii ki evrim ve gelişme hâlâ mevcuttur. Fakat saf farkındalık, gelişmeyle alakadar olmaz. O bu denli mükemmeldir, fakat bu, zihne hiç cazip gelmez, çünkü zihin her daim, şeylerle ve nesnelerle ve sahip olmak ve kaybetmekle ve elde etmekle ve değişim ve gelişimle ve bir şeyler olmak ve yitirmekle ve tüm bunlarla alakadar olur. Halbuki farkındalık, böyle kavramların ötesindedir. Herkese, "Bırak bunu şimdi," derken, bunu söylemeye çalışıyorum. Bırak bunu şimdi. Kimliğin için kaygılanmayı dahi bırak. Bırak tüm bunları. Kime konuşuyorum? Bunu yeterince işitmeyen akla. Akıl, kalpten gelen bu emri işittiğinde, her şeyi bırakıp, birliğin içinde, kendi birliğinin tecrübesi içinde olabiliyor. Bir de, satsang salonundaki insanları görüyorsunuz, böyle meditasyonlarda ve böyle bir rehberlikle, orada o sıkıntı, rahatsızlık yok, bilinç sınırını aşan, doğaüstü bir düzlemdeymişsin gibi sanki. Bencillik ve benzeri şeylerin etkisi azalıyor ve sanki varlığın daha hafif bir boyutunda süzülüyorsunuz. Yani, bu son derece somut bir şey aslında, onu hissediyoruz ve onu deneyimleme kapasitesine sahibiz. Başlangıçta, birçokları için zihin kendini gösteriyor. Bazen buraya insanlar geliyor ve böyle bir ortama alışık olmuyorlar ve zihinlerinin onlara ne kadar sorun yarattığını görüyorsunuz. Bu yer ve insanlar onlara sorun çıkarıyormuş gibi görünüyor, fakat kendi zihinleri onlara sorun çıkarıyor. Zihin rahatsız oluyor, çünkü ona kafa tutulduğunu hissediyor: "Bu insanlar ne için böyle mutlular? Onlara güvenmiyorum bile. Rol yapıyorlar." Zihin aşırı çalışıyor, tüm bu alaycılık, yargılama, huzursuzluk falan gibi şeyler ortaya çıkıyor. Ama bunlar, daha yüksek bir bilinç seviyesine erişmek için çekilen doğum sancıları sadece. Israrlı olurlarsa, ama genellikle olmuyorlar, çekip gidiyorlar. Fakat bir şey içeride ve bu tohum içlerinde büyümeye başlıyor, çünkü onları buraya Tanrı getirdi. "Ben buraya gelmek istemedim, karım ...." diye hissetseler bile, buraya gelmelerine, içlerindeki rahatsızlığı tecrübe etmelerine sebep olan yine bu güçtür, ne var ki onlar bunun kendilerinden kaynaklandığını fark etmiyorlar. Dışarıdan geldiğini zannediyorlar. Halbuki, maruz kaldıkları fakat henüz uyum içinde olmadıkları enerjiye karşı duyulan bir tepkiden kaynaklanıyor bu, çünkü ego-kimliğin nüfuz alanının çok fazla içindeler. Yani o sarsılıyor. Egosuz olmanın ne anlama geldiğiyle ilgili çok iyi bir soru sordun bana bu sabah. Hayat anlamına geliyor, hakiki hayat. İsa'yı ya da Muhammed Peygamber'i, veya Krishna'yı, ya da Buda'yı düşündüğümüzde, anında .... Bunları bilmeyen insanlar dahi, onun, daha yüksek bir bilinç düzeyini, sevgi ve huzurun etkin iklim olduğu bir düzeyi temsil ettiğini biliyorlar. 'Ben' dediğim zaman, 'Ben'den kastedilen, esas mana, bilinçtir. Halbuki, yeryüzünde 'Ben' dediğimizde kastedilen, ender olarak bilinçtir. Şahsiyet kastediliyor, kişi kastediliyor, "Ben bir erkeğim", "Ben bir kadınım" kastediliyor. Bu öyle bir daralma, öyle bir sınırlama ki. Fakat 'Ben'... Uyanmış olan kişi dahi, şahsiyet hissine atıfta bulunduğunun bilinciyle 'Ben' der. Fakat bu 'Ben'in ardında, kişinin değil, bilincin konuştuğuna dair daha derin bir anlayışın, ruhani bir anlayışın alanı içerisinde olurlar. Bu tamamıyla bambaşka bir titreşimdir. Birisiyle birlikteyken, o kişi konuştuğunda, ferahlık hissederseniz; bu 'Ben', bilinçten gelen 'Ben'dir, bilinçtir o. Biriyle konuşurken, söylediğiniz şeye dikkat etmek zorundaysanız, bu 'Ben', kişi oluşla dopdoludur. Kişi oluşla dopdolu bir dünya çok bunaltıcı olur. Boğucu! Dünyada sadece 3 milyon insan olsaydı bile, - eh bu ufak bir rakam herhalde - onlarla karşılaştığınızda biraz bunalırdınız. Ama Öz'e uyanmış olan tek bir insan, binlerce insan içinde parlar ve aydınlatır, değerini takdir edenlerin bilinç düzeyini arttırır. Çünkü içimizde bir şey, daha yüce bir şeyin huzurunda olduğumuzu anlar, orada olan budur. İnsanlar, onlara söylenmeden dahi, uyanmış olan birine karşı farklı davranmaya başlarlar. Ellerinde olmaz. Bilincinde olmadan, "Ah, bu kişi bir ...", farklı davranırlar işte. "Bu normal bir şey"miş gibi davranarak başlarlar belki, ama zamanla, o mevcudiyet içeri sızar bir nevi ve daha derinlerine işler ve onları değiştirir. Havaları değişmeye başlar, daha müşfik, daha açık hissetmeye başlarlar, senin için bir şeyler yapmak isterler, bu da ruhaniyetle ilgili hiçbir şey bilmeden olur. Peygamber'in Hadislerinden biri der ki, Cenab-ı Hak dünyayı yarattığında, tüm dünyaya, "Bana hizmet edenlere hizmet et," diye buyurdu. Hakikati arayanlara hizmet et anlamında. "Ve sana hizmet edenleri yorgun ve bitap düşür." Anlıyor musunuz? Muhteşem bir şey bu! "Bana hizmet edenlere hizmet et." Tanrı'ya ve Hakikate hürmet edenlere hizmet et, onları gözet anlamında. "Sana hizmet edenleri yorgun kıl," dünyaya hizmet edenleri yorgun düşür. Bu bir lanet mi? Hayır, bir nimet aynı zamanda! Çünkü kendi saçmalıklarından yorulduğunda, işte belki o zaman, en sonunda, "Başka bir şey denemem lazım," diyecek yer olur. "Sana hizmet edenleri yorgun kıl," diyor, çünkü onların hizmeti beyhudedir, sadece maddeye hizmet eder, ruha değil. Bu harikulade. Kalbin içinde, sadece insanoğlunun değil, her canlı varlığın DNA'sında yazar ki, Hakikate tapan birinin huzurunda, içlerinde bir şey ona hürmet gösterecektir. Ondan etkilenecektir. Başlangıçta ondan kurtulmak bile isteyebilir, ama onun mevcudiyetinin, varoluş üzerinde bir etkisi olduğunu inkâr edemez. Herkesin içindeki Kutsal Ruh'un ve Hakikat ruhunun kudreti işte budur. Bu yer, bununla ışıldamalı, diyorum. Öyle olmalı, ben burada olduğum müddetçe. Odak noktamız, egoyu kesip atmak olmalı. Ve sadece kesmek değil, egoyu kesip atmak değil, ama Hakikat içinde yaşamak. Çünkü eğer yaşamın, sadece egoyu kesmeye, kesmeye, kesmeye çalışmaksa, belki pürneşenin tadını almıyorsundur bile, egoyu kesmekle çok meşgulsündür. Fakat ben, sana bu arada Hakikati de gösterdiğimi söylüyorum. Böylece, egoyu kesmeye çalışırken, Hakikati bulursun, baltanı yere bırakıp, Hakikatin keyfine varırsın ve bırakırsın egoyu Hakikat kessin. Harika değil mi bu? Bırak egoyu Hakikat kessin. Neden ellerin kesmek zorunda egoyu? [Arkadaş] İşte Davet bunu yapıyor. [Mooji] Davet bunu yapıyor! Davet, bütün kirli işten, pislikten falan arındırıp, seni Tanrı'nın kucağına getiriyor. [kahkahalar] Buna dair kalbim çok mutlu, çünkü bazen bazı canların ... Biri buraya gelip, "Çok susadım. Bir bardak su alabilir miyim?" dese, ona bir bardak su verirsin. Biri düşse, "Hadi, kalkalım," dersin. Sırtın ağrısa bile kalkmalarına yardım edersin, "Nasıl hissediyorsun? Daha iyi misin? Otur." Yardım edersin. Öyle değil mi? Biri açsa, "Kardeşim, lütfen ..." Yiyecek bir şey verirsin. Elinden geldiğince yardım edersin. Hastalarsa, ne yapacaksın? Onlara yardım edebilmek için, bir şey olmalı içinde. Duayla belki, ya da insanları kutsamayı öğrenmeye başlarsın, bu işe yaramasa bile, kutsamaya devam edersin. "Niyetim onların hayatını kutsamak, hayatları benimkine benzesin diye değil." Engelleri kaldırmak, yaşamlarının doğallığını kirleten, bozan her ne ise onu yok etmek için, onu Rab'bin gücüyle defetmek için ne gerekiyorsa onunla hayatlarını kutsa. Kutsa onları! Bununla da, insanlar Hakikati arıyorlar, bulamıyorlar: "Bu çok zor." Daveti okuyun, diyorum. Dinleyin. Sadece dinleyin onu. Sadece dinleyin. Ve büyük bir yardım bu onlara. Diyorlar ki, "Aman Tanrım, bunlardan kurtulmak için jimnastik yapmaya hazırlanıyordum ve sen işimi çok kolaylaştırdın." Bazı şeyler çok kolaylaşır. "Zihnimden geçmem gerekmedi, kendimin karanlığına inmem gerekmedi. Kendimin aydınlığına geldim." Bu harika bir şey değil mi? Neden herkes kan, ter, gözyaşı içinde ızdırap çekmeli ki? Yapamazlar da zaten, çünkü insanoğlu gitgide güçten düşüyor. Her şey makineler tarafından yapılsın istiyorlar. Kendi üzerimizde yaptığımız çalışma bile ... Evet, egonu inşa etmek içinse eğer, yaparsın! Egonu inşa etmek için tonlarca ağırlık kaldırırsın. Ama değişmeye, kalbini ızdırap çekilen bir yerden huzurun mekânına dönüştürmeye gelince: " O havaya giremiyorum!" Zira bunun dışsal bir göstergesi olmadığını hissediyorlar. İşte, belki de bu sebeple Rahmet, Daveti getirdi şimdi: "Fakat sen de içeri gelmelisin. Mutlu olduğunu sanıyorsun ama gerçek mutluluk bu değil," demek için ve onları ikna etmeye çalışmak için. Bu yüzden .... Bana göre, Davet en kolay şey, birinin elinden tutup seni kapıdan geçirmesi gibi: "Haydi gidelim." "İsa'yla buluşmak istiyorum." Benimle gel, tam burada göstereceğim onu sana. Bir dakika. Hadi öbür taraftan yürüyelim. "Kudüs'e ve Calvary'e gidecektim ben." Hayır, hayır. O tam burada. Gel. Seni kapıdan geçireyim. Böyle değil mi? [kahkahalar] [Arkadaş] Teşekkürler Mooji. [müzik] Telif hakkı © 2018 Mooji Medya Lt. Bütün Hakları Saklıdır. Mooji Media Ltd.in açık onayı olmadan bu kaydın hiçbir bölümü çoğaltılamaz.