İklim değişikliğiyle ilgili
konuşmak için buradayım.
Fakat gerçek bir çevreci değilim.
Aslında doğa insanı olduğumu
hiç düşünmedim.
Hiç kamp yapmadım, doğa yürüyüşü yapmadım,
evcil hayvanım bile olmadı.
Tüm hayatımı şehirlerde yaşadım,
aslında sadece bir şehirde yaşadım.
Doğayı ziyaret etmek için gezerken
hep başka bir yerde bir şey
olduğunu düşünürdüm.
Bu, uzakta, modern hayatın tamamının
bütün güçlerine karşı bir
kale olmasıyla ilgiliydi.
Diğer bir deyişle,
tanıdığım herkes gibi,
hayatımı kayıtsız yaşadım.
Küresel ısınmadan kaynaklanan
tehdit hakkında kandırılmıştım.
Bana yavaş gerçekleşiyormuş gibi geldi,
uzakta oluyor gibi.
Yaşadığım hayat biçimine küçük bir tehdit
oluşturuyormuş gibi geldi.
Bu yolların her birinde,
çok hatalıydım.
Çoğu insan, size iklim
değişikliğini anlatıyorsa
gelecek hakkında hikâye anlatacaklardır.
Bu hikâyeyi ben anlatsaydım
şöyle derdim:
"BM'ye göre, rotayı değiştirmezsek
yüzyılın sonuyla,
yaklaşık 4 derece ısınma elde edeceğiz."
Yani, bazı bilim insanları inanıyor ki
bu, iki kat daha fazla savaş demek,
gıdanın yarısı demek,
muhtemelen GSYİH'nin
iklim değişimi olmadan
yüzde 20 daha düşük olması demek.
Bu Büyük Buhran'dan daha derin bir etki
ve kalıcı olurdu.
Ancak bu etkiler, aslında 2100'den
çok daha hızlı gerçekleşiyor.
2050'e kadar, tahmin ediliyor ki
Güney Asya ve Orta Doğu'daki
birçok büyükşehir
yazın neredeyse tamamen
yaşanılmaz derecede sıcak olacak.
Bu şehirler günümüzde
10, 12,15 milyon insana
ev sahipliği yapıyor.
Sadece otuz yıl içinde
güneş çarpması veya muhtemel
bir ölüm riski olmadan
bu şehirler içerisinde
yürüyemez hale gelebilirdiniz.
Bugün gezegenimiz,
endüstrileşme öncesinden
1.1 derece daha sıcak.
Kulağa fazla gelmiyor olabilir
ama bu durum aslında bizi bütün
dünya tarihini kapsayan
derece aralıklarının dışında bırakıyor.
Bu da demek oluyor ki
bir tür olarak bildiğimiz her şey,
insan denen hayvanın evrimi,
tarımın gelişimi,
ilkel uygarlığın gelişimi,
modern ve endüstriyel uygarlığın gelişimi,
kendimiz hakkında bildiğimiz her şey;
biyolojik varlıklar olarak,
sosyal varlıklar olarak,
politik varlıklar olarak,
bütün bunların tamamı,
geride bıraktığımız
iklim koşullarının bir sonucu.
Sanki tamamen farklı bir gezegene
ayak basmışız,
tamamen farklı bir iklimle.
Şimdi çözmemiz gerekense
kendimizle getirdiğimiz bu uygarlığın
ne kadarı bu yeni koşullara dayanabilir,
ne kadarı dayanamaz.
Her şey buradan daha kötüye gidecek.
Uzun bir zaman boyunca,
bize iklim değişikliğinin
yavaş bir destan olduğu anlatıldı.
Endüstri devrimiyle başladı.
Bize düşense
büyükanne ve büyükbabalarımızın
torunlarımız sonuçlarıyla uğraşmasın diye
bize bıraktığı kirliliği temizlemekti.
Bu, yüzlerce yıllık bir hikâye.
Aslında, bütün insanlık tarihinde
fosil yakıtların yanması
sonucu ortaya çıkan
emisyonların yarısı
son 30 yılda üretildi.
Bu, Al Gore'un küresel ısınmayla ilgili
ilk kitabının yayımlanmasından
beri gelinen durum.
Bu, BM'nin IPCC iklim değişikliği kurulunu
kurmasından beri gelinen durum.
Biz, o zamandan beri
daha fazla zarar verdik.
Öncesindeki yüzlerce yıl
ve binlerce yıldan daha fazla.
Ben 37 yaşındayım.
Demek ki benim hayatım
bütün bu hikayeyi kapsıyor.
Ben doğduğumda gezegenin iklimi
sabit görünüyordu.
Bugün ise
felaketin eşiğindeyiz.
İklim krizi, atalarımızın mirası değil.
Bu, tek bir neslin eseri.
Bizim neslimizin.
Bu durumun tamamı kulağa kötü
haber gibi geliyor olabilir,
ki gerçekten kötü haber.
Ama bence, biraz iyi haber de içeriyor,
en azından görece konuşacak olursak.
Bu etkiler, korkunç düzeyde geniş.
Bence aynı zamanda heyecan verici de.
Çünkü bunlar, iklim üzerinde bizim
ne kadar gücümüz olduğunun yansıması.
Eğer korkunç senaryolar
seviyesine gelirsek
bunun sebebi, bunları biz
yaptığımız için olacaktır,
bunları biz yapmayı
seçtiğimiz için olacaktır.
Bu demektir ki, biz başka senaryoları
gerçekleştirmeyi de seçebiliriz.
Şimdi bu, inanmak için
aşırı umut dolu görünebilir.
Siyasal engeller aslında devasa.
Ancak şu basit bir gerçek ki
küresel ısınmanın ana faktörü
insan eylemi:
Atmosfere ne kadar karbon yaydığımız.
Şalterler bizim elimizde.
Gezegenin iklim geleceğinin hikayesini
biz kendimiz yazabiliriz.
Sadece yazabiliriz değil,
yazıyoruz da aslında.
Harekete geçmemek de
bir tür eylem olduğundan
beğensek de beğenmesek de bu
hikâyeyi kendimiz yazıyor olacağız.
Bu herhangi bir hikâye değil,
hepimiz gezegenin geleceğini
avucumuzun içinde tutuyoruz.
Bu hikâye, mitoloji veya teolojiden
tanıdığımız türden bir hikâye.
İnsanlığın geleceğini
şüpheye düşüren tek bir nesil,
şimdi yeni bir geleceği güvence
altına almakla görevli.
Peki bu neye benzerdi?
Gezegeni çevreleyen güneş enerjisi
düzeneği demek olabilirdi.
Gerçekten her yerde görebildiğiniz
bir düzenek olabilirdi.
Daha iyi bir teknoloji geliştirseydik
bu kadar geniş biçimde bunları
konuşlandırmamıza bile gerek
kalmazdı demek.
Çünkü Sahra Çölü'nün sadece bir şeritlik
kısmının, tüm dünyanın enerji ihtiyacını
karşılayacak kadar yeterli güneş
enerjisini absorbe ettiği tahmin ediliyor.
Muhtemelen gücünün üçte ikisini kullanarak
ısı harcamayan türden
yeni bir elektrik enerji
şebekesine ihtiyacımız olurdu.
Bugün ABD'de olan durum da böyle.
Belki biraz daha nükleer enerji
kullanabilirdik.
Gerçi bunun tamamen farklı bir tür
nükleer enerji olması gerekirdi.
Çünkü bugünkü teknoloji, maliyeti çok
hızlı düşen yenilenebilir enerjiyle,
maliyet açısından tamamen
rekabet edebilir düzeyde değil.
Yeni bir çeşit uçağa ihtiyacımız olurdu.
Çünkü tüm dünyaya hava
ulaşımını bırakmasını söylemenin
özellikle uygulanabilir
olduğunu düşünmüyorum.
Özellikle küresel güneyin
mali olarak bunu ilk kez
karşılayabilecek duruma geldiği için
uygun olduğunu sanmıyorum.
Karbon üretmeyen uçaklara
ihtiyacımız var.
Yeni bir tür tarıma ihtiyacımız var.
Çünkü insanlara, eti tamamen bırakıp
vegan olmalarını söyleyemeyiz.
Bu tamamen farklı biçimde
et yetiştirmek demek olurdu.
Ya da belki eski usül olurdu.
Çünkü geleneksel otlatma uygulamalarının
büyükbaş hayvan çiftliklerini,
karbondioksit üreten
karbon kaynaklarından,
bunları absorbe eden karbon yutaklarına
dönüştürebildiğini zaten biliyoruz.
Teknolojik bir yöntem tercih ederseniz
belki bu etin birazını
laboratuvarda üretebiliriz.
Muhtemelen, bazı büyükbaşları deniz
yosunuyla da besleyebiliriz.
Çünkü bu, metan emisyonlarını yüzde
95 ile yüzde 99 oranında keser.
Muhtemelen bunların hepsini
yapmak zorunda kalırdık.
Çünkü bu yapbozun
her bir yönüyle olduğu gibi,
bu sorun, tek bir sihirli değnek
yoluyla çözülmek için
çok geniş ve karmaşık.
Ne kadar çözüm uygularsak uygulayalım,
muhtemelen, karbonu zamanında
atmosferden çıkaramayacağız.
Bu, karşı karşıya olduğumuz
korkunç bir matematik.
İklim değişikliğini yenemeyeceğiz.
Sadece bununla yaşayıp
sınırlandırabileceğiz.
Bu demektir ki karbonu
atmosferden dışarı çıkarma denilen
negatif emisyona da
aynı zamanda biraz ihtiyacımız olurdu.
Milyarlarca yeni ağaca, belki trilyonlarca
yeni ağaca ihtiyacımız olurdu.
Tamamı karbon yakalayan makinelerden
oluşan tarlalara ihtiyacımız olurdu.
Belki günümüzdeki
yakıt ve petrol işletmelerinin
iki veya dört katı büyüklüğünde
bir endüstriye ihtiyacımız olurdu.
Geçtiğimiz on yıllarda bu işletmelerin
verdiği zararları geri almak için
buna ihtiyacımız olurdu.
Farklı bir betonla dökülmüş yeni
bir tür altyapıya ihtiyacımız olurdu.
Çünkü bugün beton, bir ülke olsaydı
dünyanın en büyük üçüncü
karbon yayıcısı olurdu.
Çin'in üç yılda bir döktüğü beton,
ABD'nin 20. yüzyılın tamamında
döktüğü beton kadar.
Kıyıda yaşayan insanları korumak için
dalgakıran ve su setleri
inşa etmemiz gerekirdi.
bu insanların çoğu, bunları
yapamayacak kadar fakir.
Bu yüzden, bu durum, dünyanın başka
yerlerinde yaşayanların
dertlerini kabul etsek bile
önemsiz olarak tanımlamamıza izin veren
bu güç bela milliyetçi jeopolitiğe
bir son demek olmalı.
Böylesine kolay bir gelecek
kolay olmayacak.
Fakat yegane engel, insani engeller.
İnsan vahşeti ve kayıtsızlığıyla ilgili
bildiklerimi biliyorsanız
bu pek de rahatlık olmayabilir.
Bunun, diğer seçenekten daha iyi
olduğuna dair size söz verebilirim.
Bilim bizi harekete
geçmekten alıkoymuyor.
Ne de teknoloji bunu yapıyor.
Bugün başlamak için işe yarar
araçlara sahibiz.
Elbette küresel yoksulluğu bitirmek için
ihtiyacımız olan araçlara da sahibiz.
Salgın hastalıkları
ve kadın tacizlerini de.
Bu yüzden, yeni araçlardan daha çok,
yeni bir politikaya ihtiyacımız var.
Bütün bu insani engellerin üstesinden
gelebilmek için yeni bir yola.
Kültürümüzü, ekonomimizi,
statüko ön yargımızı,
bizi gerçekten korkutan her şeyi ciddiye
almaya karşı olan ilgisizliğimizi,
öngörüsüzlüğümüzü,
kişisel çıkar anlayışımızı
ve bir şeyleri değiştirmek için
en az isteği olan
dünyanın zengin
ve güçlülerinin bencilliğini
aşmak için yeni bir
yönteme ihtiyacımız var.
Onlar da bundan zarar görecekler.
Ancak dünyanın en fakirleri kadar değil.
Küresel ısınmanın ortaya çıkmasına
en az sebep olanlar onlar.
Bizi bu kriz noktasına
getiren süreçlerden
en az yarar sağlayanlar.
Ama bu kişiler de önümüzdeki on yıllarda
en çok sorumlulukla yüklü olacak.
Yeni bir politika,
bu yükü yönetme meselesini,
nereye ve ne kadar ağır düşse bile,
zamanımızın en büyük önceliği
haline getirecek.
Ne yaparsak yapalım, iklim değişikliği
modern hayatı dönüştürecek.
Küresel ısınmanın bir kısmı zaten
gerçekleşti ve kaçınılmaz.
Bu demektir ki, muhtemelen ayrıca
bir miktar dert daha kaçınılmaz.
Kökten harekete geçsek bile,
gerçekten korkunç olan
bu en kötü durum senaryolarının
bazılarından kaçınsak da
bu tamamen farklı bir gezegende
yaşıyoruz demek olurdu.
Yeni bir politikayla, yeni bir ekonomiyle,
teknolojiyle yeni bir ilişkiyle
ve doğayla yeni bir ilişkiyle,
tamamen yeni bir dünya.
Ama nispeten yaşanabilir olan.
Nispeten refah içinde
ve yeşil bir dünya.
Neden bunu seçmeyelim?
Teşekkürler.
(Alkış)