(Alkışlar)
Peki, herkese
tekrar merhaba.
(Merhaba)
Gerginliğim biraz yatıştı.
Şimdi biraz zamanınızı alıp
hikâyemi anlatmak istiyorum.
Hikâyem "davet eden düş" ile ilgili.
Bu, ben ortaokuldayken
annemin bana öğrettiği bir söz.
Düşlersen gerçekleşir anlamında.
Düşlemeye devam etmek önemli.
Bugünkü konuşmamla içinizden
arkadaşlar edinirsem ne güzel
olur diye düşünüyorum,
umarım arkadaş olabiliriz.
47 yıl önce doğdum.
İsmim Tsutomu Uematsu.
Hokkaido'nun ortasında bulunan
Akabira isimli kasabada
ömrümde ilk defa bir şirket yönetiyorum.
Aslında biz orada
geri dönüşümde kullanılan
mıknatıs makinaları üretiyoruz
ama bir yandan da roket yapıyoruz.
Uzay mühendisliğini kullanarak
bir roketi tamamen üretebilip
fırlatabilir hâle geldik.
İlaveten, insan yapımı uydu da
tamamen uçurabilir hâle geldik.
Ayrıca, dünyada sadece 3 tane,
Japonya'da sadece benim şirketimde olan
uzaydaki sıfır yerçekimi koşulunu
yaratan deney cihazı da var.
Bunların hiçbiri satılmadığı için
almak mümkün değildi.
Ama biz azmettik ve kendimiz ürettik.
Ancak, uzay mühendisliği
benim hayalim değil.
Benim için uzay mühendisliği sadece araç.
Bundan 47 yıl önce doğdum.
Küçükken, büyükannem bana
çok önemli bir şey öğretti.
Eskiden büyükannem Hokkaido'nun
kuzeyindeki Karafuto Adası'nda
araba şirketi işletip çok çalışarak
para biriktirmiş ve
varlıklı bir hayat yaşamaktaymış.
Ama 1945'te Karafuto, aniden
Sovyet askerlerinin saldırısına uğramış,
birçok insan öldürülmüş.
Büyükannem, biriktirdiği
paranın tamamının
atık kâğıt hâline geldiğini görmüş.
Bu yüzden, küçükken
bana şöyle demişti:
"Para işe yaramaz
çünkü değeri değişiyor.
Paran olduğunda
para biriktirme, onun yerine kitap al.
Öğrendiğin her şeyi hatırla
bunu kimse senden alamaz,
bu sana yenilikler getirir."
Bu yüzden ben kitapçıları
çok seven bir çocuk oldum.
Ayrıca benim çok sevdiğim
bir de büyükbabam vardı.
Büyükbabam çok büyük
ve nazik bir insandı.
Büyükbabamla en özel anım,
Apollo'nun Ay'a inişiydi.
Birlikte televizyonda izlemiştik.
Hatırladığım, büyükbabamın
hiç görmediğim kadar mutlu suratıydı.
"Aa bak, bak!
İnsanlar Ay'a çıktı!
Sen de çıkabilirsin!"
diyerek mutlu oluyordu.
Büyükbabamı hiç bu kadar mutlu
görmemiştim.
Bu gülümsemeyi bir kez daha
görmek istiyordum.
Bu yüzden, kitapçıya gittiğimde
uçak veya roketle ilgili
kitaplar seçiyordum.
Sonra büyükbabam
kocaman elleriyle başımı okşuyor,
beni övüyordu.
Bense, sanırım,
büyükbabamın gülümsemesini
kesinlikle görmek istediğimden
uçak ve roketlere düştüm.
Sonrasında çok çeşitli
mükemmel kitaplarla karşılaştım.
Ortaokul öğrencisiyken,
uçak ya da roketlerle ilgili
bir iş yapmayı
hayal etmeye başladım.
Kendimce çok sıkı çalışıyordum.
Ama ortaokul öğretmenim bana
"Öyle hayali şeyler hakkında konuşmayı
bırak, testlerine çalış," dedi.
Elbette, uçak ve roketler
üzerinde çalışmaya devam ettim
ama okul çalışmalarını ihmal ediyor,
hiçbir şey yapmıyordum.
Sonra öğretmenim bu kez bana dedi ki:
"Öncelikle, uzay mühendisliği gibi şeyler,
çok zeki olmadıkça imkânsızdır.
Çok para gerektirir.
Bu yüzden bambaşka bir dünyadır.
Sen böyle bir şeyi yapamazsın."
Buna gerçekten çok üzüldüm.
Daha sonra kendime
"Hayal nedir?" diye sormaya başladım.
Gerçekleşebilecek şeyler
hariç hayal kurulamaz mıydı?
Peki o zaman, bir hayalin
gerçekleşebilir olup olmadığına
kim karar veriyordu?
Denemeden anlaşılamamasına rağmen
hiç denememiş insanların
buna karar vermesi garip değil miydi?
Şu an yapamayacağımız
bir şeyin peşinden koşmak,
hayal etmenin ta kendisi
değil miydi?
Ama öyle görünmüyordu.
Çünkü iyi çalışmazsam
iyi bir okula gidemeyeceğim,
iyi bir şirkete giremeyeceğim
yönünde
birçok yetişkin gözümü korkutmuştu.
Notlarım çok da iyi sayılmazdı.
Bu yüzden endişelendim
ve "İyi şirket nedir?" diye sordum.
Yetişkinler, "Zorlanmadan para kazanarak
çalışabileceğimiz istikrarlı bir şirket,
iyi bir şirkettir" dediler.
Ben buna ikna olmamıştım.
Çünkü hünerlerimiz,
üzerinde çalıştıkça parlamalıydı.
Ancak, rahata ermek için
güçlükle elde edilen bu yeni hüneri
mümkün ölçüde kullanmaktansa,
çalışmamı söylediler.
Öyleyse çalışmam gerekmiyor, değil mi?
diye düşündüm.
Paran varsa iyi şeyler gerçekleşebilir.
Mesela,
(Kahkahalar)
bu mükemmel araba!
(Alkışlar)
Benim değil.
Bu benim değil.
(Kahkahalar)
Bu arabayı zengin olduğunuz
için mi alabiliyorsunuz?
Kesinlikle hayır, değil mi?
Bu arabayı elde edebilmeniz,
parayla alabilmeniz,
tamamen birilerinin çok çalışıp
onu üretmesinden kaynaklanıyor.
Gerçek şu ki
daha iyi şeyler üretmek adına
elinden geldiğince
araştırma yapıp çabalayan
ve bunları satılır hâle getiren insanlar
olduğu için, onu alabiliyorsunuz.
Aslında, para önemli bir şey değil.
Çünkü para gerektiren hayaller
ya da para olmazsa imkânsız olan hayaller,
aslında sadece birilerinin
sunduğu hizmetten ibaret.
Sizin beklediğiniz, bundan ibaret.
Ayrıca, kendimiz yapamadıkça,
başkasının yapmasına ihtiyaç duyarız.
Bu yüzden de yaşamak için
daha fazla paraya ihtiyaç duyarız.
Ancak, kendimiz yapabiliyorsak
yapabildiğimiz bir şey olduğu müddetçe
bunu yapabileceğimiz için
bu, işimiz hâline gelebilir.
Belki de yaşamamız için önemli olan şey
daha önce yapamadığımız bir şeyi
yapabilir hâle gelmektir.
Belki de bu, insanlar için
muhteşem olabilir.
Eğer öyleyse, şu an
yapamadığımız bir şeyin peşinden gitmek
hayal değil midir?
En sevdiğim şeylerin
peşinden gitmeye karar vermiştim.
Ancak, bu, çevremdekiler tarafından
anlaşılamıyordu.
Arkadaşlarım da, öğretmenlerim de,
ebeveynlerim de
"Bunu yapman doğru mu?",
"Anlamı var mı?",
"Gösteriş mi yapıyorsun?"
diye soruyorlardı.
Böylece, gitgide yapayalnız kaldım.
Kendi sevdiğim konuları,
insanlarla konuşamaz olmuştum.
Ama, bana yardım eden insanlar da oldu.
O insanlar, kitaplardaki insanlardı.
Bana yardım edenler
Wright Kardeşler
ve Edison'du.
Onlara da kimse inanmamış,
onlar da kimseden destek alamamıştı.
Ama, onlar da olanca
gayretleriyle azmetmişlerdi.
O insanlar bana yardım ettiler;
ben de bu yüzden azmettim.
Sayelerinde, sevdiğim şeyleri,
daha da sever hâle geldim;
hünerlerimi daha da geliştirdim.
Kâğıt kesme konusunda uzmandım
ama zamanla kendimi
daha da geliştirdim
ve bir şey üretebilir
hâle geldim.
Kendi şirketimi kurup
geri dönüşümlü mıknatıs
üretmeye başladım.
Sonra kendimi şirket yönetirken buldum.
Ömrümde ilk defa şirket yönetmekteyken
şaşılacak ölçüde başarılı
bir yönetici oldum.
(Kahkaha)
(Alkış)
Yıllık ticaret hacmimiz
neredeyse on katına çıktı.
Kendimi birşey sanmaya başladım
ve çuvalladım.
(Kahkaha)
İki yüz milyon borç yaptım.
Benim yüzümden oldu,
bir şekilde halletmeliyim diye
düşünüp tamamını üstlendim.
Kendimi suçladım.
Sonra, Japonya'da
kapıdan pazarlama işine girdim.
Sırf korkunç şeylerle karşılaştım.
Bu yüzden, her seferinde
uçağa binerken uçağın düşmesi için
tüm gücümle dua ediyordum.
Ama uçak düşmüyordu.
Sonunda büyüdüm,
pis ve acımasız şeyler de
yapabilir hâle geldim.
Rakiplerimi yenip tuzağa düşürebiliyordum.
Ama, onların aileleri nasıl diye
hiç düşünmüyordum.
Nihayet satış hacmi arttığında
bir banka çalışanı beni övdü.
Ama artık içim tamamen
şüpheyle dolduğundan
kimseye güvenmiyordum.
Yapayalnızdım.
Her şeyi sadece
rasyonel yönden görüyordum.
En sonunda
benim için önemli olan her şeyi
atmayı dahi düşündüm.
O sıralarda şirketim
zor bir dönemden geçtiği için
Japonya'yı kapı kapı gezdiğimden
çeşitli insanlardan tavsiye aldım.
"Genç Liderler ve Girişimciler
Derneği'ne (JCI) girmek
satış hacmini artıracaktır." dediler.
Böylelikle fena niyetlerle JCI'ye girdim.
(Kahkaha)
Ancak satış hacmine bir etkisi olmadı.
(Kahkaha)
Ancak, ben orada
eşsiz insanlarla tanışma şansı yakaladım.
Orada arkadaşlar edindim.
O arkadaşlardan biri,
beni yetimhaneye gönüllü olarak
yardım etmeye davet etti.
Elimden geldiğince hazırlanıp
gittiğim yetimhanede
ailelerinden korkunç muameleye
maruz kalmış çocuklar gördüm.
Başlarda kimse bize yaklaşmıyordu.
Ama çocuklarla onca ilgilendikten sonra
oradan ayrılırken "Gitmeyin." dediler.
Fiziksel temas istediler.
Arkadaşımla
"Ya, ne kadar iyi bir şey yaptık",
"Kapanış içkilerimizi nerede
içelim" falan diye konuşurken
bir erkek çocuğu gelip hayalini anlattı.
O çocuğun hayali,
tekrar ebeveynleriyle yaşamaktı.
Duyduğuma inanamadım.
Kendisine bu korkunç muameleyi gösteren
ailesini hâlâ neden seviyor diye düşündüm.
Sonrasında ise
iyi bir şey yapamayacağımı,
ne kadar para bağışlarsam bağışlayım,
hatta o çocuğu evlat dahi edinmiş olsam
bunun çözüm olamayacağını gördüm.
Çünkü o çocuk,
hâlâ ebeveynlerini seviyordu.
Bu neden böyle oluyor, diye düşündüm.
Peki, ben neden diğer insanları
hırpalama pahasına
para kazanmaya çalışıyordum.
Kafam iyice karışmıştı.
Kafamda düşünceler uçuşuyordu.
Kilit vurduğum anılarım tekrar canlandı.
İlkokula başlar başlamaz,
sınıf öğretmenim benden nefret etmişti.
Benim inandığım ya da
büyükannemin öğrettiği şeylerin
tamamını reddediyordu.
Hayalim için
bana defalarca
"Senin bunu yapman
asla mümkün değil." demişti.
Büyükbabamın okşadığı başıma,
öğretmenim defalarca vurmuştu.
Bu çok acı vericiydi.
Bana yardım edecek bir yetişkin yoktu.
O öğretmenin sözlerini unutamadım.
O öğretmen "asla, imkânsız"
sözlerini sıklıkla kullanıyordu.
Bu, "asla, imkânsız" sözlerinin
dehşet verici oldukları kanısındayım.
Bunlar, insanın öz güven
ve potansiyelini çalan en aşağılık sözler.
Ama bir o kadar da kolay sözler.
Sadece bunları söyleyerek
hiçbir şey yapmadan yaşanabileceği
ve çok rahatlatıcı oldukları için
bu sözler dehşet verici.
Bu sözler yüzünden
geleceğinden vazgeçen insanlar
öz güvenlerini kaybederler.
Ama ne olursa olsun
bir insanın yaşaması için
kendine güvenmeye ihtiyacı var.
Bu yüzden öz güvenlerini
kaybedenlerin içinde
parayla öz güven satın almaya,
kendilerini böyle süslemeye,
kendilerini böyle övmeye,
bunun için diğer insanları aşağılamaya,
yine, başkalarının başarısı
onlar için sakıncalı olduğundan,
başkalarının çabalarını
engellemeye çalışan insanlar da var.
Hepinizin çevresinde
bu tarz insanlar vardır.
Ama bunlar,
öz güvenlerini kaybetmiş,
zavallı insanlar.
Belki de onlar, kendi öz güvenlerini
koruyabilmek için
başkalarınınkini çalmak zorundalar.
Bir gün, Afrikalılar
şirketimi ziyaret etti.
Hikâyemi dinledikten sonra
kendi hikâyelerini anlattılar.
Günümüzde Afrika'da,
"Kendim için çalışsam da
çabalasam da nafile" diyen,
kendi geleceğinden,
potansiyelinden vazgeçen insanlar,
insan öldürmeye,
hırsızlık yapmaya başlamışlar.
Çünkü başaramadıkları,
yeni bir şey üretemedikleri için,
çalmaktan başka seçenekleri yok.
Şiddet ile hırsızlık yapılabilir.
Yalan söyleyerek
zayıfmış gibi görünerek
ya da aldatarak da hırsızlık yapılabilir.
Ama hepimiz hırsızlık yaparsak
toplum ayakta kalamaz.
"Asla, imkânsız" sözlerinin ne kadar
dehşet verici olduğunu fark ettim.
"Asla, imkânsız" tipi insanlar da
en başından itibaren bunları bilmiyordu.
Peki o zaman bu sözleri ne zaman
öğrendik diye düşünmeye başladım.
Acaba uzay ile mi öğrendik?
Uzay güzel olduğundan,
herkes küçükken en azından bir kez
ona hayranlık duymuştur.
Ama acaba uzay mühendisliği
yapabileceğini düşünüyor musunuz?
Uzay için, çok zeki olmadığınız sürece
son derece fazla para gerektiğine
inanmıyor musunuz?
Devlet teşebbüsü gerektiğini
düşünmüyor musunuz?
Bunu bize kim öğretti?
Bize bunu öğreten,
bunu yapmayı
hiç denememiş olan kimselerdir.
Bunu denememiş kimseler,
yapmamak için uygun bahaneler öğretirler.
Bu yüzden, ne yapmamız gerektiği
ya da ne yapabileceğimiz
konusunda kafamız karışır.
Bu sebeple, "asla, imkânsız" sözlerini
ortadan kaldırmaya karar verdim.
Bunlar ortadan kalktığında, zorbalık,
şiddet ve savaşlar ortadan kalkacaktır.
Çocuk istismarı dahi ortadan
kalkabilir diye düşünüyorum.
Bu sebeple, ben, herkesin
"asla, imkânsız" diye baktığı
uzay mühendisliğini
denemeye karar verdim.
Roket tehlikeli olduğu için
üretilmemesi gerektiğini biliyordum.
Bu sebeple vazgeçmiştim.
Ama Tanrı beni kurtardı.
Tanrı beni Hokkaido Üniversitesi'nden
Profesör Nagata ile tanıştırdı.
Mucizevi şekilde, Profesör Nagata,
güvenli roketler üzerine çalışmaktaydı.
Yine mucizevi şekilde,
parası olmadığından vazgeçmek üzereydi.
Benim de param yoktu
ama bir şeyler üretebiliyordum.
İkimizin yolları birbiriyle kesişti.
O zamandan beri, insanların yollarının
kesişmesinin, anlamı olduğu kanısındayım.
Tanrı, karşılaşman gereken kişiyle
seni karşılaştırıyor.
Bugün burada
hepinizle karşılaşmamın bile
Tanrı öyle istediği için
olduğu kanısındayım.
Profesör Nagata ile ben,
ikimiz de yetersiz olduğumuz için
birbirimize yardım edebildik.
Aslında, ikimiz de eksik olduğumuz
için birbirimize yardım edebildik.
Yeterli olsaydık,
başka birine ihtiyaç duymazdık.
Yetersiz olduğumuzdan yardım edebildik.
Bu yüzden yetersiz olan biriyle
dalga geçmemeliyiz.
Kendimizden utanmamıza da gerek yok.
Önemli olan şu ki
ne yapsam tam yapamıyorum diye
kendimizi suçlamak tamamen yersiz.
Açıkçası, bir şeyi yarım yapmak,
hiçbir şey yapmamaktan yahut
yapamamaktan kesinlikle daha iyi.
Biraz yapabilseniz bile hiç yoktan iyi.
Yani, kendinizi suçlamadan
veya yetersizliklerinize dair
olumsuz düşünmeden
tüm gayretinizle
yapabildiğiniz kadarını yapmalısınız.
Birbirine yardım eden bizler,
bugün uzay mühendisliği
yapabilir hâle geldik.
Deney ve araştırmalar için şirketimi
çok sayıda araştırmacı ziyaret etti.
Yine bugün, her yıl
yaklaşık 10.000 çocuk,
okul ya da eğitim gezisi için
şirketimi ziyaret eder hâle geldi.
Dürüst olmak gerekirse,
şirketimde sadece 17 kişi var.
(Kahkaha)
Birazcık zor oluyor.
Ama mümkün olduğunca
çok çocuğun potansiyelinin çalınmaması
ne güzel, diye düşünüyorum.
"Asla, imkânsız" tavrının
ortadan kalkmasıyla
iyi bir toplumun
inşa edilebileceği inancındayım.
Tek başıma yapabileceklerim
sınırlı olduğundan,
ne olursa olsun,
bir arkadaşa ihtiyacım var.
Bu hayal, yaşamım zarfında
gerçekleşemeyebilir.
Bu yüzden, hepinizin desteğine
ihtiyaç duyuyorum.
Bugünden itibaren, hepiniz,
"asla, imkânsız" sözleriyle
karşılaştığınızda
lütfen "o hâlde bunu
denesen nasıl olur?" deyin.
Sadece bu bile "asla, imkânsız"ı
ortadan kaldıracak
zorbalık ve istismar
dünyadan silinecektir.
Bu yüzden hepinizden destek rica ediyorum.
Örgün öğretim diye bir şey var.
Örgün öğretimde
hepimiz tüm çabamızla öğrendik.
Peki örgün öğretim,
değerlendirilmeye dair bir şey miydi?
Bu, tamamen yanlış.
Örgün öğretim,
toplumun sorunlarını çözmek için
insanlar tarafından geliştirilmiştir.
Onların çaresizce oluşturduğu bir şeydir.
Peki, eğitim nedir?
Eğitim, nasıl
başarılı bir şekilde hata
ya da sorumluluktan kaçınılarak
yaşanacağını öğreten bir kılavuz mudur?
Bu, tamamen yanlış.
Eğitim, öldürmeyecek hataların
güvenli bir şekilde deneyimletilmesidir.
Ama, bir şekilde tamamen
tuhaf şekilde gelişmiştir.
Bunun nedeni ise
hatayı olumsuz değerlendiren
çok sayıda yetişkinin bulunmasıdır.
O insanlar, hepimizin
potansiyel ve öz güvenini çaldılar.
Ama, sorun değil.
Bundan sonra Japonya'yı
ve dünyayı iyileştirmek için
daha önce yapmadığı şeyi
yapmak isteyen,
vazgeçmeyen, farklı yollar
deneyen insanlar artmalı.
"Asla, imkânsız"a
yenilmeyen insanlar artmalı.
Peki nerede bu insanlar?
Bu insanlar, sizlersiniz.
Her biriniz öylesiniz.
Çünkü hepimiz çocuk olduk.
Lütfen bir düşünün.
Küçükken bir düğme gördüğünüzde
ona basmak istiyordunuz;
bir kol gördüğünüzde
onu çevirmek istiyordunuz
ve sonra da "gereksiz şeyler yapma!"
diye azar işitiyordunuz.
Aslında, dünyaya geldiğinde
vazgeçmeyi bilen kimse yok.
Hepimiz vazgeçmeyi bilmeden
parlayarak doğduk.
Ama vazgeçmeyi biraz
öğrenmiş olabiliriz.
Öz güvenimizi tekrar kazanmak için
yüzde yüz garantili tek bir yöntem var.
O da daha önce yapmadığımız
şeyleri yapmayı denemek.
Daha önce yapmadığınız
bir şeyi yapmanız
size az da olsa
öz güven aşılayacak.
Bu yüzden lütfen yapmadığınız
bir şeye meydan okumayı deneyin.
Yapmadığınız bir şeyi denediğinizde
başarısız olacaksınız.
Deneyimin vidyosunu izleyin.
Roket havalanıyor ve uçuyor.
Uçmuyor.
Havalanıyor ve düşüyor.
Ne yapmalıyım?
Kumanda aygıtını at
ve kaç.
(Kahkaha)
Günümüzde az önce gördüğünüz
gibi kaçan insan pek yok.
Deneyin vidyosu
bir şeyi sevimsiz addettiğimizde
kaçmanın normal olduğunu göstermekte.
(Kahkaha)
(Alkış)
Bildiğim kadarıyla,
dürüst, nazik ve sorumluluk sahibi
insanlar daha erken ölüyor.
Ölmelerini istemiyorum.
Hayatta kalmalarını istiyorum.
Bu nedenle
sevimsiz addettiğiniz
bir şeyden kaçmak
kesinlikle doğrudur.
Ama böyle bir durumda,
başarısız olduğunuz,
kaçtığınız ve vazgeçtiğiniz için
lütfen kendinizi suçlamayın.
Lütfen kötü hissetmeyin.
Buna gerek yok.
Böyle bir durumda,
acı, zorluk, pişmanlık
hüsran, hüzün, utanç
kalbinizin derinliklerinde
dönüp durup size zor anlar yaşatabilir.
Tam bu duygular girdabındayken
"İşte geldim,
büyüyorum!" demelisiniz.
Böylece geride bırakabilirsiniz.
Mutlaka "İşte geldim, büyüyorum,"
demeyi deneyin lütfen.
Bizler bu hayata
yalnızca bir kez gelip
prova imkânı olmaksızın
yalnızca bir kez yaşıyoruz.
Peki o zaman ne için doğuyoruz?
Başarısızlık sadece iyileştirilecek
bir veri olduğundan
ve prova imkânı olmaksızın
performans sergilediğimizden
başarısız olmamız gayet doğal.
Başarısızlığı iyileştirilecek
veri olarak görüp
başa çıkmanızı istiyorum.
Ayrıca bizler,
yardım edilmek ya da
vazgeçmek için doğmadık.
Böyle şeyler için doğmadık.
Bizler, dünyayı kurtarmak için doğduk.
Dünyayı kurtarmak kolay bir şey.
Dünyayı var eden insanların tamamı
kendilerini hakir görmekten
vazgeçtiğinde dünya kurtulacaktır.
Bu, her birimizin
bugünden itibaren
dünyayı kurtarmak için
tek başına atabileceği adım.
Lütfen bugün kendinizi
hakir görmemeye başlayın!
Bundan böyle yapmamız gereken şey
yapamama nedenimizi araştırmak değil,
yapabilme nedenimizi bulup öğrenmektir.
Tek başına bu bile bir anda
dünyayı daha iyi bir yer yapacak.
Uzun hikâyem burada sona eriyor.
Küçüklüğümden beri
uçakları ve roketleri severdim.
Denemeyenler, bana
defalarca "yapamazsın" dedi.
Ama annem bana,
"davet eden düş"ü öğretti.
Düşlemeye devam ederek
yapabilir hâle geldim
O hâlde, düşlemeye devam etmek
hakikaten önemli.
Son olarak bitirirken, sizlere
hayallerinizi gerçekleştirmede
yardımcı olacak bir deyiş
hediye etmek istiyorum.
"Hâl böyleyse,
bir de bu yolu dene
ve hayallerin gerçek olsun."
Lütfen bunu düşünün.
Hayalinizi birine anlatırken size,
"Ah, bu imkânsız" denildiğinde
hevesiniz ve enerjiniz kaçar.
Onun yerine "Peki ya bunu denesen? Geçen
kitapçıda bununla ilgili kitap gördüm."
"Geçen televizyonda bununla ilgili
program vardı" denilse,
daha da motive olursunuz.
Bu metot kesinlikle eğlenceli.
Birbirimizle hayalimizi paylaşıp
"o hâlde bunu denesen?" diyerek
hepimiz hayallerimizi gerçekleştireceğiz.
Hepimiz ünlü olacağız.
Muhteşem değil mi?
"O hâlde bunu denesen?" ifadesinin
dünyaya yayılmasını,
böylece "asla, imkânsız"ın
silinmesini dilerim.
"O hâlde bunu denesen?" ifadesini
hep beraber popülerleştirelim.
Belki o zaman
bugünkü karşılaşmamız bir anlam kazanır.
Birbirimize yardım etmemizi istiyorum.
Ben de tüm gücümle
çabalamaya devam edeceğim.
Birlikte kıymetli bir an paylaştığımızdan
umarım iyi arkadaş oluruz.
Bugün için çok teşekkür ederim.
(Alkış)
Teşekkür ederim.